İlk defa tam kalbimin ortasında, Korel'in öleceğini tüm benliğimle hissetmiştim.
Hayır, bu diğerlerinden daha farklı bir histi. Gözlerimle gördüğüm, uzandığımda dokunabileceğim kadar yakın bir histi. Bu onun dudaklarından dökülmeyen, bir başkasından duyduğum, tam gözlerinde gördüğüm bir gerçeklikti.
Eğer Korel'e bir şey olursa nasıl nefes alabilirdim, bilemiyordum. Bunu o an, Gürkan'ın ağzından çıkan kelimelerden ve Korel'in yüzüne bakarken gördüğüm o birkaç saniyeden anlamıştım. Aslında öylesine içimde, öylesine benimleydi ki kalbim sıkıştı. Gözlerim doldu, durduramadım.
Ölümdü. Gerçek bir ölümdü. Korel Erezli'nin ölümü. Geçmişimin, şimdimin ve geleceğimin ölümüydü.
İleride ağaçlıkların arasından bir arabanın ışıkları doğrudan bize çarptı ama ben hareket bile edemeden, donuk gözlerle Gürkan'a bakmaya devam ettim. Gözümden bir damla yaş aktı fakat buz kesilmiştim. Kaç dakika geçmişti? Kaç saniye? Zaman mı durmuştu?
Korel Erezli'nin ölümü. Onu ilk tanıdığım zaman biri bana bunun olacağını söylese, Korel'in buna bile meydan okuyabileceğini ya da alaya alacağını söylerdim ama şimdi öylesine vazgeçmiş, öylesine kötü bir haldeydi ki kendimi bile iyileştiremiyordum.
"Taksi geldi," dedi Gürkan etrafa bakarak. "Birileri bana yardım etsin! Onu kaldıralım."
Korel'in yarı açık gözlerine bakarken gözümden bir damla yaş daha aktı ve bakışları bana döndüğünde ağladığımı gördü. Bir şey söylemesini bekledim. Şu an ölüyor muydu? Gerçekten bu kadar kolay olamazdı. İnsanlar koşturdu, ben onun bir şey söylemesini bekledim ama o öylece yüzüme baktı, ardından gözkapakları tamamen kapandı, başı yana düştü.
"Gürkan," dedim kısık sesle. Başka hiçbir şey diyemedim, baksın istedim ama o çevreden yardım istiyordu ve Büge dışında kimse yardıma gitmiyordu çünkü herkes Aslan'ın tarafındaydı.
Aslan onun ağabeyiydi.
"Gürkan," dedim, bu kez daha yüksek sesle. Gözümden art arda yaşlar akarken nefes almakta zorlandım. Gürkan'ın bakışları bana döndü, ardından Korel'e baktığında gözlerini kapattığını gördü. Dudaklarından kısık bir küfür savurduğunda eli kalbine gitti, ardından nabzını dinledi. Bütün ciddiyetiyle doktorluk görevini yaparken onun da gözlerinin acıyla dolduğunu gördüm.
Elleri titremeye başladığında, "Bunu bana yaşatmaman gerektiğini söylemiştim," diye fısıldadı. "Bunu sana söylemiştim. Bunu sana söyledim." Çevresine bakındı. "Yardım edin!" diye öyle yüksek sesle bağırdı ki sarsılarak geriye düştüm ve ellerimi saçlarıma geçirdim. Parmaklarıma ıslaklık bulaştı, alnım kanıyordu fakat o karşımda belki de ölmüştü.
İnsanlara dönüp baktım, başım dönmeye başlamıştı ve o insanların arasında onu gördüm, Korhan'ı. Aslan'ı. Korel'in bu halde olmasına neden olan ağabeyini.
İçimde katlanan bir acı vardı, bir nefret, bir öfke ve bir hırs; bunların yanında kalbimi küt küt attıran o mükemmel duygu. O duygunun adını artık biliyordum, bunu Korel karşımda gözleri kapalı dururken ve belki de öldüğünü düşündüğümde hissetmiştim.
Hayır bunu sesli dile getiremezdim, hayır bunu içimde de tekrar edemezdim ama bu duyguyu tanıdığımda, onu kaybediyor olamazdım; henüz erkendi, bunun için çok erkendi.
