Nefes bile alamadım.
Gerçeklerin ağırlığı sırtıma sadece yük olmuyordu, onunla sınırlı değildi. Gerçeklerin ağırlığı bir de hançerlerini geçiriyordu. Bundan olmalı ki durduğum yerde titremeye ve ayakta durmakta zorlanmaya başladım. Ellerim titremeye başladığında başımı iki yana sallayıp hem babamın hem Korel'in yüzüne baktım ve o an yüzüme bir rüzgâr tokat gibi çarptı, zihnimde anılar dönmeye başladı.
Korel'le beraber bir alandaydık. Karşımızda toprak zemin vardı ve o hemen yanımda oturuyordu. Hava kavurucu derecede sıcaktı. Ensemden ter damlaları dökülürken, Korel bakışlarını bir bana çeviriyor bir karşısına bakıyordu. Tedirgindi, soğuktu fakat beni kendi içine hapsetmek istiyormuş gibi davranıyordu.
Bu tedirginliğini hissettiğim anda anılarım beni kapı dışarı itti ve kendimi yine evin önünde buldum. Korel ile babam hâlâ karşımdaydı. İkisi de hiçbir şey söylemeden yüzüme bakarken, kâbuslar ile gerçekleri karıştırıp karıştırmadığımı merak etmeye başlamıştım.
Dengem sarsıldı, ellerimi havaya kaldırdım ve babamdan önce Korel bana doğru atıldığında kendim bile farkında olmadan ondan korkup aniden, "Dokunma," dedim endişe içinde. "Sakın bana dokunma."
Eğer o an düşünebilecek durumda olsaydım bunu ona asla yapmazdım ama bazen insan hiç düşünmediği zamanlarda tam da içinden geldiği gibi davranırdı.
Ondan korkmamın nedeni, fiziksel bir zarar yüzünden değildi. Bana dokunduğu zaman, hissedeceklerimin acısını yaşamamak için ondan korkuyordum.
Korel durdu fakat zaten o esnada babam çoktan yanıma gelmiş, elleriyle ellerimi tutmuş, beni kendisine yaslamıştı. "Sen iyi değilsin," dedi bir elini alnıma yerleştirerek. "Hasta mı oluyorsun?"
Babama sarılmadım ama onu iteklemedim de. Tam karşımda duran Korel'in yüzüne bakarak, "Burada ne işin var?" diye sordum.
Korel babama baktı. Kıyafetlerini değiştirmişti. Üzerine bordo bir tişört giymişti, altında ise koyu renk pantolonu vardı. Öğlen onu gördüğüm kıyafetleri yoktu fakat vücuduna renk geldiğine, gözlerine yaşam enerjisinin dolduğuna yemin edebilirdim.
"Seninle konuşmak istedim," dediğinde daha fazla dayanamayıp babama yaslandığım yerden ayrıldım ve onu kendimden uzaklaştırdım.
"Ne hakkında?" Göz ucuyla babama bir kez daha baktı fakat bu, sanki onun yanında konuşmak istemediğini gösteren bir hareketti. Aldırış etmedim, babamın ne düşüneceği umurumda bile değildi. "Sabahı bekleyebilirdin, ayrıca evime gelmene gerek yoktu."
Babam boğazını temizledi, benden uzaklaşmadı ama bana dokunmadı da. Dengeli bir sesle, "Benimle de konuşmak istemiş," diye mırıldandı. "Ve ikimiz konuştuk."
"Siz ikiniz?" Kaşlarım havalandı. Ağlamaktan gözlerim acıyor, sesim hırıltılı çıkıyordu. Onlara baktım, ikisinin gözlerinde de o samimiyeti aradım fakat yoktu. "Siz ikinizin iyi anlaşabileceğini hiç düşünmezdim," dediğimde dudaklarımda bir tebessüm oluştu fakat mutluluktan uzaktı. "Bilmediğim gerçeklere bir yenisi daha eklendi demek."
Az önce zihnime düşen anı tırnaklarını geçirerek kulaklarımın dibinde yüksek bir ses çıkardı fakat o anıyı geri gönderdim, düşünmemeye çalıştım. Artık bunları istemiyordum.
Fakat daha somut bir anı vardı. O da aylar öncesinde, babam geldiğinde ve Korel gitmeden önce babamın Korel'e kurduğu cümle ve imaları. Benim Korel'den şüphelenmeme neden olan kişi babamdı.
"Doğuş," dedi Korel, isminin yanına hiçbir saygı sözü koymadan. "Bize biraz izin verirsen çok iyi olur, Minel'le konuşmak istiyorum."
Onunla konuşmak istemediğimi söylemek arzusundaydım ama dudaklarımdan ne o kelimeler döküldü ne de babam karşı çıkan tek bir kelime dile getirdi. Sadece Korel'i onaylayarak başını salladı ve son kez sırtımı sıvazlayıp eve doğru yürümeye başladı.
Birkaç saniyede ikimizi yalnız bıraktığında dehşetle ve şaşkınlıkla arkasından bakıyordum.
"Doğuş," dedim Korel'in söylediğini tekrar ederek. Şaşkın bakışlarım ona döndü. "Babamla bu kadar yakın mısınız?"
Korel bu soruya cevap vermek istemedi hatta bu en önemsiz konuymuş gibi, "Seni buraya Korhan bıraktı," diye soludu, sesine ve gözlerine öfke bulaştı. "Bu nasıl olabiliyor?"
Görmüştü hatta görmüşlerdi. Babam da mı biliyordu? Korel'in gözlerine bakarken yalanlar uydurabileceğimi düşündüm fakat bir insana yalanlar söylemek bile onun karşısında bir çaba göstermek demekti, Korel çoğu zaman benim karşımda o çabayı bile göstermezdi.
"Seni ilgilendirmez." Kurduğum cümleyi beklemediği için kaşları çatıldı ama ona rahat bir ifadeyle bakmaya çalıştım. Evet, çalıştım çünkü titreyen vücudum gerçekleri gizleyemiyordu, Korel'in de gözünden kaçmadı bu. "Bu Korhan ile benim aramda."
Kaşları daha fazla çatıldı ve gözlerine daha büyük bir öfke bulaştı ama bu sefer, bana karşı da oluşan bir öfkeydi. "Korhan ile senin aranda mı?" diye sordu kulaklarına inanamıyormuş gibi. "Sizin ikinizin arasında beni ilgilendirmeyecek ne olabilir?"
