Artık geçmişimi hatırlamak istemiyordum.
İyisini de.
Kötüsünü de.
Acısını da.
Tatlısını da.
Artık şimdiyi düşünmek istemiyordum.
Artık gelecek için çabalamak da istemiyordum.
Artık nefes bile almak istemiyordum çünkü aldığım nefes dahi yalan gibi geliyordu ve bu duygunun adını artık biliyordum: aldatılmışlık. Ben aldatılmıştım; sadece Korel tarafından da değil, kendi tarafımdan, babam tarafından, en çok kalbim ve inançlarımdan tarafından. Korel haklıydı; ben aptaldım, benden başka kimse bu kadar aldatılamazdı.
Zaten aldatılan insanların en büyük hatası güvenmek, sonraki hatası ise inanmaktı; bu iki duygu birlikte olduğunda karşınızdaki insanın eline kalbinizi bırakırdınız ve o kalbi bıçaklamasına bile göz yumardınız.
Ben güvenmediğim zamanlar da aldatılmıştım ve bu benim aptal olduğumu gösteriyordu.
Onlar insandı, ben Minel'dim.
Onlar insandı, ben âşık olduğum adam tarafından aldatılan kişi.
Ambulansın içinde otururken, hemşireler benimle ilgilenirken, bileğime sargı bezi sarılırken, pansumana devam edilirken, yüzümdeki tırnak izlerinde toplanan kanlar temizlenirken, benimle konuşmaya uğraşırlarken, babam sonrasında gelip bana sarılmaya çalışırken, polisler Anekdot Merkezinin o deposuna inerken, olay yeri inceleme gelirken, ardından basın buraya toplanırken...
Bütün bunlar olurken ne bir kez daha gözyaşı dökmüştüm ne çığlık atmıştım ne çırpınmıştım ne de insanları engellemeye çalışmıştım.
Dünya dönmeye devam ediyordu, zaman ilerliyordu fakat benim için dakikalar önce zaten durmuştu çünkü küçük Minel Karaer'in kalbi durmuştu; onun kalbi en çok inançla atardı.
Gözlerim boşluktaydı ama o boşlukta ben vardım; ilk önce ufak bir kız çocuğu, bale yapıyordum, ardından büyümüştüm, kaçıyorduk ve sonrasında Korel'le beraberdim. Biraz daha büyüdüm, yine Korel'le beraberdim. Sonra biraz daha büyüdüm, Korel yanımdaydı. Yetişkin bir kadın oldum, Korel benimleydi.
O hep benimleydi, Prometheus hep benimleydi.
"İyi görünmüyor," dedi hemşire, Korhan'a. Duymadığımı sanıyorlardı ama duyuyordum, bu kez kriz yoktu, uğuldamalar da öyle. Artık her şeye hâkimdim çünkü aptal değildim. Bu kez gözlerim, kulaklarım tamamen açıktı; işte bu yüzden artık hissizdim. Çünkü insan acı çektikçe hissizleşirdi, ben acı eşiğimi çoktan doldurmuştum.
"İfadesini ne zaman almalıyız?" Korhan'ın arkasındaki polis memuru ciddiyetle sorusunu yönelttiğinde bakışlarımı boşluktan ayırıp onlara baktım. Korhan endişeyle bana bakıyordu, babam bir adım arkasındaydı.
"İfade vermeyeceğim," diye mırıldandım sakince.
Polis memuru, Korhan'a dönüp baktı. Korhan ise yüzümü dikkatle incelemesinin ardından, "Sonra," diyerek polis memurunu gönderdi. Yanıma yaklaştı ve elimi tutup bileğime baktı. Sargı sarmışlardı, sanki intihar etmişim gibi fakat bunu bile becerememiştim. "Birkaç gün hastanede kalmalısın," dedi Korhan sakin bir sesle. "Eve gitmen pek doğru olmayacak gibi görünüyor Minel."
Söylediklerini duymazlıktan gelerek, "Gürkan nerede?" diye sordum.
"Onu sakinleştiricilerle uyuttular," dedi Korhan hızlıca. "O da seninle beraber hastanede kalacaktır." Hemen arkasındaki babam bir yabancı gibi bizi dinliyordu. O haklıydı, Korel gerçekten de Prometheus'tu; peki ya ben bu kadar zaman acı çekerken neden bu gerçeği bana fısıldamamıştı. Yoksa o da Prometheus'un tarafındaki bir düşman mıydı?
Olabilirdi, en büyük aldatılışlar arkasında güvensizlikleri getirirdi; artık kimseye güvenmiyordum.
