"Kötü insanlar hep kötülük yapmak zorunda mıdır, Korel?" Yazın serin havası yüzüme vuruyordu ve karşımdaki Korel'in gözlerine bakarken aslında cevabını bildiğim bir soruyu soruyordum. Ama Korel beni hep şaşırtırdı, hep farklı yanıtları olurdu. Hayata bakış açısı hep farklıydı.
"Hayır," dedi Korel ciddiyetle. "Bazen kötü insanlar yanlışlıkla da olsa iyilik yaparlar, Minel."
"Öyle mi?" Elimde duran mısırdan bir ısırık aldım. "Bunu nereden biliyorsun?"
"Çünkü çok kötü bir insan yanlışlıkla da olsa bana iyilik yaptı," diye fısıldadı ve bana doğru uzanıp dudağımın kenarındaki mısırı temizledi. "Beni seninle tanıştırdı."
***
Bir anı, kapıyı aralayıp içeriye girmişti ve ben de onu davet etmiştim. Oturmuştu karşıma, bana onun geçmteki yüzünü göstermişti, cümlelerini dinletmişti ve kendi hislerimi sorgulamama neden olmuştu. Öyle yüce bir histi ki bir anıda ondan başka kimse yokmuş gibi hissediyordum fakat başka bir anıda ondan ölesiye korkuyordum.
Beni mahvediyordu.
"Burada ne işiniz var?" Gürkan'ın sesi beni anılarımdan uzaklaştırdı, Korel'in ise uzanıp kot pantolonunu giymesine fırsat tanıdı. Gözleri Büge'ye döndü. "Sana buraya gelmeden önce haber vermen gerektiğini söylemiştim, Büge." Ardından gözleri Büge'nin kıyafetine kaydı. "Ayrıca senin bu halin ne böyle?"
Büge cevap vermek için dudaklarını araladı ama Gürkan'a dönüp sözünü devraldım. "Onu buraya zorla ben getirdim. Sana haber vermek de üzerini değiştirmek de istedi ama acelem olduğu için onu engelledim."
Korel ona bol gelen pantolonunu giyip üzerindeki siyah tişörtünün yakasını düzeltti. "Neden?" diye sordu Gürkan bana dönüp. "Bir problem mi var?" Bir problem mi var?
Birçok problem vardı ama burada onunla karşılaşacağımı ummadığım için birkaç saniye duraksadım. Büge ise bunu anlayıp Korel'e, "Dönmüşsün," diye seslendi. "Hangi rüzgâr attı seni buralara?"
Eskiden olsa Korel onu terslerdi ya da küçümserdi ama bu kez tek bir cümle kurdu: "Hiç gitmedim."
"Ah," dedi Büge gözlerini devirerek. "Pardon, hepimiz kör olduk da seni göremedik o zaman."
"Büge." Gürkan Büge'yi uyarmak istese de o aldırış etmedi.
"Doğru," dedi Korel soluk bir tınıyla. "Kör olduğunuzu yeni fark etmeniz de güzel bir ilerleme."
Hemen Korel'e baktım, sert değil ama dikkatli bir bakıştı. Az önce Büge'yle arabada olan konuşmalarımızdan sonra böyle bir cümleyi direkt üstüme alınmıştım.
"Bence burada durmanın bir anlamı yok." Gürkan ikisinin arasına girdi hatta benim bakışlarımı bile kesmek istedi fakat bunu umursamadım. "Minel, sorun ne? Buraya neden gelmek istedin?"
Hiddetle, "Bu lanet olasıca akıl hastanesine gelmek istemedim elbette," diye karşılık verdim. "Seni görmek istedim ama burada işe başlamışsın."
"Beni görmek mi istedin?" Gürkan'ın gözleri birkaç saniye Korel'e kaydı, sonra tekrar bana baktı. "Neden?"
En sonunda bakışlarımı Korel'den ayırdığımda Gürkan'a, "Seninle konuşmak istediklerim var," dedim ve aslında en doğru olanın kendim için de Korel için de görmezlikten gelmek olduğunu anladım.
