Sonsuza kadar bir yalanın içinde yaşayabilirdim ama sonsuza kadar bir doğruya karşı dimdik duramazdım, bunun farkındaydım.
Hayatım kaçışlarla başlamış, unutuşlarla devam etmişti ve şimdi doğrular yalanları alt ederken ben altlarında eziliyordum. Her şeyin bir nedeni olduğuna inanmak istiyordum fakat hayatımın hangi neden uğruna karanlığa gömüldüğüne bir türlü ulaşamıyordum. Tek bir zaman dilimi değil, bütün hayatım o karanlığın içinde sürünmüştü. Her anımda bir felaket yaşamıştım; felaket yaşamadığım zamanlarımda bile insanlar sonrasını felakete çevirmişti.
Şimdi de tam o anın içindeydim. Yanımda Korel Erezli'nin zıddı olan ağabeyi vardı. Diğer yanımda ise yalanlar oturuyordu sanki: inandığım, inandırdıkları ve inanmamı istedikleri.
Korhan'ın gözlerindeki ifade değişti, kaşları havalandı ve yutkundu. Âdemelmasının hareketini izlerken benden daha tepkili görünüyordu ya da en azından olması gereken bir tepkiydi fakat ben öylesine sakin bakıyordum ki o bile bir an şüpheye düşüp,
"Minel," dedi, "doğruları mı söylüyorsun?"
"Yalanları tercih eden biri hiçbir zaman olmadım." Gözlerimi tekrar karşımdaki fotoğrafa çevirdiğimde beni bu kadar sakin tutan duyguyu merak etmiştim. İyi bir şey miydi yoksa kötü bir şey miydi, bilmiyordum.
"Bu ne zaman oldu?"
"Bugün." Derin bir nefes aldım. "Yani onu yazarken görmemi söylüyorsan, öncedendi. Epey önce hem de. İlk tanıştığımız zamanlardı." Ürpererek kollarımı önümde bağladım. "Onu daktilonun başında yazarken bulmuştum, çok tuhaftı. Bakışları, davranışları... Ama ben onu yakalayınca yazmayı bırakmıştı. Bir kez daha onu o odada görmedim. Sonra..." Gözlerimi kapatıp dudaklarımı ıslattım. "Bugün o akıl hastanesine gittiğimde..."
"Sen yeni açılan akıl hastanesine mi gittin?" Karşıma geçip duvarın önündeki fotoğrafları kapattı. "Neden?"
Sakin bir sesle, "Gürkan'la konuşmak istedim," diye yanıtladım. "Bir şeyler bildiğini düşündüm."
Korhan gözlerini kıstı. "Korel'in peşindeydin yani."
"Hemen hemen."
"Hemen hemen," diye söylediğimi tekrar etti, ardından beni baştan aşağı süzüp bir kez daha kaşlarını kaldırdı. "Peki neden böyle sakin görünüyorsun?"
"Sen de şaşırdın ama sakinsin," diyerek topu ona attım. Korhan bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama ardından susup devam etmemi istiyormuş gibi başını salladı. Sözlerime devam etmeyip ona arkamı döndüm ve Prometheus'un sırlarıyla dolu odadan çıkıp içerideki büyük odaya geçtim. Kendimi deri koltuğa attım; dirseklerimi dizlerime yaslayıp ellerimi saçlarıma geçirdim.
Gözlerimi kapatıp kendime düşünme fırsatı verdiğim esnada kapının kapandığını ve Korhan'ın adımlarını duydum. Bir sandalye sesi geldi; başımı kaldırıp baktığımda masasının önündeki sandalyelerden birini karşıma çektiğini gördüm. Yanıma özellikle oturmamış, bir sorgu odasındaymışız gibi tam karşımda durmuştu.
"Bana neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sorduğunda dirseklerini dizlerine yasladı, elleri çenesindeydi. "Bugün bir şeyler olmuş."
Bir yandan ona bakıyor, bir yandan da kapıyı dikizliyordum. Çıkıp gitmeli miydim? Belki de Korel'in sırlarını konuşabileceğim en son kişi bile Korhan olmamalıydı. Aralarını hiçbir zaman iyi görmemiştim.
"Onunla aran kötü mü?" diye sordum gerçekleri ya da uyduracağı yalanları dinleme isteğiyle.
Korhan her zaman olduğu gibi hızlı bir cevap vermedi; kendine düşünme zamanı tanırken gözlerini yere indirdi. Beş parmağının olduğu eliyle çenesini kaşıyor, diğer de eliyle ritim tutuyordu.
Neredeyse bir dakika geçti, cevap vermeyeceğini düşünüyordum ama beni yanılttı. "Onunla tuhaf bir ilişkimiz vardır." Gözlerime bakmadığı için dürüstlüğünü test edemiyordum; hoş, bu konuda çok da iyi olduğum söylenemezdi. "Küçükken bana hayran bir çocuktu." Bunu böbürlenerek söylemişti, gülümsüyordu. "Ve çok zekiydi ama her zaman başkaldıran bir yapısı oldu. Bana değil, ona tepki veren herkese. En çok da babama." Bakışlarını yerden ayırıp bana çevirdi. "Babamdan fazlasıyla hem fiziksel hem de duygusal şiddet gördü Korel." Derin bir nefes verdi, yüzündeki gülümseme gitti. "Ve ben onu hiç korumadım."