Gözyaşlarımı bile silmeden ayağa kalkıp topallayarak Korhan'ın yanına gittim. Ardından, "İğrenç birisin!" diye bağırdım. "Sana dur dedim! Durman gerekiyordu! Ona ne yaptığına bir bak!"
Korhan sakince bana bakarken yine Büge arkamdan gelip beni kollarımdan tuttu ama bu sefer ona karşı gelmedim çünkü eğer tutmasaydı Korhan'a yumruk atabileceğimi bile hissediyordum.
Hiçbir şey demedi.
"Kahretsin!" diye haykırdığımda gözlerim bulanık görüyordu. "Onun kalp yetmezliği olduğunu biliyor muydun?" Yine sustu, bu evet demekti ya da çoktan ölümünü kabullenmişti. "Bana bunu söylemedin! Bütün hepsini anlattın ama bunu söylemedin!"
"Minel, yapma," dedi Büge beni çekiştirerek.
Korhan'ın, kardeşinin yanına gitmesini ya da Gürkan'a destek olmasını bekledim ama bana dönüp sadece, "Gözlerini dört aç," dedi, sonra yere düşen motosikletini kaldırdı. Kolu sıyrılmıştı, başka da hiçbir şey yoktu. "Ölüm bazen bir nefes kadar yakınındadır, bu senin de ölümün olabilir." Korel'in dengesi nasıl yok olduysa, onun dengesi hep dinç kalmıştı.
"Kapa çeneni!" Korhan motosikletine bindi, bir kez daha bana bakmadan gazını alevlendirdi ve rüzgâr gibi yanımızdan geçtiğinde büyük bir öfkeyle arkasından baktım.
Gürkan'ın yanına ise Korhan gittikten sonra birkaç kişi gelmişti ve Korel'i yerden kaldırıp taksiye taşımışlardı. Bütün o kilo kaybına rağmen insanların taşımakta zorlandığını gördüğümde, sanki destek olabilecekmişim gibi yanlarına ilerlemeye çalıştım ama bacağım acıyla kasıldı ve inledim. Büge koşar adımlarla yanıma geldiğinde Gürkan'a dönüp, "Hastaneye," dedim sert bir sesle. "Neden taksiye götürüyorsunuz?"
"Hastaneyi istemez," dedi Gürkan ama o da çaresiz hissediyordu. Bir tarafı hâlâ Korel'i dinliyordu, diğer tarafı ise Korel'e karşı savaş halindeydi. Önümden geçtiklerinde Büge koluma girdi ve biz de peşlerinden ilerledik. Ayağımın üzerine basamıyordum; bu yüzden ayağımı kaldırdım ve sekmeye başladım.
Gürkan yanındaki iki adamın desteğiyle Korel'i arka koltuğa yerleştirdi ve o da yan tarafına geçti. Büge ön koltuğa oturmadan önce benim de arka koltuğa yerleşmeme yardım etti, ardından o da yerine geçti.
Gürkan taksi şoförüne hızla adresi verdiğinde, bu adresin onun evi olduğunu fark ettim. Anlamayıp ona baktım ama o, "Korel'i kendi evime götüreceğim," dedi. Sonra her nasıl bakıyorsam, "Minel, bana öyle bakma," diye inledi. "Ona sözler verdim; eğer sözümü tutmazsam bana bir daha güvenmez."
"Ne söz verirsen ver Gürkan," diye hırladım dişlerimi sıkarak. "Onun hastaneye götürülmesi gerekiyor."
Korel'in başı göğüs kafesime denk gelirken, bacakları zorlukla sığacak şekilde Gürkan'ın bacaklarının üzerindeydi. Nefes sesini duyabiliyor, elimi yavaşça kalbine götürdüğümde sert atışlarını hissedebiliyordum. Birkaç kez irkildi; titreme gibi değildi, korkudan gibiydi. Başı sallanmaya başladığında yeniden elleri de titremeye başladı. Gözlerini açmak için çabaladı fakat faydasızdı, gücü yetmiyordu.
