Yalnızlık notaları çalmaya başlamıştı. Bu notalara acılar da gizlenmişti ve belki de duyulabilecek en sessiz notalar bunlardı. Yalnızlık o kadar sessizdi ki notalarından çıkan sesi sadece onları yaratan kişi duyabilirdi. Geriye kalanlar ise o sessiz şarkıyı duyamadıkları için yalnızlığın farkına varamazlardı.
Kendi yalnızlığını gizlemeye çalışan her insan böyleydi. Melodiye kapılıp gitmek, yalnızlığa alışmak demekti. Melodiyi durmadan dinlemek, yalnızlığı sevmek demekti.
Melodiyi bir başkası zorla dinletebilir, kendi notalarını bir başkasına öğretmeye çalışabilir miydi?
Korel Erezli'ye yapılan tam olarak buydu.
Mutfağın köşesine, buzdolabının hemen yanına oturmuş babasının gözlerinin içine bakıyordu ve neden ona karşı böyle davrandığını anlamaya çalışıyordu. Babası ise burnundan soluyarak oğlunu izliyor, bir yandan da viskisini yudumluyordu.
Korel burnundan akan kanı elinin tersiyle silerken, babası sırtını sandalyesine biraz daha yasladı ve karşılıklı bakışmaları bir an olsun kesilmedi.
"Bir şeyleri çok zor anlıyorsun." Cüneyt Erezli'nin sesi Korel'e ulaştığında bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı. Elinin tersine bulaşan kanını şortuna sildi. "Sana bir şeyleri öğretmeye çalışmaktan yoruldum."
Korel omuzlarını silkti ve mutfak kapısına doğru bakarak birinin ona yardım etmesini bekledi. Annesi ya da ağabeyinin gelmesini beklerken boşa umut ettiğinin de az çok farkındaydı.
"Büyüdün artık," dedi babası ve ayağa kalkıp Korel'in çömeldiği yere doğru yürümeye başladı. "On dört yaşında bir delikanlısın. Kimin yanında nasıl davranman gerektiğini sana defalarca anlattım ama hiçbir zaman istediğim gibi davranmıyorsun." Korel korkuyla biraz daha geriledi ama en sonunda duvara çarptı. Babası önüne gelip eğildi ve parmaklarını oğlunun çenesine yerleştirerek başını kaldırmasını sağladı. "Neden okulda kavga ettin, söyle bana."
Başta soracağı soruyu her şey bittikten sonra sorması Korel'i öfkelendirse de yapabileceği hiçbir şeyi olmadığından, "Öyle olması gerekti," diyerek daha önce de defalarca verdiği cevabın aynısını verdi. "Yine mi döveceksin, baba?"
Cüneyt Erezli derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp burun kemerini sıktı. "Fen lisesine gidiyorsun, sınıfın hatta hemen hemen okulun en iyilerinden birisisin. Başarılısın. Sen Cüneyt Erezli'nin oğlu olarak daima başarılarınla anılmak zorundasın, adını böyle şeylere karıştıramazsın."
"Karıştırdım ama," dedi Korel ve ses tonu yükseldiğinde babasının gözleri açıldı. "Beni defalarca dövsen de hatta öldürsen de neden kavga ettiğimi anlatmayacağım sana."
Korel'in yaşı büyüdükçe babasına karşı davranışları değişmeye başlamıştı ve en dikbaşlı dönemlerinden birindeydi. Ona karşı korkusu hep vardı ama artık babasının gösterdiği şiddet Korel'in alışık olduğu bir durum haline gelmişti.
Babasının onu dövmesi için sebebe ihtiyacı yoktu; biliyordu ki eğer kavga etmeseydi de babası ona vurmak için bir sebep bulurdu.
"Bana dikleniyor musun?" dedi babası ve dişlerini sıktı. Parmaklarını bir açıp bir kapatırken yavaşça Korel'in ensesine elini koydu ve onu sertçe kendine çekti. "Bu cesurluğun o piçlere işleyebilir ama bana işlemeyeceğini biliyorsun."
Korel gözlerini bir an olsun babasının gözlerinden ayırmazken, mutfak kapısından ağabeyinin sesini duydu. "Yine neler oluyor?"
Korhan Erezli umursamaz bir ifadeyle mutfağa girdi ve buzdolabını açıp içine bakmaya başladı. En sonunda bir bira ve folyoya sarılmış yemek çıkardığında Cüneyt Erezli, "Okulda kavga etmiş," deyip Korel'in ensesini daha sert kavradı.
Korhan çıkardığı biranın kapağını açarken yüksek sesle bir kahkaha atıp kardeşinin kanayan burnuna baktı. "Korel mi kavga etmiş? Korel? Benim küçük, zeki, çalışkan, hep susan kardeşim mi kavga etmiş?" Gülmeye devam ederken sırtını tezgâha yasladı. Birasından birkaç yudum aldıktan sonra elinin tersiyle ağzını sildi. Bakışları tekrar kardeşinin burnuna kaydığında gülümsemesi duraksadı. "Bunu ona kavga ettiği kişiler mi yapmış yoksa sen mi yaptın?"
Korel birkaç öfkeli nefes aldıktan sonra gözlerini sıkıca yumdu ve sanki zehirli kelimeleri dudaklarının kenarlarından akarcasına, "Ona hiçbir zaman kızmadın," dedi babasına. Kastettiği ağabeyiydi. "O kavga ettiğinde, eve sarhoş geldiğinde, hoşlanmadığın şekilde davrandığında hatta sana karşı geldiğinde bile ona hiç kızmadın. Ona hiç vurmadın." Gözlerini açtı ve babasına bakmaya cesaret edemediği için ağabeyine baktı. "Neden beni ondan ayrı görüyorsun hep?"
Korhan tekrar gülmeye başlayıp folyoya sarılmış olan tavukları çıkardı ve soğuk olmasını umursamadan buttan bir ısırık aldı. O kadar rahat görünüyordu ki Korel'in canının yanması umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Bu Korel'in daima yarası olarak kalacaktı.
"Yanlış," dedi Korhan babasının konuşmasına izin vermeyerek. "Ben babama hiçbir zaman karşı gelmedim, ne dediyse yaptım, ne istediyse yaptım. Kendime karşı yanlışlarım oldu ama babama ya da aileme zarar verecek hiçbir davranışım olmadı." Yaslandığı tezgâhtan uzaklaştı ve kardeşine doğru birkaç adım attı. "Beni örnek almayı hiçbir zaman denemedin ama sana bir tüyo vereyim mi Korel? Ben kavga ettiğimde de eve sarhoş geldiğimde de hatta çok büyük yanlışlar yaptığımda da arkamı toplamayı ve eskisinden daha iyi yapmayı her zaman bildim. Sense hep eline yüzüne bulaştırıyorsun. Aramızdaki fark bu." Korhan da aynı babası gibi Korel'in önünde çömeldi ve gözlerinin içine baktı. "Bir gün beni örnek almaya başlayacaksın, geç olmaması için gün sayıyorum."
Korel ağabeyinin gözlerinin içine bakarken, Cüneyt Erezli hâlâ Korel'in ensesini sıkıp canını yakmaya çalışıyordu. "Seni örnek almak istemiyorum." Babasına döndü. "Seni de örnek almak istemiyorum. Ben ikinizden ayrıyım, ikinizden de farklıyım. Hiçbir zaman size benzemeyeceğim."
Korhan'ın kaşları alayla kalktı; Cüneyt Erezli dayanamayıp suratına sert bir tokat indirdiğinde Korel'in başı buzdolabına çarptı. Başını vurduğu için geçirdiği sarsıntı Korel'i titretirken Korhan'ın, "Akıllanmayacaksın," dediğini işitti. "Akıllandığında da çok geç olacak."
Kardeşine bir süre daha bakan Korhan artık yapabileceği hiçbir şey olmadığını fark etmişti; kafasını iki yana sallayarak ayağa kalktı. Babasının omzuna elini koyduğunda, kardeşinin canının daha şiddetli bir şekilde yanacağının farkındaydı. Korel'in bilmediği çok şey vardı; bunların başında Korhan'ın da zamanında canının çok yandığı geliyordu.
Korhan'ın canının yandığını düşünmek Korel için imkânsızdı çünkü Korhan acıya duyarsızmış gibi davranır, hislerini daima ikinci plana atardı ama Korhan Erezli'nin olmak istediği adam için çektiği her acı, zihninin içinde kamçılanmış bir kanser olarak yer alacaktı ve o kanser hiçbir zaman iyileşmeyecekti.
Korhan mutfak kapısından dışarıya çıkarken, Cüneyt Erezli ensesinden tutup Korel'i ayağa kaldırdı. O sırada Korel, "Akıllanmamı mı istiyorsun?" diye bağırdı ağabeyine. "Seni örnek almamı mı istiyorsun? O halde bir kere olsun beni kurtar, beni kendinle tanıştır. Bir kere arkanı dönme abi!"
Korhan mutfak kapısının önünde duraksadı ve kaşları çatılırken kardeşine baktı. Cüneyt Erezli de tek kaşı havada Korhan'a bakıyordu. Korel Erezli defalarca ağabeyinden yardım istemişti fakat o hiçbir zaman yardım etmemişti; bu son yardım çığlığı olacaktı ama yine hüsrana uğrayacağının da bilincindeydi.
Korhan kardeşini inceleyince bedeninin titrediğini gördü. Dudaklarının üstündeki kan kurumuştu, başının sağ tarafında hafif bir şişlik vardı ama çok da önemli görünmüyordu.
"Bu senden son yardım isteyişim olacak," dedi Korel. "Bir daha asla senden yardım istemeyeceğim." İç sesi, bir kerecik olsun kurtar, diyordu.
Korhan gözlerini kardeşinden ayırıp babasına baktı ve Cüneyt Erezli'nin de ona baktığını fark etti.
Korel yine terk edileceğinden, kurtarılmayacağından, umursanmayacağından emindi ama düşündüğü gibi olmadı; Korhan ilk defa Korel'in canının yanmasına tepkisiz kalmadı.
Mutfaktan içeriye tekrar girdiğinde bakışları babasının gözlerinde geziniyordu. Aralarında kısa bir bakışma geçtikten sonra tekrar kardeşine dönüp, "Beni tanımak mı istiyorsun?" diye sordu. Ağabeyinin sesinde sanki ilk defa alayın tınıları yok olmuştu.
"Evet," dedi Korel. "Seni örnek almamı istiyorsan bana gerçek seni göstersene. Bana gerçek bir abi gibi davransana. O zaman senin gibi bir adam olmaktan belki çekinmem."
Son cümlenin yüzünde tebessüm oluşturduğu Korhan, "Baba," dedi. Korel gözlerini kapattı ve beklediği sona kucak açmak için bekledi fakat aklından geçenin aksi cümleleri duydu. "Bırak Korel'i. Onunla işim var."
Babasının karşı çıkmasını hatta onun için Korhan'la kavga etmesini bekledi fakat o da tam aksi şekilde davranarak Korel'in ensesini bıraktı ve öne doğru Korhan'a itekledi. "Al bakalım, eti de kemiği de senin olsun."
Korhan Korel'i omuzlarından tutup kendine çekti ve mutfaktan dışarıya ilerletti. Korel yaşadığı şok neticesiyle birkaç saniye afallamış bir ifadeyle ağabeyinin yüzüne bakarak fısıldadı: "Beni ilk defa kurtardın."
Korhan omuzlarını silkti ve Korel'i odasına yönlendirdi. "Hiçbir şeyi karşılıksız yapmam ben, Korel. Bir gün sen de beni kurtarırsın, ne dersin?" Korel'in odasının kapısını açtı ve kardeşini içeriye itekledi. "Duş al, temizlen iyice. Dışarı çıkacağız, sana kendimi tanıtma vaktim geldi."
Korel hızlıca bir duş alıp yüzündeki kan izlerinden kurtulduktan sonra üzerine bir şeyler giydi ve pencereden dışarıya baktı. Ağabeyinin hemen aşağıda motosikletiyle beklediğini fark ettiğinde kaşları ilk önce çatıldı, ardından havaya kalktı çünkü kendi bindiği motosikletin yanında bir motosiklet daha olduğunu gördü. İçinde hissettiği arzu ona can verirken, motosikleti nasıl sürmek istediğini net bir şekilde hissetti.
Odasının kapısını açıp dışarıya çıkarken siyah kazağının eteklerini tutuyor ve merdivenlerden inerken de babasını arıyordu. Ortalarda yoktu. Hızla dış kapıya koştuğunda salondan babasının telefonla konuşma sesinin geldiğini duydu.
Kapıyı açıp dışarı çıktığında ağabeyinin sırtı dönük şekilde motosikletinin üzerinde onu beklediğini gördü. O hızlı adımlarla ağabeyinin yanına giderken, Korhan Erezli dümdüz ileri bakıyordu. "Olabildiği kadar hızlıydım," dedi Korel, ağabeyinin kızgınlığını anlamaya çalışarak. Yan tarafındaki gri motosiklete bakıyordu; boş duruyordu. Onun muydu?
"Kar yağmalıydı," dedi Korhan, tamamen konudan farklı bir noktaya dikkat çekerek. Bakışları evlerinin yakınındaki ormanlık alandaydı. "Kar yağsa her şey daha güzel olurdu ama hava oldukça iyi görünüyor."
Korel, "Neden?" diye sorup onun baktığı yöne döndü ama Korhan çatık kaşlarını çoktan düzeltmişti. Yüzüne alaylı bir ifade yerleştirerek kardeşine dönüp, "Hazır mısın?" diye sordu.
"Neye?" dedi Korel ve bir motosikletlere, bir ağabeyine baktı.
"Seni motosiklet yarışlarına götürüyorum," dedi ve motosikletinin gazını alevlendirdi. Korel'in yüzüne sahici bir gülümseme otururken, "Motosiklet mi?" deyip başını salladı. "Bu motosiklet bana mı ait?"
Korhan boşta duran motosiklete baktıktan sonra kardeşinin arzusunun uzun zamandır farkında olduğunu belli eden bir ifadeyle, "Senin motosikletin," dediğinde gözlerindeki ışığa şahit oldu. "Motosiklet sürerken defalarca bakışlarını yakaladım, ben yokken de motosikletime bindiğini biliyordum. Hediye diye algılama sakın, abisinden kardeşine ölüme bir adım daha yaklaştıran bir canavar işte."
Korel sıcak bir tebessümü dudaklarına yerleştirerek kendi motosikletine yutkunarak ilerledi. "Sen ciddisin," dedi gözlerini açarak. "Ne yani, bunu gidip bana aldın, öyle mi? Ne zaman vermeyi düşünüyordun?"
