logo
1. ESİNTİ 2. RÜZGAR 3. FIRTINA 4. KASIRGA 5. GİRDAP 6. SİS 7. ÇİSENTİ 8. ŞİMŞEK 9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ 10. YAĞMUR 11. KIRAĞI 12. KAR 13. BUZ EMARE PUSULA, 14. GÜVEN SINIRLARI EMARE, PUSULA: 15. DOĞUM ve DÜĞÜM EMARE, PUSULA: 16. MELEZ EMARE, PUSULA: 17. TOHUM EMARE, PUSULA: 18. KORKAK ve CESUR EMARE, PUSULA: 19. UMUT GÜNEŞİ EMARE, PUSULA: 20. TÜCCARLAR ve ASİLLER EMARE, PUSULA: 21. KÜLÜN İZİ EMARE, PUSULA: 22. KIRIK PUSULA EMARE, PUSULA: 23. KUKLALARIN DANSI EMARE, PUSULA: 24. CEHENNEM ESİNTİSİ EMARE, MASKE: 25. TERK EDENLER EMARE, MASKE: 26. ANILAR ve ŞARKILAR EMARE, MASKE: 27. KANLI SU EMARE, MASKE: 28. BODA EMARE, MASKE: 29. DÖNÜŞ EMARE, MASKE: 30. SAVAŞ EMARE, MASKE: 31. OYUN EMARE, MASKE: 32. SIRLAR EMARE, MASKE: 33. SÖZ EMARE, MASKE: 34. SIRLARIMIZ EMARE, MASKE: 35. ARAF EMARE, MASKE: 36. EMANET EMARE, MASKE: 37. SANRI EMARE, MASKE: 38. HİSLER EMARE, MASKE: 39. ASLANLAR ve SIRTLANLAR EMARE, MASKE: 40. KALP RİTİMLERİ EMARE, MASKE: 41. OYUNUN BAŞLANGICI EMARE, MASKE: 42. ANLAŞMA EMARE, MASKE: 43. KAFES EMARE, MASKE: 44. BALIKLAR EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN EMARE, MASKE: 46. ŞEYTAN TAŞLAMA EMARE, MASKE: 47. YANGIN EMARE, MASKE: 48. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM EMARE, MASKE: 50. KONSER EMARE, MASKE: 51. MAHKEME EMARE, MASKE: 52. PROMETHEUS'UN DİLİ EMARE, MASKE: 53. GERÇEKLER EMARE, MASKE: 54. KABULLENİŞ EMARE, MASKE: 55. KOREL EREZLİ EMARE, MASKE: 56. RUHUN ÖLÜMÜ EMARE, MASKE: 57. EDGARDO EREZLİ EMARE, MASKE: 58. YÜZLEŞME EMARE, MASKE: 59. ÖL veya UNUT EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL) TEŞEKKÜR ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR 28. MAHKEME (KOREL EREZLİ'DEN)

EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM

Views 142 Comments 0

Mahkemeye dört gün kala...

Evde biri ölmüş gibi matem havası vardı ama halbuki kimse ölmemişti, tek problem kimsenin kimseyle konuşmamasından kaynaklanıyordu.

Büge ve Gürkan dünün ardından bir daha yan yana gelmemiş ya da konuşmamıştı. Gürkan oturma odasında uyuyor, Büge de odasından çıkmıyordu. Gürkan'la konuşmak pek mümkün değildi; bir kez şansımı denediğimde beni sadece susturmuştu, bunu yaparken bile gözleri dolmuştu.

Büge ise yüzüme bakmıyordu, onunla konuşmaya çalışmamıştım; kızgınlıktan değildi, konuşsam bile onu anlamayacağımı düşünüyordum. Kendine göre elbette ki haklıydı fakat yine de hiçbiri Korel acı çekerken onun öylece izleyici olması gerçeğini örtemiyordu.

Korel'le sadece bir şeyler yiyor, arada havadan sudan sohbet ediyorduk fakat her ne kadar belli etmese de ağrılarının arttığını görebiliyordum. Gürkan ona her gün ağrı kesici serum takıyordu ve o serum Korel'i neredeyse tüm gün uyutuyordu.

Saat gece üç buçuktu, berbat bir kâbus görmüştüm, bu eve geldiğimden beri art arda kâbus görüyordum, öyle ki artık uyumayı kendime yasaklamıştım. Gürkan oturma odasında uyuduğu için oraya gidemiyordum, Korel'le uyuduğumuz oda cehennem gibi kâbusları hatırlattığı için yanına dönemiyordum; hem de inleyerek uyanıyor, her seferinde Korel'i uyandırmak zorunda kalıyordum, buna da gerek yoktu.

Korhan'ın girmeyin dediği odaların kapılarını zorlamıştım, ikisi de kilitliydi. İdil Erezli'nin gizli mabedi olduğu için içeridekileri merak etmiştim fakat sonrasında bu kadar problemin ardından bir de bununla savaşmayı doğru bulmadım.

