Korel Edgardo Erezli
2 ay önce, 2 Ağustos sabahı...
Her insana huzur veren bir koku vardı. Kimisine göre bir çiçeğin kokusu olabilirdi, kimisine göre yağmurdan sonraki toprağın kokusu, kimisine göre limon, kimisine göre benzin, kimisine göre kül, kimisine göre zehir.
Ben denizin kokusunu çok severdim, bana huzur verirdi. Tuhaftı, sudan bu kadar çok korkup denizin kokusunda huzur bulmak fakat kendimi ne zaman kötü hissetsem o denizin kenarına gider, bir bira alır, huzur bulmaya çalışırdım.
Altında yatanları düşünme fırsatını bile kendime vermemiştim; ben zaten genelde kendi yaşadıklarımın altında yatanları düşünmezdim. Düşünmek insanı yıpratırdı, düşünmek daha büyük bir karanlık demekti, o karanlığa kucak açmaya gerek yoktu; özellikle zaten onun içinde yaşıyorsan.
Şimdi burnumda deniz kokusu vardı, dalgalar yoktu, suyun sesi de öyle ama burnumdaki denizin kokusu huzur veriyordu hem de hiç huzur vermemesi gereken zamanda. Gözlerim kapalıydı, ellerim arkadan bir iple bağlanmıştı, bacaklarım da öyle ve bir sandalyeye oturtulmuştum. Korkmam gerekiyordu çünkü yeniden aynı şeyleri yaşatabilirlerdi fakat o denizin kokusu öyle keskin hissediliyordu ki korkuya bile fırsat yoktu.
Bulunduğum yerin kapısı açıldı, buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Bayıltılmış mıydım? Hayır, hiçbir sonuç yoktu. Yine zihnimde boşluklar vardı, tek hatırladığım kendimi koşarken bir ormanın içinde bulduğumdu, eski yanan merkezin orada. Başka hiçbir şey yoktu. Neden kaçtığımı, ne yaptığımı bilmiyordum. Arkamda birileri mi vardı? Şimdi o arkamdakiler mi beni esir almıştı? Duruşmadan kaçtıktan sonra beni bu kadar kolay mı bulabilmişlerdi? Hapishaneye mi girecektim? Hapishane, o akıl hastanelerinden çok daha güvenliydi.
Odanın kapısı kapandı, biri yürümeye başladı; nefes sesi sıktı, heyecanlı değil fakat keyifli gibi, belki de gülüyordu. Simsiyah mendille bağlanan gözlerimin ardında kim olduğunu bilmiyordum ama bu sabah hissettiğim denizin o güzel kokusu, akşama kan kokusuna dönüşebilirdi.
Bundan da artık emindim.
Karşıma bir sandalye çekildi ve alt taraftan siyah botlarla karşılaştım, bu bir erkekti. Herkes olabilirdi ama içimden bir ses Prometheus'un benimle olduğunu söylüyordu. Korkuyu bekledim, korkmalıydım ama yine bu duygu bana uğramadı. Artık yanmaktan mı yoksa ölmekten mi korkmuyordum?
Herkesin düşündüğünün aksine her gece uykularımı kaçıran ölümden öylesine çok korkuyordum ki bu yaşama bağlılık değildi, bu ölümün verdiği acıdan korkmak demekti. Bir acıyı daha kaldırabileceğimi düşünmüyordum. Bir acıyı daha kalbimin kaldıracağına inancım yoktu.
Karşımdaki kişi hareketlendikten sonra gözümdeki siyah mendili sakince açtığında dakikalardır karanlığa alışan gözlerim görmekte zorlandı, birkaç kez kırptığımda ise ilk gözüme çarpan, eski bir odanın içinde olduğumdu ve karşımda oturan kişi, net görmeyen gözlerime rağmen tanıdığım bir isimdi. Ben zaten onu bulanık gözlerle görmeye alışıktım, küçükken karşısında sürekli ağladığımdan ötürü.
O kişi Korhan'dı.
Dikkatlice ona bakarken arkasındaki yatağı fark ettim, ardından yatakta uzanan kadını, beni izleyen gözlerini ve ölmek üzere olduğunu. Annem, İdil Erezli hemen onun arkasındaydı. Korku değil, acı kalbimin üzerine oturduğunda o denizin kokusunun nereden geldiğini, bana ne çağrıştırdığını hatırladım.
Annem daima deniz kokardı, parfümü deniz kokusu gibiydi ve şimdi odanın içinde öyle bir deniz kokusu vardı ki bunu nasıl unuturdum, bilmiyordum. Benim annem deniz kokardı, annem bana yüzmeyi öğrettikten sonra deniz gibi kokmaya başlamıştı; bu belki de benim aptal zihnimin oyunuydu ama annem tam karşımda, yarı ölü bir şekilde yatıyordu.
"Anne," diye mırıldandığımda, annem başı yan bir şekilde bana bakmaya devam etti. Bir ilacın etkisinde gibi ya da beni tanımıyormuş gibi. Öyle boş ama bir yandan da öyle bir acıyla bakıyordu ki onu seneler sonra görmenin verdiği mutluluğu bile hissedemedim, şaşkınlığı da öyle. Sanki bir kâbusun içinde gibiydim veya o bir hayalden de ibaret olabilirdi. Her şey çok ani, çok anlamsız ve bir o kadar da karmaşıktı. "Anne," dedim yeniden. "Sen misin?" Bakışlarım Korhan'a yeniden döndüğünde sırtını sandalyeye yasladı ve gülümseyerek bana baktı; bu gülümsemesini bilirdim, ne zaman bana karşı bir zafer kazansa aynı gülümseme yüzünde olurdu.
Derin bir nefes verdikten sonra, "Korel Edgardo Erezli," dedi rahat bir sesle. "Bu büyük buluşmayı uzun zamandır bekliyordum." Başıyla arka tarafını, annemi gösterdi. "Ve sonunda berabersiniz, umuyorum ki ebediyen beraber kalacaksınız."
Bir kez daha anneme baktım, donuk gözlerle beni izliyordu. Her şeyi düşünebilirdim ama Korhan'ın annemi esir tuttuğunu düşünmezdim, bu kadarını yapabileceği aklıma bile gelmezdi. "Ne yaptın?" diye mırıldandığımda yeniden ona bakıp, dişlerimi sıktım. "Ne yaptın lan sen?"
Korhan gülmeye başladı. "İşte şimdi aynı dili konuşmaya başlayacağız; hoş, sen zaten hep benim dilimi konuşmaya çalışırsın."
İçimdeki öfke kalbimi sıkıştırdığında olduğum yerde hareketlendim ve bağırarak, "Ne yaptın lan?" diye sordum, ellerimi iplerden kurtarmaya çalıştım ama öyle sıkı bağlamıştı ki kurtuluş imkânsızdı. "Bunu ona nasıl yaptın?"
Korhan ayağa kalktı ve kollarını önünde bağlayıp annemin yanına ilerledi. Tepeden ona bakarken, annem beni izliyordu. Bitkindi, canlı bile değildi. Onu mahvetmişlerdi ya da mahvetmişti, bilmiyordum. "Keşke bunları annen sana anlatabilseydi ama görüyorum ki o ölmek üzere," dedi Korhan düşünceli bir sesle. "O yüzden ben başlayacağım, en başından." Bakışları bana döndü. "Hikâyem ikiye ayrılıyor, Korel Erezli. Bir sizin tarafınız, bir Karaerlerin tarafı."