"Aslında almadım," dedi Korhan. "Dikkat edersen bu benim eski motosikletim, hani senin şu binip de oraya buraya sürttüğün motosiklet." Korel, ağabeyinin farkında olmadığını sanıyordu. "Kendime yeni bir tane alınca eskiyi sana vereyim dedim. İstemiyor musun yoksa?"
"Hadi oradan!" diye bağırdı Korel ve hızla motosikletine binip kontağı çevirdi. Motosikletten yüksek bir homurtu sesi çıkarken, "Ciddi ciddi çalışıyor bu," diye mırıldandı ve on dört yaşın verdiği heyecanla ağabeyine dönüp gülümsedi. "Gerçekten bunu yaptın."
Korhan kardeşinin yüzündeki izlere bakarken derin bir nefes aldıktan sonra, "Kullanmayı da bilmiyorsundur şimdi?" diyerek sorgular cinsten üstünlük tasladı. Korel afallamış ifadeyle gözlerini kaçırdığında, "Gizlemeye çalışma," dedi Korhan. "Motosikletim yerinden milim hareket ettirilse anlarım."
Korel yenik bir şekilde ellerini iki yana açarak, "Aslında bilmiyorum," dedi dürüstçe. "Garajda sen yokken birkaç kere bindim," dedi ama ağabeyi dik dik bakmayı sürdürünce, "tamam, çok kez bindim. Seni de çok izledim ama tam anlamıyla kavrayamadım," diye devam etti. Sorup sormamak arasında kaldığı cümle dudaklarından döküldü. "Bana öğretecek misin?"
Korhan bakışlarını kardeşinin yüzünden ayırıp, "Hemen hemen," diye mırıldandı. "Birkaç teknik bilgi verip birkaç şey öğretebilirim ama gerisini kendin öğreneceksin. Ben kendim öğrendim, başımda benim gibi biri yoktu." Korhan'ın yüz şekli değişti ve gözlerine hınzır bir ifade yerleşti. "Benim gibi birinin olmaması daha iyi oldu," diye fısıldadı fakat ses Korel'e ulaşmadı.
Korhan yaklaşık yarım saat boyunca kardeşine motosiklet hakkında teknik bilgiler verdi ve iki-üç defa test etmek için sürmesini istedi. Korel sandığının aksine çok da kötü durumda değildi; motosiklet konusunda oldukça iyi görünüyordu. Birkaç hatası dışında neredeyse hiç tökezlememişti ve tökezleyeceği zaman da nasıl doğrulması gerektiğini anlamıştı. Pürdikkat ağabeyini dinleyen Korel, hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyor, her birine dikkat ediyordu. Korhan da kardeşinin onu bu kadar dikkatli dinlemesine karşılık, daha iyi olması için önemli noktaları söylüyordu.
En sonunda son bir kere test sürüşü yapıp tamamen olumlu sonuç aldıklarında, "Oldu bu iş," dedi Korhan ve kardeşinin yanından ayrılarak kendi motosikletine ilerledi. "Daha fazla zaman kaybetmeye gerek yok, gidelim hadi."
Korel motosikletinin motoru çalışır vaziyette dururken, "Nereye?" diye sordu. "Trafiğe mi çıkacağız? Kaskımız yok."
"Kask mı?" dedi Korhan kaşlarını kaldırarak. "Orada dur bakalım, eğer ben öğrettiysem kask yoktur. Tehlikeye her zaman açık ol. Kaskı sadece çok soğuk havalarda kör olmamak ya da felç geçirmemek için kullanırım. Hava o kadar da soğuk değil, hem yavaş kullanacağız." Korhan'ın yüzü yavaş kelimesini söylerken ekşidi. "Trafiğe de tam olarak çıkmayacağız," dedi ve kardeşine dik dik baktı. "Motosiklet yarışlarına gidiyoruz. Olabildiğince trafikten gitmemeye çalışacağım, ehliyetin yok. Bir de başımıza bu dert çıkmasın."
Korel karşı çıkmayarak başını salladı ve kafasının içinde dönen motosiklet yarışlarının görüntülerini düşünmeye başladı. Bu görüntülerin hepsinde motosikletin üzerinde kendisinden önce ağabeyi vardı; ağabeyinin oldukça çevik, dikkatli ve profesyonelce motosiklet kullandığının farkındaydı.
"Beni arkamdan takip et," dedi Korhan motosikletinin motorunu çalıştırırken. "Çok da yavaş gitmeyeceğim, yetişmeye çalış."
Onaylamasına fırsat bırakmadan Korhan kardeşinin yanından rüzgâr gibi geçti ve Korel de birkaç saniyelik afallamanın ardından peşinden motosikletini sürdü.
Korel motosikleti sürerken korku hissetmiyordu; birkaç defa direksiyon hâkimiyetini kaybediyormuş gibi olsa da ağabeyi görmeden çok çabuk toparlamıştı. Gittikleri yolda trafik yok denecek kadar azdı ve yanlarından geçen her arabayla Korel'in kendine güveni daha da artıyordu. İlk defa kendini bu kadar özgür hisseden Korel Erezli'nin avazı çıktığı kadar bağırmaya ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Gözlerini kartal gibi keskin bir şekilde tam karşıya dikerken, içinde kopan kasırgaların hepsinin bir adı vardı.
Kendini yaşıtlarından daha büyük ve daha farklı hissetmesinin bir sebebi de buydu. Korel hiçbir zaman onların sahip olmak isteyecekleri şeyleri istememişti; Korel'in istediği gerçek bir özgürlüktü. İçinde, derinlerde hissedebileceği ve ruhunun rengini bile belli edebileceği bir özgürlüktü. Korel ilk defa motosikletin üzerinde ruhunun rengini görmeye başlamıştı.
Yüzüne vuran soğuk rüzgâr onu rahatsız etmiş, burnunu hissetmemeye başlamıştı. Aslında çok da kötü olmayan bu hissi bir şekilde kabullenmişti ama ağabeyinin yüzünde de aynı memnuniyetsiz ifade olduğunu motosikletle yanına kadar yetiştiğinde fark edip, "Ne kadar kaldı?" diye seslendi.
Ağabeyi başıyla tam ileriyi gösterdiğinde Korel'in bakışları da o tarafa döndü ve geniş bir ormanlık alandaki ışıklara baktı. Birbirinden farklı renkler gökyüzüne yansıyordu.
Birkaç dakika sonra ormanlık alandan içeriye girdiklerinde motosiklet kum zeminde biraz daha zor kaymaya başladı ve Korel için direksiyon hâkimiyeti daha zorlaştı.
Korel büyülenmiş şekilde tam karşısındaki manzaraya bakarken, Korhan motosikletini durdurdu ve insanların bakışları direkt ona döndü.
Geniş bir alandı, ortamda güzel R&B bir şarkısı çalıyordu, birçok motosiklet yan yana sıralanmıştı. Otuz-kırk kişi dağılmış bir vaziyette müziğe eşlik ediyor, içip dağıtıyorlardı.
"Sonunda!" diye bağıran bir kız Korhan'a doğru koşup boynuna atladı. "Nerede kaldın? Hiç geç kalmazdın."
Korhan ilk önce kızıl saçlı, kendisinden belki de yaşça büyük olan kadına baktı ve ardından kardeşini gösterip ortamdaki herkesin neden geç kaldığını anlamasını sağladı.
"Yok artık!" dedi kızıl saçlı kadın. "Kardeşin bu mu?" Kadın Korel'e doğru koştu, henüz motosikletini bile durdurmamışken onun omzuna atıldı. "Korhan, bu çocuk büyüdüğünde senden daha yakışıklı olacak. Baksana şu gözlere! Balrengi. Nasıl uzun kirpikleri var öyle."
Korel alışık olmadığı bu tepkilerden ötürü bakışlarını kaçırınca kızıl saçlı kadın tiz sesle güldü. "Bir de utanıyor! Korhan? Bu senin kardeşin, değil mi? Eminiz?.."
Korhan'ın yanına gelen birkaç kişi daha şaşkınlıkla Korel'e bakıyordu. "Tamam Gamze," dedi Korhan kızıl saçlı kadına. "O benim gibi değildir, rahat bırak."
Gamze dudağını bükerek Korel'e doğru, "Keşke biraz daha büyük olsaydın," diye fısıldadı. "Emin ol üstünden hiç inmezdim, ufaklık."
"Diyorsun?" Gamze'nin arkasından öne doğru çıkan kadının yaşı biraz daha küçük görünüyordu. Korhan'dan küçük, Korel'den birkaç yaş büyük gibiydi. Korel'in yüzüne dikkatli bir şekilde bakarken, Gamze'yi itekleyerek, "Merhaba," dedi. "Ben Göksel. Yaşın umurumda değil, her türlü seninle takılırım."
Korel ilgiden dolayı sıkılmış bir ifadeyle Korhan'a dönüp bakınca ağabeyinin onunla değil de turuncu saçlı bir kızla ilgilendiğini gördü; hemen ileride bir adam elinde tuttuğu çantayla Korhan'a doğru ilerliyordu. Korhan ortama gelince herkes motosikletinin başına geçmişti.
"Merhaba," dedi Korel en sonunda sıkılmış bir ifadeyle. Göksel'e göz gezdirdiğinde çirkin bir kız olmadığına karar verdi. Sarı saçları beline kadar geliyordu ve ceylan gibi gözleri vardı. Dolgun dudakları ve kıpkırmızı rujuyla âdeta Korel için davetiye çıkarıyordu. "Yarışa senin arkanda katılabilirim."
Göksel'in teklifi Korel'i tereddüde düşürdü. "Ben yarışmaya katılmayacağım," demesine kalmadan ağabeyi diğer taraftan yüksek sesle bağırdı: "Göksel, tam da kardeşimin arkasına kız arayacaktım. İyi çıktın."
Korel şaşkınlıkla ağabeyinin yüzüne bakınca onun da kendisine baktığını fark etti. Sorgulayan bir ifadeyle motosikletini gösterip yeni öğrendiğini belli etmeye çalıştı fakat Korhan omuz silkerek başını salladı. "Hayatıma hoş geldin kardeşim. Artık kaçışın yok, korkak olmaktan vazgeçme zamanı."
Son cümleyi yüksek sesle söylemesi ve çevrelerindeki insanların bunu duyması Korel'i öfkelendirdi; herkesin ortasında küçük düşürülmekten başka hiçbir şey değildi. Bir an ne yapacağını bilemeyip etrafına baktı, ardından "Hadi oradan," dedi zorlukla gülerek. "Sen benim ne zaman bir şeylerden korktuğumu gördün?"
Korhan yüksek sesle kahkaha attığında kahkahasındaki imayı sadece Korel anladı. Kastettiği babasıydı; çirkin kahkaha ona sadece babasını anımsatmıştı. Korel korkuyu hissedebiliyordu fakat belli etmemek için elinden gelen bütün çabayı sarf ederek bakışlarını ağabeyinden ayırıp Göksel'e baktı.
"Ben korkmadığına eminim," dedi Göksel göz kırparak. "Bakışlarında heyecan görüyorum, korku namına hiçbir şey yok." O yaşlarda bile bakışlarına kalın bir örtü çekmeyi başarabilen Korel, kafasını evet der gibi salladı ve bakışlarını kaçırmadan dik dik bakmaya devam etti.
İleriden çantayla yaklaşan adamın Korhan'a doğru yürürken her motosikletlinin yanında durduğuna dikkat etmişti fakat nedenini araştırmamıştı. Ağabeyine sormak istedi fakat hemen bundan vazgeçip Göksel'i kullandı. "O adam ne yapıyor?"
Göksel duraksayarak bir ona bir ağabeyine baktı; ardından, "Bu yarışlar hakkında hiç mi bilgin yok?" diye sordu.
Korel altdudağını bükerek kaşlarını kaldırdı. "Epinefrin. Adrenalin yani. Yarışlara başlamadan önce adrenalin iğnesi vuruluyorsunuz."
Göksel'in yüzünde şaşkınlık baş gösterdi. "Sahiden Korhan'ın kardeşi olduğuna emin misin? Bu yarışları çıkaran kişi Korhan Erezli'dir ve bu kadar uzak, dışarıda kalman tuhafmış."
"Göksel," dedi Korhan diğer taraftan ve onları dinlediğini yeni fark eden Korel hemen olduğu yerde doğruldu. "Henüz on dört yaşında, benim gibi olmasını bekleyemezsin." Yeniden küçümsenen Korel'in yüzünün şekli yine değişti ve ağabeyine karşı öfkesi biraz daha arttı.
Çantalı adam Korhan'a iğneyi vurmak için şırıngayı ayarlarken Korel farkında olmadan bir elini kalbine götürdü ve bünyesinin adrenalini kaldırıp kaldırmayacağını kendi içinde sorguladı. Buradaki diğer insanlardan daha farklıydı, onun bünyesi kaldırabilecek kadar güçlü değildi ve kalbi diğerlerine göre daha farklı atıyordu, ağabeyi de bunun farkındaydı. Bakışları kesiştiğinde Korhan umursamaz bir şekilde omzunu silkti.
Korhan Erezli kardeşi Korel Erezli'yi kendi elleriyle bile isteye tehlikeye atıyordu; bunu yaparken de bir an olsun gözlerini kırpmıyordu.
Korel sadece bir anlığına babasının yanında daha güvende olduğunu hissetti. Onun yanında tehlikede değildi, yaşadığı ve yaşatılan tek duygu acı olurdu ama ağabeyiyle beraberken daima tehlikenin kucağındaydı ve öyle olmaya da devam edecekti.
Korhan kardeşinin yüzüne bakarken, adam şırınganın ucundaki iğneyi Korhan'ın bacağına sapladı ama Korhan'ın yüzünde bir an bile değişme olmadı. Korel'in yutkunduğunu gören ağabeyi, "Korkuyor musun?" diye sordu. Göksel'in bakışları Korel'e döndüğünde birkaç kişi daha ona bakıyordu.
"Hayır," diye yalan söyledi Korel. "Heyecanla bekliyorum."
Korhan memnuniyetle kafasını salladı ve çantalı adamı Korel'in yanına gönderirken, motosikletini diğer motosikletlerin durduğu yere sürmeye başladı. Çantalı adam Korel'in yanına gelip, "Bir rahatsızlığın var mı?" diye sorduğunda ona bu soruyu ağabeyi sordurmuş gibi geldi.
"Yok," dedi Korel başka bir yalana başvurarak. "Olsa da önemi yok."
"Doğru," dedi Göksel göz kırparak. "Ölüm yarışları bu. Ne önemi var?"