Elimi kalbinden çektim; parmaklarım saçlarına uzandığında, terden alnına yapışan saçlarını çekip başımı yüzüne yaklaştırdım. Bir, iki, üç; nefes alıyordu ama sıktı, derinden değildi, zorlanıyordu.
"Ne zamandan beri kalp yetmezliği var?" diye sordum büyük bir endişeyle. Gözlerim acıyordu ama ağlamamak için direnmeye başlamıştım çünkü güçlü durmalıydım; ağlamak felaketleri doğururdu, bütün felaketlere kucak açarsam onu kaybedebilirdim.
"Yirmi bir yaşından beri." Gürkan derin bir nefes verdikten sonra elini yine Korel'in boynuna koydu, sonra yanındaki pencereyi açıp hava almasını sağlamaya çalıştı. Korel'in dudakları aralandı, hırıltılı bir nefesin ardından öksürdü ve titreyen elini havaya kaldırdı; tam o esnada bir an bile düşünmeden uzanıp elini tuttum, parmakları parmaklarıma sıkıca dolandı. Gücünü verse de canımı yakamıyordu bile; vücudundaki güç uzaklaşmış gibiydi ya da yavaşça uzaklaşıyordu.
"İlaç kullanmıyor mu?" diye sordum ve o soruyu sorduğum anda Korel'in eli elimi bırakıp aşağıya düştü.
Gürkan bana inanamıyormuş gibi baktı. Cevabını net bir şekilde almıştım ama devam etti. "Bir süre ilaç kullandıktan sonra tamamen bıraktı. Alkol ve," taksi şoförü duymasın diye bana doğru eğildi, "uyuşturucu kullanmaması gerekiyor ama o bunlardan hiçbir zaman vazgeçmedi. Tetikleyen her şeyi yaptı ve epinefrin en fazla tetikleyendir. Aptalım ben." Başına sertçe vurdu. "Büyük bir aptalım."
Büge ön koltuktan eğilip elini Gürkan'ın dizine yerleştirdi. "Senin bir suçun yok, onu uyardın; hem sen istediğin kadar engelle, o yine istediğini yapmaz mıydı?"
Başımı iki yana sallayıp bütün bunları duymak istemiyormuş gibi, "Peki şimdi ne olacak?" diye sordum. "Yani onu iyileştireceksin ama bu geçmeyecek, hep kalacak, değil mi? Şu an kalp krizi mi geçiriyor? Canı çok yanıyor mu?" Elim aşağıya düşen eline uzandı; parmaklarım bileğine tutundu ve atışlarını hissettim. "Ben ne yapabilirim? Ne gerekiyor? Eğer şimdi..."
Gürkan elini kaldırıp beni susturdu. "Minel," dedi yutkunarak. "İyileştireceğim."
"Ama kalbi hiçbir zaman düzelmeyecek mi?" Ne diyeceğimi bilmiyordum, Korel yeniden hırıltılı birkaç nefes aldı ve başı sallanmaya başladı. "Gürkan," dedim acıyla. "O iyi değil, ona ne olacak? Ona kötü bir şey olmayacak, değil mi?"
Aklıma onları yakaladığım zaman gelmişti. Hastane odasında, ölüyorsun demişti, Gürkan Korel'e. Korel ise umursamamıştı. Korel kendinden vazgeçmişti.
Bu kez, "Kendisi istemediği sürece düzelemez, değil mi?" diye sorduğumda korku boğazıma kılçık gibi batıyordu. "Ama o vazgeçmiş gibi. Hem de her şeyden."
Korel'in gözleri kapalı olsa da bizi duyabildiğine emindim ama umurumda değildi. Onun için endişemi duymasının da korktuğumu bilmesinin de önemi yoktu. Bakışlarım yüzünde gezinirken aralıklı duran dudaklarının morarmaya başladığını gördüm. Elim eline doğru kaydı ve bu kez parmaklarım titreyen parmaklarını tuttu. Hissetti, biliyordum çünkü yutkundu, sonra başını hafifçe iki yana salladı.
