logo
1. ESİNTİ 2. RÜZGAR 3. FIRTINA 4. KASIRGA 5. GİRDAP 6. SİS 7. ÇİSENTİ 8. ŞİMŞEK 9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ 10. YAĞMUR 11. KIRAĞI 12. KAR 13. BUZ EMARE PUSULA, 14. GÜVEN SINIRLARI EMARE, PUSULA: 15. DOĞUM ve DÜĞÜM EMARE, PUSULA: 16. MELEZ EMARE, PUSULA: 17. TOHUM EMARE, PUSULA: 18. KORKAK ve CESUR EMARE, PUSULA: 19. UMUT GÜNEŞİ EMARE, PUSULA: 20. TÜCCARLAR ve ASİLLER EMARE, PUSULA: 21. KÜLÜN İZİ EMARE, PUSULA: 22. KIRIK PUSULA EMARE, PUSULA: 23. KUKLALARIN DANSI EMARE, PUSULA: 24. CEHENNEM ESİNTİSİ EMARE, MASKE: 25. TERK EDENLER EMARE, MASKE: 26. ANILAR ve ŞARKILAR EMARE, MASKE: 27. KANLI SU EMARE, MASKE: 28. BODA EMARE, MASKE: 29. DÖNÜŞ EMARE, MASKE: 30. SAVAŞ EMARE, MASKE: 31. OYUN EMARE, MASKE: 32. SIRLAR EMARE, MASKE: 33. SÖZ EMARE, MASKE: 34. SIRLARIMIZ EMARE, MASKE: 35. ARAF EMARE, MASKE: 36. EMANET EMARE, MASKE: 37. SANRI EMARE, MASKE: 38. HİSLER EMARE, MASKE: 39. ASLANLAR ve SIRTLANLAR EMARE, MASKE: 40. KALP RİTİMLERİ EMARE, MASKE: 41. OYUNUN BAŞLANGICI EMARE, MASKE: 42. ANLAŞMA EMARE, MASKE: 43. KAFES EMARE, MASKE: 44. BALIKLAR EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN EMARE, MASKE: 46. ŞEYTAN TAŞLAMA EMARE, MASKE: 47. YANGIN EMARE, MASKE: 48. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM EMARE, MASKE: 50. KONSER EMARE, MASKE: 51. MAHKEME EMARE, MASKE: 52. PROMETHEUS'UN DİLİ EMARE, MASKE: 53. GERÇEKLER EMARE, MASKE: 54. KABULLENİŞ EMARE, MASKE: 55. KOREL EREZLİ EMARE, MASKE: 56. RUHUN ÖLÜMÜ EMARE, MASKE: 57. EDGARDO EREZLİ EMARE, MASKE: 58. YÜZLEŞME EMARE, MASKE: 59. ÖL veya UNUT EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL) TEŞEKKÜR ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR 28. MAHKEME (KOREL EREZLİ'DEN)

EMARE, MASKE: 33. SÖZ

Views 209 Comments 0

Eğer bir labirentin içinde olsaydım, o an o labirentte tutsak kalmıştım.
Eğer bir yapboz olsaydım, çoktan tamamlanmadan yarım bırakılmıştım.
Eğer bir satranç masasında olsaydım, çoktan bahisleri kaybetmiştim.

Çünkü aptaldım. Doğrularla yalanları, gerçeklerle hayalleri ayırt edemeyecek kadar aptaldım.

Korel Erezli'ye her seferinde inanmamın nedeni aslında ona inanmak istememden çok, kendi kafamın içinde yaşayıp onun doğruları söylediğini düşünmemdi. İlk günden beri, geçmişime ellerini uzatacağını düşünüyor, ona kör kütük koşuyordum.

Ve şimdi de aynı şeyi yapmış sayılırdım.

Ondan doğruları duyabileceğime inanmıştım. Eğer bana daha mantıklı açıklamalar yapsaydı yine ona inandırdım, bunun da farkındaydım.

Öylesine aptal, öylesine aptaldım ki.

"Annen," dedim kulaklarıma inanamıyormuş gibi. "Senelerdir ortalarda olmayan annenin odası, öyle mi?" Bana, ben dürüst biriyim, dediğinde inanmıştım.

Bana, ben yalancı biriyim, dediğinde inanmıştım.
Bana, ben katil değilim, dese inanırdım.
Bana, ben Prometheus değilim, dese inanırdım.

Öyle aptaldım. Kafamı duvarlara vurmak, aklımı durdurmak istiyordum.

"Bu ev, annemin eviydi." Gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmıyor, ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. "Ve ben, o gittikten sonra sırf onu biraz daha hissetmek için buraya taşındım."

Gülümsedim. Belki ona şefkatli bir gülümseme gibi geldi ama ona gerçekten acımaya başlamıştım. "Olaya dramatik bir hava verip bir de beni öyle inandırmaya çalışacaksın, değil mi?" Artık onun olmayan kalbi de vicdanı da umurumda değildi. "Hatta kendini acındıracak, etkileyici cümleler kuracak ve benim sana inanmamı sağlayacaksın, öyle mi?"

Korel'in yaprak sarısı gözlerine acı bulaştı. "Kendimi hiçbir zaman acındırmaya çalışmam, doğruları söylüyorum."

"Doğrular." Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladım. "Tabii ya. Doğrular." Yanından geçip evin içinde yürümeye başladım. "Korel Erezli'nin anlattığı doğrular." Aklımı kaybetmiş gibi evin içinde dolaştığımda, o hareket etmeden beni izliyordu. "O halde Korel Erezli, söylesene, o odanın içinde ne işin vardı? Seni o daktilonun başında bu kelimeleri yazarken buldum ben."