Korel tam karşıya, ağabeyine bakarken çantalı adam şırıngayı çıkardı ve ilacı hafifçe şırıngadan dışarıya çıkarırken Korhan'ın yanındaki motosikletli adamlara bir şeyler söylediğini gördü. İşaret ettiği kişi Korel'di.
Adam iğneyi bacağına yaklaştırırken, Korel heyecanını görmezden gelerek ve hissedeceği acıyı unutmaya çalışarak Göksel'e döndü. "Varış yeri nerede?"
Göksel anlamsız anlamsız baksa da, "Varış yeri yok," dedi. "Farklı bir yarış." Korel bacağında şiddetli bir acı ve yanma hissetti; ilacın yayıldığını hissederken dişlerini kenetleyip gözlerini kıstı.
"İyi misin?" dedi Göksel ve çantalı adama baktı. "Bir şeyleri yanlış mı yaptın?"
Adam çömeldiği yerden ayağa kalkarken, "Hayır," dedi. "Yaşı küçük ve ilk defa böyle bir deneyimi oldu belli ki. Acıyı net bir şekilde hissetmesi çok normal."
"Hayır," dedi Korel dişlerini sıkmaya devam ederken. "İğnelere alışığım, sadece yanma hissi kötüydü."
Göksel korkusuzca tebessüm etti ve birkaç saniye içinde Korel'in arkasına binip kollarını onun bedenine sardı. Yaşına rağmen oldukça iri ve uzun boylu olan Korel'in bedeni Göksel'i şaşırttı. "Sen on dört yaşında olduğuna emin misin?"
"Değilim," dedi Korel ve bacağındaki yanmanın geçtiğini hissederek motosikleti oldukça dikkatli ve yavaş bir şekilde diğerlerinin olduğu yere doğru sürdü.
Bütün motosikletler yan yana dizilip arka tarafta kalan kızların gözleri bağlanmaya başlandığında, Korel hiçbir tepki vermeden ağabeyine bakıyordu. Ağabeyi ise gözlerini tam karşısına dikmiş, yüzündeki hafif tebessümle ellerini açıp kapatıyordu. Korel'in gözleri Korhan'ın arkasında duran turuncu saçlı kıza odaklandı. Korhan'dan küçük olduğu belliydi ama ortamdaki diğer kızlardan çok daha farklı görünüyordu. Gözleri kapanmadan önce turuncu saçlı kızın da son baktığı kişi Korel oldu. Bakışlarında Korel'e karşı farklı bir ifade vardı; ya istemeden o motosikletin arkasında oturuyor ve kurtuluş bekliyordu ya da Korhan onu istemediği halde o motosikletin arkasında oturmaya devam ediyordu. İkisinden biriydi.
"Hazır mısınız?" dedi Korhan ve yan tarafında dizili olan sekiz motosiklete baktı. O motosikletlerden birinin üstünde olan Korel, ağabeyine bakmayı sürdürüyordu; kanında alevlenen endişe, heyecan ve kalbinin atışının gitgide yükselmesi nefesini kesmeye başlamıştı. Parmakları direksiyonu daha sıkı kavradı ve gazı kökledi; gazın çıkardığı ses Korhan'ın yüzünde bir tebessüm oluşturdu. Gözleri ise kardeşine dönmedi.
"Üç!" Kızıl saçlı kız motosikletlerin arkasından seslenince motosikletlerin üzerindekiler öne eğilerek kartal gibi tam karşılarına baktılar. "İki!" Korel bakışlarının titrediğini hisseder gibi oldu ve kalbi boğazında atmaya başladı; o kadar şiddetli atıyordu ki böyle hisseden bir tek kendisi mi diye merak ediyordu. "Bir!" Gözlerini sıkıca kapattı ve ağabeyinin, babasının yüzünü gördü. Onlara büyük bir meydan okumayla beraber hırladı. "Başla!" sesinden sonra köklediği gazıyla ve yükselttiği vitesiyle beraber ileriye atıldı.
Yanından motosikletler rüzgâr gibi geçerken ne tarafa gideceğini bilemedi ve kafasından onlar kadar iyi motosiklet kullanamadığı, hemen yenileceği düşüncesi geçti. Gücünü kullanamıyorsa zekâsını kullanabileceğini düşündü ve ağabeyine karşı duyduğu şiddetli öfkeyle motosikleti diğerlerinden farklı bir tarafa sürerek insanların şaşkınlıkla ona bakmasına neden oldu. Ters taraftaki karanlığa doğru motosikletini sürerken, insanlar Korel'e bakarak çığlık atıyordu. Yanlış yola gittiğini söylüyorlardı ama o bunu bilerek yapıyordu.
"Neler oluyor?" diye bağırdı Korel'in arkasındaki Göksel ve başını kaldırdı. "İnsanlar neden sana sesleniyor?"
Korel dudaklarının kuruduğunu hissediyordu ve boğazı yanıyordu. Kalbinin atışı o kadar şiddetliydi ki kulaklarında o sesten başka hiçbir şey yoktu. "Bir şey yok," diyebildi. "Sadece ters yöne sürüyorum."
"Ne?" dedi Göksel şaşkınlıkla; Korel diğer motosikletlerden tamamen uzaklaşıp onları net bir şekilde izleyebileceği bir tepeciğe doğru gittiğinde motosikletini durdurup ışıklarını kapattı. "Ama bu kuraldışı."
"Kuraldışı değil," dedi Korel ve başını yana çevirdi. "Bu yarışın tek kuralı devrilmemek değil mi? Saklanacağım, son kişi kalana dek bekleyeceğim ve o zaman ortaya çıkacağım. Diğer türlü hemen yenilirim; motosiklet kullanmayı yeni öğrendim."
Göksel şaşkınlığını gizlemeyip sessizce inledikten sonra, "Vay canına," diye fısıldadı. "İyi fikir. Ağabeyine çekmişsin."
Korel yüzünü ekşiterek, "Ağabeyimi gözünüzde çok büyütmüyor musunuz?" diye sordu.
"Ağabeyinin büyüklüğü ne zaman silinir, biliyor musun? Ondan daha iyisi çıktığında. Sen ondan daha iyi misin?"
"Belki öyle, belki de değil," diye ucu açık bir cevap verdi Korel. "Sadece meydan okumak yanlış geliyor, gösterişi seven biri olmadım. Arkamdan konuşulan hiçbir şeyi de umursamadım. Ağabeyim bunların tam zıttı ve bu da bir zaaf. Başarısız olduğu her an yıkılacak gibi duruyor ve bu da onu mükemmel yapmaz."
Göksel tereddütle kaşlarını çattı. "Abinden nefret ediyormuş gibi konuşuyorsun. Onu kıskanıyor musun yoksa sadece abi-kardeş ilişkisi filan mı?"
Korel alayla güldü. "Ondan nefret etmiyorum." Dürüsttü. "Onu kıskanmıyorum." Dürüsttü. "Sadece, onun gibi olmak istemiyorum." Yalandı. Korel, ağabeyi gibi olmak istediğini kendine bile itiraf edemiyordu ama sürekli onu izlediğinin, onun gibi olmak istediğinin de farkındaydı.
Göksel cevap vermek yerine sessizliğe gömüldüğünde, Korel karşı tarafta bir görünüp bir kaybolan motosikletleri izliyordu. Birkaç kişinin devrilişini görmüş ve bu kişilerin yıkılırken çektikleri acıyı hissetmişti. Çığlık sesleri havada uçuşuyordu; heyecan gitgide yükseliyordu ve Korel kalbinin üzerinde gerçek bir acı hissediyordu. Her kalp atışında nefesini kesen bu acı, diğerlerini de zorluyormuş gibiydi. Korel'de iki katı fazlaydı; bunun farkındaydı.
Elleri kendini kaybetmişçesine titremeye başladığında başını öne eğip, "Ellerimin titremesi, kalbimin yerinden çıkacak gibi atması, kulaklarımın çınlaması, gözlerimin odağını kaybetmesi normal mi?" diye sordu. Dahası da vardı ama bunu anlatamıyordu. Dizlerinin de titrediğini hissedebiliyordu. Ağzının içi kupkuru kalmıştı.
"Normal sanırım," dedi Göksel. "Çok mu fazla? İstersen oyundan çekilebilirsin."
Göksel gerçekten onu mu düşünüyordu yoksa rol mü yapıyordu, Korel bunun kavgasına girmek istemedi ve kafasını iki yana salladı.
"Birazdan yarış bitecekmiş gibi görünüyor, üç kişi kaldı sadece."
Göksel derin bir iç çekti. "Gözlerim kapalı olduğu için göremiyorum. Kimler kaldı?"
"Yeşil bir motosiklet, ağabeyim ve ben." Sırıttı. "Kendimi oyuna dahil etmem adil mi?"
Göksel de güldü. "Sinsi bir yarışçısın ama dahilsin."
Yeşil motosiklet ile ağabeyinin motosikleti tekrar göz önüne çıktığında birbirlerini devirmek için iki aslan gibi kavgaya girişmişti ve iki taraf da bir türlü bunu başaramıyordu. Korel tek kaşını havaya kaldırdı ve kontağı çevirip, "Tam zamanı," diye fısıldadı ve direksiyonu dikkatlice hareket ettirerek ağabeyinin olduğu tarafa sürmeye başladı.
"Korel," dedi Göksel. "Bedenin titriyor, dişlerin takırdıyor, iyi misin?" Göksel endişeyle kollarını Korel'in gövdesine doladı. "Bir problem var. Daha önce kimsenin bu kadar kötü olduğunu görmemiştim."
"Sorun yok," derken Korel dudaklarının acıdığını hissetti. "Kalbimde 'ufak' bir problem var, o kadar." Ufak kelimesinin üzerine bastırması, kendisini alaya aldığını gösteriyordu.
"Dur," dedi Göksel. "Motosiklet sarsılıyor, farkında değil misin? Çekil oyundan."
O sırada Korel'i gören seyirciler bağırmaya başladı ve o seslerin arasından, "Korkak," kelimesini duydu. "Kaçak! Korkak geliyor. Kaçtı!"
Korhan'ın dikkati bir anlığına dağıldı ve geriye giderek kardeşine baktı; o sırada Korel, kimsenin beklemediği bir şey yapıp motosikletiyle karşı tarafı devirmeye çalışmak yerine ağabeyinin arka tekerleğine sertçe vurarak onu devirmeye çalıştı.
Rakip geriye çekilirken, bir an ortamdaki yüksek sesler bıçak gibi kesildi ve gözler Korel ile Korhan'a odaklandı. Korhan motosikletinin hâkimiyetini sağlamaya çalışırken dizini yere sürttü ve yan yatan motosikletini düzeltmek için çaba sarf etti. O sırada Korel ikinci darbeyi vurmak için ileriye atılınca yeşil motosikletli rakip Korel'in ön tekerleğine darbe indirip motosikletinin titremesine sebep oldu.
Korhan motosikletinin hâkimiyetini zorlukla sağlarken, yeşil motosiklet Korel'i sıkıştırmaya devam ediyordu.
Göksel'in çığlık seslerinden başka ses yok gibiydi. Korel'in bedeni öyle çok titriyor, dişleri birbirine öyle çok çarpıyordu ki Göksel de ona bağlı olduğu için aynı şekilde titriyordu. "Durun!" diye bağırdı Göksel bütün gücüyle. "Korel iyi değil, oyunu bitirin!"
Korel görüşünün bozulduğunu ve bulanık gördüğünü fark etti. Direksiyon yana kayarken şiddetli bir ses duydu ve baktığında ağabeyinin yeşil motosikleti devirdiğini gördü.
Kocaman alanda sadece ikisinin motosikleti dururken Korhan'ın sadece iki tercihi vardı.
Birincisi oyunu bitirmek ve kardeşine yardım etmekti.
İkincisi oyuna devam etmek ve kardeşini alt etmekti.
Korel'in kafası öne düşmeye başladığında Korhan durduğu yerde gazını alevlendirdi ve motosikleti Korel'in üzerine sürmeye başladı. Korel bulanık bakışlarının arasından üzerine doğru gelen ağabeyine baktı ve Korhan, Korel'in tam dibinde durduğunda ön tekerleği Korel'in ön tekerleğine hafifçe değdi.
"Beni alt edebileceğini sandın," dedi Korhan gözlerini kısarak. "Tek başına karşıma çıkmaya cesaretin yokken beni sinsice sıkıştırmaya çalıştın." Kafasını aşağı yukarı salladı. "Korkaklığını gizlemeye çalıştın. Kaçışını yok etmek istedin." Tekerleğinin ucuyla hafifçe Korel'in tekerleğini zorladı. "Sırtlanları biliyorsun, değil mi kardeşim? Avlarını cömertçe değil sinsice yakalarlar, onları öldürmek için her türlü kötü yolu denerler ve avlarını kemiklerine kadar yerler." Korhan başını dikleştirdi; Korel'in başı dik duramayacak kadar eğildi. "Unuttuğun bir şey var. Sırtlanlar leş yemeye bayılırlar ve ben hiçbir zaman leş olmam." Sertçe Korel'in ön tekerleğini iteklediğinde dengede duramayan motosiklet yana kaydı ve üzerinde duran Korel ile Göksel yan bir şekilde yere düştü. Bütün konuşmalara kulak misafiri olan Göksel çığlık atarken Korel hırladı.
Korhan motosikletinden indi ve kardeşinin başının tepesinde durdu. "Şu an değil ama bir gün beni kemiklerime kadar yemek isteyeceksin; hiçbir zaman başaramayacaksın. Beni hiçbir zaman yenemeyeceksin."
Korel acıyla gülümserken eli kalbinin üzerine gitti ve kalbinden zehir aktığını hissetti. "Seni hiçbir zaman kemiklerine kadar yemeyeceğim abi ama seni öyle bir yeneceğim ki sadece benim leşim olacaksın ve Sırtlanın Leşi olarak anılacaksın."
Kalbinin dayandığı son nokta buydu; zihni karanlığa bulandığında, kalbi defalarca zorlanacağının da farkındaydı.
***
Görüntüler titriyordu. Yokluk beni yok ediyordu sanki ve geçen her arabanın farı gözlerimin içini yakıyormuş gibi geliyordu. Titreyen her araba üzerime geliyor gibiydi. Hemen ilerideki sokak lambası tam gözlerime çarpıyordu; kanlar gözlerimden akıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım ve bedenimin de titrediğini o an Korel'in kolumu kavramasıyla anladım, dengem kaybolmuştu. Geriye bir adım atmaya çalıştığımda kalçam hemen arkadaki arabaya çarptı ve başımı şaşkınlıkla arabaya çevirdim.