Babam sadece birkaç mesaj bırakmış, onun dışında aradığımda açmamıştı. Neden böyle davrandığı hakkında ufacık bir fikrim bile yoktu fakat mahkemeye gelip gelmeyeceğini sorduğum her an geleceğini söylüyordu.

Elimdeki bardaktan büyük yudumlarla suyumu içtim ve gözkapaklarıma bastıran uykuya yenik düşerek az önce verdiğim sözü çiğnedim, Korel'le uyuduğumuz odaya geri döndüm.

Mahkemeye üç gün kala...

Çıldırmak üzereydim; bugün Korel de benimle hiçbir şekilde konuşmuyordu, babam mesajlarıma bile dönmüyordu, Gürkan'ı Korel'in pansuman anları dışında görmemiştim, Büge ise odasından çıkmamıştı. Çıldıracaktım çünkü benim dışımda kimse şu an hayatımız için çabalamıyormuş gibi geliyordu.

Gece iki kırk altıydı, Korel'in uyuyan yüzünü izliyordum. Yine berbat bir kâbusun ardından uyanmıştım, rüyamda İdil Erezli'nin öz kızıydım ve benim saçlarımı kesiyordu. Makasla değil bıçakla, saç köklerimi kazıya kazıya.

İnleyerek uyandığımda Korel neyse ki duymamıştı; onun da çatık kaşlarından kâbus gördüğünü anlayabiliyordum.

Korhan ona ulaşmaya çalışmıştı ama konuşmayı reddediyordu, Korel ise bu konu hakkında yorum yapmamı bile istemiyordu. Korhan'la ben de konuşamıyordum. Mahkemeye öylece avukatıyla iki kelime konuşmadan çıkacaktı. Her şey berbatken daha berbat bir hal alacaktı.

"Minel," diye mırıldandı Korel. Bakışlarımı açık pencereden ona çevirdiğimde bana seslendiğini düşünmüştüm ama gözleri kapalıydı, rüya görüyordu. Kâbus da olabilirdi, bilemiyordum. "Minel," dedi bir kez daha, sonra hafifçe titremeye başladı, elleri yumruk halini aldı. "Minel," dedi bu kez öfkeyle. Bir savaş veriyordu ya da benimle savaşıyordu. Benimse iki seçeneğim vardı; ya onu uyandıracak ya da konuşturacaktım.

İkinci seçeneğe yönelip, "Efendim?" diye mırıldandım. Uyku sersemi bana bir şeyler versin istiyordum; dilinin ucunda durmadan döndürdüğü o baklayı çıkarsın, bana gerçek yüzünü göstersin, susarken neler düşündüğünü bana anlatsın...

"Neden?" diye sordu, soruyu sorarken canı acıyormuş gibiydi. Bacağı hareketlendi, elleri de öyle. "Neden?" dedi bir kez daha.

"Ne neden?" diye sordum.

"Minel," dedi zorlukla. "Boğuluyorum."

Kalbim acıyla kasıldığında dayanamayıp elimi elinin üzerine yerleştirdim, ardından tersini öpüp, "Korel," diye fısıldadım. "Uyan, kâbus görüyorsun."

Uyanmadı. "Boğuluyorum," dedi yeniden, ardından başını diğer tarafa çevirdi. "Üşüyorum." Titremesinin nedeni kâbusunda her neredeyse üşümesiydi. "Minel," dedi. Sayıkladığı tek kişi bendim; annesi değil, babası değil, ağabeyi değil bendim. "Neden?"

"Ne neden Korel?" dedim yine. "Ne neden?"

Sesim normalden yüksek çıkmış olacak ki vücudu kaskatı kesildi, ardından kirpikleri titreyerek açıldığında bakışları direkt bana döndü. Öfkeyle hatta nefretle. Kâbusun etkisindeydi, her ne gördüyse benden nefret ediyordu.

"Kâbustu," diye fısıldadım. "Ne gördün?"

Beni sayıkladığını duyduğumu bilmiyordu. Bakışları odanın içinde dolaştı, nerede olduğunu idrak etti, ardından saate baktığında derin bir nefes verip, "Önemli bir şey değil," dedi fakat sesinde hâlâ o öfke vardı.

"Ne gördün Korel?" Yaprak sarısı gözlerini bana çevirdiğinde bakışları yine anlam yüklüydü; anlamların altında yatan sırlar, iç sesi ne diyordu acaba şu an? Bana bakarken ne düşünüyordu?

"Geçmişi," dedi fısıldayarak. Öfkesi ve nefreti acıya dönüştü.

"Korkuyordun," diye mırıldandım.

"Korkuyordum," diye onayladı.

"Ne gördün de korktun?" diyerek üzerine gittim.

Kısa bir suskunluğun ardından, "Gördüklerimden korkmadım," dedi net bir yanıtla. "Aynı şeyleri yaşamaktan korktum Minel."