"Ne gibi?" Gürkan tedirgin olmuştu. Üzerine giydiği beyaz önlük buraya hiç yakışmıyordu ve kendisi de eminim bunun farkındaydı.
"Geçmişim hakkında." Kelimelerin üzerine öyle bir bastırdım ki duvardaki saatin tik takları bile bir an kesilir gibi oldu.
Gürkan'ın gözleri irileşti, Büge hazırlıksız bir şekilde derin nefes verdi ve Korel... Ondan hiçbir tepki yoktu, sadece dinleyiciydi. "Biliyorum, geçmişim hakkında bildiklerin var. Onları dinlemek istiyorum."
Bunu neden Korel'in yanında yapıyordum? Ona güvenmediğimi göstermek için mi? Onu göz ardı etmek için mi? Onu umursamıyormuş gibi davranmak için mi?
Belki de tek istediğim, onun yine beni aptalca yalanlara inandırmasıydı.
Gürkan sessizliğini korudu ve omuzlarını dikleştirerek Büge'ye baktı. Yardım istediği açıktı.
Gülümseyerek, "Tedirgin oldun," dedim Gürkan'a. "Ama maalesef bir gün herkes," herkes kelimesinin üzerine bastırdım, "bugünün geleceğini biliyordu. Artık geri plana atan ya da sorgulamayan Minel yok. Sen de böyle bir an yaşanacağından emindin. Neden tedirgin oldun?"
"Ben sadece..." Gürkan masasına ilerlerken zaman kazanmaya çalıştı. "Geçmişinle ilgili hiçbir şey bilmiyorum..."
Hızla yanına gittim ve dikkatini çekmek için ellerimi sertçe masaya vurdum. "Ve artık yalanlar dinleyip onlara inanıyormuş gibi davranan Minel de yok. Gürkan, biliyorum, geçmişimdesin."
Gürkan'ın gözleri önce masasına vurduğum ellerime, sonra yüzüme kaydı. Beklemediği yerden gittiğim için şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, Büge ise arkamdan onun yanına gidip aslında hangi tarafta olduğunu bana gösterdi.
Aramızda sözsüz bakışmalar geçerken bana herhangi bir cevap vermesini bekliyordum fakat yanıtsızdı, sessizliğe kurban gitmişti. Tam o anda Korel, "Gürkan senin geçmişinde değildi," diye lafa girdi. "Sen benim geçmişimdeydin. Gürkan sana hiçbir şey anlatamaz çünkü hepsi ikimizi ilgilendiriyor."
Gürkan'ın yüzüne bakmaya devam ederken, "Ben Gürkan'la konuşuyorum," dedim fakat dişlerimi sıktığımı yeni fark ediyordum. "Ona soruyorum."
"Ve ben cevap veriyorum." Ayak seslerini duydum ama ona bakmadım. "Gürkan bir şeyler anlatsın mı istiyorsun?" Derin bir nefes verdi. "Gürkan, ona her şeyi anlatabilirsin." Birkaç adım sesi daha. Sonra dibimdeydi, masanın hemen yanında. "Onun sana anlattıkları, benim ona anlattıklarımın aynısı olacak. Yani sen yine Korel'i dinleyeceksin."
Altdudağımı dişlerimin arasına alıp kanatana kadar bastırdım. Canımı yakmaya çalışırken aslında ona bakmamak için de kendimle savaş halindeydim. Herkes bana bakarken dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum ama ben kendi içimde büyük bir nefrete bulanmıştım.
Eğildiğim yerden doğruldum, ellerimi birbirine çarptım ve gözlerimi en sonunda Korel'e çevirdim. Hafif alaylı bir gülümsemeyle, "Ha, anladım," dedim. "Yani ben Gürkan'dan yine yalanlar dinleyeceğim." İstemesem de yüzünde oluşan yeni yanık izine gözlerim kayıyor, gözünün altındaki morlukları es geçemiyordum. Daha fazla ona bakmak istemediğim için gözlerimi kaçırıp, "O halde kimseyi dinlemem gerekmiyor," diye mırıldandım. "Hepinize iyi günler, ben kendi başımın çaresine bakarım."