Bu son damlaydı. "Minel nerede?" diye bağırdığımda bakışlarımı kapıya çevirdim ve o an, bizi günlerce burası güvenli diye uyuttuğu evin içinde olduğumuzu fark ettim. Annem, hemen yan odamızda esirdi ve bunu ben bilmiyordum, hiç bilmemiştim. O kapıların ardındaydı, biz uyurken annem bizimle aynı evdeydi. "Orospu çocuğu!" diye haykırdığımda ayağa kalkmaya çalıştım ama bacaklarımı da sıkıca bağlamıştı. "Seni mahvedeceğim! Minel nerede?"
Korhan güldü. "Minel, benimle," dedi rahat bir sesle. "Ve güvende. Benim yanımdaki herkes güvendedir, Korel Erezli, senin aksine. Söylesene, onu en son ne zaman gördün?"
"Yalan söylüyorsun," dediğimde içimde artık korku filizlenmeye başlamıştı, o korku Minel içindi. "Bir şey yaptın ona." Daha fazla çırpındım, çırpınırken ipler bileklerimi kesti ama bunu hiç umursamadım. "Yalan söylüyorsun," diye hırladığımda belki bileklerim parçalanacaktı ama ona zarar vermesine izin vermeyecektim. Son gördüğümde mahkeme salonunda beni izliyordu; bakışlarında hem hayal kırıklığı vardı hem büyük bir nefret hem de büyük bir inanç. Hepsi karmaşıktı fakat orada, Büge'yi öldüren kişinin yüzündeki Joker maskesi, ona yine aynı şeyi düşündürmüştü.
Prometheus benimle oynuyordu; onun tek derdi benimleydi. Benden sonra Minel'leydi.
Prometheus... Gözlerim irice açıldı ve hareketlerim bıçak gibi kesildi, dikkatlice Korhan'a baktığımda boğazımda şiddetli bir yanma hissettim; yangın kalbimden geliyordu.
"Bir şey mi?" Korhan öyle bir güldü ki yeniden karşımdaki sandalyeye oturana kadar gülüşü kesilmedi. "Ona sen bir şey yaptın, Korel Erezli. Onu neredeyse öldürecektin; ah, yoksa hatırlamıyor musun?"
Ne demeye çalışıyordu? Ne anlatıyordu? Zaman kazanıyor olmalıydı, Minel'e zarar vermişti, o verdiği zararı kapatıyordu. Arkasındaki yatağa baktım, annem gözlerini kırpmadan bizi izliyordu. Anneme de zarar vermişti. "Seni mahvedeceğim," diye hırladım.
"Hangi yüzünle?" diye sordu Korhan bu kez.
"Seni mahvedeceğim!" diye haykırdım. "Seni bitireceğim!"
Korhan bir kez daha güldü, ardından kolundaki saate bakıp derin bir nefes verdi. "Korkak küçük kardeşim, Korel Erezli," dedi sırıtarak. "Çok zamanımız yok; şimdi beni dinle, sana bir masal anlatacağım. Yeniden."
"Sikerim masalını," dedim gözlerinin içine bakıp. "Aç ellerimi, o boynunu kıracağım senin." Bakışlarım yeniden anneme döndü, yutkunmakta zorlanıyordu. "Ona bunu nasıl yapabildin?" diye sorduğumda kalbimde büyük bir acı vardı. "O seni her kim olursan ol, evladı olarak bildi."
Korhan'ın bu kez gülüşünde bir katilin havası vardı; gerçek bir katilin. "Küçükken, sen henüz doğmamışken babam tarafından yetiştirme yurduna verildim," dedi Korhan sakin bir sesle. "Hikâyenin bu kısmını biliyorsun ama neden bırakıldığımı bilmiyorsun, değil mi?" Umurumda değildi, hiçbir zaman olmamıştı. "Küçükken herkese zarar vermeye çalışırdım," dedi çenesiyle beni işaret ederek. "Aynı senin gibi ama tam tersin. Sen kendine zarar veriyordun, ben başkalarına. Beş yaşındayken kümesteki tavukların boynunu kırıyormuşum." Omzunu kaldırıp indirdi. "Yani babamın yetiştirme yurdundaki müdüre anlattığı buymuş, ne kadarı doğru bilmiyorum. Hatta en sonunda ona zarar vermeye kalkmışım, uykusundan uyandığında beni karşısında bir bıçakla görmüş. Boynunu kesmek üzereyken." Yine omzunu kaldırıp indirdi. "Bunu da hatırlamıyorum fakat onu sevmediğimi anımsayabiliyorum. Her neyse. Babam bütün bunların ardından benim gibi bir çocuk istemediği için yetiştirme yurduna vermiş. Hatta tedavi edilmem gerektiğini çok sonra mektupla anlatmış, o an söyleseymiş beni almazlarmış. Müdür öyle söylemişti, aşağılamak için."
"Bütün bunları neden anlatıyorsun?" diye sordum dişlerimi sıkarak.
"Anlatıyorum çünkü bu çocuğa üzülecek misin diye merak etmiştim, elbette ki üzülmedin, değil mi?" Korhan yeniden sırıttı. "Kimse o çocuğu babasının neden bıraktığını sorgulamadı o zamanlar yetiştirme yurdunda çünkü ben hastalıklı bir çocuktum. Kim böyle bir evlat isterdi, öyle değil mi? Kötü, yaramaz, söz dinlemeyen, acıdan beslenen... Halbuki geçen gün düşündüm, küçük kardeşim. Dedim ki, belki babam o zamanlar bana sevgi gösterseydi zarar vermekten vazgeçebilir miydim?" Birkaç saniye düşündükten sonra dilini damağına vurdu. "Şu an hayır diyebiliyorum ama çocuk Korhan'a sorsak tam tersini iddia edebilirdi çünkü o da çok çabuk kabullenmedi kendisini. Küçücük Korhan'a kimse iyileşebilirsin demedi, onu aldılar yetiştirme yurdunda boş bir odaya, diğer çocuklardan uzak tuttular, kendi kendine zarar vermesine izin verdiler. Korhan o odanın içinde savaş verdi, iyi bir insan olmak için değil ama diğer çocuklarla aynı olabilmek için fakat o dürtü, küçük kardeşim," gözlerini kapattı, derin bir nefes verdi, "o dürtü yakamı hiç bırakmadı ve bir gece, yetiştirme yurdundaki büyük çocuklar tarafından dövülüp sonra istismara uğradığımda o dürtü gitgide büyüdü."
Şu an anlattıkları bir yalandan ibaret olmalıydı, daha fazlası değildi. "Sana inanmıyorum," dedim başımı sallayarak. "Çünkü seni tanıyorum, hiçbir zaman dikbaşlı bir çocuk değildin."
"Çünkü maske takmayı öğrendim, güzel kardeşim," dedi Korhan gülümseyerek. "İnsanlar yüzüme bir maske takmam gerektiğini öğrettiler; o maskeyi yaratan da annen, İdil Erezli'ydi." Kaşlarım havalandığında arkasındaki annemin gözlerini kapattığını gördüm. "Bir gün yine o odadayken yetiştirme yurdunun müdürü gelip beni bir ailenin istediğinden söz etti. İnanabiliyor musun? Bir aile beni istiyordu, benim gibi birini istiyorlardı. İnanmadım, şaşırdım. Hem bir aile neden daha küçük bir çocuk varken beni istiyordu ki?" Kaşları çatıldı. "Ama isteniyordum, beni isteyen de Erezli ailesiydi." Dilini yeniden damağına vurdu. "Hayır, İdil Erezli'ydi, o zamanlar sen daha doğmamıştın, bir ailenin çocuğu olmuyor diye isteniyorum sandım. Ah, bu hikâyeyi o aptal kız, sen doğduktan sonra evlatlık alındım diye biliyor, olayı daha dramatize etmek için böyle anlattım ve o da tıpkı Özge'de olduğu gibi bana çok üzüldü. Her neyse, inanmayacaksın ama ilk defa sevildiğimi düşündüm veya kabullenildiğimi. Demek ki, demiştim, benim
gibi çocukları da sevenler varmış."