"Hastanede kalmayacağım," dedim net bir sesle Korhan'a yeniden dönüp bakarak. "Ve ifade vermeyeceğim, onun hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim." Korhan kaşlarını kaldırdı. "Bu onu korumak için değil, anlatacak hiçbir şeyim olmadığından." Ne anlatacaktım, beni nasıl kandırdığını mı?
"Onu nasıl bulduğunu anlatabilirsen şimdi nereye gittiğini de anlayabilirler ve..."
"Kimseye yardım etmeyeceğim." Gözlerim bileğime kaydı. "Kimseden de yardım istemiyorum. Tek istediğim biraz uyumak." Sadece uyumak, dünyadan kopmak hatta ölmek. "Yalnız kalmak." Bakışlarım yeniden babama döndü. "Ve o eve de gitmek istemiyorum, kimseye güvenmiyorum."
Korhan kaşlarını çattı, ardından bana biraz daha yaklaştığında ellerini ambulansın kapısına yaslayıp, "Bana gelmek ister misin?" diye sordu şefkatle.
"Hayır." Hızlı verdiğim yanıt başını sallamasına neden oldu. "Sanırım bir otele gidip kalsam iyi olacak."
Babam en sonunda dayanamayıp konuya dahil olduğunda, "Minel," diye mırıldandı. "İstersen sen eve git, ben de evden ayrılayım, bir daha da dönmem." Bana biraz daha yaklaşıp saçlarımı okşamak istedi fakat öyle bir geriye çekildim ki eli havada asılı kaldı.
"Benden uzak dur," diye çıkıştığımda sesim sakindi fakat korkutucu olduğu da aşikârdı. "Ve bir daha hayatıma dahil olma hatta mümkünse tamamen çık git." Gözlerinin içine baktım, canımın yanmasını bekledim ya da onu anlamayı ama canım öyle bir yanmıştı ki artık bu his bana ölesiye uzaktı.
"Bu ne demek?" diye sordu babam titreyen bir sesle. "Ben seni düşünmekten başka hiçbir şey..."
"Sen kendi ellerinle eşini Prometheus'a vermiş bir adamsın," dedim dürüstçe. Korhan'ın duyması umurumda bile değildi. "Yetmedi, kızını bir aileye emanet ederek çekip gittin. Eğer yanımda olsaydın, bir savaş verebilseydin ben onu tanımayacaktım, biz yine kaçacaktık fakat ben bunları yaşamayacaktım." İşaretparmağımı kaldırıp ona salladım. "Annemin katili sensin, ablamın katili sensin, benim hayatımın katili sensin. Hepimiz mahvolduk fakat sen hâlâ yaşıyorsun; söylesene, gerçekten ölmeyi hiç dilemiyor musun?" Gözleri doldu, eli kalbine gitti. "Her şeyin suçlusu olduğun için ölmeyi hiç diledin mi?" diye sordum. "Eğer dilemediysen ben senin yerine diliyorum ve diyorum ki, keşke gerçekten ölmüş olsaydın. O zaman aklımda çocukluğumdaki masum halinle kalacaktın fakat şimdi sana karşı nefretten başka hiçbir şey hissetmiyorum." Başımla karanlık sokağı işaret ettim. "Eğer bana bir iyilik yapmak istiyorsan hayatımdan çık, benden uzak dur ve bir daha karşıma bile çıkma çünkü sen yanımdayken ve nefes alıyorken ben ölmeyi daha fazla diliyorum, ölmüş olsaydın ölmeyi bile dilemeyecektim."
Babam yüzüme bakmaya devam etti; gözlerimi ondan ayırmadım, yaşlar yanaklarından döküldü ama aynı hissiz ifadeyle karşısında dikildim.
En sonunda o bakışmamızın arasına giren, bütün bu konuşmaya şahit olan Korhan'dı. "O halde," dedi bana doğru, dikkatimi dağıtarak. "Sana bir otel ayarlayalım, olur mu? Aynı otelde ben de kalacağım." Tedirgin bir nefes verdi, elini saçlarına geçirip karıştırdı. "Açık konuşacağım Minel; hiç iyi görünmüyorsun, kendine bir şey yapmandan korkuyorum." Babamın geri geri adımlarla bizden uzaklaştığını fark ettim. "Yalnız kalmaman gerekiyor. Dilersen bir sokak ortasında oturalım ama yalnız kalma."
Omzumu kaldırıp indirdim. "Sana ne bütün bunlardan Korhan?"
"Efendim?" dedi şaşkınlıkla.
"Sana ne?" dedim bir kez daha. "Vicdanını mı rahatlatmaya çalışıyorsun? Eğer öyleyse uyardığın her konuda sen de haklı çıktın; tak haklılık madalyanı ve karşımda böbürlen. Neden beni düşünüyormuş gibi davranıyorsun?"