Titreyen araba mıydı?
"Minel," dediğini duydum Korel'in fakat sesi bir kuyunun dibinden geliyor gibi değildi de sanki gökyüzünden bana sesleniyordu. "İyi misin?" dedi; bağırıyor muydu, fısıldıyor muydu anlayamıyordum. Başımı gökyüzüne çevirdiğimde yanağıma bir damla düştüğünü fark ettim ve ağlamanın verdiği korkuyla elimi yanağıma götürdüm.
Korel'e ilk sorum, "Ağlıyor muyum?" oldu ve ona tutunmak yerine arkamdaki arabaya tutundum. Ellerim öylesine titriyordu ki dişlerimin bile birbirine çarptığını hissetmemiştim.
Korel ilk önce gökyüzüne baktı, bakışları kısıldı ve ardından gözlerini kısa bir süre kapatıp açtıktan sonra, "Hayır," diye mırıldandı. "Sadece yağmur çiseliyor."
Ses tonu dürüsttü ama bakışları dürüst görünmüyordu.
"Öyleyse neden senin yüzüne hiçbir damla değmiyor," diye sorduğumda sesim de titriyordu. Arabayı sımsıkı tuttuğum elimi Korel hızla ama nazikçe çekip elinin içine aldı. Avcunun sıcaklığı avcumla buluştuğunda sarmaşıklarına tutunuyormuşum gibi hissettim.
Omzunu silkti. "Sadece sen görmüyorsun," dedi ve tuttuğu elimle beni kendine çekti. Bedenim bedenine çarptığında diğer elim kalbinin olduğu boşluğa tutununca ona baktım. "İyi değilsin." Bir eliyle yüzüme gelen bir tutam saçımı geriye itti. "Gidelim buradan."
Bedeninin sıcaklığına kavuşan bedenim sanki bir anda titremeyi bıraktı ya da bana öyle geldi. Bedenini hafifçe benden uzaklaştırdı ve tam gözlerimin içine bakarak, "Eskişehir'e bugün gitmek ister misin?" diye sordu. Şaşırmadığım bu soru karşısında sadece kafamı evet anlamında salladım ve altdudağımı kanatmak istercesine dişlerimin arasına aldım.
Bu tepkimi bekleyen Korel beni yolcu koltuğuna yönlendirdi. Bu sırada eli hiç beklemediğim şekilde elimi şefkatle kavrıyordu. Yolcu koltuğunun kapısını açarken boşta olan elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Beni koltuğa oturttu ve ellerim kucağıma düşerken kapıyı kapattı.
Gözlerim tam karşıya odaklandı ve boş yola baktığımda kulaklarım arkadan yükselen korna seslerini tekrar duyunca o çınlama yok oldu. Gölgelerin uzun zamandır uğramadığının farkındaydım ama kulaklarımın aşina olduğu sesler tekrar dönecekmiş gibi görünüyordu.
Telefonla konuşarak arabaya bindiğinde, "Ne işi var onun senin yanında?" diye sorduğunu duyunca dikkatimi Korel'e vermeye çalıştım.
Bedenim ve hislerim duyduğum, bizzat kendi kulaklarımla duyacağım ve bana anlatılacak acılara karşı hissizleşmiş miydi? Günler önce olsaydı belki dizlerimin üstüne düşmeme neden olacak bu haber şimdi sadece dizlerimi titretiyordu. Hangisi daha kötüydü, karar veremiyordum. Belki de bedenimin ve ruhumun bir tepki verme zamanı gelmişti çünkü diğer türlü kalbimin üzerinde sürekli kanatan bir kaktüs varmış gibi hissediyordum ve bu kaktüse karşı duyarsızlaşmıştım. Kalbimin kaktüsü büyütecek kadar çorak olmadığını fark ettiğimde her şey benim için daha kötü olmayacak mıydı?
"Sikeyim," dedi Korel ve bakışları bana döndü. Ona baktığımı fark ettiğinde tekrar başını çevirdi. "Tamam, sen eşyaları al, benim evin yakınındaki otobana doğru çık. Yarım saat ya da bir saate oradayız gibi görünüyor." Ellerimi yumruk yaptım, Korel bunu fark etmiş gibi boğazını temizledi. "Belki de daha erken. Olabildiğince hızlı kullanacağım."
Telefondan bir erkek sesinin geldiğini işittim ve kim olabileceğini düşünmeye başladım. O sırada Korel telefonu kapatıp, "Gürkan," diye açıklamada bulundu. "Evdeki eşyaları alıp bize getirecek. Eve uğrayıp zaman kaybetmek istemedim." Kaşları çatıldı ve arabanın motorunu çalıştırdığında elleri direksiyonu sımsıkı kavradı. "Büge Gürkan'ın yanındaymış. Nasıl oldu da bir araya geldiler bilmiyorum ama amcan Büge'yi arıyormuş."
Bir an Gürkan ve Büge'nin nasıl yakınlaştıklarını düşündüm fakat buna zaman ayırmak yerine, "Sonra?" diye sordum umursamaz bir sesle.
"Sonrası bu işte. İkisi beraber eşyaları vermek için otobana çıkacaklar."
Gaza hiç beklemediğim anda basınca öne kaydım ve elimle torpido gözünden destek aldım. "Emniyet kemerini bağla," dedi Korel ciddiyetle. "Hiç olmadığı kadar hızlı kullanacağım."
Onun emniyet kemerini takmamış olduğunu görünce, "Kendi yapmadığın şeylerin aklını verme bana," dedim hiddetle. "Bir daha bana emir de verme."
Korel hızı artırıp vitesi yükseltti. Bu sefer de sırtım sertçe koltuğa çarpmıştı. "Ben takarsam sen de takacak mısın?" diye sordu. Cevap vermek yerine başımı yanımdaki cama çevirdim. "Eskişehir'e ulaşmadan ölmek mi istiyorsun?" diye sordu. "Ne oldu intikama, geleceğe, geçmişe, şimdiye?"
"Korel," dedim dişlerimi kenetleyerek. "Şantajın umurumda değil, kandıracağın çocuk da değilim. Ayrıca aklın yerinde mi? Emniyet kemeri takmayan sensin ve sen kaza yaparsan ben de ölürüm. Kaza yapalım, sen öl ama ben yaşayayım, öyle mi?"
Korel derin bir iç çekti ve arkasındaki emniyet kemerini tek eliyle sertçe çekiştirdi. Bu tepkisini hiç beklemediğim için gözlerim hafifçe açıldı fakat Korel emniyet kemerini tek seferde takıp bana döndü. "Seni bekliyorum," dedi sertçe. "O emniyet kemerini tak. Bu sefer sen kazandın."
Kazanmanın umurumda olmadığını fark etsem de Korel'le önemsiz bir konu yüzünden söz düellosuna girmek istemediğimden, onun aksine sakince emniyet kemerimi taktım ve hâlâ titreyen ellerimi yumruk yaptım.
Hızı olabildiğince artırıp vitesi sonuna getirdi. İbreye bakmaya korksam da iki yüzü geçtiğini az çok anlayabiliyordum. Arabanın içini can yakıcı bir sessizlik kaplamıştı ve dişlerimi dudaklarıma geçirerek kendimi susturmaya çalışıyordum.
"Yapma," dediğini duydum Korel'in. "Dudaklarını kanatacaksın. Ne söylemek istiyorsan bana söyle, karşındayım."
Kafamı sadece iki yana sallayıp, "Eskişehir'e gelmeni istemediğimi söylesem ne derdin?" diye sordum. Hissettiğim mutsuzluk beraberinde Korel'e karşı hayal kırıklığı ve öfke de getirmişti. Onu affedemeyen bir tarafım hep olacak mıydı, bilmiyordum ama ona karşı artık sessiz kalmaktan ya da yaptığı onca şeyden sonra susmaktan sıkılmıştım.
Az önce duyduklarımı bu şekilde mi gizlemeye çalışıyordum yoksa unutma metodum bu muydu?
"İzin vermezdim," dedi hızlıca. "Seni bu şekilde bırakamam."
"Neden?" diye sorduğumda önümüzdeki beyaz şeritler gözle görülmeyecek kadar hızlı akıyordu. Gecenin ilerleyen saatleri olduğu için trafik yoktu ve otobana çıktığımızdan ışıklara da denk gelmiyorduk.
"İyi değilsin," dedi. Duraksadı, kaşları havaya kalktı. "Yani şu an iyi değilsin. Farkında değil misin? Ayakta duramayacak durumdasın."
"Sana dürüstçe bir soru soracağım ve gerçekten beni düşünüyorsan cevap verirsin," dediğimde yüzümde alaylı bir ifade canlandı. "Sen ve dürüstlük kelimelerini aynı cümlede mi kullandım ben? Akıllanmıyorum. Boş versene."
Korel'in sert bir tepki vermesini ya da üzerime gelmesini bekledim fakat Korel sakin bir sesle, "Sor," dedi. "Dürüstlüğü boş ver, istediğini söyleyebilirsin şu an bana. Sadece soruyu merak ettim."
Yüzümdeki alaylı ifade silinmezken, "Bazen senden öylesine nefret etmeme sebep oluyorsun ki," dediğimde bakışları direkt bana döndü. "Seni doğru düzgün tanımıyorum belki de; benim için hâlâ bir yabancısın ama nefretim öyle geçmişten geliyor ki tırnaklarımı etine geçirmek ve canını yakmak istiyorum. Acı çektiğini görmek istiyorum." Kendime bile yeni itiraf ettiğim bu hislere ben de şaşırdım fakat Korel hâlâ sabit bir ifadeyle bana bakıyordu. "Fakat böyle büyük bir nefret bile beslerken sana, senin bana yaptığın kötülükleri yapamam, biliyor musun? Seni kandıramam, seni oynatamam, senden bir şeyleri gizleyemem. Neden?" Bunu sorduğumda déjà vu yaşıyormuşum gibi geliyordu. "Fiziksel açıdan kötü mü olmam gerekiyor beni düşünmen için? Belki de düşünüyor numarası yapman için? Günlerdir gözünün önünde acı çektiğimi görmüyor muydun? Neden Korel?" Korel'in ifadesi değişti ve dudakları hafifçe kıvrıldı; yüzündeki tebessüme bakarken midemin bulandığını ve yüzünün ortasına yumruk atmak istediğimi fark ettim. "Bana aynı kötülükleri yapmayacağını nereden biliyorsun?" diye sordu. Tek kaşını kaldırdı ve o da alaylı ifadesiyle bana baktı. "Acı çektiğini gösterdiğini mi sanıyorsun? Sana iyi gelecek ne varsa ben onu seçtim."
Acıyla kahkaha atıp, "Sana daha önce tam bir şerefsiz olduğunu söyleyen oldu mu hiç?" diye sordum. Korel etkilenmeyip, "Birçok kez," diye yanıtladı. Onun da alaylı ifadesi silinmemişti. "Bencil, sadece kendini düşünen bir insan olduğunu söyleyen oldu mu?" Korel dişlerini göstererek sırıttı. "Defalarca, sayamayacağım kadar."
"Peki, sana annesiz babasız bir piç olduğunu söyleyen oldu mu?" diye sorduğumda yüzündeki ifade donuklaştı; ağzımdan çıkan küfre mi yoksa kurduğum cümleye mi şaşırdığını anlamadım. Sessizlik arabanın içini kaplıyor ve sokak lambaları onun yüzüne her vurduğunda ifadesi biraz daha değişiyordu. "Olmadı, değil mi?" dedim ve kaşlarımı kaldırdım. "Sana bunu ajitasyon olsun diye söylemiyorum, zaten bana acıdığını biliyorum ama ben bu cümleyi öyle çok duydum ki Korel, bu cümleye ve benzerlerine hissizleştim. Dile getirmediğim, hissettirmediğim her duyguyu ben sadece ve sadece kendimden çıkardım; güç benim için buydu." Canını yakmak için, "Beni küçümsemen hoşuma gidiyor," diye fısıldadım. "Demek ki acılarımı öyle ufak gösteriyorum ki küçümseniyorum. Ya sen? Annesi senelerdir ortada olmadığı halde yaşadığını düşünerek kendini kandıracak kadar güçsüzsün. Belki de yaşıyordur, kimbilir? Senin yaptığın, çekeceğin acıyı görmezden gelerek kendini kandırmak. Kendini kandıran insanlar güçsüzdür. Babalarının karşısında başlarını yerden kaldırmayan çocuklar güçsüzdür. Sen ailesine meydan okuyamayan bir adamsın, acılarına nasıl meydan okuyacaksın ki?"
Söylediklerimi dinlerken Korel'in yüzündeki ifade silinmedi fakat dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm. Bir şey söylemek istiyordu fakat derin bir suyun içinde kalmış gibi dudaklarını aralamaktan başka hiçbir şey yapmadı. Söylediklerime pişman olacak mıydım? Belki de olacaktım ama Korel'in canını yakma isteğini alt edemiyordum.
"Biliyor musun Minel," dedi net bir sesle. "Annemi zaafım olarak görüyorsun ve her fırsatta onu kullanarak canımı yakmaya çalışıyorsun. Bana çekebileceğin tek kılıç bu, değil mi? Başka hiçbir şeyin yok. Benim sana çekebileceğim onca kılıç varken hem de."
İçimden bir ses susmamı istedi fakat o sese karşı gelerek, "Sana kılıç çekmek istemiyorum ama yüzüne baktığımda tokadının izini de görmezden gelemiyorum. Babanı ve seni unutmamı mı istiyorsun?" dedim hoşnutsuz bir tınıyla. "Babandan tarif edilemez bir şekilde ödün kopuyor. Karşısında ona muhtaç biri gibi oluyorsun. Peki ya abin? Senden o kadar üstün, o kadar farklı ki ikisinin ortasında eziliyorsun ve ezilmeni başkalarının üzerinden gidermeye çalışıyorsun."
Korel gülünce çenesindeki yanık izine gözüm kaydı ve söylediğim cümlelerin ağırlığı sanki bütün izlerinde dolandı. Amacımın Korel'in acılarını küçümsemek olmadığını biliyordum; çektiği her acıyı hissedebiliyordum hatta çok daha fazlası olduğunu da biliyordum. Onun yaşadıkları benim başıma gelseydi ne halde olurdum diye kendime bir soru yönelttim fakat derhal bunu kafamdan attım.