Ellerini kısa saçlarına geçirip parmaklarıyla baskı yaptı. "Öyle bir şey olmadı."

"Olmadı mı?" Alayla güldüm, başımı aşağı yukarı salladım. "Doğru, olmamıştır. Dur bir saniye..." Yürümeyi bırakıp ona baktım. "Yeni taktik, benim gibi her şeyi unutman mı? Yoksa ben bir deliyim ve her şeyi aklımdan mı uyduruyorum?"

"Senin gibi olmaya çalışmıyorum."

"Ha ben deliyim yani?" Kollarımı iki yana açtım. "Beni o morga götürdüğünde de aslında her şey gerçekleşmişti ama sen bana öyle bir şey olmadığını söylemiştin; beni öyle bir inandırmıştın ki gerçekten aklımı kaçırdığımı düşünmüştüm. O da oyundu, değil mi?" Bu sefer sustu, çenesini kaldırdı. Beni ne onayladı ne de reddetti. "Derdin beni o akıl hastanesine yatırmak mı?"

Gözleri açıldı, bana doğru yürüdü. "Ne?"

"Evet," dedim başımı sallayarak. "Derdin beni o akıl hastanesine yatırıp parmağında oynatmak."

"Minel, sen ne saçmalıyorsun?"

"Sen kimsin?" dedim bir anda sertçe. "Geçmişimsin, oradasın falan filan ama asıl sen kimsin?" Bana doğru yürümeye devam etti fakat elimi kaldırıp onu durdurdum. "Bütün oklar sana çevriliyken bile hiçbir zaman seni sorgulamadım ama şimdi her şey gözümün önünde dans ederken nasıl bunları görmezlikten gelebilirim?"

Adımları bıçak gibi kesildi, gözleri donuklaştı. "Hangi oklardan bahsediyorsun?" diye sordu sert bir sesle. "Ne demeye çalışıyorsun?"

Elbette rol yeteneği kuvvetliydi, başka bir ihtimal olamazdı.

"Seninle tanıştıktan sonra bütün bunlar olmaya başladı. Prometheus geldi." İsmi ağzımdan tükürür gibi çıkmıştı. "İlk önce Doğan Yankı öldü. Sen Doğan Yankı'yla büyük bir sorun yaşamış hatta onu tehdit etmiştin." Kendime bile itiraf edemediklerim dudaklarımdan çıkarken kulaklarımda çığlık çığlığa bağıran bir kız vardı. "Ardından Kartal öldü. Onunla da sorun yaşamıştın, onu da tehdit etmiştin." Korel'in gözleri daha fazla donuklaştı, aşağıda tuttuğu parmakları içeriye kıvrıldı; korkmaya başladığımı hissettim ama devam ettim. "Ardından beni sürekli Prometheus'un kucağına sürükledin. Hatta ona hayran olduğunu söylüyordun..."

Sustu, hiçbir şey söylemeden beni dinlemeye devam etti.

"Prometheus benimle uğraşırken tek bir cinayet bile işlenmedi çünkü aslında sen hep yanımdaydın. Sen yanımdayken tek bir cinayet bile olmadı." Elimde tuttuğum kâğıttan sesler geldi, parmaklarımın arasında kıvırdığımı fark ettim. "Sonra o dans gecesi, sabahtan akşama kadar çok tuhaf davrandın. Sanki o gösteriyi biliyormuş gibi. Ardından o gösteri olurken..." Ürperdim, tenimde buzlar gezindi. "Bambaşka birine dönüştün. Amcam öldü; amcamla da problemlerin vardı, onu da tehdit etmiştin. Baban öldü. Tek bir gözyaşı bile dökmedin, sadece onu izledin." Kulaklarıma sesler doldu. "Sonra seni gördüm. Çello çalıyordun, parmaklarından kan akıyordu. Prometheus'un hep dinlettiği 'Cenaze Marşı'nı sen çalıyordun." Ellerim titremeye başladı, korku kalbimi sıkıştırdı ama onun donuk gözlerine bakmaya devam ettim. "Ardından babam geldi. Sana bir cümle kurdu, bu bir savaş çağrısıydı. Elimi bırakıp gittin. Prometheus da o günden sonra yok oldu."

Susmaya devam etti fakat elleri yumruk halini almıştı. Yaşananları benden dinlerken her ne düşünüyorsa gözlerindeki do nukluk gitgide artıyordu.

Korkum arttı, nefesim düzensizleşti, sesim titredi ama şimdi tam zamanıydı.

"Senden bir gün önce odama Prometheus geldi." Donuk bakışları bir an değişti. "Odama. Senin gibi. Bana kendini hatırlattı. Bir gün sonra sen aynı şekilde geldin. Odama. Ve bugün. İnsanların denek olacağı o akıl hastanesindeki dil, senin evinde daktilonun başında yazdığın dille aynı." Çenem titredi, geriye bir adım attım çünkü Korel üzerime doğru yürümeye başlamıştı. "Sen..." dedim ama bana öyle bir baktı ki tenim korkudan kavrulacak sandım. Devam ettiremedim, cesaretim o an çöktü, yok olduğumu hissettim.

"Ben..." dedi derinden gelen bir sesle. "Devam et." Bana hiçbir duygusunu yansıtmıyordu, hiçbir tepki vermiyordu. İlk tanıdığım Korel'e dönüşmüştü.