Son cümleyi söylerken bana öyle anlamlı baktı ki kendimi kapana kısılmış gibi hissettim. Tedirginliğimi fark ettiği an bütün o öfkesini, nefretini, acısını yok sayıp kolunu diğer tarafa açtı ve yanına uzanmamı istedi. Karşı gelmeden yanına uzandığımda başım göğüs kafesini buldu; kalbi bir kuş gibi korkuyla atıyordu, onun kalbi bu kadar korkuyu kaldıramazdı.

Birkaç saniye o şekilde bekledi, ardından saniyeler dakikaya dönüştüğünde derin bir nefes verip dudaklarını saçlarıma yasladı. "Yapmazsın, değil mi Minel?" diye sordu.

"Neyi?" dedim.

"Yapmam de."

"Neyi Korel?"

"Minel," dedi nefesi saçlarımı okşarken. "Soruları boş ver, yalandan da olsa yapmam de, eğer demezsen bu gece uyuyamam."

Yutkunmamın ardından başımı kaldırıp ona baktım ve pencereden vuran ayın ışığıyla bana odaklanmış gözlerini gördüm. "Yapmam Korel," dedim inançla. "Asla yapmam."

Gülümsedi, yalan olduğuna inanarak ya da doğru olmasını dileyerek, bilemiyordum; ardından gözlerini kapatıp yüzündeki o gülümsemeyle uykuya daldı.

Mahkemeye iki gün kala...

Bugün hep beraber masaya oturup yemek yedik, tek konuşan kişi yine bendim; Büge önündeki yemeğe dokunmadı bile, Gürkan sadece birkaç lokma yedi, Korel ise baharatlı pilavımdan tabak tabak yemek dışında başka hiçbir şey yapmadı.

Kimse bir çaba göstermedi, kimse gülümsemedi, kimse belki de beraber son günlerimizmiş gibi davranmadı. Bense gün geçtikçe korkuyu içimde daha şiddetli hissetmeye başlamıştım; çünkü görebiliyordum, hayatımızın dönüm noktasındaydık. Ya kurtulacaktık ya da tamamen batacaktık; onlar batmışız gibi davranıyordu.

Mahkemeye bir gün kala...

Yarın Korel'in mahkemesi vardı ve Korel'in bizim için aldığı, bu akşamki dört kişilik Teoman konseri biletleri duruyordu. Bir daha Korel'le konser hakkında konuşmamıştık, gidip gitmeyeceğimiz bile belli değildi ve evin içinde yine matem havası vardı.

Bu kadarla sınırlı değildi. Korhan eve gelmiş, hepimizi karşısına alıp mahkemede ne yapacağımızı söylemişti. Hepimizden kastım; ben, Gürkan ve Korel'di. Büge sonradan aramıza katılmış ve öylece ortamdaki konuşmaları dinlemişti.

"Korel," dedi Korhan, gergin bir ses tonuyla. "Beni anlıyorsun, değil mi?" Korel benim içki içmeme karıştıktan sonra ağzına asla içki sürmemişti ama o an bakışlarından alkole ihtiyacı olduğunu anlamıştım. "Avukatınla konuşmadın, onunla tanışmadın bile. Senin hayatın için yine çabalayan benim, sense bana olan öfkenle köşene çekilip kurtarılmayı bekliyorsun."

Maalesef Korhan'ı haklı buluyordum. Biz hepimiz Korel için çaba gösterirken, Korel'in sadece göz yumarak bize ayak uydurması haksızlık gibi geliyordu.

Korel ağzını açmadı.

"Bütün konuşmaları avukatın yapacak," dedi Korhan, bir savcıya yakışır ciddiyetle. "Ve sana söz hakkı verildiğinde kimseyi öldürmediğini söyleyeceksin. Başka hiçbir şey yok, sadece bir katil olmadığını dile getireceksin."

Korel alayla güldükten sonra, "Neden yardım ediyorsun?" diye sordu.

"Anlamadım."

"Neden," dedi Korel baskın bir sesle. "Neden yardım ediyorsun Korhan?" İmalı bakışlarıyla Korhan'ın üzerindeki jilet gibi takım elbisesini kesti. "Buraya bir abi değil savcı olarak geldiğini düşünsek bile bana yardım etmen için bir neden yok." Koltuğa yaslanıp alayla gülmeye devam etti. "Üstelik benden istediğini yapmadım." Birkaç dakika ne kastettiğini anlamadım ama sonrasında aklıma Korhan'ın istediği bileklik geldiğinde boğuk bir nefes verdim. Bu Korhan'ın gözünden kaçmadı.

"O sadece bir ricaydı," dedi kibar bir dille Korhan. "Fakat ricamı kırman seni kurtarmaya çalışmayacağım anlamına gelmiyor."