"Annem seni seviyordu," dedim baskın bir sesle.
Korhan beni duymazlıktan gelerek devam etti. "İlk tanıştığım kişi annendi," dedi rahat bir sesle. "Beni gördü, saçlarımı sevdi; sanırım saçlarımı seven ilk kişi İdil Erezli'ydi. Saçlarımı sevdikten sonra kollarıma baktı, kendime verdiğim zarar için kızdı, bir psikiyatrist olduğundan söz etti. Beni iyileştirecekti, en azından ben öyle anlamıştım. Aldı beni, evine götürdü. O gün Cüneyt'le tanıştım, bana sanki hastalıklı biriymişim gibi bakıyordu ama İdil Erezli öyle değildi. Bir oda hazırlamıştı, oyuncaklar vardı, yatağımın üzerinde araba desenli çarşaflar, temiz kıyafetler, güzel kokular." Ellerini ovuşturdu. "Sevgiyi iliklerime kadar hissettiğim o üç günde ne kendime zarar verdim ne bir başkasına. Evet, o dürtü vardı fakat engelleyebiliyordum, her şey çok daha kolaydı." Korhan'ın yüzündeki gülümseme silindi, gözleri kısıldı, sandalyede öne doğru eğildi. "Ta ki dördüncü güne kadar. Annen sadece üç gün iyi anne rolünü oynayabildi, dördüncü gün beni psikiyatri kliniğine götürdü ve birkaç test yaptı, kâğıt üzerinde testlerdi, ardından korkutucu sorular sordu. O yaşta bir çocuğa korkunç gelecek sorulardı; evet, bana bile korkunç geliyordu ama bu soruların hepsini bana yönlendirdi, sonrasında ise beni bir kadavranın yanına götürüp ne hissettiğimi sordu. Morg odasıydı, buz gibiydi, üşüyordum ve o duygularımı öğrenmeye çalışıyordu."
"Hayır," diyerek karşı çıktım. "Annem bir çocuğa böyle davranmaz."
"Annen sana böyle davranmaz, korkak küçük kardeş," dedi Korhan sert bir sesle. "Fakat bana davrandı. Dördüncü gün o kadavraya götürdü, beşinci gün ölü bir fareyi kesmemi istedi, altıncı gün kendime nasıl zarar verdiğimi görmek için kolumu kesmeme izin verdi ve yedinci gün bir çöldeydik. O çölde bir adam asılmıştı, ölmüştü ve bana Prometheus masalını anlattı. Aslında Tanrı olduğumuzdan söz etti; ben Prometheus masalını ilk kez İdil Erezli'den duydum, sense benden."
Zihnimi zorladım fakat çocukluğumda bana bir masal anlattığını asla hatırlayamadım fakat bunu ona söylemedim, dinlemeye devam ettim.
"O günden sonra İdil Erezli'yle aramızdaki bağ kuvvetlendi; o beni iyileştirmiyor, olduğum gibi kabul ediyordu ve yaptıklarımın yanlış olmadığını söylüyordu. Çok sonra onun için bir denek olduğumu fark ettim, çok sonra dediğim sen hayatımıza girdikten hemen sonra." Başımı iki yana salladım. "Reddetme, sen hayatımıza girdin ve ben o kötü çocuğa dönüştüm. İlk önce beni eğitmekten vazgeçti, sonra aşağılamaya başladı çünkü artık ona keyif vermiyordum, başka bir denek istiyordu ama o denek sen olamazdın, sana kıyamıyordu. Seni doyuruyordu, seni seviyordu, sana kıyamıyordu ama beni hep unutuyordu. Beni sevmiyordu." Nefes almadan devam etti. "Artık beni istemiyordu, ne anlatsam oralı olmuyordu, aklında fikrinde bir tek sen vardın. Artık onun dikkatini çekmiyordum. Ne yaparsam yapayım, umurunda değildim. Kendimi merdivenden aşağıya attığımda bile ilgilenmedi benimle ama sen düştüğünde dizini üfledi, gördüm."
"Sen delirmişsin," dediğimde aynı hisleri benim görmediğim ortadaydı. Annemin hiçbir zaman beni çok sevdiğini düşünmemiştim; sadece babam gibi dövmüyor, ötekileştirmiyordu. Beni çok sevseydi babamın şiddetinin önüne geçerdi, öyle değil mi?
"Hiçbirimiz aklı başında değiliz, küçük kardeş," dedi Korhan. "Lakin ben delirmedim, beni mahvetti. Şu arkamda yatan annen, beni öyle bir görmezlikten geldi ki ilk cinayetimi ben onun yüzünden işledim. Sadece onun dikkatini çekmek için gidip o yetiştirme yurdundaki müdürü öldürdüm. Öyle profesyonelce ve rahat bir ölümdü ki kalbine bir bıçak saplamıştım ve o ölmüştü." Gülmeye başladığında kanımın çekildiğini hissettim. "Ve annene bunu anlattığımda yanında sen de vardın, direkt senin kulaklarını kapatıp beni odadan kovdu."
Hatırlamıyordum, çocukluk anılarımın çoğunda Korhan yoktu bile.
"Ve o günün akşamı Cüneyt'e artık beni istemediğinden söz etti; sana zarar verdiğimden, yapamayacağından. Öyle ki öz babama ulaşıp ona vermeyi bile teklif etti; öz babamı ilk o gün, hoparlördeki sesinden tanıdım. Uykulu bir sesle beni istemediğini söylüyordu, beni hiçbir zaman istemeyeceğini ve artık Erezlilerin mesuliyetinde olduğumu. Üzerine de çok kırıcı bir cümle kurmuştu benim için babam, o benim çocuğum olamaz, demişti. Çünkü bir şeytandım onun gözünde." Parmaklarıyla sandalyenin kollarında ritim tuttu. "O gün; bir dönüm noktasıydı, oyunun başlangıcıydı, nefretin ilk kıvılcımıydı." Bana bir kez daha yaklaştı, bu kez gözlerinde alev vardı. "Prometheus, çölün ortasında doğmadı, küçük kardeş; Prometheus, yeniden gözden çıkarıldığında doğdu."
Sanki bulunduğumuz yerde deprem oldu ve o depreme şahit olan sadece bendim. Bütün anılar, bütün gerçekler, bütün yalanlar birbirine girdiğinde Korhan'ın söylediklerini anlamakta zorlanıyordum ama aslında oradaydı, çok net ortadaydı. Bana Prometheus olduğundan söz ediyordu; senelerdir Prometheus hemen yanımda nefes alıyordu, taktığı o maskeyle bunu hiçbir zaman görememiştim.
Minel'in hayatını mahveden, benim denek olmama neden olan, annemi bu hale getiren, o kadar insanı öldüren Korhan'dı; Korhan, Prometheus'tu.
Ağzımı bile açmadan ona bakarken kalbim son hızla atmaya başlamıştı. "Her şey çok basit ilerledi," diye devam etti. "Maske taktım, annen beni görmek istemiyorsa görünmez oldum ve onunla bir anlaşma yaptım. Ben sana dokunmayacaktım, o da reşit bir adam olana kadar beni yanında tutacaktı. Tek anlaşması buydu fakat ilk önüne geçtiğim şart, senin şartın oldu." Korhan dudaklarını büktü sanki pişmanmış gibi fakat pişman değildi. "Sen hiçbir zaman mazoşist değildin, bunu sana zorlayan bendim fakat hatırlamıyorsun çünkü kişilik çatışması yaşıyorsun. Bu arada Cüneyt Erezli'ye seni şikâyet eden de hep bendim, bunların bazılarını anlıyordun ama bazılarından haberin bile yoktu. O seni sevmiyordu, bense ona boyun eğiyordum. Tam söylediğin gibi kölesiydim ama nedeni, maske takmamdı." Çok rahat bir şekilde gerindi. "Fakat bütün bunlara rağmen İdil Erezli hâlâ seni seviyordu, ben de bunun önüne geçmek için onu ortadan kaldırdım ve seni tamamen cehenneme ittim. Bu da içimdeki ateşi söndürmedi; ne kadar uğraşırsam uğraşayım, İdil'in senden nefret etmesine neden olamıyordum. Seviliyordun, Korel Erezli. Sevilmediğini düşündüğün zamanlarda bile seviliyordun."