"Yüzüme baktığında bir tokadın izini mi görüyorsun?" Sesindeki yansımalarla kalbindeki acıyı hissetmek istedim fakat öyle bir şey yoktu. "Demek ki hiçbir şey göremiyorsun çünkü benim hakkımda bileceklerin parmaklarının dokunduğundan, gözlerinin gördüğünden çok daha öte. Başka bir kılıcın da babamın tokadı mı olacak?" Sokak lambalarının sarı ışığı yüzünü aydınlattı ve kehribar rengi gözleri parladı. "Senin için üzücü olacak çünkü kılıçların hiçbir zaman ruhuma saplanmayacak ve bedenim kanasa da sen sadece şeffaflığımı göreceksin."
Ona bakarken ne demek istediğini tam olarak anlayamıyordum ama bana karşı bir meydan okuma olabileceğini düşünerek, "Gerçekten bu kadarla sınırlı olabileceğini mi düşünüyorsun?" diye soru yöneltip olduğum yerde doğruldum. Sokak lambaları bu sefer de benim yüzüme vuruyordu. "Emin ol, seni senin düşündüğünden daha iyi tanımaya başladım; hem de ruhunla ve en önemlisi geçmişimle seni hissediyorum. Dinle Korel, bana meydan okuma çünkü seni hissetmeye başladıysam ve geçmişimden bana sesleniyorsan ruhunu ellerimin arasına almama çok da bir zaman kalmamış demektir."
"Senin aksine," dedi hızla ve bakışları yoldan ayrılıp bana döndü. Gözleri gözlerimle kesiştiğinde bir orman yangınına şahit oluyormuşum gibi hissettim. "Güç yarışı yapmayacağım ya da acılarımı senin acılarınla yarıştırmayacağım çünkü cümlelerindeki bencillik bir gün sadece sana zarar verecek, biliyorum." Bencil miydim? Öyle biri gibi mi konuşmuştum?
"Soruna cevap vermek istemiyorum ama senin işittiğin cümlelerin katbekat fazlasını işittim; hiçbir zaman da kendimi acılarımın tırmandığı bir halatla yukarı çekmedim. Güçlü müsün? Evet." Yüzüme bakarken en derinlerime gömülü olan duygularımı altüst edip gerçeklerimi gördü. "Yıkılır mısın? Ben seni yıkar mıyım?" Dudakları kendinden emin bir şekilde kıvrıldı. "Hem de tek bir darbede ama sana bunu yapmayacağım. Neden mi? Çünkü dizlerinin üzerinde dururken tekrar doğrulup bana saldıracağını bilirim."
Kaşlarım anlamsız bir şekilde çatıldı fakat Korel bakışlarını çevirip yola odaklandı. Birkaç dakika arabanın içinde ölümcül bir sessizlik dolandıktan sonra, "Seninle hiçbir zaman savaşmayacağım," dedim daha önce söylediğimi tekrar ederek. "Bunun için kendime söz verdim."
"Sözler unutulur," dedi Korel ve kaşlarını çattı. "Belki de bu yaşına kadar çok söz verdin ama bak, hiçbirini hatırlamıyorsun. Bana verdiğin sözü de unutursun."
"Korel," dedim sert bir sesle. "Seninle savaşmak istemediğimi söylemedim, seninle savaşmayacağımı söyledim. Belki de zamanı geldiğinde bunu çok isteyeceğim fakat yapmayacağım. Neden mi?" Yüzüne baktım ve onun da bana baktığını gördüm. "Tekrar doğrulup bana saldırırsan savaşacak bir Minel kalmaz."
Korel'den korktuğumu ona açıkça itiraf ettiğimde aynı şekilde onun da bana itiraf ettiğini fark etmiştim. Korel'in benden korkması kendimi içten içe küçümsememe sebep oldu fakat bunu dile getirmek bile istemedim. Korel ne olursa olsun hayatımdan çıkaramayacağım biri haline gelmişti; bundan adım gibi emindim.
Korel geçmişimi bilmiyordu. Korel benim geçmişimdeydi.
Korel benim geçmişimdi.
O geçmişi kangren olmuş bir bacak gibi kesip atarsam bir daha geçmişime asla bütün gücümle koşamazdım; bunu biliyordum.
"Bir gün elbet her şey açığa çıkacak," dedi Korel. "Benim sayemde ya da bensiz. Bir gün her şey açığa çıkacak."
Cümleyi kurarken ses tonunda hissettiğim korku beni dehşete düşürdüğünde, "Korel," diye mırıldandım. "Her şeyin açığa çıkmasından korkuyor musun?" Korel cevap vermedi ve parmakları direksiyonu daha sıkı kavradı.
Korel zaman kazanmaya mı çalışıyordu yoksa deliriyor muydum?
"Sen," dedim ve yumruk yaptığım elimi daha fazla sıktım. "Sen Korel, kimbilir geçmişimin neresindesin?"
Beklediğim şekilde cevap vermedi ve hemen radyoyu açarak İngilizce bir şarkının aramıza girmesine neden oldu.
Korel bir şeylerden korkuyordu, korkarken ise benim geçmişimden kaçıyordu. Kaçarken bana yardım etmesi normal miydi? Hangimiz daha korkusuzdu: Korkularına koşan Korel mi, yoksa Korel'in yanındaki varlığıyla dehşete düşen ve onun geçmişimin neresinde olduğunu bilmeyen ben mi?
İkisi yarışırdı ama en çok canı yanacak kişi belliydi: ben.
Yaklaşık on dakikadır arabanın içinde ikimizin de çıtı çıkmıyordu ve sessizliğimizden ikimiz de memnun gibiydik. Korel'in arabayı oldukça hızlı kullanmasından ötürü midemin bulandığını hissetsem de belli etmemeye çalışarak elimle ağzımı kapattım.
"Oradalar," dediğini duydum Korel'in ve selektörleri bir kere yakıp kapattığında tam karşıda Gürkan ile Büge'yi gördüm. Gürkan'ın gözleri arabayla buluştu ve dikkatlice baktıktan sonra kaşları havaya kalktı. Yüzünü gri bir şaşkınlık dalgası sararken, Büge daha sakin görünüyor ve kendi kendine bir şeyler söylüyordu.
Araba onların hemen yanında durduğunda kapalı pencerelere rağmen Büge'nin, "Minel!" diye bağırdığını duydum. Çok daha uzun sürmesi gereken bir yolu kısa sürede gelmiştik; altüst olan midemi unutmaya çalışarak bunu kendime sürekli hatırlattım.
Bakışlarım Büge'nin elinde duran sırt çantama kaydı; Gürkan'ın elinde de Korel'e ait bir çanta vardı.
Araba sert bir frenle hemen onların önünde durduğunda, Büge direkt benim kapımın olduğu tarafa koşup, "Minel, sen nerelerdesin?" diye bağırarak kapıyı açtı. Gözlerimiz kesiştiğinde yüzündeki endişe yavaş yavaş silindi ve üzerime başıma baktıktan sonra, "Siktir!" diye bağırdı. "Siz nişanlandınız mı, ne oldu?
Gürkan aile filan dedi, beni çağırmadın mı?"
O kadar çok bağırıyordu ki kulaklarımı kapatma isteğiyle dolup taştım, Korel ise umduğum şekilde gözlerini devirerek arabadan sertçe inip kapıyı kapattı. Büge'nin açtığı kapıdan çarpan soğuk bacaklarıma vuruyordu, üşüdüğümü hissedip, "Büge," diye mırıldandım. "Lütfen kapıyı kapatır mısın, çok üşüyorum da."
"Heyecandan!" diye bağırdı bu sefer de ve Gürkan'ın yanına giden Korel'e döndü. "Ciddi ciddi nişanlandınız mı?" Korel'i süzdü. "Siktir, takım elbise var. Yüzükleriniz..." Parmaklarımıza baktı. "Yüzükleriniz yok." Bana döndü. "Amcandan kaçmak için mi bunu yaptın?"
Korel'in, "Saf mısın kızım sen?" dediğini duydum. Gürkan da tereddütle Korel'e bakıyordu.
"Büge saçmalama lütfen ve bağırmayı kes," dediğimde sesim sakin çıkıyordu. "Töre dizisi çektin iki dakikada, iyi misin sen? Ne nişanı? Ayrıca üşüyorum dedim, kapat şu kapıyı."
Büge elinde tuttuğu çantayı kucağıma attıktan sonra hızla kapımı kapattı; çantanın yükü bedenime ağır gelirken, arka kapının açıldığını duydum.
Büge çoktan koltuğa yerleşmişti.
Bakışlarım Korel'e kaydı ve Gürkan'a tek tük kelimelerle bir şeyler söylediğini gördüm. Parmaklarının arasında tuttuğu sigarasını büyük ihtimalle arabadan iner inmez yakmıştı.
"Anlat," dedi Büge; omzumda soğuk elini hissettim. "Neler oluyor? Sen neden bu kadar seksi ve baştan çıkarıcı oldun? Bu adam niye..." Korel'e baktığında kaşlarının çatıldığını hissettim, "serseri tipinden önce karizmatik oldu. Siz ne ara bu kadar yakınlaştınız?"
"Büge," dedim gözlerimi sıkıca yumarak. "Lütfen beni sorguya çekme, senden tek isteğim bu. Belki bir gün anlatırım ama bugün anlatmayacağım."
Büge'nin üzerime daha fazla gelmesini bekledim ama o beni yanıltarak, "Eskişehir'e mi gidiyorsunuz?" diye sordu. "Amcan beni aradı ve sana ulaşır ulaşmaz onu aramamı söyledi." Eli yağmurluğunun cebine giderken, "Sakın," diye tısladım ve arkamı dönüp ona baktım. "Sakın onu arama ve bir daha seni ararsa da açma. Amcam benim için yok artık."
Büge'nin şaşırmasını bekledim ama şaşırmak yerine tek kaşını kaldırıp, "Konu Korel mi?" diye sordu. "Amcan onu istemiyor ve sen de amcana onun için karşı çıktın falan filan."
"Büge, şu pembe dizi formatındaki senaryolarını kendine saklar mısın?" Öfkelendiğimi hissediyordum. "Hayır, problem Korel filan değil ve Korel'le aramızda ailelerimizi karşımıza alacağımız bir şey yok. O sadece bana..." Duraksadım, doğru kelimeyi bulmaya çalıştım. "Bir konuda yardımcı olmaya çalışıyordu." Korel'le bakışlarımız buluştu; bakışları bile, bana yalan söylüyorsun, der gibiydi.
"Ne yani, siz yatmadınız mı?" diye sorduğunda ufak bir çığlık atıp, "Sus artık," dedim. "Korel'le aramızda bir şey yoktan ne anlıyorsun? Üzerime gelme, bugün bunu yapma. Hiç iyi bir günde değilim."
Korel sigarasını yere fırlatıp botunun tabanıyla ezerken, Gürkan Korel'in omzunu sıvazladı. Arabaya yaklaşmaya başladıklarında, "Söylemeden geçemeyeceğim," dedi Büge. "İnanılmaz güzel ve baştan çıkarıcı görünüyorsun, ufaklık." Yanaklarımın hafifçe kızardığını hissettim ve dudaklarım düz çizgi halinden tebessüme dönüşürken Korel sürücü koltuğunun kapısını açıp arabaya bindi. O sırada arka kapı da açıldı ve Gürkan'ın bindiğini gördüm.
Bakışlarım Korel'e kaydı ancak o bana bakmak yerine kontağı çevirdikten sonra, "Gürkan da bizimle geliyor," diyerek beni haberdar etti.
"Hayır," dedim hızla karşı çıkarak. "Ne yaptığını sanıyorsun, aramızdaki sırları da mı ifşa ediyorsun?"
"Hayır Minel," dedi Gürkan. Ona döndüğümde yüz ifademdeki öfkeden dolayı afalladığını net bir şekilde gördüm. Uzun zamandır yüz ifadeleri gerçekçi bir şekilde değişen kişilere özlem duyduğumu yeni fark ediyordum. "Hiçbir sırrın ifşa edildiği yok. Eskişehir'i avcumun içi gibi bilirim ve siz zaman kaybetmeyin diye yardımcı olmaya çalışıyorum. Merak etme, Eskişehir'de sizi istediğiniz yere ve istediğiniz kişilere ulaştırdıktan sonra geri döneceğim."
"Kişiler?" Gürkan bu soruyu beklemediğinden Korel'e baktı ve onun gayet rahat bir şekilde oturduğunu o an gördüm.
"Evet, kişiler," dedi Korel. "Ulaşmam gereken kişiler var ve o kişilerin anahtarı Gürkan'dan geçiyor. Her şeyi öğrenmek istemiyor muydun?" dedi başını bana çevirerek. "Her şeyi öğrenmeye gidiyoruz ve o kişiler olmadan sana hiçbir şeyi kanıtlayamam."
Kaşlarım çatıldı; Korel'in gerçekten bana yardımcı olmaya çalıştığını hisseder gibi oldum. "Daha fazlası mı var?" diye sorduğumda Korel cevap vermedi ve vitesi değiştirip aynadan Büge'ye baktı.
"İn."
Büge ilk önce bana, ardından Gürkan'a baktıktan sonra, "Hayır," diyerek karşı çıktı. "Ben neden gelmiyorum?"
"Büge," dedim fakat Korel lafımı keserek Büge'ye en keskin bakışını attı. "İniyor musun yoksa seni arabadan atayım mı?"
Sesindeki ölümcül tınıyı duyduğumda ürperdiğimi hissettim fakat Büge oturduğu yere daha fazla yayılıp, "İstersen at," diyerek karşı çıktı.
"Büge, yapma," dedim tedirginlikle. Bir elimle Korel'in kolunu tuttum. "Bu yaptığın, beni zor durumda bırakmaktan başka hiçbir şey değil. Sana söz veriyorum, her şeyi anlatacağım ama bu şekilde olmaz."
Büge bana yaklaştı ve ilk önce Gürkan'a, ardından bana bakarak, "Senin benim neler yaşadığımdan haberin var mı?" diye sordu. Büge'nin sesinde acıyı ilk defa bu kadar net hissetmiştim. "Merkezin yanına yapılan hastane bitti ve bizi akıl hastanesine yatırmaya çalıştılar; bir süre zorla o akıl hastanesinde kaldım. Yaşadıklarımdan sonra oradan kaçtım." Gürkan'ı işaret etti. "O bana yardımcı oldu."
Korel'in bakışları aynadan Gürkan'la kesiştiğinde Gürkan'ın hiçbirimize değil camdan dışarı baktığını fark ettim. "Eve gittim. Annem alkol komasına girmişti ve evde tanımadığım iki adam vardı; o adamlardan da canımı nasıl kurtardığımı bilmiyorum ama oradan da kaçtım." Duraksadı, başını önüne eğdi. "Gidebilecek hiçbir yerim yoktu, Gürkan bana birkaç gündür evini açtı ama şimdi Gürkan da giderse yalnız kalacağım. Anlamıyor musun? Kimsem yok."