Korhan bu cümlelerimin üzerine, büyük bir şaşkınlıkla bana bakmaya devam ederken, "Yanında olmamın nedeni hiçbiri değil," diye açıklamaya başladı. "Sadece seni düşünüyorum, canını umursuyorum."
"Umursama." Ambulanstan indiğimde üzerime attıkları poları aracın içine fırlattım, ardından uzaktan bana yaklaşan hemşireyi elimle durdum. "Bırak nasıl yaşayacaksam yaşayayım, nasıl öleceksem de öleyim. Bugünden sonra ellerinizi üzerimden çekin çünkü ruhumdaki bütün izlerde hepinizin adı var, bir de elinizi bana sürerek onları derinleştirmeyin."
Ambulansın yanından ayrılıp boş sokakta yürümeye başladığımda solda kalan basın görüntülerimi çekiyordu ama bu umurumda değildi. Ne yazacaklardı? Şizofren sevgilisi, Prometheus tarafından öldürülmek istendi, mi? İstediklerini yazabilirlerdi.
"Minel," Korhan önüme geçip beni durdurdu, "seni öylece bırakmayacağım." Yürümek için sola kaydığımda o da önüme geçti. "Şu an konuşmak istemiyorsun ama sonrasında isteyeceksin. Bak, yaşadığını anlıyorum, o yaşadığının bin katını belki de ben şu an yaşıyorum çünkü o benim kardeşimdi..."
"Beni anlayamazsın." Lafını kestim. "Çünkü ben onu seviyordum fakat sen hiç sevmedin. En çok acıtan sevgi; bu yüzden beni anlaman imkânsız."
"Onu seviyordum," dedi Korhan hiddetle. "Hatta şu an hâlâ canını umursayacak kadar onu seviyordum." Kaskatı kesildiğimde, içimdeki ses sanki tam karşımdaydı. Hayır, bir katilin canını umursamamalıydım ama şu an onun nasıl olduğunu merak etmek bir hastalık mıydı, bağlılık mıydı yoksa vicdan mıydı, karar veremiyordum. "Arkasında bir yıkım vardı, en büyük yıkım sensin. O yıkımı toparlayamam ama daha fazla dağılmasını engelleyebilirim, izin ver de yanında olayım."
Ellerimi havaya kaldırıp gözlerimi sıkıca yumdum; geri açtığımda, "Korhan," diye fısıldadım. "Benden uzak dur, lütfen."
"Ağlaman gerekiyor," dedi Korhan kaşlarını çatarak. "Çığlık atman, çırpınman, belki de aklını kaybetmen, bilemiyorum ama çok sakinsin. Bu sakinliği tanıyorum ben. Korkutucu bir sakinlik."
"Nereden tanıyorsun?" diye sordum.
"Kendimden," dedi başını sallayarak. "İntihar etmeden önce ben de senin gibi sakindim." Kaşlarım çatıldığında, bir anda kollarımı tuttu. "Seni rahat bırakacağım, söz veriyorum fakat benimle aynı otele gelmeni istiyorum. Sadece aynı otel, yan yana odalar. Başka hiçbir şey değil."
Savaş verebilirdim fakat o an bunun için bile gücüm kalmadığında omzumu silkip, "Pekâlâ," dedim. "Öyle olsun."
Kabul etmem onu şaşırttığında, "Aklından geçenleri okuyamıyorum şu an," dedi.
Acılı bir gülümsemeyle ona baktım. "Ben de artık aklımdan geçenleri okuyamıyor, duyamıyorum çünkü aynaya bakacak yüzüm bile yok, kendi sesimi dahi duymak istemiyorum; bu yüzden şaşırma. Artık tamamen sürprizden ibaretim."
***
İlk önce eve uğramıştık, babam evde değildi ve anahtar her zamanki gibi paspasın altındaydı. Dolabımdan gelişigüzel birkaç kıyafet alıp sırt çantama koydum, ardından kişisel bakım malzemelerimi. Yeniden odama döndüğümde ise komodinin üzerinde duran, Korel'in bana aldığı pusula kolyesiyle karşılaştım.
Babam o günden sonra ne zaman bu kolyeyi komodine koymuştu, bilmiyordum ama şimdi tam karşımdaydı.
O gün aklıma geldi; bu kolyeyi verirken dolan gözleri, konser için hevesi, iyi dilekleri, bu pusulanın kalbim olduğu ve onu dinlemem gerektiği.