"Sen," dedim dayanamayıp. "Minel'in annesini..."
"Ah," dedi Korhan gözlerini kısarak. "Kumar masasında onun canını almak çıktı, diyelim. Emin ol seninle Karaerleri konuşmak istemiyorum; onları konuşacağım kişi, Minel."
"Sen," dediğimde ellerim yumruk halini almıştı. "Ona zarar vereceksin."
Korhan gözlerini devirdi. "Bir akıl hastanesi kurdum," dedi rahat bir sesle. "Ve bunu esirim olan İdil Erezli'yle beraber yaptım. Yetmedi, seni orada denek haline getirdim. Ellerimdeydin, oyun hamuru gibiydin. Hatırlıyorsun, değil mi? Seni ellerime veren, Minel Karaer'di. Sana inanmamıştı, o zaman da Prometheus olduğunu düşünmüştü. Tek arkadaşın o turuncu saçlı kızdı ve senin elinden onu aldım; yetmedi, hayal kırıklığına uğrattım ve seni dönüştürdüğüm kişi, benim bile ummadığım bir kişiydi." Çenesiyle beni işaret etti. "Zihin ve psikoloji en büyük silahtır, küçük kardeş," diye mırıldandı rahat bir sesle. "Ve sen benim için en güçlü silaha dönüştün."
Yutkunmakta zorlandığımda, "Beni," dediğimde bu kadar bilgiyi artık kaldıramayacağımı fark ettim. "O akıl hastanesinde işkencelerle..." Gözlerimi kapattım, vücudumda yine acı vardı, yangını hissediyordum, o denizin kokusu yoktu. Hiçbir şey yoktu, sadece hissettiğim acıydı. "Bana ne yaptın?"
Korhan ellerini birleştirdi; gözlerimin içine bakarak öne eğilerek. "Satranç oynarken bana ne dediğini hatırlıyorsun, değil mi?" diye sordu sakin bir sesle. "Oyunu kazanmak, rakibinin zihnini okumaktan geçer, demiştin." Başını omzuna doğru yatırdı. "Sen çocukluğundan beri yanında olan Prometheus'un zihnini öyle güzel okumuşsun ki ona dönüştün; sen Prometheus oldun, küçük kardeş. Asıl sosyopat olan bendim ama sen, benden bile daha kötü birine dönüştün."
Nefesim kesilip titremeye başladığımda, "Ne saçmalıyorsun?" diye fısıldadım.
"Cinayetlerin ilham vericiydi," dedi Korhan. "Küçükken anlattığım masallardan çok daha iyiydi." Başımı iki yana salladığımda ellerimi açmaya çalıştım yeniden ama imkânsızdı. "Zihninde boşluklar var, değil mi?" diye sordu Korhan. "Hatırlamadığın kısımlar. Söylesene, vücudundaki izlerin hepsini ben mi yaptım denek olduğunda?" Başımı art arda iki yana sallarken yeniden ayağa kalkmaya çalıştım. "Senin kafanın içini senden daha iyi biliyorum, Korel Erezli çünkü biz aslında aynı kişiyiz, nereye gitsen bir adım arkandaydım ben."
"Ne saçmalıyorsun?" diye haykırdığımda kapıya baktım ve yeniden ona döndüm. "Beni çöz, beni çöz, seni mahvedeceğim."
"Dinlemek istemiyorsun çünkü gerçeklerle geliyorum sana," dedi Korhan hızla devam ederek. "Denek olduğun zamanlar sadece vücudundaki hasarlarla kurtulduğunu düşündün, bir süreden sonra değiştiğini fark ettin ama aldırış etmedin. Bu da yetmedi, kimseyle paylaşmadın. Bazen nerede uyuduğunu bile hatırlamadın, sustun. Dövmelerinin bazılarının anlamlarını bilmedin ama ben biliyorum, hangisini neden yaptırdığını." Bir anda ayağa kalktı ve üzerimdeki tişörtün önünü yırtarak açtı, göğsümün altındaki kartal dövmesini gösterdi. "Bunu Prometheus yaptırdı çünkü kartalın onun için ayrı yeri vardı." Kendimi ondan kurtarmaya çalıştım ama çenemi sertçe tutup kendine çevirdi. "Tanış kendinle, sana gerçekleri anlatıyorum. Asıl deli olan sensin, çoklu kişilik bozukluğun ve dört kişiliğin var. Çocuk ve Prometheus kişiliğin hâlâ seninle ama kadın ve doktor kişiliğin senden uzaklaştı."
"Kapa çeneni!" diye haykırdığımda çırpınmaya başladım. "Ben kimseyi öldürmedim bir cani gibi!" Ellerimi kurtarmaya çalıştım, bileklerim acıdı; bacaklarımı kurtarmak imkânsızdı, hayır, bu anlattıkları da imkânsız olmalıydı, büyük bir saçmalıktı. Bunlar olamazdı.
Korhan hiçbir tepki vermeden ayağa kalktı ve köşeye bıraktığı dosyayı alıp yanıma geldi. Başımı çevirdiğimde yeniden sertçe çenemi tuttu ve dosyayı gözüme soktu. "Bu dosyada öldürdüğün herkes var," dedi sakin bir şekilde. "Senin görüntülerinle. İlk önce Doğan Yankı'yı öldürdün, beklemiyordum ama öyle güzel ve etkileyici bir cinayetti ki hayran kaldım." Eli çenemden boynuma kaydığında hafifçe sıktı. "Sonra Kartal'ı öldürdün, o dişleri söktüğün her anın videoları var elimde." Titremeye başladığımda, cümlelerinin üzerine her Prometheus cinayetinin ardından hatırlamadığım boşluklar olduğunu anımsıyordum. "Sonra kimi öldürdün dersin?" Gülmeye başladı. "Babanı, Cüneyt Erezli'yi." Hayır, bunu yapmamıştım, yapmış olamazdım, o ben değildim. "Ve emin ol, cinayetlerin o kadar hayranlık uyandırıcıydı ki bir süre sana dokunmadan izleyiciydim ama o süreden sonra dayanamadım ve sana ortak oldum. Ferit Karaer'i öldürürken öyle keyif aldım ki, o dans ettiğiniz günün akşamındaki tiyatroyu hazırlamak hayatımda aldığım en güzel karardı. Zaten sen suçlu ilan edilecektin, benim cinayetlerim göze batmayacaktı bile."
"Hayır," dediğimde gözlerimi kapattım ve zihnimde silik dönen o görüntülerden arınmaya çalıştım. Orada, Kartal'ın karşısındaydım sanki ve yanımda yaşlı bir adam vardı. Hayır, işte orada babamlaydım, benim karşımda korkuyla bana bakıyordu. Hazzı hissediyordum, onu öldürmek keyif vermişti; hayır, bu ben değildim. Sadece kuruyordum, onun anlattıklarına göre şekil alıyordum.