"O beni dinlemiyor," dedi Gürkan. "Ama seni dinler belki Minel. Onunla konuş." Başımı olumlu anlamda salladım ve yol boyunca gözlerimi bir an bile olsun ondan ayıramadım. Nefes seslerini içimden saydım, parmaklarım bazen tuttuğum hasarlı parmaklarından uzaklaşıp bileğine gitti, sonra yine elini tuttum. Bazen diğer elimle kalbine baktım, bazen yüzüne dokundum ve gitgide buz kesildiğini fark ettim.
"Gürkan," dedim kısık sesle. "O çok soğuk."
Bir anı zihnimde o anda yuvarlandı, acılı bir anıydı.
"Korel," demiştim, deniz kenarında otururken. "Ölüler neden çok soğuk olur, hiç düşündün mü?"
Korel kaşlarını çatmıştı, bunu çok sık yapmazdı ama o gün yapmıştı. "Hayır, Çilli; bunu neden düşüneyim ki?"
Şu an böyle bir soru yöneltmezdi bile ama o zamanlar ölümü düşünmeyecek kadar hayat doluydu.
"Bilmiyorum, ben bazen ölümü düşünüyorum. Soğuk, acılı ve hissiz diyorlar ama bence öyle değil. Ölümün en kötü yüzü, soğuk olması. Ruh, vücudumuzu ısıtıyor, Korel. Ruh uzaklaştığında vücudumuz da buz kesiyor."
O an elimde duran dondurmaya bakıp sırıtmıştı. "Bu edebi konuşmanın elindeki dondurmayla bir ilgisi olabilir mi?"
"Ya!" diye bağırıp dilimi çıkarmıştım. "Söylesene, sence neden?"
Bakışlarını denize çevirmişti, gözlerinden keder değil ama ölümün verdiği acı geçti. "Bence ruhla ilgisi yok, geride kalanlar için vücut buz kesiyor."
"Nasıl yani?"
Eli elimin üzerine dokunmuştu, teni sıcaktı. "Bana dokunduğunda yaşadığımı hissediyorsun çünkü sıcağım, Çilli. Eğer insanlar öldüğünde soğumasıydı geride kalanlar onların yaşadığına inanırdı."
"Gürkan," dedim bir kez daha ve kendimi tutamadığımı fark ettim, gözümden bir damla yaş daha süzüldü. "O çok soğuk, bu kadar soğuk olmaz."
Uzun süre düşünüp, "Haklısın," demiştim. "Ama bir konuda da haksızsın."
"Hangi konuda?"
"Eğer sıcak yaşatsaydı, yananların öldüğünü de hissetmezdik."
O yanmıştı, vücudunda izler vardı; onun ruhu buna rağmen çekip gitmemiş ve benimle kalmıştı. Zihnimi zorlamıştım sonrasını hatırlamak için ama hiçbir sonuca ulaşamadım. Ne demişti bana? Ne sunmuştu?
Denize bakan gözleri geldi yine aklıma; sudan nefret etmiyor gibiydi ama şimdi delicesine korkuyordu, bunu anlıyordum.
Zordu, ağırdı; nefes alamayacağım kadar dibe battığımı düşünürken, taksi Gürkan'ın evinin önünde durdu. Taksi şoföründen Gürkan yardım istedi ve ikisi beraber onu Gürkan'ın evine taşımaya başladı; biz de Büge'yle arkalarından ilerledik. Adımlarım sarsaktı, dengemin bozulduğunu hissetmeye başlamıştım.
Eve girdik. Gürkan bizi direkt girişin sağında kalan bir odaya yürüttü. Büge kapısını açtığında buranın küçük bir doktor odası olduğunu fark ettim. Sedye yoktu ama temiz bir yatak vardı. Beyaz dolabın içinde serumlar, ilaçlar ve anlamadığım bazı cihazlar vardı.
Bunları nasıl olmuştu da izinsizce evine getirebilmişti, anlam verememiştim. Gürkan ise gözlerimden bu soruları okuduktan sonra, "Bu aramızda sır olarak kalsın," diye mırıldandı. Sonra taksi şoförüyle beraber Korel'i yatağa götürdü. Gürkan cebinden para çıkarıp ödeme yaptı. Büge şoförü geçirmek için ilerlediğinde gözlerim yere kaydı.
Yerde kan izleri vardı, bacağımdan damlıyordu; fazlasıyla hasar almıştım ve yanmaya başlamıştı.
