logo
1. ESİNTİ 2. RÜZGAR 3. FIRTINA 4. KASIRGA 5. GİRDAP 6. SİS 7. ÇİSENTİ 8. ŞİMŞEK 9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ 10. YAĞMUR 11. KIRAĞI 12. KAR 13. BUZ EMARE PUSULA, 14. GÜVEN SINIRLARI EMARE, PUSULA: 15. DOĞUM ve DÜĞÜM EMARE, PUSULA: 16. MELEZ EMARE, PUSULA: 17. TOHUM EMARE, PUSULA: 18. KORKAK ve CESUR EMARE, PUSULA: 19. UMUT GÜNEŞİ EMARE, PUSULA: 20. TÜCCARLAR ve ASİLLER EMARE, PUSULA: 21. KÜLÜN İZİ EMARE, PUSULA: 22. KIRIK PUSULA EMARE, PUSULA: 23. KUKLALARIN DANSI EMARE, PUSULA: 24. CEHENNEM ESİNTİSİ EMARE, MASKE: 25. TERK EDENLER EMARE, MASKE: 26. ANILAR ve ŞARKILAR EMARE, MASKE: 27. KANLI SU EMARE, MASKE: 28. BODA EMARE, MASKE: 29. DÖNÜŞ EMARE, MASKE: 30. SAVAŞ EMARE, MASKE: 31. OYUN EMARE, MASKE: 32. SIRLAR EMARE, MASKE: 33. SÖZ EMARE, MASKE: 34. SIRLARIMIZ EMARE, MASKE: 35. ARAF EMARE, MASKE: 36. EMANET EMARE, MASKE: 37. SANRI EMARE, MASKE: 38. HİSLER EMARE, MASKE: 39. ASLANLAR ve SIRTLANLAR EMARE, MASKE: 40. KALP RİTİMLERİ EMARE, MASKE: 41. OYUNUN BAŞLANGICI EMARE, MASKE: 42. ANLAŞMA EMARE, MASKE: 43. KAFES EMARE, MASKE: 44. BALIKLAR EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN EMARE, MASKE: 46. ŞEYTAN TAŞLAMA EMARE, MASKE: 47. YANGIN EMARE, MASKE: 48. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM EMARE, MASKE: 50. KONSER EMARE, MASKE: 51. MAHKEME EMARE, MASKE: 52. PROMETHEUS'UN DİLİ EMARE, MASKE: 53. GERÇEKLER EMARE, MASKE: 54. KABULLENİŞ EMARE, MASKE: 55. KOREL EREZLİ EMARE, MASKE: 56. RUHUN ÖLÜMÜ EMARE, MASKE: 57. EDGARDO EREZLİ EMARE, MASKE: 58. YÜZLEŞME EMARE, MASKE: 59. ÖL veya UNUT EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL) TEŞEKKÜR ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR 28. MAHKEME (KOREL EREZLİ'DEN)

EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL)

Views 895 Comments 31

1 yıl sonra...

"Korel Erezli, bugün seni unutmadığımın 365. günündeyiz. Yaprak sarısı gözlerin, çenende yanık izin, çektiğin her acı, yaşadığımız her an, vücudundaki emareler, içindeki kimliklerin, gerçeklerin, kül kokun ve o kalbin. Hepsi ilk günkü gibi aklımda, bir an bile silinmedi. Bir zihinde yaşıyorsun, o zihinde hiç ölmedin." Her zaman yazdığı cümleler, 365. günde de Minel'in defterindeydi.

Derin bir nefes verdi ve defteri diğer günlerde olduğu gibi kapatıp öptü; öperken yine diğer günlerde olduğu gibi gözünden bir damla yaş aktı, ardından her zaman olduğu gibi masasındaki fotoğraf karesine uzandı. Korel ile Minel'in konserde çekilen fotoğrafı, masasının üzerinde çerçeveyle duruyordu ama sadece masasının üzerinde değildi.