"Korel, seni ilgilendirmez, cümlesinden ne anlıyorsun?" Sesimin sert çıkmasını istemiştim ama ağlamaktan sesim de kısılmaya başlamıştı. Acaba gözlerimden ağladığım anlaşılıyor muydu? "Eğer çok merak ediyorsan bunu gidip abine..."
Korel bir anda, ona karşı koyabilecek vakit bırakmadan öne atıldı, kolumu kavrayıp beni kendisine çekti. "Minel, senin Korhan'la ne işin var?" Kolumu sıkı sıkı tutarken dehşetle ona baktım ve kendimi kurtarmaya çalıştım ama hiçbir şekilde izin vermedi. "Senin abimle nasıl bir işin olabilir?"
"Bırak kolumu," dedim dişlerimi sıkarak. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Kolumu birkaç kez daha çekmeye çalıştım ama parmaklarıyla öyle bir sıkıyordu ki bu bana Korhan'ın anlattıklarını hatırlattı.
"Korhan'la ne zamandan beri böyle görüşüyorsunuz?" Dışarıdan bizi dinleyen ve gören biri, kendi ağabeyini kıskanan bir adam olduğunu düşünürdü ama biliyordum ki Korel, Korhan'ın anlatacaklarından korkuyordu. Hatta belki çok daha fazlasıydı. Beni Korhan'ın karşısına getirdiğinde bile bir an olsun yanımızdan ayrılmamış, Korhan'la konuşmamam için elinden gelen her şeyi yapmıştı.
"Seni rahatsız eden ne?" Bu sefer diğer elimle onu göğsünden sertçe iteklediğimde, "Ayrıca bırak şu kolumu!" diye hırladım. "Ne yaptığının farkına var, canımı yakıyorsun!"
Korel birkaç saniye daha tutmaya devam ettikten sonra kolumu bıraktı ama benden bir adım bile uzaklaşmadan o uzun boyuyla, üstten üstten bana baktı. "Beni rahatsız eden ne mi?" diye sordu yaprak sarısı gözlerini açarak. "Korhan sadece kendi çıkarları için hareket eden ve insanları da kendi çıkarlarına dahil etmeye çalışan bir adam. Hiçbir zaman onun ne istediğini bilemezsin, o istediğine ulaşana kadar. Seni öyle bir zehirler ki ilk başta zehir olduğunu bile anlayamazsın. Korhan'ın sana karşı öfkesi çok büyük, seni nasıl zehirleyeceğini bilemezsin."
Özge'yi hatırladım. Yine. Ve yine vicdanım çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Acımı gizlemeden, "Korhan eğer bunun yüzünden beni zehirleyecekse, yani Özge için," diye mırıldandım. "Bunu yapmasını isterim ve o da bunu biliyor. En azından vicdanım rahat eder."
"Saçmalıyorsun." Yüzünü ekşitti ve geriye bir adım atıp ellerini havaya kaldırdı. "Ona kendini affettirmeye mi çalışıyorsun? Amacın bu mu?" Hiçbir cevap vermedim. "Eğer buysa bil, Korhan hiçbir zaman seni affetmez."
"Korhan bana eskisi kadar kızgın değil," diye dökülüverdim fakat sonra bunu söylediğime bin pişman şekilde ağzıma fermuarı çektim.
Korel başını omzuna yatırdı ve gözlerini kısıp, "Ve sen de buna inandın mı?" diye sordu. "Bana sakın Korhan'a güvendiğini söyleme. Sakın. Onu tanımıyorsun. Onun nasıl bir adam olduğunu bilmiyorsun."
Gözlerimi devirdim; bakışlarımı gökyüzüne çevirip kahkaha attım. Öyle yüksek bir kahkahaydı ki boğazım kuruduğu için canım acıdı ama durmadan bu tiyatro karşısında gülmeye devam ettim. Aklımı kaçırıyor olabilir miyim düşüncesi yine zihnime düştü fakat bunu da eledim.
Sonra bir anda durdum, kahkaham kesildi ve yine ona baktım. Öfkeyle, hırsla ve büyük bir kinle, "Bunu sen mi söylüyorsun?" diye sordum. "Seni de tanımadım ama sana güvendim ve şuna bakın ki seni hâlâ tanımıyorum; günlerimi, aylarımı seninle geçirdiğim halde. Fakat Korhan'la sadece tek bir gün geçirmeme rağmen onu senden daha iyi tanıyorum, biliyor musun? Çünkü benimle paylaştı."
Korel ağzını açıp şaşkınlıkla bana baktı. Kaşları düz bir hal aldı, birkaç kez nefesini verdi. Saniyeler sonra, "Sen Korhan'a güveniyor musun?" diye sordu fakat cevabını bildiği için sesindeki dehşeti gizleyemiyordu. "Ona kendin hakkında bir şeyler anlatmadın, değil mi?"
"Korel," dedim işaretparmağımı kaldırıp ona sallayarak. "Bana hesap soramazsın, bana emirler veremezsin ve benim karşıma dikilip bu kadar suça batmışken bir başkasını suçlayamazsın."
"Suça batmışken mi?"
"Evet," deyip ona doğru birkaç adım attım. Yine aramızdaki mesafe kapanmıştı ama bu sefer, gözlerimin içindeki kini görsün diye ona yaklaşmıştım. "Bir yalancıyla yola çıkmaktansa beni zehirleyecek biriyle yola çıkmak kulağa daha mantıklı geliyor. En azından doğru yollarda yürür, doğru yollarda ölürüm."
"Sen," dedi kelimenin üzerine bastırarak. "Öyle yanlış bir yoldasın ki şu an."
"Fark etmez." Omuz silktim. "Öyle bile olsa alışığım. İlk kandırılışım olmaz."
Öfkeyle nefesini verdi, gözlerini kapattı ve kendisine sakinleşme süresi tanıdı. O saniyelerde gözlerim arkada kalan evimize kaydı ve babamın pencerenin arasından bizi izlediğini gördüm. "Onunla görüşmeyeceksin." Korel'in sert ve baskın sesi aksanlıydı; ayrıca gözlerini açmış, eğer bu söylediğini yapmazsam bana en kötü günleri yaşatacakmış gibi bakmıştı. "Bir daha asla."