"Bütün oklar seni gösteriyor," dedim bir kez daha ve dış kapıya çarpana kadar geriledim. Aylardır içimde tuttuğum o soru, o gerçek şimdi karşımda duran Korel'e karşı yönlendireceğim bir silahtı. Bir bıçaktı. Bu kez ne yapmam gerektiğini biliyordum ama buna rağmen içimdeki korkuyu yenemiyordum.

"Söyle," dedi sert bir sesle. "Aklından ne geçiyorsa söyle."

Şu an karşımda bir katil duruyordu belki, o katil benim hayatımı yerle bir etmiş de olabilirdi.

"Korel," dedim yutkunarak. "Bütün oklar senin Prometheus olduğunu söylüyor. Bütün hepsi."

Bana doğru yürümeye daha ağır adımlarla devam ederken söylediklerim onu şaşırtmadı ama kaşları çatılmıştı. "Sen de benim Prometheus olduğumu düşünüyorsun."

Yutkunduğumda elim dış kapının koluna gitti. Aslında korkmamam gerekiyordu, kollarımı açıp onu beklerken şimdi korkmamam gerekiyordu ama bir dürtü, ölümün kokusunu burnuma getiriyordu. Cevap veremediğimde üzerime yürümeye devam ediyordu. Parmaklarım kapının kolunu sıkıca kavradı.

Bana doğru yürümeye devam ederken, "Üzerime gelme," dedim fısıldayarak. "Lütfen." Bana yaklaşmaya devam etti. "Lütfen, Korel," dedim bir kez daha ama durmadı. En sonunda, "Lütfen," diye inledim. "Korkuyorum." Gelmeye devam etti, acıyla inledim. "Çok korkuyorum," diye fısıldadım. "Senden çok korkuyorum, dur artık."

Son söylediğimin ardından durduğunda elimle kapının kolunu öyle bir zorlamıştım ki dış kapı açılmıştı ve olası bir durumda kaçabilmek için yerim olmuştu.

O an Korel'in gözlerindeki donukluğun uzaklaştığını fakat yüzüne kahreden bir hayal kırıklığının oturduğunu gördüm. "Bunu nasıl düşünebilirsin?" diye sordu başını omzuna yatırarak. "Bunu nasıl aklına getirebilirsin?"

Kalp kırıklığı değil, hayal kırıklığıydı ve belki de kalp kırıklığından daha kötüydü.

Vicdanım sızlamaya başladığında onu susturmaya çalıştım çünkü inanmak istemiyordum. "Lütfen," dedim acıyla. "Bana rol yapmaktan vazgeç artık. Lütfen."

"Rol mü?" Çenesini havaya kaldırıp acıyla güldü. "Sana defalarca rol yaptım ama şimdi en gerçek yüzümü görmek ister misin Minel? En gerçekleri duymak ister misin Minel?" Kurumuş dudaklarını ıslattı. "Hazır mısın buna Minel?"

Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayıp, "Korel," dedim. "Korkuyorum."

"Minel!" diye bağırdığında sesi evin içinde çınladı, titremeye başladım. "Benden bu kadar çok mu korkuyorsun?"

"Korel, lütfen," dedim korkuyla. "Lütfen." Sesim artık hiç olmadığı kadar fazla titriyor, kapının kolunu tutan elim gücünü gitgide kaybediyordu. "Gitmek istiyorum."

"Gerçekleri istiyordun, Minel," dedi baskın ama acılı bir sesle. "Şimdi gerçekleri duymaktan mı korkuyorsun?"

"Gerçekleri senden duymaktan korkuyorum," dedim kapının kolunu bırakıp tırnaklarımı kollarıma geçirerek. "Gerçekleri bu şekilde öğrenmek istemiyorum. Kim olduğunu senden öğrenmek istemiyorum."

"Ama öğreneceksin," diye fısıldadığında kalbim göğüs kafesimin altında debeleniyor, nefesim soluk borumu tıkıyordu. Gözlerim korku ve acıyla dolduğunda daha fazla ayakta durama yacağımı hissettim. "Beni izle."

Aşağıda yumruk yaptığı ellerini açıp havaya kaldırdı, bunu yaptığı an korkuyla irkildim ve kapıya daha fazla sokuldum. Anladı, acılı bir tebessüm yüzüne yerleşti ve boş ellerini bana gösterdi güven vermek istercesine.

"Gitmek istiyorum," dedim hırıltılı bir sesle. "Durmak istemiyorum burada."

Derin bir nefes verdi, beni duymazlıktan gelip elini tişörtünün eteğine geçirdi. Yavaş yavaş, zamana meydan okuyan bir sakinlikle tişörtü başından çekip çıkardığında pencereden vuran, batmak üzere olan güneş ışığı onun tenine çarptı; çelimsiz vücuduna, izlerine, emarelerine ve dövmelerine.

"Korel, yapma," dedim kısık gözlerle ona bakarken. Ağlamak üzereydim ve onun karşısında böyle görünmek istemiyordum.

Durmadı, devam etti. Eli pantolonunun düğmesine gitti, fermuarını indirdi. Arkamdaki kapı bile korkumdan titriyormuş gibi geldi fakat öyle değildi, titreyen sadece ben ve geçmişimdi.

Pantolonunu bacaklarından sıyırıp çıkardığında gövdesindeki izlerden daha kötülerini bacaklarında gördüm. Sadece yanık izleri değildi; kırbaç izleriydi, damga izleriydi, dikiş izleriydi.