Tahmin ettiğim hatta daha fazlasını gördüğüm bu durum karşısında şaşırmamı bekledi mi bilmiyordum ama içimdeki o aşamadığım duyguyla, "Neden?" diye sordum. Öfkelenmiştim. "Sen onun abisiydin."
"Babamla aramı bozmak istemedim," dediğinde omzunu silkti, oturduğu sandalyeden kalkıp odanın içindeki cam dolaba ilerledi. Sonra bir viski şişesi ile viski bardağı çıkardı. Kaldırıp bana gösterdi. Yüzümü buruşturup başımı iki yana salladım. "Peki ya bira?" dedi. Bu sefer olumlu bir yanıt verdiğimde alayla güldü; ne düşündüğünü anladım ama bunu sesli dile getirmedi. Masasının altındaki mini dolabı açıp bira şişesi ve viskiyle yanıma geldiğinde uzanıp şişeyi elinden aldım.
"Tek neden bu mu?" diye sordum soğuk biradan birkaç yudum aldıktan sonra. Eskiden olsa yüzümü buruştururdum ama şimdi öylesine alışmıştım ki biranın tadı hoşuma bile gitmeye başlamıştı. Bu Korel sayesinde olmuştu.
"Değil." Viskisini içti, tek seferde. "O bana imreniyordu, o benim gibi olmak istiyordu ama bir şeyin farkında değildi." Bakışları kehribar rengi içkinin üzerinde gezinirken suratında tiksiniyormuş gibi bir ifade oluştu. "Onu kıskanıyordum. Hem de çok."
"Ne?" Dakikalardır yaşadığım en büyük şaşkınlık belki de buydu. "Ama sen ondan daha iyi..."
"Evet, neler diyeceğini biliyorum," diye sözümü kesti. "Ondan daha iyi bir hayat yaşadığımı söyleyeceksin ve çocukluğumuzdan beri de böyle oldu. O babamdan dayak yedi, ben onları izledim. O eve kapatıldı, ben canım ne isterse onu yaptım. O babamın zoruyla tıp okudu, ben savcı oldum. O istediği hiçbir şeye babam yüzünden ulaşamadı ama ben babam sayesinde birçok şeye ulaşabildim: şan, şöhret, para, başarı ve daha fazlası. Korhan Erezli oldum. Herkes önümde düğmesini ilikledi, Korel'i karakollardan topladık. Ama bunların dışında onu kıskandığım tek bir konu vardı."
Bakışlarını içkisinden ayırıp bana çevirdiğinde ilk defa Korhan'ın gözlerinde büyük bir öfke gördüm. Bana bakarkenki öfkesi gibi değildi; daha büyük, daha kötü, daha hiddetli. "Nedir o?" diye sorduğumda korktuğumu hissedip hissetmediğini bilmiyordum.
Korhan nefeslendi, ardından gözlerini kapattığında, "Onun gerçek bir anne babası vardı," dedi. "Bense üveydim."
Şaşkınlıkla dudaklarım aralanıp gözlerim irileştiğinde bunu ondan gizleyemedim çünkü asla ama asla aklıma bile gelmeyecek bu durum, nefes almamı bile unutturdu. Korhan şaşırmam için bana uzun bir süre verdi. Ne kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum ama kalkıp viskisini tekrar doldurmuş ve yine karşıma oturmuştu.
"Ben..." diyebildim. "Bilmiyordum. Korel hiç söylemedi."
"Çünkü o da bilmiyor." Az önce gözlerinde gördüğüm o birkaç saniyelik öfke yok olmuştu fakat bu gördüğümün izi kalacaktı, biliyordum. Bir şaşkınlık daha yaşadım ama bunu ona göstermedim. "Yani babam söylemedi ona hiç. Bilmiyordur diye düşünüyorum, bana hiç konusunu açmadı."
"Yani," dedim kısık sesle. "Erezli ailesi seni evlatlık edindi, öyle mi?"
"Evet."
"Korel sen evlat edinildikten sonra mı doğdu?"
"Hayır," deyip yüzünü buruşturdu. "Korel zaten onların çocuklarıydı ama küçüktü. İki yaşlarında filandı." Başımı sallayıp gözlerimi kaçırdım. "Bana acıdın mı?" diye sordu alaylı bir sesle. "Gözlerini kaçırıyorsun."
Tekrar ona baktığımda, "Hayır," deyip başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Sadece şaşırdım." Sonra başka bir detay daha dikkatimi çekti fakat bunu sorup sormama konusunda kararsız kaldığım için ona bakmaya devam ettim.
"Sor," dedi gözlerini kısarak. "Şimdi sormazsan bir daha soramazsın."
"Sürekli..." diye söze başladığımda elimdeki bira şişesini yere bıraktım ve koltukta kayarak ona yaklaştım. "Babandan bahsediyorsun ama annenden söz ettiğini hiç duymadım. Neden? Sizi terk ettiği için mi?"
Annesinin adını duyduğu anda Korhan'ın çenesi kasıldı ama bu birkaç saniye sürdü. Ne cevap vereceğini düşündü ya da cevap vermek istemedi, bilmiyordum ama bu sürede gözlerini birkaç kez benden ayırıp arkamdaki pencereye baktı.