Masanın üzerindeki duvarda, soldaki duvarda ve sağdaki duvarda. Yatağının yanındaki komodinin üzerinde. Duvarlarda ilk günler durmadan yazdığı Korel Erezli adı, elinden gelse resmini çizebileceği görseller ama başarısızlıkları. Yatağının hemen yanında onun kıyafetleri; geriye kalan her şey, Korel Erezli'den ibaretti. Fotoğraf karesinde ikisi de gülüyordu ama maalesef ki yüzlerinde maskeler vardı; Korel Erezli'nin gülümseyen yüzünü hafızasına kazımak istediğinde baktığı fotoğrafta bile yüzünde bir maske vardı.

Sandalyeyi hafifçe iteklediğinde masasının üzerinde duran fanusa baktı; içi balıklarla doluydu, aynı balıklardan komodinin üzerinde de vardı hatta büyük bir akvaryumu olsa onun içini de balıklarla doldurabilirdi. Çünkü Korel Erezli balık beslemek isterdi, Edgardo Erezli'nin piranalarının olmasının önemi bile yoktu. Hatta Korel, yeniden balıklar alıp onları besleyeceğini söylemişti fakat insanlar buna bile izin vermemişti.

Minel bu dileğini kendisi gerçekleştirmişti; şu an Korel hayatta değildi ama onun için balıklar beslemeye devam edecek, her zaman onlara aynı isimleri verecekti: Daltonlar.

Yüzünde acılı bir tebessüm oluştuğunda balıklar onun canını acıtıyordu.

Çünkü Korel Erezli boğulmuştu, Minel yüzünden. Her sabah uyanıp kendine hatırlattığı o cümle, bir fanusla şimdi Minel'in karşısındaydı.

Çünkü Korel Erezli yanmıştı, Minel yüzünden. Her sabah uyanıp kendine hatırlattığı o cümle, akşamları bir mumla avcunun içini yakmasında gizliydi.

Çünkü Korel Erezli işkenceler çekmişti, Minel yüzünden. Her sabah uyanıp kendine hatırlattığı o cümle, defalarca kendine Korel'i hatırlatırken ortaya çıkıyordu. Onu hatırlamak bir işkenceydi.

Çünkü Korel Erezli ölmüştü, Minel yüzünden. Her sabah uyanıp kendine hatırlattığı o cümle, her gece dilediği bir umuttu.

Evden dışarı çıktı, sakin adımlarla yürüyüp uzaktaki motosikletine binmeden önce Boda bacaklarına dolandı ve kuyruğunu sallayarak Minel'den şefkat bekledi. Minel ona her zamanki gibi şefkatini verirken onu bulana kadar olan çabası, bulduğunda barınaktaki o ölmek üzere olan hali gözlerinin önünden gitmiyordu.

Boda yaşıyordu, yaşayacaktı; Minel, Korel'in isteklerini yerine getirecekti.

Birkaç dakika sonra motosikletine bindiğinde kask takmadı; çünkü kask Korel'in hiçbir zaman tarzı olmamıştı fakat artık Minel'in rüzgârdan uçuşacak saçları da yoktu; 365 günün her günü biraz kesmişti o saçlarını. Yalnızlıktan saçlarını kestirmiş değildi, Korel'in o Turuncu saçlara duyduğu hayranlıkla da ilgili değildi.

Saçlarını kesiyordu çünkü kendinden bir parça bırakmak istiyordu.

Motosikletini her gün gittiği o tepeye sürdü, uçurumun kenarına, Korel'in mezarına. Hayır, yağmur en çok Korel'in dostu değildi, Minel onun dostuydu; ikisi de yalnız değildi. Olamazdı.

Prometheus bir yerlerde hâlâ nefes alıyordu fakat bu iki aileyle de kumarı bitmişti; kazancını sağlamıştı. Yakın zamanda cinayetleri yeniden başlamıştı ve insanlar, Korel Erezli'yi taklit eden birinin olduğunu düşünüyordu, Prometheus ise her zaman olduğu gibi maskesini takabiliyordu; onu bulabilmek imkânsızdı.

Fakat Minel, Korhan'ı bile hatırlamak istemiyordu ve zamanla zihni, bu emrine ayak uydurmuştu. Babasından ve amcasından kalan malvarlığıyla yaşıyordu ve komşuları, onun aklını kaçırmış bir kız çocuğu olduğundan söz ediyorlardı, öyle ki Minel de aksi bir davranış göstermiyordu çünkü çoğu zaman kendisini evde Korel'le, Büge'yle hatta bazen annesiyle konuşurken bulabiliyordu.