Karşımda siyah bir baksırla dikildiğinde kollarını iki yana açıp onu izlemem için bana süre verdi fakat ona bakarken bile sıkışan kalbimi durduramıyor, dolan gözlerimi engelleyemiyordum.

Karşı koymam lazımdı ama tek yapabildiğim gözlerimi kapatmak oldu. "Bunları görmek istemiyorum."

"Neden?" diye sorduğunda sesi yüksek çıkmıştı, bu bir kez daha irkilmeme neden oldu. "Hep merak etmiyor muydun, Minel?"

Susup kendi kalp sesimi dinlemeye başladığımda öleceğimi düşündüm. Orada, o kapının önünde, onun evinde öleceğimi sandım. Çünkü karşımdaki görüntüsü gözkapaklarıma çizilmiş, karanlığın içinden bana ellerini uzatıyordu.

"Kaçmaktan yorulmadın mı?" diye sorduğunda adım sesini işittim, bana doğru yaklaşıyordu. Kendimi korumak amacıyla gözlerimi araladığımda onu daha net görebilmem için yaklaştığını anladım. "Artık sen kaçmayacaksın ve ben konuşa cağım, Minel. Doğruları konuşacağım."

Başımı iki yana salladım fakat istediğim bu değil miydi?

Beni mahvedecek olan, gerçekleri kaldıramayacağımdan korkmam mıydı yoksa bütün gerçeklerin ondan ibaret olduğunu öğrenmem miydi?

Elini karnına götürüp derin dikiş izine dokundu. Üzerinde dövme yoktu. "Bak bunun adı iz. Benim için önemsiz çünkü bir anlamı yok." Sonra parmakları karnından göğüs kafesine tırmandı, kalbinin solundaki noktaya avcunu yasladı. Orada dövmesi vardı. Simsiyah bir kalkan dövmesi, kalkanda ise bir saat görünüyordu. Aslında vücudunda bırakılan bir yanığın damgasıydı ama onu kalkana ve saate çevirmişti. Rakamları olmayan, sadece yelkovanıyla akrebi bulunan bir saat. "Bak bunun bir anlamı var. Onun adı Emare. Neden anlamı var, biliyor musun?" Elini o noktadan çekti, işaretparmağıyla beni gösterdi. "Senin yüzünden oldu. Senin için. Ve bunu bana Prometheus yaptı."

Başımı kabullenemediğimden öte, söylediklerini duymamak için iki yana salladım. Art arda. Bir kriz geçiriyormuş gibi hatta durmayacakmış gibi. Gözlerimin içine bakarken ne kadar sakin görünüyorsa o kadar korku doluydum. "Sana," dedim nefesimi zorlukla vererek. "İnanmıyorum." Soğukta kalmış gibi titriyordum ama aslında ağlamamak için direndiğimden ötürü çenem zangırdıyordu. "İnanmıyorum sana. Beni kandırıyorsun."

Gülümsedi. Net, duygusuz ama küçümseyici bir gülümsemeydi. Yavaşça kendi etrafında döndüğünde vücudunun her noktasını gözlerimin önüne serdi. Sırtında da bazı noktalarda dövmeler, bazı noktalarında ise sadece izler vardı.

"Beni izle, Minel," dediğinde ses tonu ağırdı. "Beni izle ve gör. Bu vücudun en büyük sorumlusu Prometheus, en büyük nedeni de sensin." Tekrar yüzüme dönüp üzerime yürümeye başladığında bacaklarımı hareket ettirerek kendimi daha fazla kapıya itekledim.

"Gelme," deyip ayağa kalkmaya çalıştım ama iki üç adımda karşımda durdu, önümde eğilip çenemi kavradığında buz gibi teni tenime dokunmuştu.

"Yüzüme bak." Dişlerini sıkıyordu. "Yüzüme bak. Gözlerime bak. Kendinden vazgeçmiş, sadece ölmeyi bekleyen ve tamamen acıya batmış bu adam nasıl Prometheus olabilir?"

Sonra bir anda kapının kolunu tutan elimi kavrayıp az önce gösterdiği kalkan dövmesinin üzerine koydu. Yemin ederim, teninin aksine o emarenin olduğu yer sıcacıktı; sanki hâlâ yanıyordu. Elimi geri çekmeye çalıştım ama baskısını artırdı hatta öyle bastırdı ki canı yanacak diye korktum.

"Sana bunları tek tek anlatacağım," diye fısıldadı yüzüme yaklaşarak. "Tek tek, hepsini, nasıl oluştuğunu, nasıl savaştığımı ve nasıl savaşmaktan vazgeçtiğimi. Sana ikinizin de bana yaptıklarını anlatacağım, artık hatırlamasan bile bileceksin çünkü başka türlüsü güç, anladın mı? Başka türlüsü çok güç artık."

Diğer eli çenemde durmaya devam ederken, daha fazla tutamadığım bir damla yaş yanağımdan süzülüp onun parmaklarına dokundu. "Sana inanmıyorum," dedim ama bu sefer sesim yalvarır gibi çıkmıştı. "Sana inanmıyorum, Korel. Bu nasıl olacak?" Karşıma oturdu hatta düştü. Dizleri dizlerime değerken vücuduna baskı yapan elimi itekledi, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken yutkundu, iki eli birden yüzümü tuttu ve yaşları engelleyemeyecek olsa da silmeye başladı. Artık ona karşı koyamıyordum.

Dokunmasına ya da kaçmasına. Durmasına ya da gitmesine. Şefkatine ya da nefretine.