Sırtımdaki çantada taşıdığım dosya ağır gelmeye başlamıştı. Her an çıkarıp onun yüzüne çarpabilir, Korhan'la bütün konuştuklarımı ortaya dökebilirdim fakat söz vermiştim, ayrıca söz vermesem bile bütün bunlara mantıklı yalanlar bulacağından da şüphem yoktu.
"Korktuğun ne Korel?" Hissiz ve sakin bir sesle sormuştum. Gözlerim bile fazlasıyla donuk görünüyor olmalıydı ki bana birkaç saniye baksa da hiçbir sonuca ulaşamadı. "Neden Korhan'la konuşmamı istemiyorsun? Tek problem gerçekten bana zarar verme ihtimali mi?"
Ona neden sorular soruyordum ki? Yine yeni nedenler bulabilirdi, beni kandırabilirdi hatta beni etkilemek için elinden geleni yapabilirdi.
Ama düşündüğümün aksine, "Tek neden bu değil," dedi ve gözlerini kaçırıp boş yola baktı. "Bak, Korhan'la hiçbir zaman doğru düzgün abi kardeş ilişkimiz olmadı, o bana karşı hep mesafeliydi ve benim hakkımda bildikleri sınırlıdır. Seni hakkımda ya da geçmişimiz hakkında yanlış yönlendireceğini düşünüyorum."
Ellerimi saçlarıma geçirip tırnaklarımla canımı yaktım, bunu hissetmeye ihtiyacım vardı çünkü sadece öfke beni ayakta tutamıyordu. "Ne gibi?" diye sordum katlanamayacağım bir tınıyla. "Hakkında sınırlı bilgiye sahipse bana senin hakkında da hiçbir şey anlatamaz, öyle değil mi?"
"Değil." Gözleri yine bana döndüğünde onun öfkesi gitgide sönmüştü, benimki ise artıyordu. Bakışlarına gizlemek istemediği merhametli bir ifade yerleşti. "Ona güvenme, Minel. Bu hayatının hatası olur."
"Zaten bu sıralar herkes hayatımın hatası oluyor," dediğimde omzumu kaldırıp indirdim. "Hayır, anlamıyorum. Sen, babam, Büge, Gürkan; hepiniz beni sürekli uyarıyorsunuz. Sürekli önüme geçmeye çalışıyorsunuz. Ama babam, en çok canımı yakanlardan biri; Gürkan ve Büge desen hakkımda hiçbir şey bilmiyorlar." Duraksadım, çenemi havaya kaldırdım. "Tabii Gürkan'ın bildikleri olabilir. Hayatıma bir anda girdin ve hayatımın içine edip, beni bırakıp gittin." Korel ağzını açtı, hızla elimi kaldırıp onu susturdum. "Hayır, bu bir hesap sorma ya da acındırma cümlesi değildi. Sadece hepiniz bana en kötülerini yaparken, çok daha kötülerinden beni korumaya mı çalışıyorsunuz, anlamıyorum."
"Neden her kötülüğün bir nedeni olabileceğini düşünmüyorsun ki." Elleri uzanıp omuzlarımı tuttuğunda, saatler önce Korhan'ın da aynı hareketi yapması ürpermeme neden oldu. Beni ikna etmek istiyormuş gibi baktı, yüzüme doğru eğildi. "Baban bir nedeni olmadan seni terk edip gidebilecek biri değil..."
Yine güldüm. "Babama olan sevgin mi kabardı, Erezli? Yoksa bunları söylemen için babam sana güzel bir fırsat mı sundu?" Ellerimi bileklerine yerleştirdim ama iteklemedim. "Sence bunu söylemek için geç kalmadın mı mesela? Senin yanında babam için kriz geçirdiğim zamanlarım oldu; değil bu cümleleri, babamın yaşadığını bile söylemedin." Alayla elimi kalbime koydum. "Bunu hisset Minel, eğer hissediyorsan yaşıyordur Minel..." Gözlerimi devirdim ve bileklerini tutup onu itekledim. "Şimdi ne değişti? Babam geri döndü ve senin canın artık bunları bana söylemek mi istiyor?"
Korel bütün bu söylediklerime sadece, "Babanın yaşayıp yaşamadığını ben de bilmiyordum," diye yanıtladı. "Eğer net bir yanıtım olsaydı sana bunu o zaman da söylerdim."
"Ama babam hakkında bildiklerin vardı, öyle değil mi?" Cevap vermedi ama hayır da demedi. "Of," dedim sıkılmış bir sesle. "Artık sizin oyunlarınızdan çok sıkıldım." Ardından bakışlarımı evin penceresinden kendisini gizlemeden bizi izleyen babama çevirdim. "Lütfen ikiniz de beni rahat bırakın."
Babam geri döndükten sonra bana hiçbir açıklama yapmamış; hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir şey yaşanmamış gibi normal hayatımıza dönmeye çalışmıştı. Öyle komikti ki sanki onun karşısında beni terk ettiği yaştaydım ve o da hiç gitmemiş gibi davranmıştı.
Bu oyuna ben de dahil olmuştum ama artık bunu istemiyordum.
Babama kızgın değil kırgındım. Hem de her parçamla. Ve bir kız çocuğunun babasına olan kırgınlığını sadece güveni geçirirdi. Ben bu hayatta en çok babama güvenmiyordum, ufacık bile.
Korel sanki bütün aklımdan geçenleri okuyormuş gibi, "Onu dinlemelisin," dedi ve omzunun üzerinden evi işaret etti.
"Onun yalanlarını istemiyorum." Babamın karanlıkta kalan yüzünden ne düşündüğünü seçemezdim ama dudaklarımı okumasını istedim. Artık ona karşı hislerimi bilmeliydi.
"O sana hiçbir zaman yalanlar söylemedi." Korel önüme geçti ve babamla arama bariyer kurdu. "O sadece seni terk etti. Babanın anlatacaklarını dinle, ona kulak ver. Sana, ona inan, demiyorum. Sadece konuşmasına izin ver. Senin hayatın için böyle çabalayan bir adam, seni öylesine terk edip gitmiş olamaz, değil mi?"
Korel'in gözlerine bakarak, "Utanmasan babama haksızlık yaptığımı söyleyeceksin," dedim.
"Belki de öyledir," dedi tek kaşını kaldırıp. "Şu hayat bana hep pişmanlıkları öğretti. Hatalarımın ve insanların hatalarının pişmanlıklarını. Bir başkasının pişmanlıklarının kendi pişmanlıklarına dönüşmesini istemiyorsan seninle konuşmak isteyen insanlara kulak ver. Geç değil, geç kalmanı istemem."