"Değil mi?" dedi Korel inanmadığını belli ederek. "Beni kurtarmaya çalışırken bir yandan da Minel'e geçmişimle ilgili dosyaları verir, onun aklını kurcalarsın Korhan." Başını iki yana salladı. "Bir anda içindeki nefret bitti ve beni sevmeye mi karar verdin?"

Korhan hayal kırıklığıymış gibi Korel'e baktı. "Babam hep senin hiçbir şeyi hak etmediğini söylerdi," dedi aşağılayıcı bir ses tonuyla. "Ve şimdi görüyorum ki gerçekten de hak etmiyorsun Korel."

Dudaklarım aralandı, Gürkan'la bakıştık. Yüzündeki alaylı gülümseme silinen Korel kasıldı, yaslandığı yerden doğrulup öne eğildi ve dişlerini sıkarak, "Babam her zaman benim hayal kırıklığı olduğumdan da söz ederdi. Ama sonra da eklerdi Korhan. Derdi ki, 'Sen böyle bir oğlan olduğun için ben Korhan'ı sevmek zorunda kaldım.'" Bu kez kasılma sırası Korhan'ındı, şaşkınlık arttı. "Ne oldu?" diye sordu Korel. "Bunun farkında olmadığımı mı sanıyordun?"

"Korel," dedi Gürkan susturmak için fakat Büge Gürkan'ın aksine sanki bu savaşta izleyici olmaktan keyif alıyormuş gibiydi.

"Neyin farkında?" diye sordu Korhan.

"Benim boşluğumu seninle kapattı babam," dedi Korel aşağılayıcı bir ses tonuyla. "Çünkü ben hiçbir zaman ona boyun eğmedim ama sen köpek gibi," kelimenin üzerine bastırmıştı, "evet, köpek gibi onun peşindeydin, biat ediyordun ve emirlerini yerine getirdiğinde önüne attığı kemiklerle idare ediyordun." Korhan daha fazla kasıldı. "Sen sevilmedin Korhan, sen sadece babamın bir süs köpeğiydin ve farkındayım, babam tarafından hayal kırıklığı olmak, köpeği olmaktan daha gurur verici bir durum. En azından ben yediğim bütün dayaklardan ve aşağılanmalardan sonra bile ayakta kalabildim ama sen öyle korkak bir adamsın ki hiçbir darbe yemeden bile ayakta durmakta zorlanıp intihar ettin."

Korhan'ın dudakları aralanırken Korel'in yüzündeki gülümseme öyle ürkütücü bir hal aldı ki bu cümleleri ne zamandan beri içinde tutuyordu, düşünmeden edemedim.

"Bakma öyle," dedi Korel, yarayı daha fazla kaşıyarak. "Beni istediğin kadar motosiklet yarışlarında yen, sonuç olarak hiçbir zaman beni kazanamayacaksın çünkü biz satranç masasında rakipsek sen her zaman şah diyen olacaksın, bense mat eden kişi olarak aklında kalacağım."

Korhan bu son cümlelerin ardından öfkeden köpürmüş bir halde ayağa kalkıp Korel'in üzerine öyle hızlı atıldı ki engelleyemedik bile. Bir anda Korel'i boğazından tutup kaldırdı ve sertçe duvara yasladı. Nefesini keserken acıyla çığlık attım çünkü Korel'i boğuyordu. "Her şeyi biliyordun, değil mi?" diye sordu Korhan öfkeyle. "Her şeyin farkındaydın, değil mi?" Korel nefes almakta zorlanırken Gürkan aralarına girmeye çalıştı, ben de Korhan'ın koluna asıldım ama Korel'i kurtarabilmek imkânsızdı.

"Bırak," diye bağırdığımda zerre umurunda olmadı. "Bırak, onu boğuyorsun, bırak!"

"Biliyordun," dedi Korhan bir kez daha. Gürkan Korhan'ın beline sarılıp onu çekmeye çalıştı fakat Korel direnmeden Korhan'ın gözlerinin içine bakmaya devam etti. "Biliyordun, evlatlık olduğumu hep biliyordun," dedi Korhan yüksek sesle. "İdil Erezli'ye beni istemediğini söyleyen sendin! Sen istemiyorsun diye bana o kadar şey yaptı; onun bu dünyada sevdiği tek kişi sendin."

Gürkan en sonunda Korhan'ı uzaklaştırdığında hemen Korel'in önüne geçtim. Korel öksürerek öne eğilmiş vaziyette gülüyordu. Korhan ise Gürkan bütün gücüyle onu tutmasına rağmen öfkeyle çırpınmaya devam ediyordu.

Korel kahkahalarla gülüyordu. Anladım ki Korhan'a ilk silah çekişi o an olmuştu çünkü Korhan'ı daha önce böyle büyük bir öfkeyle hiç görmemiştim.

"Ezik," dedi Korel boğuk bir sesle. "Aşağılık, aptal, korkak," gülmeye devam etti, "bütün bunları bana küçükken söyleyen sendin Korhan ama şimdi bakıldığında hepsinin kıskançlığından olduğunu bilmek beni çok güldürüyor." Korhan küfür savurdu. "Hayatın boyunca beni kıskandın, elimdeki her şeyi almak istedin, alamadığında da köpeğe dönüştün."