"Filmim tam istediğim gibi ilerliyordu, küçük kardeş," dedi Korhan boynumu bırakıp. "Sen gittin, Doğuş'u benim elimden kurtardın. Bunu yapacağını zaten biliyordum, o kumarhaneye gelirken tek düşündüğüm buydu, Özge'yi öldürtmek ise hayatımda aldığım en doğru karardı çünkü konuşmaya başlayacaktı, durmadan o aptal turuncu kızın tepesindeydi, eski sevgilisi Mine'yi unutamıyordu. Yanımda artık onu daha fazla tutamıyordum; Minel Karaer'i kendime bağlamam gerekiyordu, bu da suçluluktan geçecekti. Bir taşla iki kuş vurdum, hem Doğuş'u serbest bıraktırdım hem Minel'in bana karşı zaafının oluşmasını sağladım Özge'yi öldürterek. Zaaflar inançları doğurur; Minel'in inancı ve güveni, Özge'nin ölümünün ardından ortaya çıktı. Bütün rollerime inandı, inandınız. Kimse Prometheus olmamdan bir an bile şüphelenmedi, Özge ise zaten nefret ettiği bu hayattan son görevini yerine getirerek vedalaştı; intihar onun için de ödüldü."
Gözlerimi açtığımda artık çırpınmak bile istemiyordum. "Minel'in bütün bunlarla ne ilgisi var?" diye sordum. "Onu neden yanında istedin? Sen yalancısın, sen bok gibi bir yalancısın ve şu an bütün bu anlattıkların..."
"Çünkü seni bitiren sadece Minel Karaer," dediğinde tiksinirmiş gibi nefesini verdi. "O senin en yakın arkadaşındı ve büyüdüğünüzde yani sen aptal intikam oyununla merkeze geri döndüğünde bir süre sonra yine ona bağlandın hatta âşık oldun, öyle değil mi?" Korhan'ın gözlerinde haz vardı, Minel'e zarar verecekti ve ben ne kadar çırpınırsam çırpınayım onu kurtaramayacaktım. "Fakat tek neden elbette ki bu değil. Hem nedenlerin ne önemi var ki? Ben bundan keyif alıyorum, bu bana haz veriyor."
Öyle hissiz, öyle nefret doluydu ki bu zamana kadar taktığı maskeyi nasıl gizleyebilmişti, anlam veremiyordum.
"Sen gittiğinde cinayetlerin bitti, inan o kadar sıkıcı zamanlardı ki." Bıkkın bir nefes verdi. "Turuncu aptal kız her gün senin için ağladı, inanabiliyor musun? Sense bir âşık gibi ona zarar verdiğini düşündüğün için gittin; gitmedin aslında, hep bir adım arkasındaydın ama onunlaydın. Çünkü en çok o zamanlar kim olduğunu sorguladın, değil mi, küçük kardeş? O çelloyu çaldığını gördün, o günü hatırlayamadın, o yabancı kim bilemedin, kendinden kaçtın, sonra o içindeki aptal aşkınla o kızı kurtarmak için gittin."
Gidişimi hatırlamıyordum, bu öyle derin bir itiraftı ki; hiçbir psikolojik test bunun gerçekliğini kanıtlayamazdı. Onsuz geçirdiğim anların çoğu da silikti, bahsettiği hangi kimlikle olduğumu bilmiyordum, Prometheus olamazdı çünkü hiçbir cinayet işlenmemişti ama diğer kimlikler... Kahretsin, aklımı kaçıracak gibi olduğum o günlerde hâlâ Minel'i gizli gizli izliyordum; o evimin önündeyken, hastanedeyken, okuluna giderken... Kendi hayatı için çaba gösterirken.
Fakat çoğu zaman da ne yaptığımdan habersizdim. Sadece bir kez kendimi bir daktilonun başında bulmuştum, o daktiloya yazdıklarımın anlamlarını bilmeden üstelik. Sonrasında Doğuş Karaer bana o dilden bahsetti, bir anlaşma olduğundan Prometheus'la. O dil, benim anlamadığım dil, Doğuş'un elindeydi.
Bu nasıl olabilirdi?
Mutsuzmuş gibi yeniden dudaklarını büktü Korhan. "Sonrasında ise dayanamayıp geri döndün, sorular kafandaydı ama onu bırakamadın ve bir cinayet daha işledin." Gülmeye başladı. "O barmen çocuğu öldürdün, gitgide kötüleşiyordun. Normalde Prometheus kişiliğinde bile olsan benden daha asildin, kendi çapında. Öldürdüklerin de senin gibi kötü insanlardı ama o barmen iyi biriydi, küçük kardeş. Sen iyi birini öldürdün. Psikoloji ne garip bir şey ki o aptal Turuncu kızdan kıskanman belki de Prometheus kişiliğine onu öldürttü."
Barmenin öldüğü günün gecesi kendimi ellerim kanlı, bir mezarlığın ortasında bulmuştum. Mezarlığa neden geldiğimi bilmiyordum, o ellerimdeki kandan hiçbir şekilde haberim yoktu; bu yaşadığımın kâbus olduğuna kendimi inandırmıştım. Sonrasında barmenin ölümünü öğrenmek, kendi içimde ilk defa sorgulamama neden olmuştu ama insan kim olduğunu bilirdi, değil mi? İnsan bir katil ise bunu hissederdi, değil mi? Hissetmeliydi. O halde ben neden şu an kendimi bir katil gibi hissetmiyordum? Peki ya katil gibi hissetmiyorsam neden Korhan'ın söyledikleri beni şaşırtmıyordu.
Birisi karşınıza geçip sizin bir seri katil olduğunuzu söylerse o kişinin karşısında dimdik durabilirdiniz; ben neden duramıyordum?
Neden verecek tek bir cevabım bile yoktu?
Arkadaki yatakta annemin bedeni vardı, ruhu ölmüştü; önümde Korhan oturuyordu, anlattığı hikâyelerin ardından Prometheus olduğunu söylüyordu, ayrıca benim de Prometheus olduğumu dile getiriyordu. Şimdiye kadar bu gördüklerim ve duyduklarımla çoktan çıldırmam gerekmiyor muydu? Neden bu kadar sakindim ve tek hissettiğim korku Minel içindi?
"Oyunun sonuna geliyorduk," diye devam etti Korhan fakat o barmeni öldürdüğümü söyledikten sonra devamını duymak bile istemiyordum. Devamında Büge vardı, o Joker yüzlü adam bendim. Hamile bir kadını öldürmüştüm, Minel'in en yakın arkadaşıydı, yıldızımız barışmasa da en yakın erkek arkadaşımın sevdiği kadındı. Onu öldürmüştüm, kim olduğum önemsizdi, onu ben öldürmüştüm. Ben mi öldürmüştüm?
"Dosyayı göster," dedim sakince.
Korhan güldü, alayla hatta küçümseyerek. Ardından, "Fotoğraflardan çok daha fazlası var," dedi başını sallayıp. Ayağa kalktı, köşedeki çantasına ilerlerken bakışlarım yatakta uzanan anneme bir kez daha kaydı; Korhan'ın anlattıklarının aksini iddia etmesini bekledim fakat o sırada zihnimde dönen anılar, sanki gerçekten başka bir kişiliğime ait gibiydi.
Yatakta uzanıyordum, başımda Korhan vardı ve bana Prometheus masalını anlatıyordu. Bu anı değişiyordu; Korhan yatakta uzanıyordu, İdil Erezli ona bu masalı anlatıyordu. Bir kapı aralığından onları dinliyordum.
Şaşkınlıkla anneme baktığımda Minel'in annesini de bir denek gibi kullanmak istemesi hatta onu akıl hastanesine yatırmak için gösterdiği çaba aklıma geldi. Prometheus'la işbirliği içindeydi, Mehveş Karaer'i bitirmek istediğini düşünüyordum ama hayır, annem bir sosyopat mıydı, bilmiyordum fakat insan psikolojisiyle kafayı bozmuştu. Mehveş Karaer'i de denek olarak kullanmak istiyordu.