"Sikeyim," dediğini duydum Korel'in; Gürkan'a bakıyordu. "Ver anahtarını gitsin, senin evde kalsın."
"Hayır," dedi Büge geriye çekilerek ve hiç beklemediğim o cümleyi kurdu: "Tek başıma korkuyorum."
İçimin acıdığını hissettiğimde kendimden beklemediğim bir hamleyle Büge'nin kucağına düşen ellerini tutup, "Büge," diye fısıldadım. O ise başını önüne eğmişti. "Korkuyor musun? Bunu hissediyor musun?"
O evde, annesi alkol komasına girmişken, o adamların Büge'ye neler yaptıklarını merak ettim fakat sorma cesareti gösteremedim. O akıl hastanesinde Büge'ye neler yapmış olabileceklerinin düşüncesi bile canımı yaktı.
Hangi ara tek arkadaşımı bile düşünemeyecek kadar bencil ve düşüncesiz olmuştum?
Büge yerine cevap veren Gürkan oldu. "Büge hissiz biri değil. Onu bu hale getirdiler."
Büge'yi ne zamandan beri görmüyordum? Bir hafta? İki hafta? Bu kadar kısa sürede hislerini duyacak kadar kendine kulak vermesi normal miydi? Bakışlarım Gürkan'a kaydı. Kısa sürede neler paylaşmışlardı? Gürkan her an Büge'yi savunacakmış gibi duruyordu; bunun sebebinin ne olduğunu merak ettim.
"Sadece korku," dedi Büge fısıldayarak. "Sadece korku. O gece annemin evine gittiğimde yaşadıklarımdan sonra tek hissettiğim duygu korku oldu. Öylesine çok korkuyorum ki Minel..." Kafasını iki yana salladı. "Korkuyu bu kadar net hissederken, güzel duyguları kimbilir nasıl hissederim, değil mi?"
Gürkan'ın bakışları Büge'ye döndü, Büge ise bana bakıyordu. "Hayır Büge," dedim elini daha sıkı tutarak. "Sen hiçbir zaman duyguları olmayan bir kız değildin, bunu sana hep söyledim. Sadece hissetmeye başladığını görüyorum. O duygular hep oradaydı; gözlerinde hep görüyordum."
Büge gözlerimin içine öylesine derin, öylesine içten baktı ki uzun zamandır arkadaş olduğum kişiyle aramızda kalın bir cam olduğunu fark ettim. Duvar değil, camdı; o cam Büge'yi olmadığı şekilde gösteriyordu fakat cam çatlamaya başladığı zaman Büge'nin sesi bana ulaşmaya başlamıştı.
Saatlerdir ilk defa dudaklarımda sahici bir gülümseme oluştu ve Korel'in gözlerinin yüzümdeki gülümsemeye kaydığını hissettim. Büge'nin gözlerinin içine bakarken hissettiğim o şefkat duygusu aslında çok da yalnız olmadığımı hissettirmişti.
Arkadaşları daima yok sayan tarafımı ilk defa elimin tersiyle ittim ve Büge'ye tamamen kucak açmak istedim. "Geliyor muyum?" dedi Büge ve Korel'e baktı. Korel'in bakışları ise sadece benim üzerimdeydi.
"Evet," dedim birkaç saniye süre verdikten sonra. "Sadece soru yağmuruna tutma, yeter." Bakışlarım Gürkan'a kaydı. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. "Onu yalnız bırakmadığın için."
Gürkan gözlerini yapay bir şekilde devirdikten sonra, "Sen bir de bana sor," diyerek söylendi. "Gece defalarca uyandırıp tıp hakkında gereksiz sorular soran birini düşünebiliyor musun? Bir tanesi ne, biliyor musun? Bir insanın beynine böcek koysak ama etçil bir böcek olmasa o insan yaşar mı? Böcek insan beynini yemese aslında yaşanabilirmiş." Büge'ye baktı; Büge ise kaşlarını çatıp arkasına yaslandı.
Kısık sesle kıkırdadığımda Korel hızla önüne dönüp sert bir sesle, "Yeter bu kadar," dedi. "Mutlu aile tablosu bittiyse yola çıkalım."
Bakışlarım son bir kere Büge ve Gürkan arasında gezerken, birbirlerine olan bakışlarındaki ifade hoşuma gitti ve anlaşmalarının atışmalar şeklinde olduğunu az çok anladım.
Gürkan tam da düşündüğüm gibi biriydi, babacandı. Büge'ye bakarken gözlerinin içinde sahiplenme duygusu var gibiydi. Peki Korel? Ona dönüp baktığımda ise kocaman bir boşlukla karşılaştım.
Gözlerdeki ifadeyi anlama konusunda sorun yaşayan ben değildim; Korel gözlerindeki ifadeyi saklamayı çok iyi beceriyordu. Önüme döndüğümde Korel arabayı çalıştırdı ve öncekinin aksine daha yavaş kullanmaya başladı. Büge beklediğimin aksine sessizliğe gömülmüştü ve Gürkan da büyük ihtimalle hâlâ pencereden dışarıya bakıyordu. "Adamlara daha önceden mi ulaşsak?" dedi Korel ve aynadan Gürkan'a baktı.
"Olmaz," dedi Gürkan. "Tuhaf adamlar. Düşünmeden hareket eden tiplerdir ama onlara düşünme payı verirsek ve dosyaları incelerlerse vazgeçebilirler."
Korel hak vererek başını sallayıp, "Para?" diye sordu. Gürkan cevap vermedi ama Korel aynadan Gürkan'a bakarken bir hareketini görüp sadece başını salladı.
"Adamları neden arıyoruz?" diye sordum. Korel bu soruyu bekliyormuş gibi dönüp bana baktı ve beni şöyle bir süzdü. Uzun zamandır ilk defa bana böyle baktığını fark etmemle kendi içime çekilmem bir oldu; kaşlarım çatıldı.
"Üzerini mi değiştirsek?" dedi yüzünü buruşturarak. "Böyle gezemezsin ortada."
Büge kıkırdadı fakat Gürkan onu susturmuş olacak ki hemen sesini kesti. "Olabilir," dedim hak vererek. "Hem rahat değilim hem de hava soğuk görünüyor."
"Bence kıskandı," dedi Büge ağzını tutamayarak ve o an Büge'nin kafasını patlatmak istedim.
"Yanındaki kadının kıyafetlerini kıskanıp onu kısıtlayacak kadar geri kafalı mı görünüyorum?" diye sorduğunda beklemediğim bu açıklama beni şaşkına uğrattı. Beni hayatında bir yere koyması tuhaftı. "Rahat kıyafetler her zaman daha iyidir, orası ayrı." Tekrar üstüme başıma bakınca takım elbisesinin içinde sıkıldığını o an anladım.
"O halde en yakın benzinlikte üzerimi değiştireyim." dedim Korel'e bakarak. "Sen de değiştirirsin hem." Duraksadım, arkamı dönüp Büge'ye baktım. "Tabii kıyafetlerim alındıysa."
"Elbette," dedi Büge ve kucağıma attığı sırt çantamı gösterdi. "Çoğu onun içinde, geriye kalanı da Korel'in çantasında." Sırt çantasının fermuarını açarken göründüğünden daha ağır olduğunu fark ettim; kaşlarım havaya kalkarken çantamın içinden tekila şişesi çıktı.
"Büge," dedim hiddetle. "Bu neden?" Şişeyi elime aldım ve havaya tutup sonuna kadar dolu olan şişeye baktım.
Büge altdudağını dişlerken, "Onu ben değil, Gürkan koydu," dedi ve Gürkan'a baktı. O sırada Korel lafa girip, "Beni tanıyan adam işte," dedi Gürkan'a. "Daha iyisini yapamazdın."
"Ne yani?" dedim sert bir tepki vererek. "Araba kullanırken içki mi içeceksin?"
"Evet birader," dedi Gürkan da bana katılarak. "Yol uzun, sıkıntı çıkar. Ben onu uygun bir zaman için çantaya attım."
"Rahat bırakın beni," dedi Korel ve şişeye göz ucuyla baktı. "Ben onu ne zaman içeceğimi biliyorum."
"Ben de," dedim sessizce ama Korel beni duymuştu. Afallamış bir ifadeyle bana bakarken, bense şişeye bakmayı sürdürdüm.
On dakika sonra vardığımız benzin istasyonunda arabadan Korel'le birlikte indik. Benzinlikte arabalar sıraya girmişti ve kadın erkek karışık bir kafile vardı; hepsinin üzeri çok şıktı, aynı bizim gibilerdi. Bir partiden çıkmış olabileceklerini düşünürken onların bakışlarının da bize döndüğünü gördüm.
"Bugün önemli bir gün mü?" diye sordum Korel'e ve hemen karşımızdaki iki takım elbiseli adamla göz göze geldim. Uzun bir süre beni süzmelerinden rahatsız olup Korel'in arkasına geçtim. Ayaklarımdaki topuklular canımı yakıyordu ve canımın yanması yürüyüşümü de engelliyordu.
Korel de benim baktığım yöne bakmış olacak ki, "Gel seni tuvaletin önüne bırakayım," dedi ve ilk önce kadınlar tuvaletine doğru yürümeye başladık. Korel başını çevirip geriye bakarken, ben bakmayı es geçerek kadınlar tuvaletine girip ona döndüm.
"Sen de gidip üzerini değiştir, kimin işi ilk önce biterse kapının önüne gelir." Korel kısa bir süre düşünüp etrafa baktı; tuvaletin içinde kadınlar vardı, hepsi sarhoş gibiydi.
"Tamam," dedi Korel ve geriye doğru birkaç adım atıp parmağını kaldırdı. "Dikkatli ol, Turuncu."
Kafamı tamam anlamında sallayınca Korel de erkekler tuvaletine yürümeye başladı.
Ben tuvalet sırasını beklerken kızıl saçlı bir kız, "Prezervatifi olan var mı yanında?" diye sorunca şaşkınlıkla ona dönüp baktım. Bakışlarımı fark ettiğinde aynadan göz göze geldik. "Var mı sende?"
"Maalesef," dedim ve o kadar kısık sesle soludum ki aynadan kendime baktığımda utandığımı fark ettim.
Kızıl saçlı umursamayıp yanındaki arkadaşına döndü. "Bu gece üçüncü olacak," dedi bıkkın bir sesle. "Mert'i isterken Mert'in arkadaşına düştüm, iyi mi?"
"Erkekler böyledir," dedi karşısındaki kısa boylu esmer olan. "Kendilerini gizlerler ve gizlerken ilgi çekecek her şeyi yaparlar. Emin ol Yavuz'u gönderen Mert'tir."
Şaka mıydı?
Kızıl saçlı buna inanmış gibi kafasını salladığında gözlerimi onlardan ayırıp hiçbir zaman böyle konularda bu kadar rahat olmayacağıma kanaat getirdim.
Tuvalet boşaldığında çantamla kendimi içeriye attım; havada dondurucu bir soğuk vardı. Büyük ihtimalle İstanbul çıkışındaydık ve Eskişehir'in İstanbul'dan daha soğuk olduğunu biliyordum.
Çantadaki en kalın mavi polar üstümü ve altına giyeceğim siyah pantolonumu alıp hemen üzerime geçirdim. Çantanın en dibinde kalan spor ayakkabıları da çıkarıp giydim. Aynaya ve kızlara bile tekrar bakmadan tuvaletten çıktığımda Korel gelmemişti.
Adımlarım erkekler tuvaletine ilerlerken kafilenin biraz dağıldığını fark ettim; en azından az önceki takım elbiseli adamlar ortalarda yoktu.
Bakışlarım etrafı tarıyordu; erkekler tuvaletinin hemen önüne geldiğimde aralık kapıdan az önce bana dikkatlice bakan adamları gördüm. Kendimi göstermek istemeyip karanlığa çekildiğimde Korel hâlâ ortalarda yoktu.
"Yavuz, tipim değil diyorum, anlamıyor musun?" Lanet olsun, bir komedi dizisinin içinde gibiydim. "Kız herkesin üzerinde geziyor, hallenemiyorum kıza bir türlü, beni çekmiyor."
"Mal sağlam," dedi Yavuz olduğunu düşündüğüm çocuk, ikisi de ellerini yıkıyordu. "Senin için kızın girmediği şekil kalmadı, saçlarını bile boyattı. Altımda bana seni soruyor, ekmeğini yiyorum."
Midemin bulandığını hissetsem de onları dinlemekten kendimi alamadım.
"Salak saçlarını kızıla boyatmış ama ben turuncu saçları severim; bak mesela az önceki kız," dediğinde Yavuz güldü. "Ufak tefek bir şey ama çilleri, turuncu saçları gel beni becer demiyor muydu? Ilgın at gibi kadın ama beni çekmiyor."
Kastettiğinin ben olduğumu anlamam çok uzun sürmüştü ve benim anlamaya çalıştığım sürede Korel'in bir tuvalet kabininden çıktığını aynadaki yansımadan gördüm. Ben kendimi biraz daha karanlığa gizlerken Korel'in gözleri direkt Mert'e döndü ve lavaboya ilerledi.
Musluğu açıp eline sabun sıkarken aynadan Mert'e bakmaya devam etti. Birkaç saniye sonra Mert de ona bakan kişiyi fark ettiğinde onun az önce yanımda duran adam olduğunu anlamış olacak ki kaşları havaya kalktı.
Tuvaletin içinde kısa bir sessizlik oldu; Yavuz ve Mert ara ara bakışsalar da bu sessizliği bozmadılar. Yavuz musluğu kapattığında Mert hâlâ ellerini donuk bir ifadeyle yıkıyordu.
Korel'in gözleri Mert'ten ayrılmazken, "Biliyor musun?" dedi; sonunda konuşması Mert'in irkilmesine neden oldu. "Senin gibileri iyi bilirim. Yüzünü dağıtsan da kolunu bacağını kırsan da uslanmayacak tiplerdensin. Hatta bir tuvalette gelişigüzel öylesine konuşur, lafın nereye gittiğini de bilmezsin." Korel ellerini yıkadı ve musluğu kapatırken sağ taraftan peçete çekti. Ellerini kuruladı, peçeteyi top haline getirdi. "Peki sen benim gibileri bilir misin? Sizin gibileri dövmem, direkt siklerini ağızlarına veririm ki yaşama nedenleri kalmasın."
Yavuz ellerini havaya kaldırıp araya girmek istedi. "Yanlış anladın galiba kardeşim."