"Minel..." Arkamı dönüp yürümeye başladığımda Büge arkamdan seslendi ama duraksamadan odadan çıktım ve üçünü oracıkta bıraktım.
Ondan neden kaçıyordum? Evet, yalancıydı; evet, gerçeklerle uzaktan yakından alakası yoktu ama bunlar kaçmak için bir neden olsaydı zamanında fark ettiğimde de kaçardım, öyle değil mi?
Belki de benim kaçtığım yalanlar değil, Korel tarafından duymak zorunda kalacağım gerçeklerdi.
Ben o gerçekleri onun ağzından duymak istemiyordum.
Bir anda arkamdan biri kolumu tuttuğunda irkilerek geriye döndüm ve Korel'le göz göze geldik. Parmakları kolumu kavrarken elektrik çarpmış gibi onu hafifçe itekledim. "Sakın bir daha bana dokunma."
Eli boşta, havada kaldı. Uyarımı dikkate almayıp üzerime yürüdü. "Artık kaçan Minel yok diyorsun ama kaçıyorsun. Neden?" O üzerime yürüdü, ben geriye gittim. "Doğru, önceden de kaçmak yok demiştin ama ilk tümsekte korkmuştun."
Hırsla, "Ben geçmişimden korktum," dedim. "Geçmişimden kaçtım, senden değil."
Korel gülümsedi, yanağındaki yanık izi hareket etti. "Minel, ben o geçmişim. Ben senin geçmişindeyim hatta geçmişinin neredeyse tamamıyım."
Yutkundum, dudaklarımı birbirine bastırdım, ardından arkamı dönüp asansöre ilerledim ama peşimdeydi. Düğmeye bastığımda hâlâ üçüncü katta olan kapılar yana kayarak açıldı. Asansöre ilk binen ben oldum, arkamdan Korel de bindi ve benden önce zemin kata bastı. Asansör hareket eder etmez ise durdurma düğmesine basıp bakışlarını bana çevirdi.
Gözlerimi irileştirerek, "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye hırladım. Elim kırmızı ışığı yanan durdurma düğmesine ilerledi ama bileğimi havada yakalayıp düğmelerin önüne geçti.
"Beni hatırlamaya başladın, değil mi?" diye sordu bir anda. Kül kokusu ve nefesindeki bu saatte olan alkol kokusu bana ulaştığında kaşlarımı çattım.
"Neden merak ediyorsun?" Bileğimi elinden kurtardım. "Bunun senin için ne önemi var?"
"Minel, geçmişini istiyordun," dedi derinden gelen bir tınıyla. "Ve ona ulaşmaya başladın. Hatırlıyorsun. Beni görüyorsun." Vücudu vücuduma yakındı ve bu daracık asansörde kaçabilecek hiçbir yer yoktu. "Bana söyle, neleri hatırlıyorsun? Hangilerini? İyileri mi yoksa kötüleri mi?"
Onu terslemeyi düşündüm fakat sesindeki hevesi ondan ilk defa duyuyordum, tanıdım tanıyalı ilk defa bu kadar hevesliydi ve dün akşam gördüğümden beri ilk defa gözleri parlıyordu. "İyileri." Kısa ve net verdiğim yanıt, ışığının artmasına neden oldu.
"Seni gördüm," diye fısıldadıktan sonra gülümsedi; içten bir şekilde, yürekten. "O Teoman konserinde. 'Mektup' şarkısı çaldığı zaman nasıl baktığını gördüm. Karşında o şerefsiz barmen varken bile..."