"Korel," dedim ona dönüp ellerimi omuzlarına yerleştirerek. "Yeter."

"Çünkü biliyordun; başkaldırmasam ve birazcık babamın istediği gibi biri olsam seni asla görmeyeceklerdi. Korhan, sen hep görünmezdin," dedi Korel alayla. "Kabullenilmek için babamın ayakkabılarını bile her gün silerdin, ceketini tutardın." Korel kahkaha attı, Korhan Gürkan'ın kollarında daha şiddetli çırpınmaya devam etti. "Eğer bunları yapmasan yine kapı dışarı edilecek ve o yetiştirme yurduna dönecektin."

"Yeter!" diye bağırdığımda Korhan'a üzülmeye başlamıştım, bu cümleler çok ağırdı.

"Bunların hepsi de çocukken olmadı," dedi Korel. "Birkaç sene önce bile babamın önündeki eti doğrayıp ona hazırlayan sendin." Korel Korhan'a parmağını salladı. "Annem bir kez saçlarını okşasın diye onun da köpeği olmak istedin ama o hep beni sevdi, seni kabullenmedi." Korhan avazı çıktığı kadar bağırdı. "Seninle küçükken oynadığımız o satrancı hatırlıyor musun?" Korhan küfür savurdu. "Seni defalarca yendim, defalarca. Annem ise dönüp benim doğuştan zeki olduğumu söyledi, genetik." Korhan çırpınmayı bıraktı ve çenesini kaldırıp Korel'e baktı. "O gün, beni babama kendimi kestiğimi söyleyerek şikâyet eden sendin ve beni düşündüğün için yapmadın bunu. Tek derdin o evden uzaklaşmamı sağlamaktı; ben uzaklaşacaktım ve sen o ailenin tek çocuğu olacaktın, öyle değil mi?" Korel'in sesi yükseldi. "Ezik, aşağılık, aptal ve korkak olan sadece sendin!"

Sessizlik oldu; duvarlarda çınlayan sesi kulaklarımdan silinmezken ortamdaki sessizlik bana ölümü hatırlattı. Korhan'ın yüzündeki öfke yavaş yavaş siliniyordu ama yerine gelen duygu Korel'in haklılığını haykırıyordu. Halbuki Korhan bana da Korel'i kıskandığını söylemişti ama Korel cephesinden bakıldığında bunun nasıl da zor olduğunu görebiliyordum. Aynı şekilde Korhan için de ağırdı; kendini kabullendirmek için savaş verirken hiçbir zaman galip gelememişti. Tek yapabildiği Cüneyt Erezli'nin kölesi olmaktı.

Prometheus bir konuda haklıydı: Çocukluğumuz tohumumuzdu.

"Bir kez daha satranç oyna benimle," dedi Korhan, beni fazlasıyla şaşırtarak. "Bu son satrancımız olacak."

Korel yeniden güldü. "Bin kez oyna benimle satrancı," dedi aşağılayarak. "Her zaman ben yeneceğim."

Korhan başını iki yana sallayıp Gürkan'ı sertçe omzundan itekledi, ardından oturma odasının içinde dolanıp köşedeki dolaba ilerledi. Sertçe kapağını açıp bir kutu çıkardı ve odanın köşesindeki masanın üzerine koydu. Fermuarı açarken ellerinin öfkeden titrediğini görebiliyordum, her zaman kontrollü olan Korhan'ın öfkesi beni şoke etmişti.

Satranç tahtasını yerine koydu, beyazları alıp tek tek dizdi, ardından Korel'in tarafındaki taşları da dizdi. Onu izlerken sandalyeye oturdu, titreyen ellerini birleştirdi ve Korel'e imayla baktı. "Korkak değilsen karşıma gelirsin," dedi sert bir sesle.

Korel bir an bile düşünmeden elleri ceplerinde son derece rahat bir şekilde Korhan'ın karşısındaki sandalyeye oturduğunda birbirlerine zıt görünüyorlardı. Siyah ve beyaz. Onlar için seçilmiş renkleri tam olarak yansıtıyorlardı. Korel'in alaylı gülüşü ve rahatlığı, Korhan'ın öfkesi ve rahatsız duruşu iki kardeşten öte iki düşman gibi görünmelerini sağlıyordu.

"Ezik," dedi Korel aşağılayıcı ses tonuyla. "Beyazı almışsın, burada bile korkaksın. İlk sen başlayacaksın."

Korhan'ın çenesi kasıldı fakat hiçbir cevap vermedi; Korel'in karşısında ilk defa onu bu kadar teslim olmuş görüyordum ya da öyle davranıyordu.

Korhan ilk hamlesini yaptı, gözlerini tahtadan ayırmadı, Korel de hemen karşılık verdi ve oyunları başladı.