Kurcalamanın saygısızlık olduğunu bilsem de "Korel senin tam zıddın yine," dedim. "O da annesine epey düşkün gibi görünüyor..."
Yine yanıt vermedi fakat bu sefer benimle hiç göz teması kurmadan pencereden dışarıyı izlemeye devam etti. Birkaç dakika sonra, "İdil Erezli beni hiçbir zaman sevmedi," dedi sadece; tek bir cümle. Sesi fazlasıyla hissizdi.
Annemin İdil'e bıraktığı mektubu anımsadım. Onun anneliğine öyle güveniyordu ki beni ona emanet etmişti. Ve Korel'in annesine yaklaşımı...
"Sanmıyorum," diye mırıldandım. Bakışları pencereden bana kaydığında yeşil gözlerine acı bulaşmıştı. "Yani aranızdakileri elbette bilemem ama annem beni onun anneliğine emanet etmiş. Hem seni evlat edinmiş, neden sevmesin ki?"
"O beni sevmedi," dedi kelimelerin üzerine bastırarak hatta heceleyerek. Kasılıyordu; elindeki viski bardağını sıkıca tutarken parmak boğumlarının beyazladığını fark ettim. Öfkeli değildi, daha çok acısını gizlemeye çalışıyordu. "Bir an bile sevmedi. Beni sadece bir amaç uğruna evlat edindi, istediği sonucu alana kadar kullandı ve..." Sustu, devam etmedi.
"Ne amacı?" diye sordum.
"Daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemiyorum." Viskisini kafasına dikti, büyük yudumlarla içip bardağı yere bıraktı. "Ve bunları seninle dertleşmek için anlatmadım. Sana sır verdim, sır almak için." Sandalyesini sürterek bana biraz daha yaklaşıp üzerime eğildi. Kendisinden önce gölgesinin bana yaklaştığını hissettiğimde geriye gitmek zorunda kaldım. "Şimdi sen de bugün olanları bana anlatacaksın, borçlusun."
"Çıkar uğruna mı anlattın bütün bunları bana?"
"Ve bundan sonra anlatacağım her şey de bir çıkar uğruna olacak," dediğinde sanki ben geriye gittikçe o daha fazla üzerime geliyordu, halbuki aynı şekilde durmaya devam ediyorduk. "Yoksa anlatmayacak mısın?"
Yutkundum, kendi içimde bir karar vermeye çalıştım. Onun bana anlattıkları büyük bir sır olabilirdi veya yalan da olabilirdi. Bütün ihtimaller üst üsteydi ama en büyük ihtimal, karşımda bir tiyatro çevirdiği yönündeydi. Korel iyi bir oyuncuydu. Bunu en başından beri bana kanıtlamıştı.
Fakat yine de Korhan'a bizzat şüphelerimi belli etmeyecektim çünkü az önce gördüğüm o öfkenin tohumu bile Korel'in tohumunu çürütebilecek kadar zehirliydi.
"Korel sürekli sizinle beraber miydi?" diye sorduğumda ses tonumu dengeli tutmaya çalışıyordum.
"Sorular bitti, Minel," deyip geriye çekildi, sırtını sandalyeye yasladı. Rahatlamış bir şekilde nefesimi verdiğimde bir ayak bileğini dizine yaslayıp kollarını önünde bağladı. "Ama yine de cevap vereyim, çoğunlukla beraberdik. Yurtdışında öğrenim gördüğü zamanları saymazsak tabii."
"Başka?"
"Başka?" diye tekrarladı. "Sana ne söyledi?"
Korhan annesinden nefret ediyordu, onun hakkındaki bir sırrı da saklamazdı. Nefret ettiği bir yalan da olabilirdi elbette ama nedense buna inanmıştım. Oturduğum koltuktan kalkıp masanın üzerine bıraktığı kâğıda doğru ilerledim. "Korel bugün bana bu yazılarla alakalı annenle bağlantısı olan bir şeyler söyledi." Kâğıdı alıp ona döndüğümde omzunun üzerinden bana bakıyordu.
"Ne gibi?"
Yavaş adımlarla ona yaklaştım ve oturmak yerine tam arkasında durarak kâğıdı yukarı kaldırdım. "Korel'in, evindeki o odaya girmesi yasakmış ve bu oda annene aitmiş. Öyle söyledi." Korhan'ı dikkatle izledim, bütün aklımı kullanarak. Yüzünde mimik oynamadı, öylece bakmaya devam etti. "Onu, o odanın içinde yazarken gördüğümü söylediğimde ise öyle bir şey olmadığını, o odaya giremeyeceğini çünkü anahtarı olmadığını söyledi." Bana yalan söylediği için öfkem artarken Korhan'a bunu yansıtmamaya çalıştım. "Evet, kulağa tuhaf geliyor ama Korel bana hep bunu yapıyordu. Sadece bilmek istiyorum, yine de." Aptallığıma gülümsedim. "Annenin böyle bir odası var mıydı? Duymuş muydun?"
Korhan çok kısa bir an düşündükten sonra, "Korel o eve annesi terk edip gittikten sonra taşındı," dedi. "Yani böyle bir durum olsa bile annesinin geri dönmüş olması gerekirdi. Daha önce ondan hiç böyle bir şey duymamıştım." Yüzünü ekşitti. "Sana hep böyle yalan mı söylüyordu? Nasıl yani?"