Ona karşı koyamıyordum; ama artık ona inanmıyordum ve inanamayacağımı da biliyordum.

"Bu sefer dürüstüm." Gözlerimi kıstım. "Bu sefer sonuna kadar dürüstüm. Bak benim artık dürüst olmamak gibi bir seçeneğim kalmadı, anladın mı? Sana öfkelenmem, seni oynatmam ya da seni mahvetmem için..." Duraksadım, o da hissetti. "Ve belki bunların hepsini sana yaptığımı sanıyorsun ama yapmadım, Minel. Eğer senin için kafamdan geçen planlarımı bilseydin çoktan o içinde yaşattığın ruh ölürdü ama çoğunu yapamadım." Elleriyle yüzümü tutarken bana yaklaştı. "Yapamadım, amına koyayım ve şimdi görmüyor musun? Her şeyden vazgeçtim; bütün oyunlardan, bütün yalanlardan, bütün yollardan... Vazgeçtim, Minel ve vazgeçtikten sonra sana verebileceğim tek gerçek; bizim geç mişimiz, benim fedakârlıklarım ve senin gidişlerin olacak."

"Yine beni kandırıyorsun," dedim ama bu kez dürüstlüğünden emindim. "Sırf sana inanayım diye böyle söylüyorsun, değil mi?" Bu sefer gözlerimden yaşlar acıyla aktı. "Bu en kötü yalanın, değil mi?"

"Yalan söylemiyorum." Yüzüme biraz daha yaklaştı, nefeslerimizin birbirine çarptığını hissettim. "Sana en kötü yalanımı bile söylemedim daha ve hiçbir zaman söyleyemeyeceğim." Yutkundu, âdemelması hareket etti; daha fazla dayanamayıp bileklerini tuttum. "Ölmeden önce bir insan yalanlar söyler mi?" Başını iki yana salladı. "Söylemez. Ben yalan söylemiyorum. Artık hiçbir konuda yalan söylemiyorum. Bilmek istiyorsan söyleyeyim, Minel. Ben ölüyorum. Sadece ruhum değil, ben tamamen ölüyorum."

Tırnaklarımı bileklerine geçirdiğimde ona değil, kendime, "Yalan," dedim çünkü diğer türlü söylediklerine inanmasam bile durup ona sarılacağımı biliyordum.

"Değil," dedi hızla.

"Yalan," dedim daha sert ve yüksek sesle. "Sana hiçbir konuda inanmayacağım!" Ellerini iteklemeye çalıştım ama izin vermedi, gücüm kalmamıştı. "Benimle aylarca oynadın, yapmadığın kalmadı ve şimdi bunu yapıyorsun!" Çırpınarak onu tekmelemeye ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Beni mahvettin! Benimle oynadın! Bana yalanlar söyledin!" Ama bunlara inanmıştım, bunları ben istemiştim; o zorlamamıştı. En çok canımı yakanı haykırdım. "Sana en çok ihtiyacım olduğu zaman çekip gittin! Beni ateşlerin ortasında bıraktın."

Açıklama yapmadı, beni susturmaya çalışmadı, kendini korumadı ama başımı tutup göğüs kafesine çekerek arkamdan sıkıca sarıldığında tırnaklarımla bileklerini kanattığımı yeni fark ettim. Nefesini verip aldı, çenesi saçlarıma dokundu, sonra ben çırpınmaya devam ederken dudaklarını saçlarımda hissettim.

Ona sarılmadım, Korel'e sarılmadım. Sarılamadım. Ama o dedi ki: "Artık sarılabiliyorum, sen sarılmasan da olur."

Bu cümlesinden sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda artık çırpınmayı bırakmıştım. Bir yalanın göğüs kafesi bu kadar huzurlu olamazdı. Korel'in göğüs kafesi o kadar huzurluydu ki içimden bir ses, bir katilin göğüs kafesi bu kadar sıcak olamaz, dedi.

Öyle büyük bir cehennemdi ki aklımı kaçıracaktım. Gözlerimle gördüğüme, ellerimle tutup hissettiğime değil ona inanmamı istiyordu. Aklımı yok saymamı, aklımı o saymamı istiyordu.

Korel benim her parçamı istiyordu. Bundan emindim.
Belki de ölmeden önce kendi canına benim de canımı katacaktı.

"Aklımı kaybedeceğim." Sessiz fısıldayışım, hem kendim hem zihnimde başlayan sesler hem de Korel içindi. "Artık kurtulmak istiyorum. Ben de ölmek istiyorum."

Korel, "Şşşt," deyip başını yasladığı yerden kaldırdı, çenemi tuttuğunda göz göze geldik. Bozguna uğradım, dağıldım, boğuldum.

Gözlerinde şefkat vardı, gerçek bir şefkat. Gerçek bir aile. Gerçek bir yardım eli.

Sol eliyle yüzüme gelen saçlarımı geriye itekledikten sonra eli yanağımda durdu. Kaçmam gerekiyordu, gitmem gerekiyordu fakat bunları yapamadım, ona bakmaya devam ettim. Parmakları gözümden akan yaşları sildi. "Sana ağlamaman için söz verdirdiğim zamanı hatırlıyor musun?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Seninle üçüncü defa tanıştığımda ne olursa olsun ağlamaman beni şaşırtmıştı. Her şeyi unutmuşken, nasıl olmuştu da verdiğin sözü unutmamıştın?"

"Sözlere önem veriyorum," dedim içimi çekerek. "Senin aksine."