Gürkan Korel'i yatağa dümdüz yatırıp dolaba ilerledikten sonra bana döndü. Uzun süre bakmasının ardından, "Minel, dışarı çıksan iyi edersin," diye öneride bulundu. "Ayrıca Büge bacağına pansuman yapsın, ona öğretmiştim."
"Burada kalacağım." Sert bir şekilde kelimelerin üzerine bastırırken, Gürkan elini kaldırıp ilerideki Büge'yi çağırdı. Büge omuzlarımı tuttuğunda itekleyip kendimi ondan kurtardım. "Çıkmayacağım."
"Çık," dedi Gürkan emir veriyormuş gibi. Korel'in uzandığı yerde inleyerek bir şeyler demeye çalıştığını duydum; gözlerim açıldığında Gürkan çenesini sıktı. "Çık," dedi bir kez daha. "O böyle isterdi, bu şekilde görmeni arzu etmezdi."
"Hayır," diyeceğim sırada Korel'in sesini duydum. "Minel, çık," dedi kuru bir sesle. "Lütfen."
Güçsüz mü görünüyordum? Belki de fazlasıyla güçsüzdüm şu anda ama onu bu şekilde bırakamazdım.
"Lütfen, Minel," dedi Korel bir kez daha. "Lütfen." Lütfen.
Büge yine omuzlarımı kavradı, bu sefer onu iteklemedim ama hareket de edemedim. Gürkan'a dönüp sert bir sesle, "Beş dakikada bir beni haberdar edeceksin," diye emir verdim. "Yoksa..." "Tamam," dedi Gürkan, başından atmak için mi yoksa gerçekten beni rahatlatmak için miydi, anlayamamıştım.
"Lütfen iyi ol," diye fısıldadım Korel'e bakarak. "Lütfen, Korel. Lütfen." Bir cevap alamadım ama hırıltılı nefesleri hâlâ dudaklarından dışarı çıkıyordu. Konuşmaya çalışıyordu ama buna gücü kalmamıştı. "Söz ver," dedim bir anda. "Söz ver, Korel. Bir şey olmayacak."
O söz vermemişti daha önce de ama söz verirse tutabileceğini söylemişti. Tek dayanağım buydu, bana bir söz vermesiydi.
Büge beni omuzlarımdan tuttuğu gibi çevirip kapının dışına sürüklediğinde arkamdan Korel'in, "Söz," dediğini işittim. Arkaya baktığımda, gözleri kapalı olsa da parmaklarını havaya kaldırdığını gördüm. Acıyla nefesimi verdiğimde, o halinde bile söz vermesi içimi rahatlatmıştı.
Büge bütün gücüyle beni odadan çıkarıp kapıyı kapattığında aynı acılı ifadeyle ona baktım. "Gel de bacağına bakalım," dedi sakince.
"İyiyim, sadece sıyrık." Gözlerim hâlâ kapalı kapının üstündeydi ama Büge o kapıyla arama girip, "Minel, yeter artık," dedi sert bir sesle. "Şu an onu sadece Gürkan iyi edebilir ve sen bu bacakla o iyi olduktan sonra karşısına çıkarsan Korel'in çenesini biz çekeriz."
Ona boş gözlerle baktım. Baldırımdaki kesikte kan kurumaya başlamıştı ama şiddetli bir acı vardı; öyle ki yanmaya başlamıştı ve pantolonuma yapıştığına emindim. Yine de, "İyi olacak mı?" diye sordum Büge'ye, sanki o bu konuda bilgiymiş gibi.
"Olacak." Büge'nin rahat verdiği nefes, Korel'in söz demesi kadar içimi rahatlatmadı ama yine de birilerinin bunu söylemesi, beni biraz daha kendime getirdi.
Büge koluma girdi ve beni yürütmeye başladı. Karşı gelmeyip onunla yürüdüğümde oturma odasından içeriye girdik. Beni siyah, deri üçlü koltuklardan bir tanesine oturttu. "Birkaç saniye sonra geliyorum." Ardından koşar adımlarla odadan çıktı. Korel'in yattığı odaya ilaçları almak için gittiğine emindim.