Yüzünde bir joker maskesi vardı, diğer maskesini gizleyen ama ben ona inanmayı seçmiştim. Şimdi düşündüğümde nasıl da büyük cümlelerdi ve nasıl da benden önce Korel'e yakışmıyordu ama. O birini sevemezdi ki, o birisi için böyle cümleler kuramazdı. İlk tanıdığım adam bütün bunlardan uzaktı, sonrasında beni affetmeye karar verip kalbindeki sevgiyi mi ortaya çıkarmıştı?
Korel hiçbir zaman bana beni sevdiğini söylememişti ki. Ben de ona söylememiştim ama onun bana söylememesi çok daha önemliydi.
Avcumun içine kolyeyi aldığımda komodinin üzerindeki kitapla karşılaştım bu kez. Göğe Bakma Durağı. Şiirler okumuştu bana. Aslında nasıl da ona yakışmıyordu ve ben bir aptal gibi nasıl da oyunlarına kanmıştım.
Avcumda sıkıca tuttuğum kolyeyi çantama atıp odadan çık tım ve evden ayrıldım. Korhan arabasına yaslanmış beni bekliyordu. Birkaç kıyafet, biraz kişisel bakım malzemesi ve bir de Prometheus'un bana hediye ettiği kolye.
Kulağa ne kadar da tuhaf geliyordu.
Arabaya bindik. Korhan hemen radyoyu kapatıp hafif bir şarkı açtı; şarkının notaları eskiden huzur verirdi, şimdi sanki her nota boğazıma düğüm gibi oturuyordu.
"Korhan," diye seslendim, yanımdaki pencereden dışarı bakarken.
"Evet?"
"O şiir sever miydi?"
Kısa bir sessizliğin ardından, "Hayır," diye bir cevap verdi. Şaşırmamıştım, ben şiirleri seviyorum diye rol yapmıştı. "Alakası bile yoktu."
Başka bir zaman olsa alakası bile yokken bana şiir okuduğuyla böbürlenebilirdim fakat şu an bunu yapamıyordum.
"Korhan," dedim, yine pencereden dışarıya bakarken. Bu kez yanıt vermesini beklemedim. "Sence ben bir şizofren miyim?"
Bu kez daha uzun bir sessizliğin ardından, "Hayır," dedi yeniden.
"Neden hayır?" diye sordum.
"Çünkü bir kez bile bunu düşündürecek bir davranış sergilemedin," diye açıkladı.
"Hayır," dedim yoldan geçen arabalara bakarken. Motosikletler görüyordum; onlar bile kalbimdeki bıçağın daha fazla saplanmasına neden oluyordu. "Sorguladığım, neden şizofren olmadığım." Korhan'ın derin nefesini işittim. "Keşke öyle olsaydım; işte o zaman bütün bunlar daha az acıtırmış gibi geliyor. Keşke her şey bir hayalden ibaret olsaydı; ben Korel Erezli'yi yani Prometheus'u aklımdan uydurmuş olsaydım." Boğazıma bir yumru oturdu ama bu ağlayacağım için değildi, artık nefes bile alamıyordum. "O zaman iyileşmenin bir yolu olurdu fakat şu an iyileşmenin yolu yok, imkânsız." Sessizlik.
"Korhan," dedim bir kez daha.
"Efendim?" diye karşılık verdi acılı bir sesle.
"Hâlâ ona inanmak istemem aptallık mı, hastalık mı?" Cevap vermesini bekledim ama herhangi bir cevap yoktu. "Aptalım, değil mi?" diye sordum, sanki bütün insanlık benim aptal olduğumu haykırıyordu. "Kendi ağzıyla itiraf ettiği halde onun yalan söylediğini düşünüyorum, Korhan. Bu sence kaçışlara alıştığım için mi?"
Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, "Parçaları birleştir, iyileri düşünme," dedi Korhan en acımasız cümlelerle. "Çünkü o zaman asıl gerçekleri görebilirsin."
Parçaları birleştirmek istemiyordum çünkü o zaman kendi körlüğümle karşılaşacaktım.
"Korhan," dedim yeniden. "Sence ben aklımı kaçırıyor olabilir miyim?"
Beklemediğim bir cevap vererek, "Olabilirsin," dediğinde güldüm. "Uzun bir süre tedavi görmen gerekiyor, yaşadıkların normal şeyler değildi."
Yaşadıklarım. Hangi yaşadıklarım? Hangi kayıplarım?
Ben şimdi bir otel odasında kalacaktım ama sonra hayatıma nasıl devam edecektim? Kime gidecektim? Kimin omzunda ağlayacaktım, kiminle gülecektim, kim beni anlayacaktı?
Büge de yoktu, o da ölmüştü.
Büge yoktu. Büge'yi öldürmüştü.