"Olan bir durumu olmamış gibi gösteriyordu bana." Öfkem arttı fakat bu kez gizlemedim. "Ve ben ona inanıyor, aklımdan şüphe duyuyordum."
"Yani senin aklınla oynuyordu," dediğinde sesinde bir ima aradım ama yoktu, bakışları fazlasıyla yoğundu. Neyi kastettiğini bilmiyordum ama Prometheus'un bana yaptığının bir benzerini de Korel'in yaptığını fark ettiğimde kürekkemiklerim acıyla kasıldı.
"Onun vücudundaki izlerin nasıl oluştuğunu biliyor musun?" Korhan oturduğu sandalyeden kalkıp karşımda dikildi ve yanıtlamak yerine kaşlarını kaldırdı. "Yani sana bunları hiç anlattı mı?"
"Sana ne anlattı?" diye sordu.
Yine bir tercih yapmam gerekiyordu ve bu en önemli tercihimdi.
İki yüz vardı. İki taraf ve iki gerçek: Ne olursa olsun bana durmadan yalanlar söyleyip aklımla oynayan Korel Erezli'nin gerçek yüzü ve doğruluğuna inanmak istediğim, bana yardım eli uzatan Korhan Erezli'nin gerçek yüzü.
Korhan bana yaklaştıktan sonra çekinmeden ellerini omuzlarıma yerleştirip, "Minel," dedi ondan duyduğum en babacan tınıyla. "Seninle bir yola çıktık. İkimizin de kuyruk acısı var ve ikimiz de gerçekleri öğrenmek istiyoruz. Benimle konuşurken neden bu kadar tedirginsin?"
Bana her dokunduğunda neden buz kestiğimi anlayamasam da, "Çünkü onun kardeşisin," diye kısık sesle soludum. "Ve o benim hayatımın büyük bir parçası." Ağzımdan çıkanlar midemin kasılmasına neden oldu. "Hem de çok büyük bir parçası. Özellikle geçmişimde. Aklımın içinden bile onun adını defalarca geçiremiyordum, şimdi abisinin karşısına geçip..."
"Bana onun abisi değilmişim gibi yaklaş," dedikten sonra elleri omuzlarımdan kollarıma indi. Samimi bir bakışla, "Sana yardımcı olmaya çalışıyorum," diye fısıldadı. Evet, fısıldadı; bu fısıldayış Korel'inkilere benziyordu. "Ve kendime de yardımcı olmaya çalışıyorum. Eğer ufacık bir yanlışımı görürsen ya da ben görürsem bu yoldan ayrılırız ama şu an birlikte dürüst bir şekilde ilerlememiz gerekiyor."
Kaşlarımı çatıp asıl aklımdan geçeni yönelttim: "Neden tek amacın Prometheus'u bulmak değilmiş gibi geliyor?" diye sordum. "Sanki başka bir şeylerin de peşindesin."
Korhan'ın karşı çıkmasını bekledim ama beni yalanlamadan, "Bunlar sana zarar verecek konular değil," dedi. "Tamamen benimle alakalı."
"Peki ya Korel?"
Korhan gözlerini devirip ellerini kollarımdan çekti. "Hadi ama! Kendi kardeşime zarar vereceğimi mi düşünüyorsun?"
"Evet," dedim direkt. "Bahsettiğim fiziksel bir zarar değil, belki onu psikolojik olarak..."
Lafımı bölüp, "O zaten yeterince mahvolmuş durumda," dedi. "Diyelim ki ona zarar vermek istiyorum. Daha ne yapabilirim ki?" Haklıydı. Omuzlarım düştü, gözlerimi yere indirdim. "Hem bak," diyerek geriye bir adım attı. "Belki de bana anlatacakların Korel'i iyileştirir, kimbilir?" Buna inanmasam da gülümsedim ama o görmedi. "Hadi bana neler olduğunu söyle."
Elimdeki kâğıdı sandalyeye bıraktığımda artık ne düşünmem ya da ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Ellerimi şakaklarıma bastırdım, birkaç kez derin nefes aldıktan sonra, "Korel bugün bana ilk defa bütün vücudunu gösterdi," dedim. "İzlerle doluydu. Ona göre emarelerle de doluydu." Bakışlarım odanın her noktasında gezindi ama ona temas etmedi. "Onu tekrar gördüğümden beri ilk defa bir duygu belirtisi gösterdi, o da acıydı. Bana izlerini gösterdi ve o izlerin..." En sonunda gözlerimi Korhan'a çevirdiğimde dikkatle bana baktığını gördüm. "Prometheus tarafından yapıldığını söyledi. Yani onu o hale getiren Prometheus'muş."
Saçlarımı geriye attığımda Korhan'ın yüzündeki ifade değişti ama şaşkınlık değil, daha farklı bir duyguydu. Acıma? Evet, acıma olabilirdi. "Sana bunu mu söyledi?" dedi hayal kırıklığıyla. "Ve bu konu nasıl açıldı?"
İşte bunu Korhan'a direkt söyleyemezdim, şüphelerimden bahsedemezdim. Bahsetmeyecektim. Bir kez dile getirmiştim, hem de Korel'e. Bir kez daha bunu yapamazdım. "Hatırlamıyorum," dedim hemen.