Minel artık çoğu zaman kendini bile hatırlamıyordu; tek hatırladığı Korel'di ve bu bir denekken gerçekleşmemişti, kendi zihni gerçekleştirmişti. Bir mucize gibi. Babasının kaçtığını düşünüyordu, halbuki babası intihar etmişti; bunu bilmiyordu, hiç bilmeyecekti. Haber kanalları günlerce Doğuş Karaer'in kendisini eski yetiştirme yurdunun kapısında başından vurmasını tartışmıştı ama Minel'in bütün bunlardan haberi yoktu. Çekip gittiğine inanıyordu, Doğuş Karaer'i öldüren ise Minel'in ona son kurduğu cümleler ve bu oyunun başlangıcı olduğunu düşünmesiydi.

Halbuki Prometheus için geçerli bir neden olmak zorunda da değildi, o hissiz bir katildi; yalanlarla bezenmişti, kimse o anlattıklarının çoğundaki yalanları bile fark etmemişti ve Minel Karaer'in gücü olup onunla savaşsa bile kazanamazdı çünkü Prometheus, kötülüğün galip geldiği bu dünyada her zaman zafer kazanırdı.

Neyse ki Prometheus o günden sonra Minel'in de karşısına çıkmamıştı ve çıkmayacaktı. Çünkü artık onun için sıkıcı bir oyuncaktan hiçbir farkı yoktu; Minel'in yaşadığı azap, Prometheus'un yarattığı cehennemiydi.

Ve Prometheus biliyordu, Minel artık aklının son parçalarıyla bir tek Korel için yaşıyordu.

Gürkan ülkeyi terk etmişti, bir yerlerde nefes alıyordu ama nasıl nefes aldığı meçhuldü; onun hayatı da suçlamalarla geçecekti, kendi azabı buydu.

Minel, Büge'nin mezarına üç günde bir gidiyordu ve hiçbirinde Gürkan'la karşılaşmadı; yurtdışında olma ihtimali de inandırıcı gelmiyordu çünkü Gürkan'ı tanıyordu, o Büge'yi yalnız bırakmazdı ama Minel'e son bıraktığı mesajda, artık bu ülkede kalamayacağını söylemişti. Zihni Büge'yi de unutmasın diye savaş verirken Gürkan'ı yavaş yavaş unutmaya başlamıştı.

Motosikleti tepenin sonuna kadar sürdü ve mezarlığın hemen yanında durduğunda uzayan papatyaları budamak ve saçlarını biraz daha kesmek için yanında getirdiği makasla bir şişe suyu motosikletinin gizli bölmesinden çıkardı.

Dün bu toprağa su vermişti ama günlerden 2 Ağustos'tu, yaz mevsimiydi; yaz, toprağı kurutuyordu, o papatyalar kuruyamazdı, Korel'e bir daha bunu yapamazdı.

Mezarın yanında dizlerinin üzerine çöktü ve sakince elindeki makasla papatyaları budadı. Hâlâ bir mezar taşında Korel'in ismi yoktu fakat o mezar taşını Minel bilyelerle süslemişti. Bir başkası anlamazdı fakat Korel'i çok iyi tanıyan biri o mezarın Korel'e ait olduğunu bilirdi. Bir de mezar taşına Korel'in doğum gününü yazmıştı: 23 Temmuz. Hiç güzel doğum günü geçirmeyen Korel Erezli, Minel Karaer'in doğum gününde ona cenneti sunmuş, kendi doğum gününde ise bir duruşmadan kaçarak Prometheus ilan edilmişti.

Acıydı, yaralayıcıydı; yaşanmayanların telafisi yoktu çünkü Korel Erezli artık hayatta değildi.

Budadığı papatyalara gülümseyerek baktıktan sonra şişeyle toprağa su döktü; kuru yer kalmayana kadar o toprağı ıslattı, sonrasında ise makasla saçının son uzun kalan kısmından bir parça kesti, toprağı hafifçe eşeleyip o toprağın içine koydu.