Hepsinin birbirinden etkileyici cümleleri vardı; Korel'in, Korhan'ın, babamın, annemin... Ama benim de aptal bir beynim vardı.
Evet, Korhan bana yardım edecek kişiydi ve Prometheus'u benimle beraber belki en acı şekilde bulacaktı fakat duygusal olarak, ruhumun sancıyan yaralarını geçirebilecek kimse yoktu.
Kalbimde bir oyuk açıldı, Korel'e bakarken. Hep düşünürdüm ki Korel'in vücudu bir evrendi ve kalbi evrenin en büyük çukuruydu ama şimdi fark ediyordum ki artık benim de kalbim evrenimin en büyük çukuruydu.
Demek ki onun da yaralarını geçirecek kimse yokken böyle hissediyordu.
"Neden öyle bakıyorsun gözlerin dolu dolu?" dedi çaresiz bir tınıyla. "Ağlamışsın, anlamam mı sanıyorsun?"
Dişlerimi sıktığımı ve onun karşısında dik durabilmek için omurgamı sonuna kadar zorladığımı yeni fark ediyordum. Fakat o beni görüyordu, bir şekilde ve her şekilde.
Ve ben bir şekilde ve her şekilde ona çekiliyordum, kendimi engelleyemeden.
Sus dedim kendi kendime; yapma, kalbinden geçenleri değil, aklından geçenleri duy ama başaramadım.
Korhan'ın anlattıkları zihnimin içinde dönerken, bana ne kadar yalan söylerse söylersin ve benimle ne kadar oynarsa oynasın çektiği acıyı görmezlikten gelemedim. Elim havaya kalktı, parmaklarım yüzüne yaklaştı. Korel bu hareketimi beklemediği için hafifçe irkildi ama geri çekilmedi; eskiden ona bir an bile dokunmamı istemeyen Korel, ben ona dokunayım diye karşımda yanıp tutuştu sanki.
İşaretparmağım yanağında oluşan yeni yanık izine hafifçe dokunduğunda sıcacık olduğunu fark ettim. Hem izinin hem teninin. Gözlerini kapattı, yutkundu ve tekrar gözlerini açtığında babamın bizi izlemesi umurumda bile değildi.
"Benden öyle büyük bir şeyi aldın ki Korel," dedim acıyan bir sesle. Kendime acıyordum ama artık ona da acıyordum. İkimiz de birbirimize bu kelimeyi kullanmıştık fakat ikimizin de haklı olduğunu yeni görüyordum. "Sana olan inancımı söktün." Diğer parmaklarım da izin üzerinde gezindi, okşadım, okşayınca geçsin istedim. "Yeni izlerin oluşmuş," diye fısıldadım titreyen bir sesle. "Ve ben sana soramıyorum çünkü sen belki de bana doğruları anlatacaksın ama ben sana hiçbir zaman inanmayacağım. Benden bunu neden aldın?"
"Ben senden bunu almadım," dediğinde onun da eli yüzüme uzandı.
"Aldın," diyerek sert bir sesle karşılık verdim. "Ve bunu bana nasıl yaptın, biliyor musun? Beni terk edip giderek." Elimi çekmek istedim ama hızlı bir şekilde yüzüne uzanan elimi bileğinden tutup yanağına bastırdı.
"Dokun," dedi; sesi yalvarır gibi çıkmıştı, dehşete kapıldım. "Lütfen dokun. Sen dokununca soğuyor, acımıyor."
"Benden bunu aldın," dedim bu cümlelerinden sonra daha sert bir sesle. "Ben senin yalanlarına inanırdım, hem de sonuna kadar. Aklımı kaçırdığıma bile inandırabilirdin, bunu da yaptın bana. Ama tek bir yalanın her şeyi mahvetti, inancım bitti. Beni bırakmayacağını söylemiştin ama bıraktın. Keşke bu yalanı söylemeseydin."
"Bana ister inan ister inanma Minel," dedi elimi yüzüne daha fazla bastırarak. "Belki de sana kurduğum en dürüst cümlem oydu. Seni bırakmayacağımdı ve seni hiçbir zaman bırakmadım. Bak bunu istedim, beni unuttuğunda öyle bir istedim ki adını bile anmadım ama seni bırakamadım. Görüyorsun, dönüp dolaşıp sana geliyorum. Bu nasıl mümkün olabilir?"
İnanmıyordum ama eskiden inanmak istediğim içindi, şimdi inanmak istemiyordum.
Elimi çekmek istedim. Karşı çıkmadan bileğimi bıraktı; elim yanağından ayrıldığında gözlerime dolan yaşları yok etmeye çalışıyordum. Fakat o yine gördü, gizleyemedim.
O kimdi? O gerçekte kimdi?
Bu sorunun yanıtı hayatımın en büyük pişmanlığı olacaktı, bunu artık hissediyordum.
"Babamla konuşacağım," dedim kısık sesle. Gözlerim göğüs kafesindeydi, yüzüne bakmak istemiyordum. "Ama sen söyledin diye değil, ben artık onu da dinlemek istediğim için." Ardından gözlerine dönüp bakmadan başımı bir kez salladım ve yanından ayrılmak için adım attım ama önüme geçip beni durdurdu.
"Bana bir kez sarılsana." Daha önce de istemişti. Normalde böyle bir adam değildi, hiç olmamıştı ama şimdi tek ihtiyacı bunlarmış gibi davranan bir adama dönüşmüştü. Gözlerim gözlerine kaydı ve büyük bir ihtiyaçla bana baktığını gördüm. Küçük bir çocuk gibi işaretparmağını kaldırıp, "Bir kez," dedi. "Sadece bir kez sarıl."
Kollarım ona sarılmak için büyük bir istekle yanıp tutuştu, vücudumdaki o oyuk çırpındı hatta kulaklarıma bile ona sarılmayı düşününce güzel bir melodi doldu.
Ama bunu yapamadım. Hiçbir şey söylemeden yine gitmek için adım attığımda önümde duvar gibi kesildi. "Bir kez, Minel," dedi yalvarır gibi. "Ben kimseye sarılamıyordum ama şimdi senden başkasına sarılamıyorum. Bir kez, sarıl. Sonra istersen hiç sarılma ama bir kez yap bunu. Bana bunu sen öğrettin. Bu hissi sen öğrettin."