Aynı acıma duygusuyla, "Peki ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Gözlerim sandalyenin üzerine koyduğum kâğıda kaydığında, "Bu doğru olabilir," diye mırıldandım. "Yani onu Prometheus esir almış olabilir. Belki de bu dili ona Prometheus öğretti ve belki de Korel, Prometheus'un hâlâ esiridir, onun yüzünden bunları yazıyordur. Ayrıca..."
Korhan gülmeye başladığında lafım yarıda kesildi. Alaylı ya da eğlenceli bir gülme değildi. Bir insana acırken nasıl gülünürse öyle bir gülüştü. Başını art arda iki yana salladıktan sonra ofisindeki başka bir dolaba ilerledi. Gözlerim onu izlerken yerimden kıpırdayamadım. "Gerçekten," dedi, kilitli bir dolabı masasının çekmecesinden aldığı anahtarla açarken. "O sana yalanlar söylemese bile kendi kendine onun için yalanlar mı uyduruyorsun?"
Kilitli dolabı açtı, içindeki dosyalar arasından hiç aramadan direkt beyaz bir dosyayı eline alıp bana doğru yürüdü. Söylediklerine hiçbir cevap vermedim çünkü mantıksız davrandığımı ya da konuştuğumu düşünmüyordum.
Evet, bana yalanlar söylüyordu; bunu neden yaptığını bilmiyordum ama Prometheus tarafından esir tutulmuş olabilirdi, bir zamanlar denek olduğundan bahsetmişti. Bütün izleri büyük ihtimalle o zaman oluşmuştu; ayrıca bu dili Prometheus'tan öğrenmiş olması kadar mantıklı bir neden yoktu.
Zihnimde durmadan diğer ihtimal döndü ama bu ihtimal, bir kez dile getirdiğimde bana fazlasıyla acı vermişti: Korel Erezli'nin Prometheus olabileceği.
Hayır, bu imkânsızdı. Hayır, bu mantıksızdı. Hayır, bu söz konusu bile olamazdı.
Korhan sanki beni sakinleştirmek istermiş gibi eliyle deri koltuğu gösterip oturmamı işaret etti. İkiletmeden koltuğa oturduğumda bakışlarımı elindeki dosyadan ayıramıyordum.
"Bak," dedi Korhan, bu sefer sandalyeye değil yanıma oturarak. "Bunları sana göstermemem gerekiyor ama kendini daha fazla kandırmanı ya da onun senin kandırmasını istemiyorum." Derin bir nefes aldıktan sonra koltukta bana biraz daha yaklaştı. "Birazdan duyacaklarını hiçbir şekilde Korel'e belli etmeni istemiyorum çünkü bunu sır gibi saklar ve kimseyle paylaşmaz."
"Neler oluyor?" diye sordum endişeyle. "Neyden bahsediyorsun?"
"Bana şimdi söz ver, Minel," dedi dikkatle gözlerimin içine bakarak. "Bunları öğrendiğin an Korel'e belli etmeyeceksin ve ona sanki bir hastalıklıymış gibi yaklaşmayacaksın."
"Bunu hiçbir zaman yapmam," diye sertçe karşılık verdim. "Asla. Ona hiçbir zaman bunu yapmam." Elim dosyaya doğru gitti ama onu geri çekti. "Bu dosyanın içinde ne var?"
"Söz ver." Kelimeler ağzından çıkarken sanki cümlelerime değil gözlerime güvenecekmiş gibi bakıyordu.
Hiç düşünmeden, "Söz," dedim çünkü ne ona bundan bahsedebilirdim ne de ona hastalıklı gibi bakabilirdim; bu ikisin yaptığım anda kendi kendimi asla affetmezdim.
Korhan çok kısa bir an yüzüme baktıktan sonra bana güvenmiş olacak ki dosyayı kucağına koyup rasgele bir sayfa açtı. Poşet dosyaların hışırdamasının ardından içinden bir fotoğraf karesi düştü, koltuğa düşen fotoğrafı elime aldım. Korhan bana baktı, ben fotoğrafa baktım. "Bu fotoğraf..." diye söze başlayacaktı ama onu susturdum.
"Bu fotoğrafı biliyorum." Korhan'a döndüm, fotoğrafı havaya kaldırıp ona salladım. "Korel anlattı."
Korhan şaşırdı, kaşları havaya kalktı. "Anlattı mı?"
"Evet," deyip fotoğrafı dosyanın üzerine koydum. Üstü başı kan içindeydi, önünde bir ceset vardı; daha önce gördüğüm fotoğrafın aynısıydı. O zaman da Korel'in o bakışlarından korkmamıştım, şimdi de korkmuyordum. "Bu fotoğraf onun denek olduğu zamanlardan. Bana kendisi anlattığında..."
"Denek mi?" dedi şaşkınlıkla. "Ne saçmalıyorsun?"
"Asıl sen ne diyorsun?" dedim dosyayı göstererek. "Kardeşin bir denekti ve sen onun bu dosyalarını gururla saklıyor, bir de benim karşıma mı getiriyorsun?" Öfkeyle oturduğum yerden kalktım ve sandalyeye çarpıp itekledim. "O senin üvey kardeşin olabilir ama bir insan. Nasıl olur da onun denek olmasını umursamadan karşıma bunları getirir, bir de ona hastalıklı gibi davranmamam gerektiğini söylersin?"