Korel öğretmişti bunu, kendinden bir parça bırakır gibi; sanki o ölü beden bunu hissederdi ve derdi ki, yalnız değilim, hiç olmadım, hiç unutulmadım.

Minel Korel'e bunu göstermeye çalışıyordu.

Bütün görevini gerçekleştirdikten sonra yere oturup bacaklarına sarıldı, ardından cebinden o ezberlediği mektubu bir kez daha çıkardı. 365 gündür nadiren konuşuyordu ve her zaman en uzun cümleleri, Korel'in ona yazdığı mektupla yüksek sesle dile getiriyordu. Kendi cümlelerinin artık bir önemi yoktu; Korel'e her seferinde inandığını göstermek, o mektubu mezarda okumaktan geçiyordu.

Mektubu sesli okuyordu; bir kez değil, gece çökene kadar, ardından gidip uyuyor, sonra yine o mezarın başına geliyordu. Yaşamak için yiyor, içiyor, başka hiçbir şey yapmıyordu.

Minel Karaer yaşayan ölüydü.

Her zaman olduğu gibi mezara baktı ve kendinden tek bir cümle verdi Korel'e: "Seni unutmadım, Korel ve üzgünüm, ben bugün de ölmedim."

Dörde katlanan eskimiş mektubu açtı, derin bir nefes verdikten sonra o mektubu okumaya başladı; en büyük azabı ise o mektupta yazanlardı.

"Bu mektup, Korel'in Turuncu'suna yazıldı, ölmeden birkaç saat önce. Turuncu diyorum çünkü bunu artık sana söylemeyi kendimde hak görüyorum çünkü seni ilk tanıyan Korel gibi hissediyorum uzun zaman sonra; o Korel, Minel'e Turuncu demeyi hak ediyordu.

Biz seninle beraber büyüdük, ne şekilde olduğu önemsiz ya da ne uğruna. Biz seninle ikimiz, bütün o karmaşaların ortasında en masum olan taraflardık, sen benden daha masumdun, bunu kabul edebilirim ama ben de seninle büyüdüğüm zamanlarda fazlasıyla masummuşum, Minel. Yaşamaya hevesim vardı, gülümseyebiliyordum, hayallerim de vardı üstelik. Kalp yetmezliği olan bir adamın hayal kurması yanlış, demişti bir keresinde babam bana. Bir babanın oğluna acımasız bir şekilde öleceğini dile getirmesi kalp kırıcı ama ben üzülmemiştim çünkü hiçbir zaman şu aptal, bozuk kalbim yüzünden öleceğimi düşünmedim.

Öyle de oldu. Yine bir kalp için öldüm ama bu kalp yetmezliğinden olmadı ve yetmeyen de hiçbir zaman benim kalbim değildi. Bir kalp hiç yetmedi, o kalp sana aitti; beni sevmek nasıl bir kalp isterdi, bilmiyorum ama sen beni hiç sevmedin. Çünkü benim bozuk kalbimle hissettiğim, senin hissettiğinle aynı olamaz. Buna kimse beni inandıramaz. Dinle, Minel; sarılmadın bile bana, senden öğrendim sarılmayı ama sen bana bir kez daha sarılmadın. Seven insan sarılmaz mı? Ben o kadar şeye rağmen...

Her neyse.

Hayır, üzülme. Bunları seni üzmek için söylemiyorum, sadece hislerimden söz etmek istedim, hissettirdiklerinden. Hayır, ağlamak yok, bana hissettirdiklerin yüzünden hayata küsmeni istemiyorum. Amacım asla bu değil, aksine sen yaşa diye ben öldüm, sen yaşa diye bozuk bir kalp durdu, sen yaşa diye ben kendimden vazgeçtim.

Sev, Minel, sevmeyi öğren. Gerçekten sağlıklı birini sev, istemeden seni incitmeyecek, canını emanet edebileceğin hatta yanında güvende hissedebileceğin birini sev. Öyle çok sev ki, canını en çok yakan, o kişinin seni unutması olsun; o kadar büyük sev ve bunu asla yaşama, hiç unutulma ama sevginin büyüklüğü birinin seni yeniden unutma korkusuyla eşdeğer olsun.