Lafını sertçe kestiğimde, "Beni gördün?" dedim hiddetle. "Çünkü beni takip ettin, öyle mi?" Günlerce içimde canlanan o takip edilme dürtüsünün nedeni, Korel'in hemen arkamda olması mıydı? Kapısının önüne gidip oturduğum ve onun geri dönmesini istediğim zamanlar da beni izliyor muydu? "Beni gördün," dedim bir kez daha. "Birileri beni takip ediyor diye aklımı kaçıracak gibi olduğumda o takip eden sen miydin?" Korel'i sertçe iteklemeye çalıştım ama kolları omuzlarımı tuttu. "Seni aşağılık herif!" diye bağırdım. "Beni evinin önündeyken de izledin mi? O çimenlikte? Yolda? Kendi evimde? Seninle gittiğimiz her yerde?" Bir kez daha iteklemeye çalıştım ama kolları omuzlarımı daha sıkı tuttu. "Yedi ay boyunca beni mi izledin? Sürekli arkamda mıydın?"
Bütün bağırış çığırışlarımın arasında sakince, "Yedi ay değil," dedi başını iki yana sallayarak.
Dudaklarım aralandı, sakinliği öfkeme öfke katarken, "Sen iğrenç ve aşağılık bir adamsın," dedim dişlerimi sıkarak. "Ve bir daha arkadaşlarıma şerefsiz demeyeceksin, beni duydun mu? O barmen benim arkadaşım."
"Arkadaşın mı?" diye sordu. Gülümsemesi yerini çatık kaşlara bıraktı. "Onunla orada tanıştın. Sen kimseyle kolay kolay arkadaş olmazsın."
İşaretparmağımı göğüs kafesine yasladım ve onu hafifçe itekledim. "Demek ki değiştim, demek ki insanlarla hemen arkadaş olabiliyorum."
Korel'in kaşları daha fazla çatıldı. "Ama o şerefsiz sana sarkıyordu."
"Hayır, tatlı tatlı benimle flört etmeye çalışıyordu," diye çıkıştım. "Ve bu seni zerre ilgilendirmez. Geçip karşıma beni koruyormuş hatta üşenmeden kıskanıyormuş gibi mi davranacaksın? Aptal herif, yedi ay sonunda beni bir asansör kabinine kilitleyip bunu mu soracaksın?"
Korel soruma cevap vermeden, "Tatlı tatlı mı?" diye sordu tiksiniyormuş gibi. "Dikkatini artık böyle klişe ve basit tipler mi çekiyor?"
Gözlerimi devirip yine düğmelere uzanmaya çalıştım ama önünü tamamen kapattı. "Seninle bunları tartışmayacağım," dedim öfkeyle. "Benim hayatım, seni ilgilendirmez. Öyle değil mi?"
Her tarafı kapalı asansörde artık nefes almak da zorlaşıyordu ve aylardır görmediğim Korel Erezli tam karşımda dikilmiş, beni ondan kaçmaya çalışırken bile engelliyordu. Birbirimize çok kısa bir an baktık; o kısa anda yanık izini yakından görmek zorunda kalmıştım ki bu durum sesli bir şekilde yutkunmama neden oldu.
Nereye baktığımı anladı ve yüzünü yan çevirip görebilmem için tamamen açığa çıkardı. Bense bakışlarımı inadımdan değil, canımın acısından dolayı kaçırıp asansör kabinine baktım.
Anlamsız kelimeler, iç içe geçmiş harfler. Fransızca değildi, İspanyolca değildi, İngilizce değildi... Hiçbir dile benzemiyordu ve Büge'nin söylediği kadarıyla kendisi de bir dile benzetememişti. Hem öyle ki çok eskilere dayanan bir dil olsa bile kaynaklardan çıkardı.
Fakat ben bu dili nereden tanıyordum? Aşinaydım. Bu anlamsız kelimelere, bu anlamsız cümlelere...
Zihnimin sınırlarını zorlayıp geçmişimin toprağını kazdım ama hiçbir sonuç alamadım, normalde unuttuklarımı gördüğümde ağrıyan başımda herhangi bir tepki yoktu.
Ama başka bir şey vardı, çok başka bir şey, belki de benim hiçbir zaman unutmadığım bir şey...
Ve o an.
Zihnime bıçağın, kalbime hançerin saplandığı, bacaklarımı ateşin sardığı o an...
Bu dili tanıyordum çünkü daha önce iki defa ona şahit olmuştum.