Kendimi o tiyatro salonunda, o ateşlerin ortasında gördüm.
Elimi bırakıp gitmişti, beni bırakmıştı. Ama tek neden bu olsaydı kollarımın kopacağını bile bile ona sarılırdım. Tek nedenim bu değildi.
Eğer Korel'e sarılırsam Mine'ye ve anneme acı çektireceğimi düşünüyordum. Eğer Korel'e sarılırsam sonrasında pişman olacağımı biliyordum. Eğer Korel'e sarılırsam bir katilin kollarında huzuru bulacağımı hissediyordum.
Zaten ağırlığı altında yaşayamadığım o kadar duygu varken, bunu da kaldıramazdım.
"Biliyorsun, ben her şeyi unuturum, sarılmayı da unuttum," dediğimde ellerimi yumruk yaptım ve gözlerinin içindeki o parıltının sönüşünü izledim. "Senin kim olduğunu bilmeden de hatırlayacağımı sanmıyorum."
Bir gün Korel Erezli'yi devirebileceğimi söyleselerdi asla buna inanamazdım ama karşımda bu cümlelerden sonra devrildiğini gördüm. Sonra onun hayatını sorguladım. Korhan'ın anlattıklarıyla beraber.
Ona sarılmam gerekiyor muydu? Hiçbir şeyden emin değildim. Acılar çekmişti, kendi isteği dışında belki de. Bunların suçlusu oymuş gibi davranamazdım ama aslında tek neden bunlar değildi.
"Öyle olsun," dediğinde omzunu kaldırıp indirdi ve diğer tarafa doğru yürümeye başladı. Yenildi mi yoksa ben mi yenildim anlayamadığım bir tınıda tekrar evi gösterip, "Babanı dinle," dedi. "Bu hayatta en fazla güveneceğin kişi kendi kanından olmalı."
Ve o an, bu sözlerinin arkasından bütün hikâyemizin tersine döndüğünü fark ettim.
Artık o yalnızdı, hem de yapayalnızdı. Annesi terk etmişti, babası ölmüştü. Sorularla ve yanıtsız cevaplarla kalmıştı. Korhan onunla ilgilenmiyordu.
"Babamla konuşurken sen de orada olacaksın," dedim çenemi havaya kaldırarak. Adımları durdu, kaşları havaya kalktı. "İkinizle aynı anda konuşmak istiyorum."
Karşı çıkmasını beklerken beni şaşırtarak onayladı ve başıyla evi işaret etti. İkimiz de sessiz anlaşmamızla evin kapısının önüne kadar gittik. Zile basmama fırsat kalmadan babam kapıyı açtı.
Babamla gözlerimiz kesiştiğinde her nasıl bakıyorsam yutkundu. Yanından rüzgâr gibi geçip oturma odasına yöneldim; kendimi üçlü koltuğa bıraktığımda sırtımdaki çantayı da yere attım. Babam benim öfkeli adımlarımın aksine sakince oturma odasına girdiğinde televizyonda bir futbol maçı dönüyordu, masanın üzerinde bira şişeleri vardı. Alayla o şişelere bakarak, "Korel'le karşılıklı bira içip maç mı izlediniz?" diye sordum.
Bunun olması benim için imkânsızdı ama nasıl oluyordu da ikisinin arasında böyle bir ilişki canlanıyordu, anlayamıyordum.
"Sadece bunu yapmadık." Tek yanıtı, gözlerimin öfkeyle ona dönmesine neden oldu. Karşımdaki tekli koltuğa oturdu, rahat değildi daha çok diken üstünde gibiydi. "Neredeydin?" diye sordu. "Seni defalarca aradım."
Sorusunu duymazlıktan gelip, "Korel'i ne zamandan beri tanıyorsun?" diye sordum.
Beklemediği yerden gelen soru, tek kaşını havaya kaldırmasına neden oldu. İlk defa, o geri döndüğünden beri soru soruyordum, hem de geçmişle ilgiliydi.
Babam masanın üzerinden kumandayı alıp televizyondaki maçın sesini kıstı, sonra ağır ağır gözlerini kırptı ve masanın üzerindeki bira şişesinin yanında duran, yarım kalmış rakı bardağını parmaklarının arasına aldı. Birkaç yudum içti, yine masaya bıraktı. Gözleri bana çevrilmeden, "Artık aramızdaki bu anlaşma son bulacak, öyle değil mi?" diye sordu. "Bana sorular soracaksın."
"Sadece sorular soracağım," dediğimde bakışlarım hemen yanımda ayakta duran Korel'in üzerinde gezindi. Korel'in gergin duruşu ve dik omuzları gitgide düşmeye başlamıştı. Her ne düşünüyorsa benden gizlemeye çalıştı çünkü dönüp de yüzüme bakmadı ama ben ikisini pürdikkat inceledim. "Ve sen cevaplar vereceksin. İnanmayacağımı biliyorum ama Korel bu konuda çok ısrarcıydı." Babamın gözleri Korel'e kaydı.
"Bunu baş başa konuşabilirdik," diye mırıldandığında odadaki loş ışık tam yüzüne vuruyordu. Açık pencereden vuran rüzgâr terleyen enseme çarpıyor ve yazın ortasında üşümeme neden oluyordu.
"Korel her şeyi biliyor bence." Elimle onu işaret ettim. "Öyle değil mi Korel? Dışarıda öyle söylüyordun. Hem..." Kaşlarımı kaldırdım. "İkinizin ortak bir hikâyesi olduğuna öylesine eminim ki."
İkisi sözsüz bir bakışma gerçekleştirdi. Konuşacak kişinin Korel olmadığına emin oldum. Babam ise sadece, "Korel'i çocukluğundan beri tanıyorum," dedi. "Yani ismen biliyordum. Mehveş'i İdil tedavi ediyordu. Doktor-hasta ilişkisinin ötesinde, aralarında daha farklı bir bağ vardı. Korel'in bu noktada adını duysam da onu görmemiştim fakat Mehveş'le tanışmışlardı."
Gözlerim Korel'e kaydı, sözü devralmasını bekledim ama sessizliğini korudu. Gülümseyerek, "Sadece adını bildiğin birini evine davet edemezsin, değil mi?" diye sordum. "Korel'in doğumundan başlamana gerek yok. Sizin aranızdaki ilişkiyi merak ediyorum."