Korel gözlerini Mert'ten ayırmıyordu ve Mert o kadar korkaktı ki geri geri adımlar atıyordu. "Senin kızın olduğunu bilmiyordum."
Korel güldü, şeytani gülümsemesi beni bile ürpertirken Mert biraz daha geriye gitti.
"Bir şeyi merak ettim," dedi yine Korel ve Mert'in üzerine yürümeye devam etti. Eliyle Yavuz'u iteklediğinde Yavuz arkadaşı için hiçbir şey yapmadı. "Her şey bir yana, onun saçlarına ve çillerine yorum yapacak cesareti nereden buluyorsun?"
Konu saçlar ve çiller miydi? Korel bu konuda neden bu kadar sınırlıydı?
Mert ellerini havaya kaldırdı fakat Korel Mert'i tek elinden sıkı sıkı tutup itekleyerek sırtının sertçe duvara çarpmasına neden oldu. Elinde tuttuğu peçete tomarını Mert'in ağzına zorla soktuğunda dehşetim gözle görülmeye değerdi. Korel, zorlansa da bütün o tomar halindeki peçeteyi Mert'in ağzına soktu.
Yavuz, "Bırak," dedi ama yerinden bir milim bile hareket etmedi.
"Ye lan," dedi Korel ve çenesine bir kere vurdu. "Çiğne."
Ellerimle ağzımı kapatırken tuvaletten geriye çekildim ve yakalanmamak için uzaklaştım. Sırtım benzinliğin arkasındaki ağaca çarptığında hafifçe inledim ve erkekler tuvaletinin önünden ayrılarak arabanın olduğu yere hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Korel o haldeyken ve ben onu izlerken yakalanmak istememiştim; kendimi neden suçlu hissettiğimi bilmiyordum ama o kadar çok rahatsız olmuştum ki neredeyse koşmaya başlamıştım. Korel neden bunu yapmıştı?
Kaçtığım biraz da sorgular ve sebeplerdi. Zihnim aynı şeyi tekrar edip duruyordu fakat dile getirebilecek kadar kendime güvenemiyordum.
Arabanın önünde sigara içen Gürkan beni görünce, "Ne oldu?" deyip benzinliğe doğru baktı. "Bir sıkıntı mı var?"
"Hayır," dedim net bir sesle ve kollarımı önümde bağladım. "Korel'i bulamadım da burada bekleyeyim dedim."
On ya da on beş dakika sonra Korel'in erkekler tuvaletinden çıktığını uzaktan gördüm; diğer adamlar hâlâ çıkmamıştı ama Korel bize doğru baktığında kadınlar tuvaletine dönen adımları bize yöneldi.
Korel siyah bir pantolon, üzerine de kapüşonlu koyu gri bir polar giymişti. Yanımıza geldiğinde cebinden sigarasını çıkardı ve dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra, "Benden önce çıkmışsın," dedi. Kıyafetlerime baktı; üzerimi değiştirmiş olmam hoşuna gitmişti. "Böylesi daha sağlıklı."
Üşümemem için mi söylüyordu yoksa daha farklı bir anlamı mı vardı, çözememiştim. Üzerine düşünmedim ve nedense Korel'den utanan tarafıma meydan okumayıp, "Çok soğuk," diye mırıldandım. "Arabaya geçsem iyi olacak."
Tuvalette gördüklerimi ona söylememe ya da yansıtmama konusunda kararlıydım; kafamın içinde henüz hiçbir şeyi çözemezken bir de bu konuyla Korel'in karşısına çıkmak istemiyordum. Emindim, Korel rahatsız olurdu.
Benim hemen ardımdan ilk Gürkan, sonra Korel arabaya bindi; Korel'in bile ellerini birbirine sürttüğünü gördüm.
"Hava inanılmaz soğumuş," dedim kaşlarımı kaldırarak. "İstanbul'a akşam yağmur yağmasından belliydi aslında ama bu kadarını beklemiyordum."
Korel arabayı çalıştırıp Gürkan koltuğuna kurulurken, Büge, "Yağmur mu?" diye sordu şaşkın bir tınıyla. "Hiç yağmur yağmadı ki."
Kaşlarım çatıldı. "Yağdı," diyerek karşı çıktım. O sırada bakışlarım Korel'inkilerle kesiştiğinde dudaklarının düz bir çizgi halini aldığını gördüm.
"Çok kısa sürdü," dedi Korel.
Altdudağımı dişlerimin arasına aldıktan sonra, "Evet," diye fısıldadım. "Çok kısa sürdü."
Büge ağzının içinde akşam boyunca dışarıda olduklarını ve tek bir yağmur tanesiyle bile karşılaşmadıklarını döndürse de ne benden ne de Korel'den tek bir cevap alabildi.
Gözlerimi yumup kendime düşünme süresi verdim. Bütün yollarımı, izlerimi, yaşanmışlıklarımı, yaşadıklarımdan hatırladıklarımı düşündüm ve bütün parçaları birleştirdiğimde aslında bir elin parmaklarını bile geçecek kadar mutlu anım olmadığını fark ettim. Kulaklarımda arka tarafta oturan Büge'nin sesi vardı; hayatı o kadar umursamaz, o kadar kendine göre, o kadar mutlu yaşamaya çalışıyordu ki ona imrendim. Yaşadığı hiçbir acının hayatına gölge düşürmesine izin vermiyordu; gölge düşen her anının önüne güneşini getiriyordu. Bense o gölgenin üzerine kanlı yağmurlarımı yağdırıyordum.
Hayatı olduğu gibi yaşamak en zoruydu, benim hayatım ise olduğu şekilde asla ilerlemeyecek bir hayattı.
Gözlerimi açtım ve ayağımın dibinde duran çantanın fermuarını hızla çekip tekila şişesini çıkardım. Birkaç saniye içerisinde kapağını açtım ve arabadaki üç çift gözün üzerimde olmasını umursamadan şişeyi kafama diktim. Tekilanın acı tadı ilk önce dudaklarımla, ardından dilimle ve boğazımla buluştuğunda öğürme ihtiyacı hissedip şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırdım ve öksürerek dudaklarımdan damlayan içkiyi elimin tersiyle sildim. Üzerime giydiğim polarda da içkinin nokta nok ta ıslak izleri vardı.
"Yok artık!" dedi Büge ve olduğu yerden öne atılarak kafasını sürücü ile yolcu koltuğunun arasına soktu. "Minel, bu sen misin?"
Kesik kesik öksürmeye devam ederken, yaşlı gözlerle Büge'ye bakarak, "Her şeyi kurallarına göre yaşamaktan, her şeyin zamanını beklemekten çok sıkıldım," dedim. "Kafam mı uyuşsun istiyorum, bunu hemen yapacağım artık."
Korel'in bakışları bir bana bir yola odaklanırken ben de ona baktım fakat yüzünde beklediğim kadar büyük bir şaşkınlık göremedim. Kafasını iki yana salladığında Gürkan'ın, "Korel," dediğini duydum. "Sen misin?" Seslendiği kişinin ben olduğumu anladığımda Büge'nin saçlarının arasından ona baktım ve elimin tersiyle ağzımı kapatarak omzumu kaldırdım.
"Kusmak istemesi, öksürmesi, hemen kafayı bulması ve benden bir metre kadar ufak olması dışında, evet, bana özeniyor." Korel'in esprili ses tonu Gürkan'ı güldürürken, Büge şaşkınlıkla Korel'e baktı ve daha önce onu hiç böyle görmediğini o an anladım.
"Bir metre kadar ufak olması mı? Abartma, o kadar da kısa değilim." Hırçın bir şekilde duruşumu dikleştirdim ve şişeyi bir an bile düşünmeden tekrar kafaya diktim. Baştaki kadar acı gelmeyip öksürük krizine sokmasa da yine de kusmak istemiştim fakat bunu belli etmeyip şişeyi dudaklarımdan daha sakin bir şekilde uzaklaştırdım. "Bir gün senden daha iyi bir içici olduğumda bakalım ne diyeceksin?"
Korel sırıtıp, "Senin imkânların sınırlı," dedi alayla. "Boyun kısa bir kere, vücudunun alacağı alkol oranı bile boyunla sınırlıdır senin."
"Ha ha ha," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen de boşa zaman kaybetmeden bir gün elektrik direği ol, işe yararsın." Büge arkadan kıkırdadığında Gürkan'ın da gülmemek için derin bir nefes aldığını hissediyordum.
İçmek için şişeyi tekrar havaya kaldırdığımda Korel hızlıca elimden şişeyi alıp arkaya, Büge'ye uzattı. "Abartma," dedi. "Eskişehir'e sarhoş mu varmak istiyorsun?"
Bir yönden haklıydı, bir yönden ise tamamen haksızdı. "Ne önemi var?" dedim ağzımın içinde geveleyerek. Büge ise tartışmaya girmeden şişeyi elinde sımsıkı tuttu ve bir Gürkan'a bir Korel'e baktı.
Ters bir ifadeyle Büge'ye dönüp baktığımda omzunu silkip içkiden birkaç yudum aldığını gördüm; benim aksime ne yüzü ekşidi ne de öksürdü.
"Eskişehir'e sabaha karşı varacağız bana kalırsa," dedi Gürkan. "Direkt sabahtan o adamlarla görüşemeyiz, akşamı beklememiz gerekecek. Kalacak yer bulacağız."
"Bir saniye," dedim Gürkan'a bakarak. "Hani siz vardıktan sonra geri dönüyordunuz?"
"Dönüşümüz biraz daha geç olacak," dedi Gürkan. "Eğer sabah olmadan gece karanlığında varırsak halledilir ama sabaha varırsak bir gün kalmak zorundayız."
"Gece karanlıkta varırız," dedi Korel hızını artırarak. "Kontrol bende, zamanı sündürmenin anlamı yok." Gürkan cevap vermedi ve kafasını sallayarak pencereden dışarıya baktı.
"Gece varalım," dedim sadece Korel'in duyabileceği şekilde. "Zaman kaybetmek istemediğimi biliyorsun."
"Biliyorum." Verdiği net yanıt ona karşı bu konuda güven duymama ve arabanın gitgide artırdığı hızı, güvenimi tazelememe yardımcı oldu.
"Yeter Büge," dedi Gürkan; arka tarafta hareketlenme olduğunu hissettim. "Minel'den sen iç diye alınmadı bu şişe."
"Aynı şey değil," dedi Büge; tınısı öfkeliydi. "Onun sarhoş olmaması için nedeni var ama benim yok."
"Yok öyle bir şey," dedi Gürkan da karşı çıkarak. "Her yerde dağıtmak zorunda mısın kızım sen?"
"Evet," dedi Büge. Şişeyi çekmeye çalıştığını hissettim, Gürkan ise vermiyordu.
Yolun sonuna doğru polis araçlarının yanıp sönen ışıklarını gördüm. Korel'e söylemek için döndüğümde onun da siren ışıklarına baktığını fark ettim. Korel yavaşlamaya başladı; tek eliyle şakaklarını ovarken, "Sınırlanmaktan hoşlanmıyorum," dediğini duydum.
"Bir sorun mu var?" Gürkan öne doğru geldi. "Eğer ehliye tinle ilgili bir sıkıntı varsa arabayı şimdi alabilirim."
"Yok," dedi Korel, polislerin çevirdiği kısma yaklaşırken. "Hız sınırı için olsa gerek. Zaman kaybetmek istemiyorum."
Dönüp bana baktı. "Gözlerini kapat ve uyuyormuş gibi davran." İlk önce afalladım, ardından bunun gerekli olduğunu anlayıp hızlı bir şekilde kafamı Korel'e değil, diğer tarafa çevirip gözlerimi kapattım. Bu konularda sıkıntı çekmezdim çünkü defalarca amcama da uyuyor taklidi yapmıştım.
Evet, o her seferinde inanmıyordu ama oyunculuk yeteneğim ilk sefere göre artmış olmalıydı.
Araba hızını biraz daha düşürdüğünde, daha derin bir uykudaymış gibi görünmek için bir bacağımı kendime çektim ve kolumu mümkün olduğu kadar serbest bıraktım.
Arabanın yavaş yavaş durduğunu fark ettim; en sonunda gaz sesi kesildiğinde kapalı gözlerime polis araçlarının ışıkları çarptı. Birkaç saniye sonra Korel sürücü koltuğunun camını açtığında bedenime soğuk hava çarptı.
Kısa bir sessizlik oldu, ardından polis memurunun sesini duydum. "İyi geceler, gençler." Arabanın içine doğru seslenmişti; o an Gürkanların varlığını unuttuğumu fark ettim. "Ehliyet, ruhsat alayım."
Korel'in sesi duyulmadı fakat arka taraftan Gürkan, "İyi geceler," dedi.
"Korel Erezli?" Kısa bir sessizlik daha olduğunda Korel, "Evet," deyip devam etti. "Hız sınırı için durduruyorsanız kız kardeşimi Eskişehir'e yetiştirmeye çalışıyorum ve arkada oturan kişi de doktoru. İsterseniz kimliğini verebilir."
Kız kardeş olan ben miydim? Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum fakat polis memurunun uzun bir süre sessiz kalıp Büge'nin ağzını açmamasıyla benden bahsedildiğini anladım.
"Korel Bey," dedi polis memuru. "Araç Cüneyt Erezli üzerine kayıtlı ve araç sahibi tarafından çalıntı ihbarı verilmiş, sizi lütfen araçtan aşağıya alabilir miyiz?" Duraksama oldu. "Herkes araçtan inebilir mi?"
Kapalı gözkapaklarıma dikenler batıyormuş gibi hissettim ve gözlerimi açmamak için çaba sarf ederken arabanın içinde hareketlenme oldu.
"Ben oğluyum," dedi Korel fakat dişlerini sıktığını net bir şekilde anlayabiliyordum. "Bir yanlış anlaşılma olmalı."
"Biliyoruz," dedi polis memuru. "Minel Karaer?" Adımı mı söylemişti? Gözlerimi açmamak için inat ettim. "İkiniz aracı çalmaktan aranıyorsunuz. Lütfen zorluk çıkarmayın ve araçtan inin."
Kaşlarım çatıldı ve gözlerimi daha fazla kapalı tutamayıp araladım. Başımı yavaşça çevirdiğimde polis araçlarının umduğumdan daha fazla olduğunu fark ettim. Üç araç yolu kapatmıştı; üzerlerinde üniforma ve sivil kıyafetler vardı.
Bakışlarım ilk önce Korel'e, ardından polis memuruna döndüğü vakit memurun da bana baktığını fark ettim. "Hanımefendi?" dedi; düşündüğümün aksine daha gençti. "Aşağıya iner misiniz?"