O zamana kadar hiçbir şey dikkatini çekmeyen Büge bile oturduğu koltuktan kalkıp bizim yanımıza geldi, oyunu izlemeye başladı.

Kalbimde bir kasırga vardı, o kasırganın adı neydi bilmiyordum ama bu satranç oyunundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündüm. Eskiden kastım, güzel günler değildi, daha az korkutucu günlerdi. Çünkü bu satranç tahtası, asıl mahkemeymiş gibi gelmeye başladı.

Korel son derece hızlı oynuyordu, Korhan ise dakikalarca düşünüyordu. Korel oldukça rahattı, Korhan ise stresten ağlayacak kadar rahatsızdı. Korel kendinden emindi, özgüveni gözle görülürdü fakat Korhan kesinlikle kendine güvenmiyordu.

Saniyeler dakikalara dönüştü, dakikalar ise gitgide katlanıp saat oldu. Bu kadar uzun sürmesinin nedeni Korhan'ın gerçekten düşünmesiydi, zaman sınırları yoktu ama Korel her hamlesinde sanki Korhan'ın ne yapacağını biliyordu ve en uzun bir dakika düşünüyordu.

İki buçuk saat geçtiğinde Korhan ter içinde kalmıştı, Korel ise sırtını yaslamış satranç tahtasına bakıyordu. Gürkan bir sandalyeye kurulmuştu, ben hâlâ ayaktaydım, Büge ise koltuğun tepesine tünemişti. Hepimizin kalbi heyecanla atıyordu. Durumları eşit gibiydi; biri öne geçse diğeri onu alt ediyordu.

Korhan defalarca şah demişti fakat Korel alayla gülüp sanki o şahı yapacağını bilerek kendini kurtarmıştı.

Üç saat olduğunda Korel dudaklarını ıslattı ve saatler sonra konuşmaya başladı. "Satranç çok tuhaf bir oyundur," dedi bize söylüyormuş gibi ama asıl konuştuğu kişi Korhan'dı. "Kurallara göre hareket edersin ama asıl ortaya dökülen zekâdır. Zekâdan kastım, kendi zekamız değil rakibimizin zekası." Korhan saatler sonra gözlerini kaldırıp Korel'e baktı. "Kendi hamlelerinden önce karşındakinin hamlelerini anlamak gerekir, işte o zaman kazanırsın." Parmakları yavaşça hareket etti, piyonunu Korhan'ın şahına yaklaştırdı. "Bazen bir piyon bile karşındaki rakibini devirmeni sağlayabilir, üstelik o rakip seni piyon gibi görüyorsa çok daha keyifli olur. Defalarca şah demek önemli değildir, bu sadece korkakların işidir." Çenesini havaya kaldırıp Korhan'ın gözlerinin içine baktı. "Şah," dedi baskın bir sesle.

Sola gitse Korel'in atı yine Korhan'ın şahını yok ediyordu, sağa gitse fil engelliyordu, arkada kale vardı, önünde ise piyon. Korhan'ın şahı kaçıracağı hiçbir yer yoktu.

"Bu oyunu her zaman aynı oynuyorsun," dedi Korel dirseklerini masaya yaslayıp öne eğilerek. "Güçlüleri saklayıp piyonları feda ediyorsun ama bilmiyorsun, piyonlar bazen bir vezirden daha önemli olabilir." Başını omzuna yatırdı. "Kendini daima en güçlü konumda görmeseydin bu oyunu kazanabilirdin ama sen her zaman kendini bir piyondan daha fazlası sandın." Elim boynuma gitti, Büge sırıtmaya başladı, Gürkan ise şaşkınlıkla tahtaya baktı. "Ben hepsiyim, işte bu yüzden seni daima alt edebiliyorum çünkü aklının içini okuyabiliyorum."

Korhan'ın yüzü bembeyaz kesildi, parmakları içeri kıvrıldı, yumruklarını sıktı.

Korel gülümseyerek piyonu eline aldı, ardından Korhan'ın şahına vurdu. Şah devrildi, yuvarlanıp yere düştü. "Şah," dedi Korel baskın bir sesle. "Ve mat. Yine ben kazandım."

Motosiklet yarışını Korhan kazanmıştı çünkü Korel'in orada beden gücü yetmemişti, kalbinde bir rahatsızlık vardı fakat konu zekâ olduğunda Korel Korhan'ı alt edebilmişti.

Korhan'ın en başında söylediği cümleleri taklit eden Korel, "Annem her zaman senin zeki bir çocuk olmadığını söylerdi," dedi aşağılayarak. "O her zaman haklıydı."

Korhan'ın öfkelenmesini bekledim, bağırıp çağırmasını, yine Korel'in boynuna atılmasını; bütün bunların aksine gülümsediğinde uzaktan biri onun yendiğini düşünebilirdi ama Korhan yine yenilmişti.