Ağlasam rahatlardım ama ağlayamadım; kalbimin üzerine ağırlık çöktü, boğazımdaki o yumru büyüdü ama ağlayamadım.
"Ben onun yüzünden en yakın arkadaşımla küs ayrıldım," dediğimde daha çok kendimle konuşuyordum. "O öldü ve biz küs ayrıldık." Başımı iki yana salladığımda, "Korhan," dedim bir kez daha. "Onun hiç mi hisleri yok?"
"Hiç," dedi Korhan.
"Birazcık bile mi?" diye sordum.
"Birazcık bile." Korhan'ın canının acıdığını hissedebiliyordum. "Çünkü o bir sosyopat, Minel. Sosyopatların güzel hisleri yoktur."
"Ama Korhan," dedim gözlerimi açarak. Bir motosiklet ya nımızdan geçip gitti. "Güzel hisleri yoksa nasıl o kadar güzel bakabiliyor, sarılabiliyor ve öpebiliyordu?"
Rol yapıyordu diyemedi, manipülasyondu diyemedi, sen kendi görmek istediğine inandın diyemedi, sessizliğe gömüldü ama ben bütün bunların yanıtlarını zaten biliyordum.
"Korhan?" dedim son sorumla.
"Evet, Minel," dedi kısık sesle.
"Sence o iyi midir?" Bu sorum da cevapsız kaldı. O an ikimiz de bu soruyu sormamın normal olmadığını biliyorduk. Az önce karşımda bir bıçakla dikilmiş, gözlerimin içine bakarak beni aşağılamıştı.
Prometheus olduğunu söylemişti.
"Minel," dedi Korhan bu kez.
"Evet?" dediğimde otellerin olduğu tarafa dönmüştük.
"Soru sormayacağım," dediğinde camdaki yansımadan onun yüzünü gördüm. "Fakat iyileşmen için elimden geleni yapacağımı bilmeni isterim çünkü söylediğin gibi sana bırakılan izlerin bir tanesinde de benim adım var." Derin bir nefes verdi. "Başkalarının izlerini değil kendi izimi sileceğim."
"Önemi yok," diye mırıldandım. "Göğüs kafesinde artık bir boşlukla yaşayan o kadınım, bütün izler silinse bile o boşluk dolmayacak çünkü pusulamı kaybettim."
***
Yemek yemiyor, uyumuyor hatta çoğu zaman nefes aldığımı bile hissetmiyordum. Ağlamayı ya da çırpınmayı da denemiştim ama tek bir gözyaşı bile akmıyordu. Otel odasındaki bütün aynaların üzerini kapatmıştım çünkü o aynalara baktığımda kendimden önce aptal bir kızı görüyordum; o aptal kızın ardında ise annesi ile ablası vardı. Gülümsemiyorlardı, öfkeyle bakıyorlardı hatta nefretle.
Kendi canımdan önce onların ruhlarına bile ihanet etmiştim. Defalarca kusmuştum, boş mideyle daha fazla kusamayacağımı anladığımda ise yere uzanıp sadece tavanı izlemiştim. Bir başkası derin düşüncelere daldığımı düşünebilirdi ama derin düşünceler içinde değildim hatta çoğu zaman kahkaham odanın içini dolduruyordu, kendime gülüyordum. O anlarda yan odadaki Korhan beni kontrol etmeye geliyordu, kapısını açmıyordum. Her öğün kapıma yemek gönderiyordu, yemekleri de geri çeviriyordum.
Ben yaşamıyordum ve kaç gün o otel odasında geçti, bilmiyordum. Kendi sesimden başka hiçbir ses duymamıştım, o da çoğu zaman kendi kendime konuşurken ortaya çıkıyordu. Bir şeyler anlatıyordum kendime. Önemsiz detaylar fakat o önemsiz detaylar bile ona bağlanıyordu.
Müzik diyordum, çello geliyordu aklıma; dans diyordum, yangın çıkıyordu; konser diyordum, Teoman orada şarkı söylüyordu; çocuk diyordum, biz çocuktuk; soğuk diyordum, o hep buz gibiydi.
Duşa girmek bile istemiyordum çünkü o boğuluyordu; çırpınarak onu izliyordum.
Gözlerimi kapatıp uyumayı denediğimde ise bir tek onun yüzünü görüyordum, tam karşımdaydı.
Bütün şehir hatta bütün ülke Prometheus'tan delicesine korkuyordu fakat ben öylesine korkmuyordum ki kimse bu korkusuzluğun karşısında duramazdı. Fakat sadece bu kadar da değildi; geçen günler, kaç gün olduğunu bilmiyordum, içimde bir yerlerde öfkenin alevlenmesine neden olmuştu.