Korhan oturduğu yerden bana bakarken baskın çıkan sesimi umursamıyormuş gibiydi; sadece izliyor ve devamını bekliyordu. "Ona neler yaptıkları hakkında da bilgin var mı?" diye sordum hiddetle. "Hatta çoğul konuşmama gerek yok. Ona neler yaptığı hakkında bilgin var mı? Onu kötü biri olmaya zorladı. Evet, bunu ona Prometheus yaptı."
Korhan başını iki yana salladı, bağırışlarıma daha fazla dayanmıyormuş gibi ayağa kalkıp, "Lanet olsun," dedi gözlerini açarak. "Sen ne masallar anlatıyorsun bana? Evet o benim üvey kardeşim, evet onu kıskanıyor olabilirim ama ona babam dışında kim zarar vermeye kalkarsa karşısında dururum." Dosyayı sertçe göğsüme doğru itekledi. "Korel'e on bir yaşında mazoşist olduğu yönünde teşhis koyuldu. Kendisine zarar veriyordu. Annesiyle babam onun için elinden gelen her şeyi yapmaya çalıştılar. En sonunda kolları kanlar içinde odasında bulduklarında annesi tek başına üstesinden gelemedi, hastaneye götürdüler. Bir süre hastanede yattı. Annesi oğlunun daha fazla hastanede yatmasına göz yummadı ve oradan çıkarıp evde tedaviye devam ettiler. Nedeni bilinmiyordu, annesi çözemiyordu ama doktorlar psikolojik olarak çöktüğünü söylüyordu.Babamın uyguladığı fiziksel şiddet yüzünden o hale gelmiş olabilir."
Nefesini verdi, ellerimle zorlukla tuttuğum dosya titrerken aslında kendim titrediğimin farkındaydım. "Bir süre Korel kendine zarar vermedi," dediğinde sakinleşen sesine mutsuzluk bulaşmıştı. "O dönem babam da ondan uzak duruyordu, belki kendisini sorumlu tuttu, bilmiyorum." Ellerini saçlarına geçirip yüzünü ovuşturdu. "Ama bir gün çok garip davranmaya başladı. Bu bir tek benim dikkatimi çekince bir gün onu takip ettim. Sanırım on altı ya da on yedi yaşındaydı. Dersleri çok iyiydi, hayatı iyi görünüyordu ama yalnızdı. Kimseyle dost olamıyordu. Dışlandığını düşünüyordum ama kendini dışlayan aslında oydu."
Dizlerimin üzerine çökmemek için direndiğimde o an beni asıl neyin yıkabileceğini, asıl neyin sakinliğimi çökerteceğini gördüm: Korel'in kötülükleri değil, Korel'e kötülük yapılacağı düşüncesi.
"Bir gün onu takip ettim," diye tekrar etti. "Ve onu kendisinden yaşça büyük insanlarla bir evde yakaladım. Tarikat gibilerdi ya da her ne haltsa." Sinirden ellerini yumruk yaptı. "Birbirlerine ve kendilerine zarar veriyorlardı. Korel artık kendine zarar verme noktasından başkalarına zarar verme noktasına geçmişti, bundan zevk duyuyordu. Orada gördüklerim..." Sustu, gözlerini kapatıp başını önüne eğdi. "Hemen polisleri aradım, bir an bile düşünmeden çünkü bu insanlık suçuydu. Direkt hepsini aldılar. Annesi o zaman ona haber vermediğim için öfkeden deliye dönmüştü ama biliyordum ki yine Korel'i eve kapatıp kendisi bakmaya çalışacaktı." Dişlerini sıktı. "Yine hastanede tedavi görmeye başladı. Vücudunun halini görmen lazımdı..." Duraksadı, kaşlarını çattı. "Görmüşsün de çoğunu. Onlar bütün yaşlarının izleriydi. Yenileri de üzerlerine gelmiştir."
Sustu. Devam etmesini istemiyordum çünkü bunlar kaldırabileceğim gibi değildi ama devam etti. "Bir süre sonra yine hastaneden çıktı fakat bu sefer rol de yapmıyordu. Bitik haldeydi. Durmadan öğrenimine ara verildiği için toparlanamadı. Devrildi, sürekli kendisini odaya kapattı, ağlama nöbetleri geçirdi, kendisine zarar vermek için saatlerce bileklerini duvarlara sürttü. Babam o ara onun tıp okumasını istediğini çünkü bunun kendisini iyi hissettireceğini söyledi annesine." Korhan acı acı güldü. "Evet, kulağa deli saçması geliyor ama o an mantıklıydı. Korel'e bunu söylediler. Babam söyledi daha doğrusu. Kabul etti. Artık babama başkaldıramıyor, sadece boyun eğiyordu."