Sakince ayağa kalktı, gözlerini kıstı, boynunu çıtlattı, ardından, "Bu son satrancımız demiştim ya," dedi boğuk sesle. "Hayır sevgili kardeşim, bu son satrancımız değildi." Sonrasında ise cevap beklemeden yürüyüp yanımızdan geçti ve dış kapının çarpma sesini duyduk.

Birbirimize baktığımızda Korel'in yüzündeki yapay gülümseme aniden silindi, öyle ki sanki anlık bir keder oturdu ama bu o kadar kısa sürdü ki bakışları bize döndüğünde yeniden gülümsedi. "Ee," dedi keyifle. "Teoman konserine gidiyoruz, değil mi?"

Soğukkanlılığına ve hiçbir şey olmamış gibi davranmasına şaşkınlıkla bakarken, "Teoman konseri mi?" diye sordu Gürkan.

"Evet," dedi Korel bana bakmayı sürdürürken. "Günler önce bilet almıştım, bütün bunlar olmadan önce. Dört kişilik bilet."

"Tanınıyoruz," dedi Gürkan, ardından Büge'ye baktığında onun gözlerindeki kırgınlığı bir kez daha gördü. "Oraya gittiğimiz an bizi oradaki halk alaşağı eder."

"Minel harika bir fikir verdi," dedi Korel. "Cadılar Bayramı partisine gidiyormuş gibi makyaj yapacağımızı söyledi, o şekilde tanınmayız."

Az önce yaşananların stresini üzerimden atamamıştım, Korel kadar soğukkanlı değildim ama o öyle güzel idare etti ki ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Her şey bu kadar boka batmışken gidip konserde eğlene bilecek miyiz?" dedi Büge. Sesinde kırgınlık, öfke, nefret vardı ama bir yandan umudun minicik de olsa bir kırıntısı saklıydı. "Yarın mahkeme var, sonunuz ne olacak belli bile değil."

"İşte bu yüzden," dedim bir anda dönüp Büge'ye bakarken. "İşte bu yüzden gidip normal insanlar gibi eğlenmek istiyorum." Büge'yle günler sonra ilk kez konuşabilmiştik. "Çünkü yarından sonra ne olacağını bilmiyoruz ve bugün belki de beraber son günümüz." Sözler acımasızdı, o acımasızlık bazen benim dudaklarımdan da dökülebiliyordu. "Eğer Korel'den nefret etmek için bir neden gibi görüyorsan bunu, fikir tamamen bana aitti." Büge kaşlarını çattı. "Ve istemiyorsan gelmeyebilirsin Büge."

Büge oturduğu yerden kalkıp, "Bana karşı bu kadar acımasız olmana gerek yok," dedi sert bir sesle. "Korel'i anlamaya çalıştığın kadar beni de anlamaya çalış, olur mu Minel?" Gözleri doldu. "Günlerdir tek bir kelime bile benimle konuşmadın, yanımda olmadın, senin tarafından arkadaşlığa uygun görünmeyebilirim ama benim tarafımdan da senin bu yaptığın dostluğa sığmıyor." Eli karnına gitti. "Korel'den hoşlanmıyor olabilirim ama o gün eğer bu karnımın içi boş olsaydı sizinle beraber Korel'i korurdum, senin için ve Gürkan için." Karnını tutan parmakları içeri kıvrıldı. "Fakat ben çocuğumu düşündüm, bu sana fazla dramatik ya da yalandan ibaretmiş gibi gelebilir ama bu hayatta annem gibi olmamak için gösterdiğim çabayı bilsen aklın dururdu." Gürkan oturduğu yerden kalktığında Büge gözünden akan yaşı sildi. "Hatalardan ibaret olduğumun farkındayım, zamanında hiç yanında olmadığımın da ama bu kez öyle değil, niye anlamıyorsun?" Sesi yükselmeye başladı. "Bu boktan hayatımıza bir de bebek getirmek aptalca bir fikir, Gürkan haklı ama neden hiçbiriniz beni anlamaya çalışmıyorsunuz." Gürkan ona böyle mi demişti?

"Bunu neden söylediğimi biliyorsun Büge..."

Büge sertçe Gürkan'ın lafını böldü. "Çünkü ölürsün ve o bebek kimsesiz mi kalır? Çünkü gidersin ve o bebek senin gibi mi büyür? Çünkü, çünkü, çünkü!" Sesi odanın içinde çınladı. "Ben korkularla değil sevgiyle bu bebeği büyütmek istiyorum. Nesini anlamıyorsunuz? Annemin bende bıraktığı izi bu şekilde temizleyebileceğim." Ağlayarak Gürkan'a baktı. "Gözlerimin içine o bebeği istemiyormuş gibi bakmaktan vazgeç çünkü ben de vazgeçtim. Sen olsan da olmasan da ben bu bebeği doğuracağım."