"Ben de sözlere önem veriyorum." Gözleri gözlerimin içinde gezinirken hangi duyguyu aradığını bilmiyordum ama ulaştığında dudaklarına tebessüm kondu. "Sana verdiğim bütün sözleri hâlâ tutuyorum."

"Hangi sözler?" Parmakları yanağımdan çeneme indi, oradan başparmağı altdudağımın üzerine gidip yavaşça okşadı. Gözlerimi kapatıp açtığımda tebessümü genişlemişti.

"İlk öpücüğünü on sekizinci yaş gününde almak konusunda kendine söz vermiştin," dediğinde zihnimde bu cümleleriyle alakalı silik anılar dolaşmaya başladı. "O zaman seni öpmeyi ak lımdan bile geçirmemiştim çünkü aramızdaki bağ çok farklıydı ama sen bu sözü verirken, seni geçmişine rağmen kabul eden bir adamın öpmesini sağlayacağım konusunda da kendime bir söz vermiştim." Hafifçe altdudağımı aşağıya çekti. "On sekiz yaşına basar basmaz yanında değildim ama seni ilk öpen kişi ben oldum, bunu öptüğümde anladım. Verdiğim sözü tuttum, Minel. Seni bütün geçmişine rağmen kabul eden bir adam öptü."

Dayanamayıp ben de gülümsediğimde, "Neden on sekizinci yaş günü?" diye sordum.

"Çünkü öyle istiyordun." Gözlerini devirir gibi olsa da hemen düzeltti. "Eski seni tanısaydın çok şaşırırdın. Şimdi o kadar karanlıksın ki. Hayat senin ışıklarını söndürmüş. Eski Minel bir filmi izlediği zaman ondan etkilenir, hayatını ona göre yönlendirirdi. Seninle bir film izlemiştik, oradaki kız öpüşmek için on sekizinci yaş gününü beklemişti ve on sekizinci yaş gününde sevdiği..." bu kelimeyi söylerken duraksadı, "öpüşmüştü. Bunu izler izlemez bana dönüp ciddiyetle bakmış, sonra ayağa kalkıp işaretparmağını bana sallayarak, 'Ben de ilk öpücüğümü on sekizinci yaş günümde alacağım,' demiştin. Kesin ve net emir cümlesi." Tebessümü gülümsemeye dönüştü. "Ve ben o an söz verdim, Minel. Sadece seni geçmişinle kabul eden bir adamın öpmesi konusunda değil, başka bir konuda da."

"Neydi o söz?"

"Boş ver," dedi kendinden emin bir sesle. "Ama o sözü de tuttum."

"Bir gün söyler misin bu sözü peki?" diye sorduğumda canımın acıdığını hissettim.

"Sana söylemiştim," dedi sakin bir sesle. "Belki de sen hatırlarsın."

"Ya hatırlamazsam Korel?"

"O halde," deyip bakışlarını kaçırdı. "Bir gün ölmek üzere olursam sana o sözü söylerim."

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı sallamaktan başka hiçbir şey yapamadım, öyle bir histi ki çok çaresiz hissediyordum.

Onu onaylamasam ne olacaktı ki? Canım acıyordu.

Eski Minel... Kulağa gerçekten de çok farklı birisiymiş gibi geliyordu ama sadece değişen ben değildim. "Hayat senin de ışıklarını söndürmüş, Korel," dedim titreyen bir sesle. "Anılarımda ve bu anlattıklarımda bambaşka bir adam gibisin. Anılarımda çok sık gülüyorsun. Anılarımda fazla hayat dolusun. Ve anılarımda bana değer veriyorsun. Gerçekten değer veriyorsun."

Gözleri kısıldı, gülümsemesi soldu ve yüzümde gezinen parmakları duraksadı. "Unutma," dediğinde gözlerini dudaklarıma indirdi. "Ben senin her anındayım."

"Ve bana her anımda değer verdiğini mi söylüyorsun?" Karşılıksız kaldı, gözlerini dudaklarımdan ayırmadı. "Korel," dedim acıyla. "Bir söz daha istiyorum." Kaşları havaya kalktı. "Beni kırkıncı yaş günümde öpmeni istiyorum. Beni ellinci yaş günümde öpmeni istiyorum." Yalanlar değildi ama gerçekler de bu kadar acımasız olmamalıydı; o söz verirse ölmeyecek, yaşayacakdemekti. O söz vermeliydi. "Altmışıncı yaşımda değil, onu istemiyorum. Ellinci yaşıma kadar bütün yaş günlerimde beni öpmeni istiyorum." Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

"Söz vermelisin Korel," dedim, gözlerim tekrar dolmaya başladı. "Ne olur, söz ver bana. Hayatımda olmasan, düşmanım olsan dahi beni öpeceksin. Söz ver." Söz verirsen ölmezsin, dedim içimden.

Yaşaması için nedeni verdiği sözler olacaksa beni bu hayatta sadece onun öpmesini isteyebilirdim çünkü şimdi gerçekten açık bir kitap gibi görüyordum; Korel ölüyordu. Bundan daha gerçek, daha yalın bir cümle olamazdı: Korel Erezli ölüyordu.

"Söz versene," dedim hem öfkeyle hem de acıyla. "Her kimsen şu an bu umurumda değil, bana sadece söz ver." Dişlerimi sıktım, gözleri kapalı durmaya devam etti. Ellerim sertçe yüzünü kavradığında gözleri açıldı, gözlerimin içine baktı. "Söz ver diyorum sana," dedim hiddetle.