Dans et, Minel, vazgeçme. Dans etmek seni bu hayatta canlı hissettiren tek olguuğraş, bunu çok iyi biliyorum. Son dans ettiğinde biz seninle en özel anlarımızı paylaştık, benim bozuk olan kalbim ilk defa sanki bozuköyle değilmiş gibi attı, eksiklikler yoktu. Eğer dans etmeye devam edersen, benim kalbim bir yerlerde iyileşecek, bunu sen de hissedeceksin.

Gül, Minel, gülümse. Hayatın bana öğrettiği en önemli şey, gülümsemenin en büyük hediye olduğuydu ve sen güldüğünde yüzündeki elmaslar daha fazla parlıyor; o elmaslar daha fazla parlasın diye gülümse. Gözyaşlarına izin vermem, gülümsemelerini engelleyeceğim anlamına gelmez. Bozuk olan tüm kalbimle dürüstçe dile getiriyorum: Sen gülümsediğinde ben daha iyi hissedeceğim.

Ve unutma, Minel. Beni unutma. Sana yalvarırım, beni artık unutma.

Bilyeler, değil mi? Dakikalardır canım acımıyordu ama şu an acıyı hissediyorum. Bilyelerle oynamayı öğretecektim sana Minel, sanki daha önce öğretmemişim gibi. Yeniden öğretecektim fakat bu gerçekleşmedi. Bak, beni unutmaman için bir neden daha var. Mutlu ol, yaşa, sev hatta anne ol. Bir anne olarak çocuğunla beraber bilyelerle oyna, beraber öğren onunla. Bir çocuğun gözlerinin içine baktığında beni gör çünkü benim çocukluğum da bilyelerden ibaretti.

Ve bir mezarım olacaksa eğer o mezara git, saçlarından bir parça o mezarın içine koy. Toprak beni çürütür, papatyalarımı büyütür, senin saçlarını ise benim için saklar. Değer verdiğimiz insanların mezarına kendimizden bir parça bırakırsak o insanlar yalnız hissetmezler, bana kendinden bir parça vereceksen saçlarından olsun. Lütfen daha fazlası değil, sadece birkaç tel. Saçların daima rüzgârda uçuşsun, buna izin ver.

Bu dördüncü mektubum. Birincisi fazlasıyla nefret doluydu, kıyamadım sana, yırtıp attım. İkincisi acıdan ibaretti, kendime kızdım, parçaladım. Üçüncüsü itiraflarla doluydu; benim kim olduğumu, neye dönüştüğümü anlatan itiraflarla. Bu üçüncü mektubu köşeye koydum kendim için, kim olduğumu unutursam bana hatırlatsın diye, sonra sana okutmak istemediğime karar verdim fakat o mektuptan seninle bir tek sırrı paylaşmak istiyorum.

Büge'yi ben öldürmedim. Belki de bana yine inanmayacaksın fakat ölü bir adamın yalan söylemek için nedeni yoktur. Onu ben öldürmedim, asla bunu yapmadım. Dünyanın en pislik insanına bile dönüşsem bir anneye saygım her zaman vardır, bunu biliyorum.

Bunun dışında başka itiraflarım...

Bütün bunların dışında gerçekleri öğrendiysen ve benim kim olduğumla yüzleştiysen sakın vicdan azabı çekme, pişman olma, kendini suçlama. Eğer yaşasaydım kötü bir adamdı diyeceklerdi ama şimdi ölüyüm ve insanlar beni kötü bir adamdı ama gururuyla öldü diye hatırlayacak. Kim hatırlayacak? Beni ilgilendiren, senin nasıl hatırladığın.

Ben kurtuldum, hem kendimden hem içimde yaşayan o katilden.

Sen kurtuldun, hem benden hem savaş verdiğin kendinden.

Yine de düşünmeden edemiyorum, o Teoman konserinde fotoğraf çekildiğimiz için yaşanmış olabilir mi bütün bunlar? Lütfen o fotoğrafı sakla ama başucuna koyma; beni görmek seni yıpratır, fotoğraflar uğursuzluktur. Yaşat beni, unutma ama zihninde olsun bütün bunlar.