Babam gözlerini kapattı, ellerini şakaklarına bastırıp aniden gelişen bu durumdan olsa gerek, dengesini sağlamaya çalıştı. Bir anda karşısına dikilip sorular sormama hazırlıksız yakalanmış gibiydi fakat ölene kadar da ona her şey normalmiş gibi davranmayacağımı bilmesi gerekiyordu. "Bana her şeyi anlatmanı istiyorum." Sesim baskın çıkmıştı hatta üç kişi arasında o an en baskın konuşacak kişi gibi görünüyordum. Korel gözlerini bir an olsun televizyondan ayırmıyordu; dalgın değildi, aksine bütün konuşmalara hâkimdi ama bize bakmak istemiyordu. "Hem de en başından."
Babam gözlerini araladı ama bana bakmak yerine dağınık masayı seyretti; omuzlarına devrilen yükler sadece bir an canımı yaksa da bu çok kısa sürdü çünkü ilk kurduğu cümle, "Seni bırakıp gittiğimde," diye başlamıştı. "Emanet edebileceğim kimse yoktu. O gün ben gittikten sonra yalnız kalacaktın. Kimse yoktu, hiç kimse." Gitmek zorunda değildin, demek istedim ama sustum. "Fakat Mehveş seni İdil'e emanet etmişti." Kulaklarıma Özge'nin okuduğu mektup dolmuştu. İdil'e beni üstü kapalı bir şekilde o mektupta bile emanet etmişti. "O gün gitmeden önce tek aradığım kişi İdil oldu. Sorgusuz sualsiz sana bakabileceğini söyledi."
Daha fazla dayanamayıp sözünü kestim. "Beni terk edip gittiğin yetmezmiş gibi bir yabancıya emanet ettin, öyle mi?"
"İdil yabancı değildi." Babam göz ucuyla Korel'e baktı ama Korel hâlâ televizyonu boş boş izliyordu. "Ve bütün olanları tek bilen kişi İdil'di."
"Peki ya amcam?" diye sorduğumda sesim sert çıkmıştı. "Ona emanet edebilirdin, senin kardeşindi. Bir yabancıdan daha iyi olabilirdi. Ve görüyorum ki o yabancı beni bıraktı, amcam aldı..."
Korel dakikalar sonra sessizliğini bozup, "Seni bırakmadı," dedi sakin ama tehditkâr bir tınıyla. "Sen bizi bıraktın."
Korel'e bakarken, yüzüme bakmamak için yemin etmiş gibiydi.
Babam ikimizin arasına girip, "Amcan emanet edilecek son kişiydi," diye mırıldandı. Onu tekrar gördüğümden beri ilk defa gözlerine öfke ulaştı.
"Neden?"
Eline rakı bardağını aldı, büyük yudumlarla sonuna kadar içti, sonra bardağı masaya bırakmadan, "Çünkü Prometheus onun da peşindeydi," diye fısıldadı. Sanki daha yüksek bir sesle söylerse Prometheus bir yerlerden çıkacakmış gibi etrafına bakınıp öne eğildi. "Ve görüyorum ki onu yakaladı, istediğini elde etti ve seni tutsak aldı."
"Ne?" Anlamayan gözlerle baktığımda başımı sağa yatırdım. Korhan'la konuştuklarımız aklımdaydı fakat...
"Amcan Prometheus'un tarafındaydı," dedi. Kelimeler dudaklarından zehir gibi döküldü ama o zehir babam yerine beni yaktı. "O ne isterse o şekilde hareket ediyordu. Yani seni yöneten kişi aslında Prometheus'tu."
Elim koltuğun kenarını sıkıca tuttuğunda, "Ne?" dedim fa kat artık ben de fısıldıyordum. Nedeni korku değil, konuşamadığımdandı. "O öz amcam değil miydi..."
"Evet, öz amcandı." Babam parmaklarının arasında tuttuğu bardağı daha sıkı kavradı. "Fakat Prometheus onu ellerinin arasına almıştı. Bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama o, onun tarafındaydı."
Dudaklarım kurudu, yutkunduğumda boğaz acıyordu. Gözlerimi babamdan ayırdığımda kendimi onunla yaşadığım o evde hissettim. Bütün yaşadıklarım film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, "Amcam beni Anektod Merkezine gönderen kişiydi," dedim. "Dans edebilmek için onunla böyle bir anlaşma gerçekleştirmiştim. Hiçbir şeye izin vermezdi, sürekli gözünün önünde olmamı isterdi. Bunu koruduğu için yaptığını sanardım ama..." Bakışlarım babama döndü. "Bana senin öldüğünü söylemişti. Ama hiçbir zaman nasıl olduğunu anlatmamıştı, öldü derdi. Ve..." Gözlerim açıldı, Korel'e dönüp baktım. "O eşini öldürmüştü, Korel bunu biliyordu."
"Çünkü eşi Prometheus için çalıştığını biliyordu." Babamın sesi tekrar ona dönmeme neden oldu. "Amcan bir süre sonra ortadan yok oldu, değil mi?"
"Evet," dediğimde aklımdan geçenlere yetişemiyordum ama en belirgini, Korel ortaya çıktıktan sonra amcamın yok olduğuydu.
"Bunun nedenini bilmiyoruz..."
Sözünü kesip, "Çünkü beni esir tutacak kişi değişmişti," dedim; bakışlarım Korel'e döndü. Ama bu sefer o da beni şaşırttı. Bakışları televizyondan ayrılıp bana kaydığında gözlerinden anlamsız bir ifade geçti. Korel'in yüzüne bakarak, "Beni İdil'e emanet edip terk ettin," dedim. "Ama bak, ben yine Prometheus'un ellerine düşmüşüm." Yaprak sarısı gözleri loş ışıkta parladı. "Korel'i nereden tanıyorsun?"
İkimiz birbirimize bakarken, babam aramıza girmek istemiyormuş gibi bir süre sessiz kaldı. İkimiz her ne düşünüyorsak o duygulara daha fazla battık. Ben şüpheye, Korel anlayamadığım bir duyguya.
En sonunda babam, "İdil düşündüğüm gibi seni yanına almadı," dediğinde beklemediğim itiraf gözlerimi ona çevirmeme neden oldu. "Ama Korel seni koruyan kişi oldu. Annen bunu hissetmiş gibi ölmeden önce Korel'le konuşmuş, seni ona emanet etmiş." Dudaklarım aralandı, şaşkınlığımı gizleyemedim.