Korel'in babasının karşısında başını eğişini, ona karşı gelemeyişini anımsadım. Çok acıydı, öylesine acıydı ki bunları düşünememiştim. "Sonra annesi terk etti," dedi kısık sesle. "Korel annesi terk ettikten sonra her şeyi boş verdi, babamdan ve benden uzaklaştı. Tıp okumayı bıraktı babamdan gizlice. O ara Anektod Merkezine gitmiş." Gözlerim açıldı. "Evet, daha önce Korel merkeze gitmiş; biz bunu duyunca şaşırdık. Kendisini iyileştirmek için gittiğini düşündük, mutlu da olduk ama amacı neydi hâlâ bilmiyoruz. Aklından Prometheus'un ellerine o zaman düştüğü geçiyorsa bunu unut. En iyi zamanları o merkeze gittiği zamanlardı." Derin bir nefes verdi. "Sonra yine kendine zarar vermeye başladığını fark ettik ama artık babam da ben de yorulmuştuk. Onu kendi haline bıraktık. Bu yüzden sana diyorum ya, onun dönemlerine fazlasıyla alışığım. O hep ölmek istedi, o hep zarar görmek ve zarar vermek istedi. O böyleydi."
Ardından sustu. Gözlerim dolu dolu ona bakarken devam etmesini bekledim ama hiçbir şey söylemeden benim konuşmamı bekledi. Kendi içimde bütün bu olanları kabullenemezken, "Onun her yeri izlerle dolu," dedim acıyla. "Her yeri." Sonra heyecanla gözlerimi açtım. "Sırtı izlerle dolu. Bir insan kendi sırtına zarar veremez, değil mi? Veremez. Bunu ona yaptılar."
"Evet, yaptılar," dedi Korhan. "Ama bunu kendisi istedi." Oturduğu yerden kalktı, yere düşen fotoğraf karesini alıp havaya kaldırdı. "Bu fotoğraf, o insanların yanındayken çekildiği fotoğraf ve o dosyanın içinde çok daha fazlası var." Omzunu silkti. "Sende kalabilir; inanmıyorsan doktor onaylarıyla tek tek okuyabilirsin hepsini." Sonra bana doğru bir adım attığında korkuyla geri çekildim. Ondan değil duyacaklarımdan korktum. "Minel, ister bunlara inan ister yalanları tercih et," dedi çaresiz bir tınıyla. "Korel benim üvey kardeşim, bu bahsettiğim adam. Sana neden böyle yalanlar söylüyor bilmiyorum ama..." Söylediklerini dinlemeden, "Peki ya bu hayatının ben nere sindeydim?" diye sordum gözlerimi açarak. "Bizim geçmişimiz ortak ve hatırladığım Korel'in izleri yok, hep gülümsüyor ve hayata bağlı. En önemlisi, beni hayata bağlamak için elinden geleni yapıyor. Benim geçmişimde hatırladığım Korel Erezli bu. Bir Teoman şarkısını bile bana ezberleten bir adam." Geriye bir adım daha attığımda gözümden bir yaş düştü. "Bahsettiğin kişi ile benim hatırladığım Korel birbirinden apayrı iki adam. Nasıl olur?"
Daha fazlasını kaldıramazdım; Korhan da bunu görmüş olacak ki, "Sana ikinizin geçmişinizi anlatacak kişi ben olmayayım," dedi. "Ve emin ol, ben de bu konu hakkında çok bilgi sahibi değilim."
"Bana yalan söylüyorsun, değil mi?" diye sordum. Her zaman gerçekleri reddeden tarafım yine gözlerini açmıştı ama bana bakmıyordu. "Evet, yalan söylüyorsun," diye fısıldadım ve biraz daha geriye gittim, sırtım kapıyla buluştu. "Lütfen söylediklerin yalan olsun çünkü bu anlattıklarının sonucu..."
"Bu anlattıklarımın sonucu," dedi bana doğru yürüyerek. "Korel'in bir insana rahatça zarar verebileceğini gösteriyor, biliyorum."
Başımı art arda iki yana salladım, kollarımın arasında tuttuğum dosyayı bir an bile bırakmadım. "Olamaz," diye fısıldadım sadece.
Korhan neden böyle bir kelime kullandığımı anladı. Çok kısa bir an ikimiz de bakışarak anlaştık. Ardından o da kısık sesle, "Umarım, Minel," dedi. "Umarım..."
Birkaç saniye daha bakıştık. Bu ağırlığı ikimizin de kaldıramayacağını fark ettiğimde arkamı dönüp kapıyı açtım ve ona hiçbir şey söylemeden odadan çıktım. Hızlı adımlarla yürürken bacaklarımı bile hissetmiyordum fakat artık buradan çıkmak istiyordum. Duyduğum birkaç doğru bile binlerce yalandan daha ağırdı ve en kötüsü, ben artık araftaydım. Ben artık hiçlikteydim. Ben artık hiç kimseydim.
"Minel dur," dedi Korhan dış kapıyı açıp çıktığımda. "Seni evine bırakayım."
Hiçbir şey söylemeden ve dönüp bakmadan yürümeye devam ettiğimde arkamdan yetişti, kolumu tutup beni kendisine çevirdi. O an yüzüne baktığımda gözümden akan yaşları yeni fark ediyordum. O da ağladığımı gördü; acımasını ya da iyi dileklerde bulunmasını bekledim ama yine diğerleri gibi davranmayıp, "Bu şekilde eve tek gidemezsin," dedi. "Seni bırakayım, olur mu?"