Evleri ne çok büyük ne çok küçüktü. Fazlasıyla sevimli oturma odalarında kocaman bir televizyon vardı, büyük ihtimalle bu koltuğa oturuyorlar ve karşılarındaki televizyondan sık sık film izliyorlardı. Televizyonun yanındaki rafta fotoğraf kareleri duruyordu. Yedi ay gibi bir sürede arkadaşımla ne kadar az görüştüğümü o an fark ettim çünkü fotoğraf karelerinde hep farklı bir yerlerdelerdi. Birisinde Uludağ'da, birisinde deniz kenarında, birisinde uçağın içinde...
"Fotoğraflarımıza mı bakıyorsun?" Büge elinde bir şişe ve sargı beziyle geldiğinde gözleri raflara kaydı. "O köşe bana ait, Gürkan'a kalsa yaşlı anneanne gibi hareketler yapıyorsun der, o fotoğrafları kaldırır."
Normal bir hayatları vardı. Bu hayranlık uyandırıcıydı. "Pantolonunu çıkar, Min," dedi gülümsemeye çalışarak. "Bir bakalım."
"Ne zamandan beri pansuman biliyorsun?"
"Gürkan öğrettiğinden beri."
"Gürkan sana pansuman yapmayı mı öğretti?"
Büge duraksadı ama ben ayağa kalkıp pantolonumun fermuarını açmaya başlamıştım. Baldırım acısa da zorlukla pantolonu aşağı sıyırırken, yapışan kumaş düşündüğüm gibi fazlasıyla canımı yaktı fakat dişlerimi sıkıp ona belli etmemeye çalıştım.
Tamamen çıkarıp koltuğa oturduğumda, Büge de önümde yere oturdu ve kesiğe bakıp yüzünü buruşturdu. "Çok derin değil, dikiş istemiyor fakat canın yanacak."
"Canımın yanmasına fazlasıyla alıştım." Başımı omzuma düşürdüm. "Soruma cevap vermedin, Gürkan sana pansuman yapmayı mı öğretti?"
Büge elindeki şişenin kapağını açtı ve diğer elinde duran pamuğa döktü. Kırmızı renkten tanımıştım, tentürdiyottu.
"Aslında," dedi kısık sesle, sonra pamuğu bacağıma yaklaştırdı ve yüzüme bakıp acıyacağını belli etti. Sorun yokmuş gibi omzumu silktiğimde pamuğu kesiğin üzerine sürdü, acıyla inledim ve tırnaklarımı koltuğa batırdım. "Gürkan bana pansuman yapmayı öğretmedi, bana pansumanlar yaparken nasıl olduğunu öğrendim."
O pamuğu sürerken kendime birkaç saniye süre verdim. Bu sürede, o esnada Korel'in canının daha fazla yandığını düşündüm ve daha fazla canımın yandığı zamanları. "Nasıl yani?" dediğimde dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum fakat gözlerimi sıkıca kapatmıştım.
Büge derin bir nefes verdi, pamuğu en sonunda bacaklarımdan uzaklaştırdı, sonra soğuk başka bir şey sürmeye başladı. Bu yakmıyordu hatta soğukluk iyi gelmişti fakat yine de gözlerimi açmadım.
"Gürkan'la tanıştığımızda berbat bir haldeydim." Nefesiyle üfledi. "Yani yolumuzu ilerlettiğimiz zamandan bahsediyorum. Terapileri kabul etmiyordum, ilaçları reddediyordum ve kendime zarar vermeye başlamıştım. Bir mazoşist gibi." Gözlerim açıldı ama o, yarama bakıyordu. "Her seferinde Gürkan bıkmadan bana pansuman yaptı. Onun sayesinde ben de izleyerek öğrendim. Yani kendimi bundan daha derin kesmiştim; merak etme, bir haftaya geçecektir. Burkulma için bir süre veremiyorum, üzerine basmamaya çalış."
"Büge..." Sargı bezini aldı ve bacağımı hafifçe kaldırıp etrafında birkaç tur attırarak sardı. Sonra yarabandıyla yapıştırdı.