Köpeğim Boda'yla bir gün karşılaşırsan lütfen onun başını okşa, seni tanıyor ve seviyor ayrıca o bensiz uslu durmaz, biliyorum, bana çok bağlıdır. Öğrendiğime göre barınağa götürmüşler, o barınaklar can yakar, Minel. Ben de bir zamanlar barınak gibi bir yerdeydim; Boda'nın benimle aynı kaderi paylaşmasını istemiyorum. Eğer Boda'ya ulaşabilirsen lütfen yanına al, şefkat göster. Tek istediği sevilmek. Ben onu çok sevdim, insanlardan bile çok.

Hadi oradan, diyorum Minel ona. Benim dünyamda güzellikler yok, o Korel fazlasıyla hayalperestti, hayata bağlıydı ve daima gülümsüyordu. Ben artık o Korel değilim, ben diğer Koreller de değilim ama.

Ben senin sevdiğin, eğer gerçekten sevdiysen o Korel'im. Lütfen ben öldükten sonra o şekilde hatırla, diğerlerini boş ver.

Eğer gerçekten sevdiysen, demem çok acı, biliyorum ama bu hayatta emin olmadığım tek duygu bu. Senin bana olan sevgin.

Belki de kendi duygularımla çok karşılaştırıyordum, bilmiyordum fakat ben olsaydım...

Her neyse.

Ben gidiyorum, Minel. Gitmek kelimesi seni parçalamasın; gitmek ve terk etmek aynı şey değildir. Sen beni terk ettin, ben gidiyorum ve bu gidiş, karşımdaki en doğru yolu görebildiğim için. Senin terk edişlerin ise benim en yanlış yollarımdı. Hangi yollar mı? Onlardan söz mü edeceğim?

Her neyse Turuncu, her neyse...

Seninleyim, senin için, senin uğruna... Ne şekilde düşünürsen düşün ama şunu bil: Ben seni sevdim. Korel Erezli seni sevdi, sana âşık oldu, seninle yaşadı ve seninle öldü. Yüzündeki çillerin sayısını bilecek kadar sevdi, Minel. Bir savaş meydanında ölümden deliler gibi korkarken önüne siper olacak kadar sevdi. Bir gün sevgimden şüphe edersen seninle okuduğumuz o şiirdeki gibi durma, göğe bak, orada bir yerlerde benim sevgimi yine hissedeceksin.

Gökyüzüne baktıktan sonra kalbine dokun, pusulana. Yönünü gösterecek, o yön sana daima doğruyu fısıldayacak.

Saçların yandığım ateş, elmasların yolumun ışığı, ellerin korkularım, zihnin hapishanemdi.

Ve kalbin...

Senin kalbin, benim kıyametimdi."

Umut ediyorum ki
Minel'in Korel'i

Minel'in bakışları gökyüzüne kaydığında eli boynundaki kolyeye tutundu ve avcunda sanki Korel'in sıcaklığını hissetti. Bileğindeki pusula dövmesi ise üzerindeki o derin kesikle yaşadığı günü asla unutturamayacaktı ama Minel'in istediği de tam olarak buydu. Saçları artık omuzlarında, yüzündeki çiller çoğalmış. Hatırladığı her anı canını yakıyordu ama hâlâ hatırlamadıkları vardı; hiçbir zaman o baharatlı pilavın öyküsünü bilemeyecekti, hiçbir zaman ağlamama sözünün verildiği günü de ve nicelerini. Hepsi ama hepsi Korel'le beraber ölmüştü, ona anlatacak kimse de yoktu.

En kötüsü ise hiçbir zaman Korel'in bahsettiği kar küresini bulamayacaktı ve Korel'in gözlerini kapatmadan önce elinden düşen o bilyenin hikâyesini bilemeyecekti. Ne acı ki, Korel'in okutmak istemediği o üç mektuba ise asla ulaşamayacak, yeni cümlelerini okuyamayacaktı. Azap ölenlere değil, geride kalanlara aitti.

Peki ya kalbimiz kıyametimiz miydi?

Evet, kalbimiz bazen kendi kıyametimiz değil, bir başkasının kıyametiydi. Korel Erezli'nin kıyameti, Minel Karaer'in kalbiydi.

Vedalar EMARE bırakır, bu kitabı hiç unutma.

SON