Korel diğer taraftan, "Annenin yazdığı bir mektup daha var," dediğinde bu sefer de ona yöneldim. "Uzun bir mektup değil, kısa bir mektup. Eğer istersen o mektubu da okuyabilirsin."
"Anlamıyorum," dedim bütün söylediklerini duymazlıktan gelerek. "Yani bizim seninle tanışmamız bir tesadüf değildi, öyle değil mi?"
"Seninle tanıştığımızda hayatımın en kötü günüydü, Minel," diye mırıldandı. "Ve senin de hayatının en kötü günüydü. Ama hayır, tesadüf değildi. Ben senin yanında olmak zorundaydım."
"Korel bizim tarafımızdan senin koruyucundu," diyen babama aldırış etmeden sert bir sesle Korel'e, "Bunu bana bir kez olsun anlatmadın," diye çıkıştım. "Neden?"
Korel rahat, derin bir nefes verdi. Kendini kötü hissetsin istedim ama ufacık bir parça bile pişmanlığı yoktu. "Çünkü hiçbir şey hatırlamıyordun; sana bunları anlatmak, başka soruları da doğuracaktı. Ve..." Babamdan çekinmedi, benden çekinmedi, hislerimden çekinmedi. "Anlatmak istemedim."
"Anlatmak istemedin, öyle mi?" Oturduğum yerden sertçe kalktım, ellerimi saçlarıma geçirdim, bakışlarım babama döndü. "Bütün bu sırlar, bütün bu yaşananlar!" Korel'i işaret ettim. "Ona emanet ettik dediğin kişi senin kızındı! Bırakıp gittiğin kızındı! Ve emanet ettiğin kişi, bana senin kadar iyi bakamazdı, senin gibi olamazdı, bunu biliyordun." Kendi etrafımda döndüm, öfkemi alt etmeye çalıştım ama başarısız oldum. "Ve öyle de olmuş ki beni Prometheus'un ellerine bıraktı."
Korel koltuğun etrafında dönüp karşıma geçti ve onu gördüm göreli bakabileceği en büyük öfkeyle, "Ben seni," dedi dişlerini sıkarak. "Onun ellerine bırakmadım. Beni seni her an, her saniye korumak için elimden geleni yaptım."
"Öyle mi?" Babam da oturduğu yerden kalktığında üçümüz ayakta dikilmiştik ama Korel'le karşı karşıyaydık, babam bizden daha uzaktaydı. "O halde söyle bana; neden amcamın evindeydim, sen yoktun ve seninle tekrar tanıştık." Ellerimle başıma sertçe vurup geriye adım attım, avazım çıktığı kadar bağırdım. "Neden hiçbir şey hatırlamıyorum? Neden bu söyledikleriniz zihnimde sadece silik bir anıymış gibi geçiyor? Neden? Kahretsin! Benimle oyunlar oynadın!" Babama baktım. "Benimle oyunlar oynuyorsunuz!"
Babam bana doğru bir adım attığında biraz daha geri gittim fakat Korel babam gibi durmak yerine üzerime gelmeye devam etti. "Bunlar gerçekler," dedi bağırmadan ama bağırsa daha az korkuturdu, bunu biliyordum. Yaprak sarısı gözlerini saran öfke öylesine canlıydı ki ona uzun süre bakamazdım.
"Korel doğru söylüyor," dedi babam diğer taraftan. "Şu an duyduklarının hepsi gerçek."
"Gerçek mi?" Gözlerim irice açıldı, ardından gülmeye başladım. "Baba, Korel'in bana neler yaptığını biliyor musun?" Babam sakin bakışlarla beni izlerken acılarımı gördü ama benimle acı çekmedi. "Benim karşıma bir yabancıymış gibi çıktı, benimle yeniden tanıştıktan sonra oynamaya başladı. Bunlar yetmezmiş gibi bir adamı öldürdü..."
Korel araya girip, "Ben kimseyi öldürmedim," dedi.
"Öldürdün!" diye bağırdığımda ayaklarımı sertçe yere çarptım. "O adamı öldürdün, sonra o morga beni götürüp o adamın yüzünü izlettin. Ve ben bayılıp ayıldıktan sonra bunların olmadığını söyledin! Senin yüzünden aklımı kaçıracaktım."
Korel sustu, hiçbir şey söylemedi. Yine babama döndüm. "Beni emanet ettiğiniz kişi benimle oynadı," dedim başımı iki yana sallayarak. "Ve sen gitmiştin, annem ölmüştü..."
Korel'in yüksek sesi cümlemi yarıda kesmeme ve olduğum yerde titrememe neden oldu. "Beni hatırladıklarınla değil, hatırlamadıklarınla anımsa!" Üzerime yürüdü, eli bileklerimi kavradı, sıkıca tuttu. "Ben son nefesime kadar seni korumaya çalıştım!" diye haykırdı yüzüme karşı. "Yetmedi, kendi canımı senin önüne koydum ve hiçbir zaman babanın yaptığını sana yapmadım!"
Bileklerimi öyle sıkı kavrıyordu ki çoktan kızarmaya başlamıştı ve biraz daha devam ederse moraracaktı. Kurtulmaya çalıştım ama izin vermedi, bakışlarım babama döndü, yardım dileniyormuş gibi baktım. Babam ikimizin yanına gelip Korel'in bileklerimi sıkıca kavrayan kollarını tuttuğunda, "Korel, yeter," dedi sanki oğluyla konuşuyormuş gibi. "Onun üzerine gitme bu kadar."
Korel'in gözleri benim gözlerimden ayrıldığında bileklerimi bırakmadan, "Yeter!" diye bağırdı ama bu kez babama yönelikti. "Artık susmaktan, susturulmaktan bıktım! Ona söylesene! Benim onun için neler yaptığımı anlatsana!" Bakışları yine bana döndü, bileklerimi bıraktı fakat bunu itekleyerek yaptı, babam ise önüme geçti. "Ben seni kendi ailemden bile korudum," dedi öfkeyle. "Ama sen şimdi onlardan biriyle işbirliği içindesin. Sen kandırılmaktan zevk duyan, kaçmaktan keyif alan bir aptalsın!"
"Korel!" Babam bağırdığında kulaklarıma bir kahkaha sesi doldu ve o an kahkaha atanın ben olduğumu anladım. Yüksek sesle kahkaha atarken nefesim kesiliyordu fakat kendimi durduramıyor, gülmeye devam ediyordum.