Gözleri gözlerimin içinde dolaşırken her ne düşünüyorsa bu onun yutkunmasına neden oldu. Bir elimi yumruk yapıp göğüs kafesine sertçe vurdum, ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Yalan söylüyorsan şu an umurumda değil, söz ver bana. Yalandan da olsa söz ver. Yalan söyle bana!"

Durmadan onun bana yalan söylediğini dile getiriyordum ama ölüm konusunda yalan söyleyemediğini gözlerimle görüyordum.

Başını iki yana salladığında bana sanki bakışlarıyla artık yalan yok dedi, anladım.

Çaresizdim ama son kez, "Söz ver," deyip sessizce ağlamaya devam ettim. "Korel, lütfen. Benim bu hayatta kaldıramayacağım tek şeyin senin gerçek yüzün olduğunu düşünüyordum ama öyle değilmiş." Belki bunu söylediğim için pişman olacaktım ama dayanamadım. "Ölümünü de kaldıramazmışım. Bana ölmeyeceğin konusunda söz ver."

Söz vermedi, tek kelime etmedi ama gözlerim göğüs kafesinden gözlerine tırmandığında acı çektiğini gördüm. Elimi sanki bana bir şey kanıtlamaya çalışıyormuş gibi kalbinin üzerine koyduğunda hızlı atışlarını hissettim. "Boş ver kırkıncı yaşı," dedi sözleri görmezlikten gelerek. "Yirmi ikinci yaşındayken öpeyim seni, yirmi üç yaşına basarken de umarım yanında olurum."

Benden bir karşılık bekledi; onay, kabullenme, baş eğme veya başkaldırı. Fakat hiçbirini yapamadan sadece ellerim kelepçeli gibi ona başımı sallamakla yetindim. Öpmesini istedim, başka hiçbir çarem yok gibiydi.

Hızlı değil sakince ama kendinden emin bir şekilde dudakları dudaklarıma yaklaştı, sonra kesik bir nefes verdiğinde dudakları dudaklarımın üzerine örtüldü. Bu his, bu tat, bu anlam... uzun zamandır burada değildi ama şimdi tek hissettiğim üzerini örttüğüm özlemdi. Onu çok özlediğimi beni öptüğünde hissetmiştim.

İlk önce ne yapacağımı bilemeyip iç çektim; gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ederken onun gözleri kapalıydı, eli ise elimin üzerinde sabit duruyordu. Kalp atışları gitgide hızlanıyordu; bu hız sanki onun için doğru değilmiş gibi hissetsem de benim için hızlanıyordu.

Kaç, inanma, ona teslim olma diyen taraf susmuş; onu öp, ona sarıl, ona teslim ol diyen taraf çığlıklar atmaya başlamıştı.

Başka çarem yoktu. Gerçekten başka çarem yoktu.

Gözlerimi kapatıp ben de onu öpmek için dudaklarımı araladım. Bütün yalanlar ve bütün gerçekler sessizliğe gömüldü. İkimizin arasındaki bütün oyunlar bile sustu.

Dudaklarımı aralayıp onu kabul etmem sertçe nefesini vermesine neden oldu. Nemli altdudağı iki dudağımın arasına yerleşti, dişleri sürtündü. Onun öpüşüne aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım fakat kalbim hızla atarken, ellerim heyecandan titremeye başlamıştı.

Altdudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe çekiştirdi, ardından üstdudağıma kavurucu sıcağını verdiğinde titreyen ellerimi ona sarılmamak için zorluyor, parmaklarımı içeri büküyordum.

İnatlaşıyordum ama onu öpmek istiyordum. İnatlaşıyordum ama ona sarılmak istiyordum.

Diliyle dudaklarımın her köşesini ıslattığında elleri yüzümden ayrılıp omuzlarıma indi, ardından kollarıma ve oradan belime. Beni geriye iteklediğinde sırtım kapıdan ayrılıp yerle buluştu, Korel ise iki bacağını açıp üstüme çıktığında elini boynuma götürdü. Beceriksizce ben de dilimle onun dudaklarını ıslatıp sonrasında ummadığım bir şekilde dişlerimi dudaklarına geçirip çekiştirdiğimde inler gibi bir ses çıkardı; canını yaktığım için durmak istedim ama o daha büyük bir istekle ve eski sakinliği kalmayarak öpmeye devam etti.

Korel ilk önce gövdesinin, sonra bacaklarının ağırlığını üzerime verdi ve en sonunda kasıklarının. Altımdaki kot eteğim yukarıya tırmanmıştı, baldırlarımda gerilmiş duruyordu. Bir eli onun yüzünde duran elimi kavradı, parmakları parmaklarımın arasına geçip yere sabitledi, ardından diğer eli yüzümü kavradı. Dudakları büyük bir isteğin yanında özlemle dudaklarımı çepeçevre sararken, göğüs kafesindeki elim yumruk halindeydi.

Nefes aldı; derin bir nefes. Dudaklarını dudaklarımdan uzaklaştırdı, gözlerini açıp gözlerimin içine baktı, ardından, "Söz veremem," diye büyük bir itirafta bulundu. "Artık yalan da söylemem, Minel. Bunu sana yapamam." Yüzümdeki eli çeneme kayarken, başparmağı altdudağımda gezindi. "Artık sana zarar veremem," dedi sanki kendisine karşı büyük bir öfkeyle. "Ama başka bir şeyin sözünü verebilirim." Nefes nefese onun yüzüne bakarken, "Senden başka kimseyi," dedi sakin bir sesle. "Bir daha öpmeyeceğim ve sen de bana söz ver."