Gözlerim asansör kabininden Korel'in yüzüne kaydı; onu hâlâ profilden görüyordum, dudaklarını birbirine bastırmıştı ama artık yanık izine değil, yaprak sarısı gözlerine bakmaya çalışıyordum.
Bu dili biliyordum, bu dili anlıyordum.
Onun evinde kaldığım ve bana sarmaşıklarını dinlettiği günün sabahıydı. Elimde babamın imza attığı, anlamadığım dilde yazılmış bir mektup vardı. Aynı sabah Korel'i evindeki küçük odasında, daktilosunun başında bulmuştum. Anlamadığım dildeki yazılar, masasının üzerindeki kâğıtlarında yer alıyordu. İkisi de aynıydı.
Ve bu akıl hastanesinin duvarlarında aynı dilden cümleler yazıyordu. Bana bu alfabenin Erezli alfabesi olduğunu söylemişti.
Ve şimdi insanların denek olarak kullanıldığı bu yerde o alfabe geçerliydi.
Dört Erezli vardı. Cüneyt Erezli: Prometheus tarafından canice katledilmişti. İdil Erezli: Ortalıklarda yoktu ve öldüğü düşünülüyordu. Korhan Erezli: Bir savcıydı ve bütün bu olanları araştıran esas kişiydi. Korel Erezli: Benim geçmişimdi.
O an bir karar vermem gerektiğinin farkındaydım fakat bu sefer sorular yoktu. Bu sefer beni kandırmasına izin vermek ya da kandırdığı zaman inanmak ya da kaçmak yoktu. Tek bir seçenek vardı, o seçeneğe koştum: Korel Erezli'yle oynayarak bütün gerçekleri öğrenmek.
"Gerçekten," dedim donuk bir sesle. "Bana geçmişi anlatmak mı istiyorsun Korel?"
Yüzü hafifçe bana döndü, kaşları çatıldı. Değişen fikrimi mi fark etti yoksa sesimdeki donukluğu mu duydu bilmiyordum ama bir süre yüzümü izledi. Ardından, "Bana inanmayacaksan sana geçmişi anlatmamın bir anlamı yok," diye mırıldandı.
"Sana hemen inanmamı bekleyemezsin." Tek bir cümle, kırgın ama içinde öfke barındıran bir cümle. Daha fazlasını hissediyordum, içimden onun ağına yine takılmamak için dileklerde bulunuyordum.
Başını ağır ağır aşağı yukarı salladı. "Bana inanmanı bekleyemem zaten," dedi tek nefeste. "Ama hatırladıkça, doğruları anlattığımı göreceksin." Eli yavaş yavaş, zamana meydan okuyan bir sakinlikle çeneme dokundu ve başımı kaldırdı. "Bu kez, yalanlar olmayacak."
Elleri buz gibiydi, teni buz gibiydi ama gözlerindeki sıcaklık eğer gerçekse ilk defa bana böyle bakıyordu.
Kapılmayacaktım, boğulmayacaktım, savrulmayacaktım.
Yüzümü onun elinden kurtarmadım ama kabin duvarına biraz daha sokuldum. "O halde bana her şeyi anlatmanın zamanı geldi, Korel. Beni evine götür."
Her zaman aptal olan aslında bendim; direkt onu kabul ederdim hatta kabul etmediğimi söyleyip kaçsam bile çoktan ona doğru koşar halde olurdum ama bu kez yaptığım onu neden bu kadar şaşırttı anlayamadım.
Yine de sormadı, üzerine düşünmedi. Elini çenemden çekti, asansörün durdurma düğmesine tekrar basıp hareket etmesini sağladı. Sonra yan dönüp yüzünü asansörün kapısına çevirdi, bense onun profilini izlemeye devam ettim.
İzleriyle, gerçekleriyle, yalanlarıyla, dürüstlüğüyle, kaçtıklarıyla ve yakalandıklarıyla Korel Erezli.
Bu kez ben onunkine değil, o benim oyunuma dahil olacaktı.
Paragraf Yorumları