Başımı iki yana salladığımda Korhan kucağıma dizüstü bilgisayarını koydu ve ekrandaki gizli bir dosyaya girdi, dosyanın adı ise oldukça manidardı: EDGARDO.
"Kendine ait alfaben var," dedi Korhan hayranlıkla. "Cinayetlerin benim anlattığım masallardan çok daha farklı ama bir yandan da daha özgün. Her cinayetin ardından bıraktığın yarım cümleler hayranlık uyandırıcıydı; fakat en sevdiğim cümle, daima, çocukluğumuz tohumumuzdur olacak." Yutkunduğumda kendimle yüzleşmeye hazırlıksızdım ama Korhan bunun için can atıyordu.
Bir videoya tıkladı; video oynamaya başladığında ilk gördüğüm Kartal'dı ve orada, karşısındaydım. Kartal bir ağaca bağlıydı, bense ona işkenceler çektiriyordum. O an kendimi izlemek bir yabancıyı izlemekten farksızdı fakat yüzüm tamamen açığa çıktığında ve bakışlarımdaki o ifadeyi gördüğümde, aslında bu sakinliğimin şaşkınlıktan değil korkudan olduğunu anladım.
Kendimden korkuyordum, en başından beri ve bir gün kendimle yüzleşeceğimi biliyordum ama yüzleşme bu şekilde gerçekleşemezdi. Bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim.
Acıyla nefesimi verdiğimde omuzlarım düştü, direncim kırıldı ardından gözlerimi kapattım; o gözlerimi kapattığım esnada tek gördüğüm yüz, Minel'in yüzüydü. Günlerce onun yanında bu adam olarak mı kalmıştım? Peki ya nasıl gizlemiştim? Onu kendimden nasıl koruyabilmiştim? Bu saatten sonra nasıl koruyacaktım?
"Seninle benim aramdaki en büyük fark, benim gerçekten bir Tanrı olmam," dedi Korhan ama kalbimin gümbürtüsünden onu zar zor duyuyordum, nefesim kesiliyordu; ben kimdim? Bununla yüzleşmek çok ağırdı. İçimde kaç kişi yaşıyordu? "Kullarımın olması, o kullarımın daima bana tapması ve yanımda bulunmaları. Sen sadece ölüm makinesiydin, bense hepsiydim. İşte Göksel ve Azra da benim kullarımdı, tapanlardı."
Gözlerim kapalı bir şekilde, "Tarikatın var," dedim kumarhaneyi hatırlayarak.
"Evet," dedi Korhan, güldüğünü anlayabiliyordum. "O insanların hepsi ama hepsi bana tapıyordu ve daha nicesi. Prometheus kişiliğinle zeki birisin ama bu kişiliğinle bir aptaldan farkın yok." Ellerim titriyordu, aptal olmak da korkak olmak da şu an umurumda değildi. "O akıl hastanesini yakacağını, sonrasında Minel'i affedip kendini ona adayacağını, her şeyi biliyordum çünkü haklıydın, rakibin zihnini bilmek, o oyunu kazanmak demekti." Gözlerimi açtığımda titremeye başladım, öfkeden değil saf bir acıdan. "O akıl hastanesinde işime yarayacak herkesi kurtardım, hepsi de kullarım oldu. Silahlı askerler yaratmak kolaydır küçük kardeş ama psikolojik silahlar daima sana savaşları kazandırır. Şimdi koca bir ordum var, o koca ordum bana tapıyor, taptıkları kadar da harika bir silahlar." Omzunun üzerinden anneme baktı. "Bu planı beraber yaptık, ben gerçekleştirdim, o cezasını çekti; olsun."
Başımı öne eğdiğimde yenilgiyi damarlarıma kadar hissediyordum, hem de en başından beri. "Bilekliği bilerek söyledin, değil mi?" diye sordum çaresizce. "Minel'e vereceğimi biliyordun."
"Elbette," dedi Korhan. "Zaten o bilekliği bahçesine bırakan da bendim, günü geldiğinde kullanması için. Bir bileklik bu kapıyı açıyor, diğer bileklik yan odayı."
"Neden?" diye mırıldandım başımı kaldırmadan, ardından bu sorduğum sorunun mantıksız olduğunu fark ettim. O bir sosyopattı, Korhan Erezli bir sosyopattı, hisleri yoktu, çok daha fazlası, herkesin hayatındaki o kara lekeydi. Fakat ben de o kara lekeydim, hiçbir farkım yoktu.
Aynı anda onlarca gerçeği kaldıramıyordum ama kaldıramadığım en büyük gerçek, kaybettiğim benliğimdi. "Neden?" dedim bir kez daha. "Neden bunu şimdi yapıyorsun?"
"Çünkü oyun bitti, intikam sona erdi," diye cevapladı. "Yani erecek, biliyorum. Herkes bana yaşattığının cezasını çekecek."
Başımı eğdiğim yerden kaldırdığımda yüzüme dikkatlice bakıyordu. O ana kadar ağladığımı bile fark etmemiştim; başka bir zaman olsa Korhan'ın karşısında bu şekilde olmak canımı yakardı, en son çocukken karşısında ağlamıştım fakat şimdi bundan çekinmiyordum çünkü sondaydım, dipteydim, yenilmiştim, çaresizdim. "Büge," dediğimde boğazımda büyük bir yumru vardı. "O hamileydi." Çekinmeden ağlamaya devam ettiğimde hıçkırıklarım bulunduğumuz odayı doldurdu. "O hamileydi, bir anneyi öldürdüm."
"Ah," dedi Korhan acımasız bir alayla. "Ağlayan katil, bir film repliği gibisin şu an."
"Büge'yi öldürdüm," dedim söylediklerini duymazlıktan gelerek. "Onun hiçbir suçu yoktu, o barmenin hiçbir suçu yoktu." Daha yüksek sesle ağlamaya başladığımda şimdi korku, acı, nefret, öfke; hepsi aynı anda çıkıyordu. "Büge'yi öldürdüm!" diye bağırdığımda bakışlarım anneme kaydı. "Anne, ben bir anneyi öldürdüm; anne, ben bunu yaptım. Anne, bununla nasıl yaşarım?" Korhan'a döndüm. "Bu olmaz," diye fısıldadığımda başımı iki yana salladım. "Bu kadarı olmaz."
Korhan rahat bir şekilde kollarını önünde bağladı ve ağlamamın keyfini çıkardı; titreyen vücudumun, yenilgimin, yaşadıklarımın, kim olduğumun, yüzleşmelerimin hatta daha fazlası; keyifli ifadesinin yanında bir sigara yaktı. Orada annemden ve benden kendi çapında intikam alırken, kazanç gözlerinin içindeydi.
"Büge'yi ben öldürdüm." Tek nefeste kurduğu cümlesiyle gözlerim açıldı ve inanmayıp ona baktım. "O kız bana o satranç oyununda aşağılayarak baktı ve zaten mahkeme öncesi bir şekilde senin Prometheus olduğuna dair kanıt lazımdı, gerçek bir kanıt. Bütün herkesin değil, Minel'in emin olabileceği bir kanıt. O Joker makyajı büyük bir kurtarıcıydı." Sırıttı, içi acımadı bile. "Ve zaten Büge iyi bir anne olamazdı; çocuklar en büyük günahımız, öyle değil mi kardeşim? Bir günaha daha gerek yoktu."
Rahatlamam mı gerekiyordu? Hayır, kalbimin üzerinde daha büyük bir karanlık vardı. "O görüntülerle Minel benim Prometheus olduğuma..." İnandı, diyemedim çünkü ben... Aklımı kaçıracaktım; işte şimdi o uçurumun kenarında kendimi görmeye başlamıştım. Acının yanına hayal kırıklığı da geliyordu, kendime karşı duyduğum hayal kırıklığı tarif edilemezdi.