Kendim için değil, annem ve ablam için olan öfkem. Kendime saygısızlık etmemi sağlayabilirdi, bunu bile kabullenmiştim ama onların ruhlarına saygısızlık ederken buna nasıl göz yumardım?
Bu öfke zamanla onun canını görmezlikten gelmeme neden oldu, ardından onun kalbine bıçak saplama isteğine dönüştü.
Fakat bunu geçiren, avcumdan hiç ayırmadığım pusula kolyesiydi.
Bütün kötülüklere rağmen bana bir hediye almıştı, doğum günümü güzel geçirmeme neden olmuştu. Bir katil bu kadar ince detaylı düşünemezdi.
Hayır, Prometheus düşünebilirdi çünkü bütün cinayetlerinde detaylar vardı.
Korhan sadece bir kez odama gelmişti ve geldiğinde de Pro metheus'un kapana kısıldığını söylemişti ağız ucuyla. Defalarca yakalanmaktan kıl payı kurtulduğunu ve kaçabilecek hiçbir yerinin kalmadığını.
Sadece dinleyip geçmiştim çünkü bütün yaşananlardan sonra önemli olan onun yakalanışı değildi, bana yaşattıklarıydı.
Babam bir kez bile beni aramamıştı, aramasını da beklememiştim ama gitmiş olması içimi rahatlatıyordu; gitmediyse bile benden uzak durmalıydı.
Odamın kapısı çaldı; uzandığım yerden kalkmadım ve tavana bakarak şarkı mırıldanmaya devam ettim, dudaklarımda "Papatya" şarkısı vardı.
"Minel," dedi Korhan kapıdan. "Eğer kapıyı yine açmazsan otel çalışanlarına zorla açtıracağım, dört gündür o odadan bir an bile çıkmadın." Dört gün. Daha kısa geliyordu. Perdeler sonuna kadar kapalıydı, güneşin doğup batışını bile izlemiyordum; bu yüzden olacak ki vakit çok çabuk geçmişti.
Yerde sürünerek ayağa kalktım, ardından kilidi çevirip odanın kapısını açtım. Karşımda Korhan'ı takım elbisesiyle gördüğümde bana bakıyordu, arkamı dönüp yürümeye başladım ve kendimi yatağa sırtüstü bıraktım.
Büyük adımlar atarak içeri girdi ve odanın haline baktı, ardından benim halime. Üzerimi değiştirmemiştim, duş almamıştım, odanın her tarafı dağılmıştı.
Korhan hiçbir şey söylemeden pencereye ilerledi. Perdeleri ve camları ardına kadar açtıktan sonra karşıma geçip kollarını önünde bağladı. "Artık bir şeyler yemen gerekiyor," dedi baskın bir sesle. "Ve ilaç içmen, sonrasında da benimle doktora gelmen." Onu duymuyormuş gibi elimdeki kolyeyi sallamaya başladım, kolum havadaydı ve yüzüme doğru sallıyordum. Her daire yapışımda şarkı mırıldanmaya devam ettim. "Minel," dedi endişeyle ve yatağa oturdu. "İyi değilsin, odandan kahkaha sesleri geliyor, çoğu zaman bir yerleri yumrukluyorsun ya da yüksek sesle konuşuyorsun." Bir yerleri mi yumrukluyordum? Elimdeki izlerin nedeni bu muydu? "Artık buna bir son vermemiz gerekiyor."
"Ağlamıyorum, gülüyorum," dedim açıklama olarak. "Bu bence seni rahatsız etmemeli."
Bir anda havada olan kolumdan tutup beni kaldırdığında dehşetle ona baktım. "Yeter," dedi baskın bir sesle. "Eğer bana ayak uydurmazsan seni mecbur edeceğim ve babandaki vekâletini öne sürerek seni hastaneye yatıracağım."
Kaşlarımı kaldırdım. "O zamanlar akli dengem yerindeydi," dedim Korhan'ı tiye alarak. "Fakat şu an kesin konuşamıyorum." Yeniden uzanmak istediğimde bir kez daha beni engelledi. "Korhan," dedim bıkkın bir sesle. "Benimle ilgilenmek zorunda değilsin, eğer yalnızım diye bana acıyorsan ben hep yalnızmışım zaten."
Korhan öfkeyle bana baktı. "Gürkan bile kendini toparladı, her şeye rağmen ve seni merak ediyor, duydun mu? Onu da mı düşünmüyorsun?" Gürkan'ın adını duyduğum an yutkundum. "Bak," dedi sabırla. "Seni anlıyorum, anlamaktan öte hissediyorum fakat bu şekilde olmaz." Başını iki yana salladı. "Henüz kaç yaşındasın, böyle vazgeçemezsin, üniversiteye gidebilirsin, yaşıtların gibi ilerleyebilirsin hatta arkadaşların..."