"İşte bu kadar," dedi fakat yüzüne acının bulaştığını görmüştüm. Yanıma oturdu, eline bir pamuk aldı ve ıslatıp alnımdaki kan lekelerini temizlemeye başladı. Dişlerimi sıktım, bacağım kadar acıtmıyordu. Tentürdiyodu bu kez de alnıma sürmeye başladığında gözlerimi sıkıca yumdum.
"Kendini suçlama." Bir an nefesini tuttuğunu işittim, eli duraksadı, ardından devam etti. "Ve ona layık olmadığını da düşünmeyi bırak. Siz birbirinize aitsiniz."
Gözlerimi araladığımda Büge'nin içini rahatlatamadım ama içtenlikle gülümsemesini sağladım. "Bilmiyorum, Min, tek bildiğim onu sevdiğim." Açıkça itiraf etmesi benim de gülümsememi sağladı. "Gerçekten çok seviyorum ve o olmazsa nasıl yaşarım, bilmiyorum. Sanırım tek bir duygu hissederim artık ve o acı olur."
"Böyle saçma şeyleri neden düşünüyorsun?" Büge ilacın kapağını kapatırken gözlerini devirdi. "O kadar normal bir hayatınız var ki ikinize de ölümün bulaşacağını düşünmüyorum. Bu koltuğa oturuyor, güzel bir film açıp izliyorsunuz. Kavga ediyorsunuz, birbirinizi seviyorsunuz, birbirinize sarılıyorsunuz.
En önemlisi birbirinize güveniyorsunuz. Bunların tadını çıkar." Alnıma sargı bezini sakince yapıştırdı, ardından yanağımdaki çiziklere baktı. Bunlara bir şey yapamayacağını anladığımda sakince başımı salladım, o da kendini karşımdaki tekli koltuğa bırakıp ayaklarını öne uzattı.
Gözleri tavana doğru kaydığında her ne düşünüyorsa nefesi düzensizleşmişti. Elleri karnında, bir süre öyle kaldı. Gözlerim üzerinde gezinirken ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum. Sessiz kalmaya devam etti.
Aklım hâlâ içeride, Gürkan ile Korel'deydi. Kendimi onların yanına gitmemek için durduruyor, sakinleştirmeye çalışıyordum fakat bu şekilde sessizlikle devam ederse daha fazla dayanamayacaktım.
Büge derin bir nefes verdi, koltuğun kenarlarına tutundu ve eğilip, "Sana bir şey söylemem lazım," dedi gözleri tavandayken. Bakışlarım büyük bir ilgiyle ona döndü çünkü zihnimdekilerden beni uzaklaştıracaktı.
Fakat susmaya devam etti. "Büg?" diye mırıldandım. "Seni dinliyorum."
"Aramızda kalacak." Gözleri tavandan ayrıldı, bana baktı. Direkt beni isabet aldığında gözlerinde az önce hissederim dediği acının geçtiğini gördüm.
"Elbette." Kaşlarım çatıldı ve fısıldayarak, "Sorun mu var?" diye sordum. "Neler oluyor?"
Dudaklarını ıslattı, kucağında duran elleri yavaş yavaş karnına doğru yeniden tırmandı ve o bakışlarındaki acının yanına şefkatin de bulaştığını gördüm. Gülümsedi, onda gördüğüm en sıcak gülümsemeydi. "Ben hamileyim." Kaskatı kesildim, gözlerim irileşti. "Dört gün önce öğrendim, bir buçuk aylıkmış."
"Hamile," kelimeyi tekrar ettim, "hamile mi?" Beni deliler gibi korkutan bu cümle, Büge'nin gözlerine öyle bir şefkatini vermişti ki hayran olmamak elde değildi. Onu hiçbir zaman anne olarak düşünmemiştim çünkü tamamen böyle konulara uzak birisiydi, kendisine bile yetemiyordu ama şimdi...
"Neden öyle bakıyorsun?" Yüzünü buruşturdu, elleri karnından ayrıldı. "Bu kötü bir şeymiş gibi bakıyorsun."