Korel'e bakınca korkunun midemin üzerine oturduğunu hissettim. Korel kısa bir an dönüp bana baktığında gözlerinin içinden anlamsız bir plan geçtiğini gördüm. Kafasını bir kere aşağı yukarı salladığında bu hareketin arabadan in demek olduğunu anladım.
Yavaşça sürücü koltuğunun kapısını açtı ve tam adımını beton zemine atarken polis memuruna baktı. Hemen üç adım ötesinde üç polis memuru daha duruyordu. Korel arka tarafa bakınca oraya da iki sivil aracın geldiğini görmüş olmalıydı. Kapana kısıldığımızı ben de o an fark ettim.
Beklediğimden daha yavaş hareketlerle arabadan indiğinde planının ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. Gürkan'a göz ucuyla baktığımda onun arka taraftaki araçlara baktığını gördüm. Bizden başka hiçbir araç geçmiyordu, bu tuhaftı.
Korel kapı açık bir şekilde, eli hâlâ kapının üzerindeyken arabadan inip polis memuruna döndü.
"Kimliğinizi görebilir miyim?" Korel'in sorusuyla arkadaki üç polis memurunun bakıştığını gördüm. Polis memuru bir kere kafasını salladı ve cüzdanından çıkardığı kimliğini gösterdi.
Daha fazla sabredemeyip yolcu koltuğunun kapısını açtım ve aşağıya inerken Gürkan'ın, "Dur," demesini umursamadım.
Korel kimliğe bakmadı ve polis memurunun yüzüne bakmaya devam etti. Arka tarafta kalan polis memurlarına, "Sizler de!" diye seslendiğinde bir şeylerin ters gittiğini anladım. Sorgulayan Korel'in yüzünde eminim farklı bir şeyler vardı. O esnada birimizin telefonu çalmaya başladığında sesin Korel'in cebindeki telefondan geldiğini duydum.
"Korel, telefonun," diyerek hatırlatmada bulunduğumda çoktan duyduğunu anladım. Korel'in kimliklerini görmek istediği polisler hareket etmeden öylece durmuş, olanları izliyor gibilerdi. Daha çok bir emir bekledikleri açıktı.
Korel ağır hareketlerle elini cebine attı ve telefonunu çıkarıp ekrandaki isme baktı. Gerildiğini hissettiğimde telefonu açıp kulağına götürdü. Sessizlik orada hepimizi tutsak almıştı.
Karşısındaki kişinin söylediklerini dinlerken bedeninin daha fazla gerildiğine şahit oldum; Gürkan'la bakışlarımız kesişti. Korel geriye bir adım attığında sırtı arabaya çarpınca, "İstediğin ölüm mü?" diye sordu.
Kapıyı sımsıkı tutarken, üç polis memuru birkaç saniye birbirleriyle bakıştılar ve çok kısa bir sürede elleri arkalarına gitti. Kimlik beklerken üç tane silahın bize doğrultulduğunu gördüm. Gözlerim irice açıldığında, "Korel!" diye bağırdım. Neden onun adını bağırdığımı bilmiyordum çünkü onun da benim gördüklerime şahit olduğunun farkındaydım.
Korel sakindi, silahlara baktı, ardından kafasını onaylarcasına salladı. "İstediğin ölümse onu sana vereceğim ama bunu ben yapacağım, sen değil."
Gürkan arabadan indi; polis memurlarına ellerini kaldırıp onları durdurmak istediğinde en soldaki silahın bana doğrultulduğunu gördüm, ardından diğer silahlara da baktığımda beni isabet aldıklarına emin oldum.
Kurşunların çarpacağı kişi Korel değil, bendim.
Büge de indiğinde gözlerim arabanın arkasına takıldı ve oradaki arabalardan da inen sivil kıyafetli adamları gördüm. "Korel!" diye bağırdım. "Geliyorlar!" Onlar kimin peşindelerdi?
Adamlar benim üzerime doğru koşarlarken hepsinin üzerinde de sivil kıyafetler vardı. Geriye kaçmak istediğim sırada Korel telefondaki birine, "Bunu yapma," diye mırıldandı ama adamlar üzerime gelmeye devam ediyorlardı. Her şey çok kısa bir zaman diliminde oluşmuştu.
Büge önüme geçti, adamlardan bir tanesi onu itekleyip arabaya çarpmasına sebep olduktan sonra kollarımı arkamda tutup beni kendine çekti.
Gürkan polis memurlarından bir tanesinin yüzüne sert bir yumruk salladığında bize dönük duran Korel'in yüzündeki ifadesizlik hâlâ yerli yerindeydi. Bana bir şey olmasından mı korkmuyordu yoksa içini rahatlatan bir şeyler mi vardı?
Korel kulağında duran telefonu indirmeden, "Gürkan, dur," dedi sadece. Bakışları bana dokunmadan beni tutan adama kaydı ve telefondaki kişiye kısık sesle, "İstediğini sana vereceğim," dedi. Gitgide çoğalırlarken onlardan kurtulmamız imkânsız görünüyordu.
"Durdur bunu," dedi Korel ve benim olduğum yere doğru yaklaşmak istediğinde polis memuru önüne geçip onu engelledi; uzattığı silah, Korel'in kalbinin tam üzerinde duruyordu; doğrultulan silahı benim şakağıma dayasınlar istedim. "Ölmek umurumda değil, her şeyi yaparım. Durdur bunu."
"Korel," dedim inleyerek; sesimdeki korku kendim için değildi. Kollarımdan tutan adamın iğrenç nefesi saçlarıma çarpıyordu ve başımı kaldırıp ona bakmak bile istemiyordum. "Neler oluyor?" diye sorduğumda Büge ile Gürkan ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
"Tamam. İstediğini yapacağım." Korel'in gözleri ilk defa bana kaydı ve gözlerimin içine baktığında bakışları değişti; dudaklarını oynatarak, "Korkma," dediğinde kalbimin binlerce yerinden kanadığını hissettim.
Korel kulağındaki telefonu aşağıya indirdi ve o sırada önündeki adamın telefonunun çaldığını duydum. Adam kısa sürede telefonu açıp karşısındaki kişiyi dinledi; Korel adama bakarken silahı elinden alıp ona tekrar doğrultabilecek durumdaydı ama bunu yapmadı.
Adam telefondaki konuşmayı dinleyip kapattıktan sonra beni tutan adama dönüp, "Bırak," diye emir verdi. Kollarımı kavrayan ellerin hızla uzaklaştığını hissettim ve adamlar geriye çekildi.
Adamlar bizim bulunduğumuz yerden geri adımlarla gitgide uzaklaştığında Korel açık kapıdan içeriye girip, "Bin arabaya," diyerek bana seslendi. Korkuyla ve tedirginlikle arabaya bindiğimde Gürkan ve Büge de çoktan binmişlerdi.
Önümüz arkamız araçlarla doluydu; hangi yoldan gidebileceğimize bakarken Korel motoru çalıştırdı ve hiç ummadığımız bir şey yaparak direksiyonu yana kırdı. Bedenim sarsılırken titreyen ellerle emniyet kemerimi taktım ve ardından titremeye devam eden ellerim Korel'in emniyet kemerine uzandı. Büge ve Gürkan da benim bu hareketimden sonra emniyet kemerlerini taktıklarında Korel'in derin nefeslerini işittim.
Korel'in emniyet kemerini zorlukla taktığımda Gürkan, "Ne tarafa gittiğini sanıyorsun?" diye sordu ve başımı kaldırıp baktığımda gittiğimiz yerin yol değil, yan tarafımızdaki arazi olduğunu anladım. "Korel, neler oluyor?" Gürkan benim yerime soru sorabiliyordu ama benim dudaklarımı aralayıp da bir şey söylemeye cesaretim yoktu.
"Oyuna uyuyorum, kendi planlarımı ise artık başlatıyorum." Korel'in tek dediği cümle bu oldu ve elinde tuttuğu telefonunun ekranını açarak rehbere girdi. Birkaç saniye içerisinde istediği numaranın üzerine basıp telefonu kulağına götürdü.
Sapsarı otları ezen araç, her engebeye girdiğinde öne atılıyordu.
"Baba." Korel babasını aramıştı ve bu beni daha fazla şaşkınlığa sürüklediğinde karşıdan Cüneyt Erezli'nin sesini duydum. Bir radyodan geliyormuş gibi kulaklarıma dolduğunda Korel'in konuşmak yerine babasını dinlediğini gördüm. Otobanın aydınlatmalarını tamamen arkada bıraktığımız için Korel'in yüzünü görmem neredeyse imkânsızdı.
"Bunu anlamayacağımı mı düşünmüştün?" diye sordu Korel; dişlerini kenetlemiş olduğunu sesinden anladım. Öfkeden dolayı bir kenetleme değildi, söyleyeceklerini dile getirememenin verdiği hırsla yapıyordu.
Cüneyt Erezli bir şeyler söyledi; karanlıktan Korel'in yüzünü göremesem de kaşlarını çattığını anlayabiliyordum.
"Her şeyi unut," dedi Korel sessizce. Korkuyla arkaya baktığımda araçların gelmediğini ve öylece durduklarını fark ettim. "Ama bir şeyi unutma." Korel sarsılmayı ve araziyi umursamadan gaza yüklendiğinde karşıya baktım ve dağlardan başka hiçbir şey göremedim. "Kabul et ya da reddet, ben de senin oğlunum."
Cüneyt Erezli'nin oğlu Korel Erezli'nin ses tonunda ilk defa korkuyu ya da endişeyi hissetmemiştim; ilk defa Korel'in sesinde bir başkaldırı duymuştum.
"Oyunları ben de severim, baba," dedi Korel; baba kelimesi ağzından bir küfür gibi çıkmıştı. "Ve dediğin gibi korkmayı da ama unuttuğun bir şey var: benim korkutmayı da çok sevdiğim. Sen beni hiçbir zaman tanıyamadın; hiçbir zaman oğlunu göremedin. Ben korkmayı, korkutulurken öğrendim, baba."
"Korel, takip etmiyorlar," dedim yandaki çıkış olan yolu göstererek. Arabayı neden hızlı kullandığını ya da neden bu yolu seçtiğini anlayamıyordum. "Bu taraftan dönebilirsin."
Korel beni dinlemedi ve sesindeki başkaldırı ürkütücü bir hal alırken, "Dinle," dedi babasına. "Bu kesinlikle bir tehdit değildi, seni hiçbir zaman tehdit etmem ve beni tanımadığını buradan da görebiliyorum. Baba..." dediğinde yüzündeki gülümsemeyi hissettim. "Sen beni ektiğinde ve beni nefretinle sulamaya başladığında dallarıma hiçbir zaman dokunmadın. Ben o dallarda her duyguyu yetiştirdim, o dalları kurutmak istediğinde de kendimi sulamayı öğrendim. Senin suyuna ihtiyacım yok ama artık sadece dallarıma dokunmayacak, o dallardaki meyveleri de yiyeceksin. Beni anlıyor musun?"
Cüneyt Erezli'nin sessizliğini işitir gibi oldum, ardından sadece bir cümle kurdu. "Baba," kelime yine dudaklarından küfür gibi çıktı, "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, her şey tam da istediğin gibi olacak. Kendimi sulamaktan artık vazgeçtim."
Dehşetle Korel'e bakarken telefonu kulağından uzaklaştırdı. Telefonun ışığı yüzüne çarptığında dudaklarındaki soğuk tebessümü görüp, "Korel," diye fısıldadım. "Yanlış tarafa gidiyorsun, kimse bizi takip etmiyor."
Beni duyacak gibi değildi, bakışları bir an olsun karşıdan ayrılmazken Gürkan'ın, "Korel, yapma," dediğini duydum. Büge ise yüksek sesle nefes alıyordu. Sesi çıkmıyordu ama korktuğunu hissedebiliyordum.
Farlar arabanın gittiği taraftaki dağın dik eteğini aydınlattığında sırtımı koltuğa daha fazla yasladım ve titreyen bir sesle, "Korel, lütfen," dedim. "Bunu yapmayacaksın."
Yerimden kıpırdayamıyordum, belki de direksiyonu tutup çevirmeliydim ama gücüm yetmezdi. Onu kendine getirebilirdim fakat o kadar şaşkın, o kadar dağılmıştım ki bedenimdeki bütün hücrelerimin donduğunu hissediyordum. Bütün duygular art arda gelmişti ve geldikleri yerde ölümün kokusunu bile almıştım.
"Korel!" diye bağırdı Gürkan ve Korel arabayı dağın eteğine doğru sürmeye devam etti. Çok az bir zaman kalmıştı. Gürkan'ın bedeni aradan çıkıp eli direksiyona doğru uzandı fakat Korel hırsla onu itekledi. Gürkan tekrar doğrulduğunda, "Bunu yapma!" diye haykırdı; Gürkan'ın sesinde korku vardı. Korel'in eli tekrar direksiyonu kavrarken araba zikzak yapmaya başladı.
Korel hızı artırdığında direksiyonu tutmanın hiçbir anlamı olmadığını fark ettim. Gazı yöneten Korel'di, direksiyonu bütün gücüyle kavrayan Korel'di; Gürkan sadece zaman kazanmaya çalışıyordu.
"Korel," dedim son bir kere. Çarpmamıza neredeyse bir dakika kalmıştı; bu sefer her şeyin tükendiğini hissediyordum. Bakışlarım ona döndüğünde bana baktığını hissettim. "Bu şekilde bitsin istemiyorum."
Sesim Korel'e ulaştı mı bilmiyordum, sesli mi söyledim onu da bilmiyordum fakat zaman sanki ağır çekimde aktı ve bedenim zikzak yapan arabadan dolayı sarsılmaya, titremeye, savrulmaya devam etti.
Nefesimi tuttum ya da soluğum kesildi, kalbim hiç olmadığı kadar hızlı attı ya da bir anda durdu, dudaklarıma kan doldu ya da ben öyle sandım. Gözlerim açıkken son gördüğüm şey dağın eteği oldu ve sert bir çarpma sesinden sonra bedenim öne fırladı. Kulaklarım çınladı; dudaklarımın arasından akan kan değil, çığlıktı ve gözlerim karanlıkla buluşurken, çınlama bedenimi ele geçirdi.
Gözkapaklarımda tek bir yüz canlandı.
Geçmişimin acısı, soluğumun ta kendisi, geleceğimin oyunuydu. O yüz, Korel Erezli'nin gitgide babamınkine dönüşen yüzüydü.
Paragraf Yorumları