Sessizlik olduğunda Gürkan, "Korel'in davasının ardından..." diye söze girecekti ama Büge yine sertçe lafını böldü.

"Korel'in davasının canı cehenneme," dedi nefretle. "O umurumda bile değil."

"Büge," dedim gözlerimi kapatıp başımı iki yana sallayarak.

"Konsere filan gelmiyorum," dedi güçlü bir sesle. "Ayrıca yarın mahkemeye de gelmeyeceğim, sonuç da umurumda değil." Gözlerimi açıp ona baktım, gözleri Gürkan'ın üzerindeydi. "Yarın akşam bu şehirden çekip gideceğim Gürkan. İstersen benimle gelirsin istersen de burada kalırsın. Gerisi senin tercihin."

Koltuktan kalkıp yürümeye başladığında yanımdan geçerken kolunu kavrayıp, "Bencilce davranıyorsun," dedim kırgınlıkla. "Biz senin yanında olabiliriz ama sen bizim yanımızda olmuyorsun."

Büge kolunu elimden kurtarıp, "Sen bu hayattaki tek dostumdun," dedi dolu gözlerle. "Ve ilk defa beni bu kadar anlamıyorsun Minel." Bakışları Korel'e döndü, Korel bize bakmıyordu, gözleri karşısındaki duvardaydı. "Umarım beni anladığında çok geç olmaz," diye mırıldandı. "Çünkü artık senin de hayatında yokum ve hiçbir zaman olmayacağım."

Odadan çıkıp gitti, üçümüz kaldığımızda Gürkan'ın omuzları düştü, başı yere eğildi. "Gürkan," dedi Korel masadan kalkıp. "Yarın şahitlik yapma, Büge'nin yanında ol ve onunla git." Gürkan başını eğdiği yerden kaldırmadı ama iki yana salladığında reddettiğini anladım. "Yapma," dedi Korel, elini Gürkan'ın omzuna yerleştirerek. "Bir aile olmak o kadar da kötü bir fikir değil, buna alış."

Gürkan başını kaldırdığında onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. "Korkuyorum," dedi titreyen bir sesle. "Çünkü benim ailemi yok ettiler Korel, benim de ailemi yok ederler diye korkuyorum."

Korel bir anda Gürkan'ı çekip sarıldığında, Gürkan da ona sarıldı ve başını Korel'in omzuna gömdü. "Korkularımıza göre hayatımızı yönetseydik hepimiz yarım kalırdık," dedi haklı bir savunmayla. "Bırak aksın gitsin, bırak," dedi içten bir sesle, "bırak bir aile var olsun, bırak, o aile hep mutlu olsun." Geriye çekildi ve Gürkan'ın yüzünü ellerinin arasına aldı. "Baba ol," diye mırıldandı. "Kendine bir şans ver, korkular hep orada ama güzellikler de hayatın bir parçası." Derin bir nefes verdi. "Dinle beni Gürkan, eğer şartlar daha farklı olsaydı ve ben senin yerinde olsaydım çoktan baba olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Ben bile bu haldeyken bunu söylüyorsam senin mutlu olmaman için bir neden yok." Gürkan gözlerini açıp Korel'e inançla baktı ve o an aralarındaki bağa, daha doğrusu Korel'e olan sevgisine şahit olmak benim için sürprizdi. Sevdiğine hep emindim ama bu kez, tek bir cümlesiyle gözlerine inancın dolduğunu gördüm.

Gürkan elini Korel'in ensesine yerleştirdi, başını olumlu anlamda salladı, ardından koşar adımlarla odadan çıkıp Büge'nin peşinden gitti.

İkimiz kaldığımızda, "Sanırım," dedim mutsuz bir sesle. "Konser dünyanın en saçma fikriydi Korel." Sırtı bana dönüktü. "Boş ver, biz normal insanlar gibi davranmayalım."

"Gideceğiz o konsere," dedi yüzüme bakmadan. "Ve çok eğleneceğiz çünkü bunu istiyorum, en çok senin için."

"Neden?" diye sordum merakla. "Neden kendin için değil ama benim için?"

Omzunun üzerinden bana baktı, gözlerini kıstı. "Her şeyi unuttuğun gibi doğum gününü de unuttun," dedi sevecen bir sesle. "Ama ben hiçbir zaman senin doğum gününü unutmadım Minel." Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında hemen cebimden telefonumu çıkarıp ekrandaki tarihle yüzleştim, 22 Temmuz'du; bugün benim doğum günümdü ve yarın da Korel'in doğum günü. "Bugün sen doğdun, Çilli," dedi tamamen bana dönerek. "Ve ben bugün, senin mutlu olman için elimden gelen her şeyi yapacağım."

Gülümsemek ile ağlamak arasında kaldım çünkü bugün benim doğum günüm olsa da yarın Korel'in doğum günüydü ve kendi doğum gününde mahkemeye çıkacak, insanların nefretleriyle yüzleşecek ve Prometheus olmakla yargılanacaktı.