"Yeter," dedim sözünü keserek. "Yeter çünkü beni anlasaydın bunlarla bana gelmezdin."
"Anlamadığım noktayı söyle bana," diye karşı geldi.
"Ben hayatıma devam edemem," dedim sert bir sesle. "Çünkü geçmişimdeki herkesin en büyük hatasına dönüştüm. Annemin, ablamın, Büge'nin... Hepsini yüzüstü bıraktım, özellikle ablamı çünkü o bana inanıyordu fakat ben Prometheus'un kollarına sığındım." Çenemle onu işaret ettim. "Eğer bilmek istiyorsan, parçaları ayırıp birleştirdim kendi çapımda ve asıl olanı gördüm. O aslında bütün gerçekleriyle karşımdaymış ama ben inanmak istediğimi seçmişim. İlk tanıştığımızda gözlerimin önünde bir adamın kafasını ezdi, başka bir gün elimle bıçak oyunu oynadı, başka bir gün morg odasına gittik ve sonrasında delirmişim gibi o anın yaşanmadığını söyledi, bütün bunların yanında çoğu zaman bana kötü de davrandı fakat ben kendi kendime sebepler yaratıp onlara inandım. Eğer aptal olmasaydım o sebeplerin de üzerini kapatabilirdim ama yapamadım. O haklıydı, ben bir kez olsun sevildiğimi hissetmek istedim ve dünyamdaki sevgi anlayışı bu şekildeydi." Sesim yüksek çıkıyordu. "O da bunu çok iyi biliyordu. O dansımızın ardından bir çelloyla onu ekranda gördüğümde bile aksine inanmak için çabaladım. Gitti, nereye gittiğini doğru düzgün sorgulamadan yeniden ona kollarımı açtım hatta inanmayı seçtim; bu da benim aptallığımdı ama artık bu kadarını kaldıramıyorum."
Ellerimi boğazıma sardım. "Nefes alamıyorum, kendimle yaşamak ağır geliyor, kendimle yüzleşmek bile beni kahrediyor. Gözlerimin önündeydi ve ben bütün bunlara rağmen ailemi görmezlikten gelerek ona sarıldım. Şimdi ise o kazandı, istediğin kadar yakalanacağını söyle, o kazandı; beni duydun mu?" Başımı iki yana salladım. "Çünkü ondan intikam alamayacağım, bunu yapamayacağım. Ne gücüm var ne de isteğim." Ellerimi saçlarıma geçirip ayağa kalktığımda hiddetle konuşmaya devam ettim. "Üniversiteye gitsem bütün motosiklet kullanan adamları ona benzeteceğim, bütün izler bana onu anımsatacak; ben değil size, kendime bile güvenmiyorum. Söylesene, bu şekilde hayata nasıl devam edilir?"
Korhan derin bir nefes verip ayağa kalktı, ardından, "Her katil bir gün olay yerine geri döner, klişesi doğrudur," dedi gözlerimin içine bakarak. "Ayrıca her katil cesedini bir kez daha görmek ister, ona keyif verdiği için. Bugün mü bilinmez ama bir gün o sana gelecek, Minel ve o zaman hayatının anahtarları bir tek senin elinde olacak."
Dişlerimi sıkıp, "Gelmesin," dedim çünkü gelirse nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum. "Gelmesin," dedim bir kez daha. "Çünkü gelirse ona yine inanmaktan korkuyorum."
İşte bu noktada ikimizin de diyeceği hiçbir şey yoktu. Bütün her şeye rağmen ona inanmaktan korktuğumu söylemek bile akli dengemin yerinde olmadığını gösteriyordu ama daha ne kadar delirebilirdim ki?
"Yemek ye," dedi Korhan odanın içinde yürüyüp kapıya ilerlerken. "Bir duş al ve aynalardaki çarşafları kaldır çünkü ne olursa olsun eceline kadar kendinle yaşamaya devam edeceksin, o zamana kadar da ölmene izin vermeyeceğim."
Bir cevap vermemi bile beklemeden kapıdan çıkıp gittiğinde arkasından öylece bakakaldım.
***
Saatler geçiyordu, odanın içinde yürüyordum, gün dönüyordu, tavanı izliyordum, yemekler gelip gidiyordu fakat yine de ağzıma sürmüyordum.
Uyuyamıyordum fakat bazı zamanlar ya bayılıyor ya da gücüm tükendiği için uyuyakalıyordum, farkında değildim ama bu kez güzel bir rüyanın ortasında olduğumun bilincindeydim çünkü Korel ve ben mutluyduk.