"Hangi konuda?" dedim. "Senden başka kimseyi öpmeyeceğim konusunda mı?"

"Hayır," dedi yutkunarak. "Kırk hatta elli yaşına gelsen bile Korel'in senden başka kimseyi öpmek istemediğini hatırlayacaksın." Başımı iki yana salladım, bu konuşmayı devam ettirmek istemiyordum, canımı yakıyordu. "Yaşayacaksın Minel; ne şekilde, kiminle olursa olsun. Gerekirse sana bunun için yalvarırım, bu anı unutma. Beni unutsan bile bir adamın senden başka kimseyi öpmek istemediğini unutma. Kırkıncı yaş gününde bunu hatırla. O mumları üflerken içinden de ki, bir adam vardı, adı Korel Erezli'ydi ve benden başka kimseyi öpmek istemedi; bunu söyledikten sonra ölene kadar tek öptüğü kadın ben oldum."

Başımı acıyla iki yana salladığımda, "Sen söz vermezsen ben de vermem," dedim bencil bir şekilde.

"Minel," diye fısıldadı. "Ben sana canım üzerine söz veremem ki, ölüyorum ama sen beni unutmamak için söz verebilirsin, bu zor değil." Canı yanıyordu, canını bu kadar yakan geçmişimizdeki bir anıydı, anlayabiliyordum ama bunu soramadım. "Sen bu anı unutmaya kıyabilir misin Minel?" diye sordu. "Bunu yapabilir misin gerçekten?"

Bir söz beklediğini görüyordum; ona güvenmiyordum ama o bana güveniyordu ya da öyle sanıyordu. "Neden bunu istiyorsun?" diye sordum.

"Çünkü ben öldükten sonra bir akılda kalıcı olarak yer etmek istiyorum," dedi. "O akıl sadece senin aklın, o kalp sadece senin kalbin." Dudaklarıyla dudaklarımın arasındaki o kısa mesafede biraz daha yaklaştı bana; dudakları dudaklarıma dokunurken, "Sarılmıyorsun, bunu yapmayacaksın," diye fısıldamaya devam etti. "Ama bari söz ver ve sonra sen öp beni. Ölecek olsam bile iyileştiğimi hissederim."

Gözlerinin içine baktıktan sonra bir an bile düşünmeden dudaklarımı dudaklarının üzerine kapattım; derin bir nefesin ardından bu kez ben onu öptüm. Bir elim yüzünde, yeni oluşmuş yanık izinin üzerinde, diğer elim sırtında. Onu son nefesimi veriyormuş gibi öptüğümde bütün kuralları hiçe saydım. İlk önce afalladı, ardından o da beni öptü.

Önce kesik, sonra daha derin bir nefes... Kolları ben ona sarılmıyorken beni sardı ve yattığım yerden kaldırdı. Yere oturup beni kucağına aldığında sırtını kapıya yasladı, bacaklarım beline sarıldı. Öyle sıkı sarılıyor, öyle içten öpüyordu ki kalbim sıkışmaya başladı.

Bir tarafım daima onu kabullenecek, onu isteyecekti ama diğer tarafım kırgınlığıyla başını kaldırdı ve bana kendini gösterdi. Dedi ki, o gitti, seni terk etti, kim olduğunu bilmiyorsun, onunla tam anlamıyla yüzleşmedin. Diğer yanım dedi ki, o ölüyor, yaşamayacak, bu belki de onunla son anların.

Dudaklarımı dudaklarından uzaklaştırdığımda gözleri yoğun bir ifadeyle bana bakıyordu. Bakışlarımdan anladığında, "Gidecek misin?" diye sordu. "Söz vermedin, Minel," diye mırıldandı. "Söz ver, öyle git bari."

Parmaklarım yavaşça çenesindeki yanık izinin üzerine gider gibi oldu ama hemen vazgeçtim. "Gitmem gerekiyor," dedim sakince. "Babam bekliyordur." Bu şekilde yıkılmış, mahvolmuş ve bütün gardımı indirmiş halde onun karşısında durmak istemiyordum. Bu beni mahvediyordu.

"Gitmen gerekmiyor," dediğinde sesindeki muhtaçlığı hissettim; muhtaçlık bana mıydı yoksa şu ana mıydı, bilmiyordum. "Onunla kalman gerekmiyor. Şu an gitmen de gerekmiyor."

"Orası benim evim."

"Burası senin evin," dedi önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak. "Benimle kal. Burada kal."

"Seninle kalamam," diye fısıldadığımda gözlerim çıplak gövdesindeydi, izlerindeydi, emarelerindeydi, dövmelerindeydi. "Artık olmaz."

"Değişen hiçbir şey yok."

"Değişen çok şey var," dediğimde en sonunda gözlerimi gözlerine çevirdim. "Pişmanlığı hissetmeyen ama aptallığı hisseden Minel. Durmadan kendine saygısızlık edip onunla oynamana izin veren Minel." Yaprak sarısı gözleri kısıldı. "Keşke bu Minel inancı da hissetseydi Korel, o zaman seninle kalabilirdi bütün bu aptallıklara, saygısızlıklara rağmen ama artık ben de ğiştim."

"Ben de değiştim," dedi Korel; hiçbir cümlem onun kalbini kırmamıştı. "Ama bir şey hep aynı kaldı."

"Nedir o?"

"Sen yanımdayken ölmeyecek gibi hissediyorum."

"Ve ben," dedim bir an bile duraksamadan. "Senin yanındayken bazen kendime karşı koyamadığım için ölmek istiyorum."