"Çok şaşırtıcı ama inanmadı," dedi Korhan gözlerini açarak. "Daha çocukken hemen inanıp seni bana vermişti ama bu kez inanmadı, yine de direndi."
"Geçmiş zaman," dediğimde kalbimdeki eksikliğin yanında sanki kocaman bir oyuk vardı.
"Artık inanıyor," diye karşılık verdi. "Çünkü sen ona zarar vermek istedin; sadece ona da değil, Gürkan'ı onun gözlerinin önünde öldürecektin ben gelmeseydim."
"Ne?" O kalbimdeki oyuk büyüdü, büyürken karanlığa daha fazla sürükledi beni. "Ne?" dedim bir kez daha, ardından olduğum yerden yine hareketlenmeye başladım. "Minel nerede?" diye sordum. "Gürkan nerede? Onlar nerede? Yalan söylüyorsun." Ellerimi çekiştirdim, halatlar daha fazla kesti. "Hangi yüzüm olursa olsun ben Minel'e asla zarar vermem, bunu yapmam. Yalan söylüyorsun."
Korhan bıkkın bir nefes verip gözlerini devirdiğinde, "Bunu ondan dinlemeye ne dersin?" diye sordu.
"O iyi mi?" diye sordum direkt.
"Şimdilik iyi," diye yanıtladı. "Şimdilik."
"Hayır," diye karşı çıktım. "Ona bir şey yapmayacaksın." Bu kez bileklerimin hatta damarlarımın bile kesilmesini göze alarak ellerimi kurtarmaya çalıştım. "Ona benden söz ettin mi? Bunu biliyor mu? Ona ne yaptım?" Başımı yeniden kapıya çevirdim. "Burada mı? Gelecek mi? Ona zarar verecek miyim?" Yataktaki anneme baktım, gözlerini yeniden kapatmıştı. "Anne?" diye sordum. "O burada mı?" Korhan'a döndüm. "Ne istiyorsun? Ondan ne istiyorsun?"
"Söylediğim gibi," dedi Korhan. "Prometheus kişiliğinle çok zekisin ama bu kişiliğinle aptalın tekisin. O sana inanmadı, o senin denek olmana göz yumdu, o seni boğdurdu, o işkencelerine boyun eğdi." Art arda başımı iki yana salladım. "Ona bir tercih hakkı sundum, o tercih hakkının sonunda seni unutmayı istedi o akıl hastanesindeyken, kimse ona zorla seni unutturmadı."
Sadece, "Ona bunu söyleme," diyebildim. "Çünkü o zorla unutturulduğumu sanıyor."
"Bu kadar iyi olman göz yaşartıcı," dedi Korhan. "Fakat o da gerçeklerle yüzleşecek elbette. Senin Prometheus olmanla yüzleşti, ardından buraya gelecek ve senin gerçekte kim olduğunla da yüzleşecek, sonrasında kendisinin aslında kim olduğuyla da. Herkes yaşattıklarının bedelini ödeyecek, kime olduğu önemsiz." Gözlerini kıstı. "Doğrular, kardeşim, doğrular. Doğrular asıl pusulamızdır ve kalbimiz her zaman doğruları söylemez."
"Kaldıramaz," diye kısık sesle nefesimi verdiğimde, diğer bütün yaşadıklarının ağırlığının yanında bu gerçeğin hafif kalacağını fark ettim. "Söylesene, ona ne yaptım?"
Korhan başını omzuna doğru yatırdı. "Bugün onunla buluşacaksın," dedi bir anda. "Çünkü benimle son kez satranç masasına oturacaksın, o satranç masasından sen kazanıp kalkarsan ben bu oyunu kaybetmiş olacağım, her şeyden vazgeçeceğim, söz veriyorum ama ben kazanırsam," dudakları keyifle yukarıya kıvrıldı. "Sen kaybedeceksin, kaybın ise onun canıyla olacak."
Onun canıyla. Minel'in atan kalbiyle. Aldığı nefesiyle. Hayatıyla. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordum konuşmakta zorlanarak. "Ben onun canını nasıl bir satranç masasına yatırırım."
"İşte asıl kumar da burada zaten," dedi Korhan. "Hatırlasana, küçük kardeş, sen Prometheus'ken de kumardan çok hoşlanırdın. Şimdi en güzel kumarı sunuyorum sana ve en basitini." Başını aşağı yukarı salladı, heyecanla ayağa kalktı. "Minel'in inancı, bizim kumarımız olacak." Hayır, bu çoktan yenilgiydi. "Eğer Minel bugün sana inanırsa kazanç seninle olacak, ben mat edilip vazgeçeceğim ama eğer sana inanmazsa mat edilen sen olacaksın, her anlamda ve onun kalbi benim avuçlarımın içinde olacak."
Bütün hayatımı düşündüm Korhan konuşurken. Geçirdiğim bütün zamanları, hatırlayabildiğim o şiddetten ibaret çocukluğumu, Korhan'ın hemen arkasında artık bayılan annemin şefkat sandığım sevgisinin aslında mecburiyetten geldiğini ve sonrasında Prometheus'un planı dahilinde olsa bile Minel'in hayatıma girişini. Geçirdiğimiz o günleri, gülümseyişini sonra karanlığı, ihaneti, inançsızlığı, işkenceleri, unutuluşları... İkinci kez tanıştığımızda yanıklarıma bakarken acıyan o görüntüsünü, halbuki onun için yanmışken bana bu şekilde bakmasını; üçüncü kez tanıştığımızda bir intikam için karşısında dikilip kötülüğe sürüklenişimi fakat en sonunda kıyamamamı... Belki de o kötülüğü bile içimde bir yerlerde yaşayan Prometheus yaptırmıştı çünkü ben ona hayatımın tersini gösterdiğinde bile kıyamamıştım.
Şimdi bütün hayatım gözlerimin önündeydi ve o hayatımın içindeki boşluklarda ben bir katildim, Korhan'ın söylediğine göre bir çocuktum da ve bir doktordum, bazen bir kadındım. Ben hepsiydim ama her şeyden önce ölümdüm, öldürücüydüm, zarardım, iğrençtim, ellerimde kan vardı, yok ederdim.
"Başka bir seçenek daha var," dediğimde insanın kendi ölümüne karar vermesi günlerini hatta aylarını almalıydı fakat benimki sadece birkaç dakikaya sığmıştı. İşte Korel Erezli, bu kadar değersiz bir adamdı. "Eğer bir can ise bedel, o can benim canım olsun."
Korhan buna hazırlıksız yakalanmıştı, şaşkınlığını gizleyemedi ve bir an, sadece bir an ondan acıma duygusunu bekledim ama yoktu, zaten hiç olmamıştı. O savcı, ahlaklı, çizgisinden şaşmayan, herkes tarafından saygı duyulan görüntüsünün altında yatan Prometheus kişiliğini bir benden gizlemezdi ve haklıydı, ben kendime dönüştüğümde kocaman bir aptaldan ibarettim.
"Onun canı için kendi canından mı vazgeçeceksin?" diye sordu şaşkınlıkla.
"Onun hasarsız kalbi için kendi bozuk kalbimden vazgeçeceğim," dedim fakat ölüm korkusu nefesimi kesecek kadar derinlerdeydi. "Çünkü ben zaten artık istesem de yaşayamam, bu şekilde devam edemem. Söylesene, nasıl devam edilir?" Bu soruyu yönelttiğim insanın saçmalığıyla kendime güldüm.
"Kazanma ihtimalinden hiç söz etmiyorsun," dedi Korhan. Dakikalardır ilk defa bu kadar net kırgınlığı hissettim. Gerçeklerden daha kırıcı olan, Minel'in o kumar masasında beni yalnız bırakacağından emin olmamdı.