İkimiz de çocuktuk, bir ormanın ortasındaydık, elimi sıkıca tutmuştu; bir sevgili gibi değil, korur gibi. Bu anı, geçmişten bir anı mıydı yoksa sadece rüya mıydı, ayırt edemiyordum. Korel'in o çocuksu yüzüne bakarken küçük Minel bütün yaşananların farkındaydı ama bunlara rağmen o anı bozmak istemiyordu çünkü onu özlemişti.
Bir ağacın altında durduğumuzda Korel cebinden bir bıçak çıkardı ve daha önce, gerçek hayatta yaptığı gibi ağacın üzerine bir güneş çizdi. Küçük Minel gülümsedi fakat ben hatırladım; Korel o zaman bile Prometheus olduğunu belli etmişti. Aptaldım, anlamamıştım.
Bir çocuk ağaçların üzerine neden güneş çizip o güneşin hayatını aydınlattığını söylerdi ki? Ya da kurtardığını? O an yine olayın romantik kısmındaydım, tek düşündüğüm beni öpüp öpmeyeceğiydi fakat şu an biz küçükken tek düşünebildiğim gelecekte dönüşeceği kişiydi.
"Neden güneş çiziyorsun?" diye sordum, küçük Korel'e merakla.
"Çünkü güneş, ateş demek," dedi Korel gülümseyerek bana döndüğünde. "Ben kendi ateşimi her yere çiziyorum, Minel; o çizdiğim yerleri güneşim aydınlatıyor. Ben yerimi belli ediyorum." Kaşlarım havalandığında bu bir anı olmalıydı, hayır anı değildi, onu tanıdığımda bu kadar da küçük değildi.
"Bir gün büyüdüğümüzde bana da güneş çizmeyi öğretir misin?"
"Öğretemem," dedi net bir sesle.
"Neden?"
"Çünkü sen benim güneşimin altında aydınlığı bulacaksın, Minel." Gülümseyerek bana döndüğünde artık çocuk değildi, son gördüğüm halindeydi fakat gözlerinde Prometheus'un tek bir parçası bile yoktu. "Ben senin için güneşi çizerim ancak."
Ben de büyümüştüm, ikimiz de son hallerimiz gibiydik; tek bir farkla. Ben artık onun Prometheus olduğunu biliyordum, o ise bilmediğimi düşünüyordu.
"Peki ya bir gün güneş aydınlatmazsa bizi," diye sorduğumda elimde bir bıçak vardı, arkama saklıyordum; rüya kâbusa dönüşecekti fakat bir başkası için kâbus gibiydi, benim için hâlâ güzeldi.
"Neden aydınlatmasın?" diye sordu. "Ben nefes aldığım müddetçe senin için o güneşi aydınlatırım."
İçimden üçe kadar saydım ve arkamdaki bıçağı çıkarıp kalbine sapladım; gözleri irileşti, acıyla nefesini verdi ve kalbinin bulunduğu yerden kan akmaya başladı. Dizlerinin üzerine çöktüğünde bakışlarına hayal kırıklığı dolmuştu. "Ve ben," dedim başımı sallayarak. "Senin güneşini söndürürüm, Prometheus."
Telefonun sesiyle gözlerimi açtığımda ter içinde kalmıştım. Rüyamda kendimi keyifli hissetsem de gözlerimin ıslak olduğunu fark ettim, ağlamıştım.
Günlerdir ağlayamıyordum ve bu kâbus beni ağlatmış mıydı? Bu aptallıktı.
Telefonu elime aldığımda tanımadığım bir numaradan mesaj gelmişti. Yatakta dik oturup hemen mesajı açtım.
BİLİNMEYEN NUMARA:
Seni bekleyeceğim, ilk öptüğüm yerde, papatyaların orada, uçurumun kenarında.
Her katil bir gün olay yerine dönerdi, her katil bir gün cesedini görmek isterdi, sanatıyla karşılaşmak için.
Prometheus beni çağırıyordu; belki ölüme, belki hesaplaşmaya, belki de bütün bunların dışında yeniden kandırmaya.
Ve ben bu kez onun yanına giderken bambaşka bir Minel olacaktım çünkü göğüs kafesim ilk defa boştu; pusulamı kaybetmemin sorumlusu ise Korel'den başka kimse değildi. Bana, "Ne olursa olsun pusulanı takip et," demişti fakat artık takip edeceğim bir pusulam bile yoktu.
İşte bu yüzden ilk kez ikimiz de bu kadar maskesiz olacaktık; sonunda ölüm olsa bile.
Paragraf Yorumları