Karşı gelmedim, onaylamadım da. Bileğimi tutup beni arabasına götürürken bile bir çocuk gibi onu takip ettim. Kolumun altındaki dosyayı ise bırakmıyordum.
Yolcu koltuğunu açıp beni bindirdi, emniyet kemerimi taktı, ardından kendisi de sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Sessiz gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye devam ederken saatin de zamanın da farkında değildim fakat caddeler bomboştu. Elimle gözyaşlarımı silmeye bile tenezzül etmedim, tek yaptığım kolumun altındaki dosyayı çantama koymak oldu.
Korhan yol boyunca beni iyi edecek tek bir cümle bile kurmadı. O iyileşecek, demedi. O ölecek de demedi. O Prometheus değil, demedi. Sadece sustu, benimle susarak acımı paylaştı ya da susarak acımı yaşamamı istedi, bilmiyordum ama eğer o gece Korhan beni evime bırakmasaydı kendi ölümümü kendim yazacağımı düşünmeye başlamıştım.
Bir süre sonra benden yeni evimizin adresini istediğinde ona titreyen bir sesle söyleyip oraya sürmesine izin verdim.
Yarım saatin sonunda evimizin önünde durduğunda terasın ışıkları yanıyordu, babam yine uyanıktı. Hareket etmeden karşıdaki eve baktım. Yol boyunca dinmeyen gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Korhan bana birkaç dakika verdi inmem için ama gücümü toplayamayınca sürücü koltuğundan indi, arabanın etrafında döndü ve yolcu kapısını açıp, "Minel," dedi. "Geldik."
Farkındaydım ama o eve girdiğim anda beni kendi içimdeki cehennemin beklediğini biliyordum.
Korhan'a sadece, "Bunları bilerek nasıl güçlü durabiliyorsun?" diye sordum; bakışlarım en sonunda yoldan ayrılıp ona kaydı. Kısık gözlerle kirpiklerinin arasından bana bakarken yavaşça üzerime eğilip emniyet kemerinin kilidini açtı.
"Güçlü olmak ya da güçsüz olmak aslında bir tercihtir, Minel," dedi emniyet kemerini geriye atarken. Sonra ellerini uzattı, tuttuğumda beni arabadan indirdi. "Hangisini seçeceğine sen karar verirsin. Her insan acı çeker, önemli olan güçsüzlüğünle değil gücünle acı çekmektir." Ellerimi bıraktı ve sol eliyle, parmakları olmayan eliyle yanaklarımı sildi. "Bugün son güçsüz acı çekişin olsun, tamam mı? Yarın daha çok acı çekeceksin, diğer gün ve diğer gün de. Ama öğreneceksin, gücünle acı çekmeyi."
Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladım. "Sen böyle mi yapıyorsun?" diye sordum iç çekerek. "Nasıl öğreneceğim?"
İlk soruma cevap vermedi ama diğer soruma, "Kaçarak değil, yüzleşerek," diye yanıt verdi. "Şimdi evine git ve bütün bu olanları düşünmek yerine buz gibi bir duş al, ardından yatağının içine girip en güzel anını düşün." Yüzümü acıyla buruşturdum. "Eğer yoksa da en güzel anıyı sen yarat."
Hiçbir şey söylemedim ve o da hiçbir şey söylemeden arabasına ilerlediğinde arkasından baktım. Sürücü koltuğuna yerleşip kapısını kapattı, elleri direksiyonu buldu. Açık pencereden ona baktım, o bana bakmadı.
"İyi geceler, Korhan," dedim titreyen bir sesle. "Ve teşekkür ederim." Sonra omuzlarımı silktim. "Ve yaşattıklarım için yine özür dilerim."
Korhan hafifçe tebessüm ederek bana baktı. "Bu sefer ben de sana yaşattıklarım için özür mü dilemeliyim?" diye sordu. "Bunu yapmayacağım çünkü çok daha kötüleri olacak." Arabayı çalıştırdı, bana elini kaldırıp selam verdi. "Tekrar görüşmek üzere."
"Görüşürüz," dedim birkaç saniye sonra ama o çoktan hızla evin önünden ayrılmıştı. Arkasından bakmaya devam ettim. Hafif esen rüzgâr saçlarımı uçururken, sırtımı verdiğim evde beni bekleyen babamı düşünmemeye çalıştım.
Soğuk bir duş al ve kendi iyi anını yarat. Bu kulağa gerçekten iyi geliyordu. "Minel."
Babamın arkamda sesini duyduğumda gözlerimi kapattım ve kendimi olabileceklere hazırlayarak derin bir nefes aldım. Ardından gözlerimi açıp omzumun üzerinden arkaya baktım.
O an dengemi bile altüst edebilecek bu görüntü, beni aylar öncesinden bir anının içine düşürmüştü.Yangın vardı, Korel gidiyordu ve babam kalıyordu.
Şimdi ise aylar sonrasıydı. Yangın yoktu, babamın yanında Korel duruyor, benim gözlerimin içine bakıyordu. Déjà vu değildi, kendi yarattığım kötü anım da değildi. Bu tamamen gerçekti ve Korel'in bakışları az önce Korhan'ın gittiği yola doğru kaydığında tenime tek tek onun izleri işlendi.
Korel'in gözlerinde, Korhan'ın gözlerinde gördüğüm o öfkenin aynısı vardı.
Paragraf Yorumları