"Çünkü biliyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. "Minel hiçbir zaman Korel'e inanmaz."
"Ya inanırsa?"
Derin bir nefes verdim. "Bir yanım inanmasını diliyor," dedikten sonra gözlerimi kapattım. "Bir yanım inanmaması için savaş vermeye hazır çünkü onu kendimden bile koruyamam, bunu artık görebiliyorum."
Minel'in karşısına geçip iki Prometheus olduğundan söz edebilirdim, Korhan'ın onun hayatını mahvettiğinden, benim aslında bir rahatsızlıktan dolayı... Hadi oradan, kendi içimde bile kendimi mi aklıyordum ben? O kadar da değildi, hangi mantıklı cümle yitip giden canları, o işkenceleri geri getirebilirdi.
"Benim," dedim zorlukla konuşarak. "Sence tedavim mümkün müdür?"
Korhan öyle bir kahkaha attı ki aşağılayıcı havası kendime acımama neden oldu. "Hayır," dedi net bir sesle. "Akıl hastanesine yatman gerekiyor ve senin akıl hastaneleriyle probleminin olduğunu biliyorum."
Gözlerimi yavaşça açtığımda, "Peki ya benden sonrası?" diye sordum. "Benden sonra ona ne olacak?"
"Bu beni ilgilendirir."
"Bırak yaşasın," deyip hızla devam ettim. "Bırak yaşasın, gerekirse bunun için sana yalvarabilirim, dizlerine kapanabilirim. Bırak yaşasın, o en suçsuz olanımız."
Korhan başını omzuna yatırdı. "Bakarsın ona da bir teklif sunarım," dedi. "Ya canı ya da her şeyi unutması." İkinci kırgınlığımı hissettim; Minel beni bir kez daha unutmak isterdi, üstelik ben öldükten sonra, unutulursam mezarıma da kimse gelmezdi, yalnız kalırdım. Bir zihinde yaşamamak, ölümden çok daha kötüydü. "Sanırım ikimiz de bunun yanıtını biliyoruz."
Yutkunmamın ardından Korhan'la göz göze geldik; gerçek bir göz göze gelişti bu. Geçen seneler, yaşananlar, düşen maskeler. İçimizdeki savaş sona ermişti, o savaşın kazananı çoktan Korhan yani Prometheus olmuştu.
Kendisi de aynı şeyi düşünmüş olacak ki oturduğu sandalyesinden ayağa kalktı, üstten bana bakıp, "Tanrı her zaman kazanır," dedi kendini işaret ederek. "Ve sen kaybettin çünkü sadece benim gölgemden ibarettin."
"Tanrı her zaman kazanır," diye mırıldandım aynı şekilde. "Fakat sen bir Tanrı değilsin çünkü görebiliyorum, benden korkuyorsun." Korhan'ın yüzündeki ifade değişti. "Şu an beni yenebilirsin fakat tam karşında Prometheus olarak dikilseydim benden kaçardın çünkü şunu unutma, savaş açtığın çocukluğumdu, onu bile yenmekte zorlandın."
Dişlerinin arasından öfkeli bir nefes verdikten sonra hırsla çenemi sıktı. "Seni ben yarattım," dedi kibirle.
"Ve gün gelecek, seni de sen öldüreceksin." Çenemi daha sıkı tuttu, içimdeki korkuya rağmen ona alayla güldüm. "Ve ölürken bile daima şunu bileceksin, bu sandalyede karşında oturan öylesine bir Korel Erezli'yi bile bağladın sen, ona karşı gelemezsen diye. Eğer Prometheus olsaydım bir kumara bile gerek kalmayacaktı çünkü seni hem zekâmla hem gücümle alt edecektim. İşte son nefesini verirken bunu bilmek de senin cehennemin olacak. İtiraf et, Korhan, ciğerini durmadan yiyen o kartal benim."
Eli çenemden boynuma gittiğinde parmakları sıkıca dolandı, nefesimi kesmek istedi fakat bir yandan da kendisiyle savaş verdi. "Ölümün bir zehirle olacak," dedi başını sallayarak.
"Ve içimdeki herkesi öldüreceğim," dedim onaylayarak. "Ben öldükten sonra bile konuşulan Korel Erezli olacak, asıl gölge sen olarak kalacaksın." Hırsla bağırdığında bu kez parmakları daha sıkı dolandı boynuma ve nefes almakta zorlandım. "Sen kazanacaksın ve ben kaybedeceğim bugün ama zaman, zaferi bana getirecek, asıl kaybeden sen olacaksın. Çünkü Korel Erezli, emare bırakacak; sen bir leke bile olamayacaksın."
Boynumu daha sıkı sardığında öfkeden gözü dönmüştü, kibir bakışlarındaydı, aldığı her nefes artık onun da kalbini sıkıştırıyordu, biliyordum. Gözlerimin içine bakarken bir anda boynumu bıraktı, itekledi, sonra arkasını dönüp İdil Erezli'ye baktı; İdil Erezli'nin gözleri açıktı, yüzünde bir gülümseme vardı, bana gururla bakıyordu.
Bu Korhan'ın hırsla sandalyeye tekme atmasına neden oldu, ardından odadan öyle bir hışımla çıkıp gitti ki annemle ben odada baş başa kaldık. Korhan gittiği an, dik durmakta direnen omuzlarım düştü, bakışlarım anneme kilitlendi. Her şeyin başlangıcı oydu. Her şeyin sonunu da o getirecekti, biliyordum.
"Anne," dedim gözlerimi kısarak. "Yandım ben, boğuldum, işkencelere uğradım, savaşlar verdim ama seni beklemekten hiç vazgeçmedim kurtarırsın diye." Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi, kaşları havalandı. "Fakat şimdi görüyorum, seni beklemek de kötülükmüş çünkü sen de kötüymüşsün."
Yutkundu, bakışlarına pişmanlık oturduğunda yaşattığı her şeyin bedelini ödediğinin farkındaydım fakat bedel ödemek; geçmişi getirmiyordu, izleri silmiyordu, ateşi söndürmüyordu.
Gözlerini kapattı, cevap bile vermedi, elini sola doğru kaydırıp avcunu açtığında içinden bir bilye yuvarlanarak yere düştü, düştüğü yerden ayağımın ucuna ilerledi.
Bakışlarım bilyenin üzerinde gezindi, kalbime umut doldu, yüzümde bir gülümseme vardı. Bu bilye, Korhan'ın ben küçükken elimden aldığı uğurlu bilyemdi; siyah, içi kırmızı benekli. Bir gün geri vereceğini söylediği bu bilye, annem tarafından bana geri verilmişti. Bu bilyeye nasıl ulaşmıştı, her şey bir plan mıydı yine yoksa son bir ödül müydü, bilmiyordum ama içimde can çekiştiğini düşündüğüm o çocukluğumu ben ölmeden önce gülümseten o bilyeydi.
Demek ki diye düşündüm, kendi kendime. Çocukluğumuz içimizde yaşadığı müddetçe masumiyet daima vardı; en kötü insan olarak bunu düşünebilmek bile bir mucizeydi. Bu mucizeyi bana ufacık bir bilye hissettirmişti.
Eğer Minel bugün bana inanırsa bu bilyeyi ona verecektim ve diyecektim ki, dinle, Minel, masumiyet hâlâ içimde bir yerlerde yaşıyor, savaş vermek için çırpınıyor, benim için direniyor. Bak, Minel; çocukluğum burada bana gülümsüyor, her şeye rağmen yaşa diyor ve ben senin bana inancınla yaşamaya devam etmek, bu masumiyet için savaş vermek istiyorum.
Paragraf Yorumları