Babam arkasını dönüp bana baktı. "Minel," dedi ellerini omuzlarıma koyarak. "Bana bak." Kahkaha atarak yüzüne baktığımda arkasında duran Korel'in de beni izlediğini gördüm.
Babam beni bırakıp gitmişti, senelerce öldü diye bilmiştim ama ölmemişti; Prometheus tarafından kandırılmıştı.
Korel'e seneler önce ailem tarafından emanet edilmiştim ve emanet edildiğim kişi bile belki de bir çocuktu, bu tuhaftı. Sonra beni bir şekilde Prometheus'un ellerine bırakmıştı, hepsini unutmuştum ve tekrar onunla tanışmıştım.
Bütün bunlar komikti, öylesine komikti ki kendi hayatıma komedi filminden bir sahneymiş gibi gülüyordum.
Babam beni sarstı. "Minel, kendine gel." Aldırış etmedim, gülmeye devam ettim, artık nefesim de kesilmeye başladı. "Minel," dedi babam acı çekiyormuş gibi. Sonra Korel'e döndü ve o korktuğum cümleyi kurdu: "Annesi gibi davranıyor."
Annem bir şizofreni hastasıydı, Prometheus tarafından başı kesilerek öldürülmüştü ve öldürülme nedeni belirsizdi. Mine'yi kurban eden kişi annemdi. Annemi kurban eden kişi babamdı.
Bense en büyük yanlıştım.
Kulaklarıma ağlama sesi doldu, bu sesi de tanıyordum. Ağ lıyordum. Kahkahalarım ağlamaya dönüşmüştü ve bacaklarımdaki bütün his uzaklaştığında dizlerimin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. Babam direkt önüme çöküp bana sarılmak istediğinde onu itekleyip haykırarak, "Benden uzak durun!" dedim. Babam yaklaşmak için bir daha hamle yaptı fakat bu sefer yerde sürünerek duvarın kenarına gittiğimde dirseklerimi dizlerime yerleştirip saçlarımı çekiştirdim.
İki çift göz beni izledi. Dikkatle, belki de nefretle ya da sevgiyle bilmiyordum ama en kötüsü, hangi duyguyu barındırdıklarını bile bilmememdi. Öylesine korkuyordum ki kalbim korkuyla atıyordu. Bunu durduramazdım. Bana hissettirdiklerini durduramazdım, bu kötülüğü durduramazdım.
Kendi canımı yakmak isteyerek başımı arkamdaki duvara sertçe çarptığımda, babam Korel'e dönüp, "Bir şeyler yap," dedi sonra bir babanın kurmaması gereken o cümleyi kurdu: "Onu benden daha iyi tanıyorsun. Bir şeyler yap. Kendine zarar verecek."
Gözlerimden yaşlar akarken, ellerimde saçlarım, başımı kaldırıp babama baktım fakat o Korel'e muhtaç bir ifadeyle bakıyor, çöktüğü yerde âdeta onun dizlerine kapanıyordu.
Korel babamın yanından geçip önümde durdu ve o da karşımda dizlerinin üzerine çöktü ama aramızda belirgin bir mesafe bıraktı, dokunmadı da ama gözleri bana dokunurken, geçmişin bir ışığını gördüm; bu ışık, sevgiydi.
Korel'in gözlerinde ilk defa belirgin bir şekilde bana karşı olan sevgisini gördüm.
Bu adam, kötü olamaz, dedim kendi kendime ama diğer tarafımla çatıştım. Tamamen kötülüğe batmış insanlar, güzel tiyatro oyunu oynarlardı.
Dudaklarımı oynatarak acıyla, "Aklımı kaçırıyorum," dedim. "Ben aklımı kaçırıyorum." Başımı iki yana salladım; ellerimi saçlarımdan yüzüme indirdim, tırnaklarım yanaklarıma battığında canımı yakmak istedim. Titremeye başladım; öyle şiddetli titriyordum ki bu bana Özge'nin öldüğü zamanı anımsattı.
Korel kendimi tırnakladığımı gördüğü anda ellerimi tutup yüzümden çekti. Kulaklarıma uğultular doldu, başım geriye düştü, Korel vücudunu vücuduma siper etti. Zaman ağır çekimde ilerlemeye başladı, Korel babama dönüp bir şeyler söyledi ve babam ayağa kalkıp koşmaya başladı.
Gözlerimi kapatıp zorlukla tekrar açtığımda bacaklarımın yeri dövdüğünü fark ettim. Korel ellerimi sıkıca tutarken beni kucağına çekti ve olabilecek bütün zararları ona vermemi istedi. Ellerini ellerime sanki zarar vereyim diye sundu, bacaklarım onun bacaklarını dövdü. Gözlerim kaymaya başladığında bir şeyler söylemeye çalıştım ama söyleyemedim.
İçimde başka biri yaşıyor gibiydi; o kişi benden izinsiz vücudumu yönetiyordu. Dışarıdan kendimi izliyordum. Onun kucağındaydım, artık tanıyordum, epilepsi krizi geçiriyordum ve bu krize her seferinde onun kollarında yakalanıyordum.
Korel kulağıma eğildi. "Buradayım," dediğini duydum uğultuların arasından. "Ben buradayım. Hep buradaydım."
Vücudumda his yoktu ama tırnaklarımın arasında ıslaklık hissettim, gözlerim odağını kaybetse de ona her takıldığında acıyla inledim. Kulaklarıma dolan sesler, benden çıkıyorsa eğer, öylesine korkutucuydu ki bu daha fazla irkilmeme neden oluyordu.
Kendimi sadece bir an ölüme ellerimi uzatırken bile düşündüm çünkü öyle bir histi ki o an ölecektim sanki ve bana kurduğu son cümle, hep buradaydım olacaktı.
Bir şeyler daha söylesin istedim bu yüzden başımı iki yana sallamaya çalıştım. "Özür dilerim," dedi ruhumu sarsacak kelimelerle. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim. Burada olduğum için de özür dilerim."
Vücudum daha fazla direnemedi, meydan okuyamadım ve bilincimin kapandığı hissettim ama gözlerim sanki hâlâ açıkmış gibi onun yüzünü gördüm; bu sadece aklımdaydı.
Korel Erezli benim hem geçmişimde hem şu anımdaydı.
Korel Erezli benim ölümümdü, Korel Erezli'nin ölümü de bendim.
Paragraf Yorumları