"Hayır!" diye inleyip oturduğum koltuktan topallayarak kalktım ve yanındaki koltuğa oturup ellerini kucağıma doğru çektim. "Sadece şaşırdım. Böyle bir şey beklemiyordum. Yani senden..." Gözlerim yine irileşti. "Anne olmak isteyeceğini hiç düşünmemiştim, bu senin için çok zor olurdu. Ama şimdi..." Doğru kelimeleri bulmaya çalışmaktan vazgeçip ellerini daha sıkı tuttum. "Gürkan nasıl bir tepki verdi?"
"Henüz bilmiyor." Dudaklarını birbirine bastırıp onların bulunduğu odaya doğru baktı.
"Neden?"
"Korkuyorum." Gözlerini yumdu, bir elini yine koruma içgüdüsüyle karnına yerleştirdi. "Yani Gürkan çok iyi bir adam ama o... Bu annelik ve babalık konularında çok katı. Daha dün, öylesine bir konudan bahsederken bana hiçbir zaman baba olmak istemeyeceğini söyledi. Çok ağır bir yükmüş ve çocuğunu bir gün arkada bırakma ihtimali olacağına, hiç olmaması daha iyiymiş. Bu çok saçma, değil mi? Ben bile hazırken, o böyle düşünemez gibi geliyor."
Aslında Gürkan'ı anlıyordum. Yetimhanede büyümüştü, annesi ve babası bir sebeple onu terk etmişti fakat bu şekilde büyüyen bir çocuk, eğer kötülüğe batmadıysa, daha iyi bir anne veya daha iyi baba olabilirdi.
"Bana kalırsa korkuyor sadece." Gülümsedim. "Ve sen onun korkularını yenmesini sağlayabilirsin. Hiçbir zaman Gürkan çocuğunu bırakıp gitmez, fazlasıyla da sağlıklı. Geç olmadan ona bunu söyle ve beraber bu süreci geçirin."
"Söylemeli miyim?" Tereddütle kaşlarını kaldırdı.
"Elbette Büg!" diye mırıldandım. "O, bu çocuğun babası. Karnın burnuna geldiği zaman mı ona söyleyecektin?"
Büge bir an bunu düşündü sonra kıkırdayıp, "Aslında bir süre karnımın şişliğini kilo diye yutturmayı düşünüyordum," dedi.
Yüzümü ekşiterek omzuna yumruk attım. "Sen tam bir delisin."
"Sanırım öyleyim," dedi, sonra gözlerini karnına indirdi. "Deli annenin bir çocuğu olacak. Kimbilir bebeğimi nasıl bir hayat bekleyecek?"
Kendi annem gözlerimin önüne geldi. Ve Büge'nin annesi. İkimizin de anneler konusunda yarası vardı ama o, hem benim hem kendi annesinden çok daha iyi bir anne olurdu. Çocuğundan daha çocuk olması dışında...
"Teyze oluyorsun diye heyecanlandın galiba?" Büge bana takıldı. "Ve Korel, bu durumda amca mı oluyor?"
Gözlerimi devirip bir kez daha odaya doğru baktım. "Hâlâ sesleri çıkmıyor. Onlara gidip baksam iyi olacak..."
Ayağa kalkacağım sırada Büge kolumu kavrayıp beni geri yerime oturttu, sonra, "Lütfen sadece Gürkan'a bırak," diye ricada bulundu. "O, Korel'i neyin iyi edeceğini biliyordur."
"Ama o çok kötü."
"Ama o kimbilir kaç farklı şekilde böyle kötü olmuştur," diye söylediğimi düzeltti. "Ve hepsinde Gürkan'ın onun yanında olduğuna eminim."
Büge'nin elini bırakıp sırtımı sertçe koltuğa yasladığımda ve başımı geriye yatırdığımda altımda sadece iç çamaşırımın olması o an beni rahatsız etti ama bununla ilgilenebilecek durumda değildim. "Kalp yetmezliği," dedim. "Daha önce bana imalarda bulunmuştu ama hiçbir zaman söylememişti. Bunu tahmin etmeliydim, bugün o motosiklet yarışlarına katılmamasını sağlayabilirdim, bir şekilde."
Büge bir şeyler söyleyecek gibi oldu, sonra ağzını tuttu ama hiçbir zaman kendi sözcüklerini törpüleyemediği için, "Minel, beni yanlış anlamanı istemiyorum," deyip ayağa kalktı. "Fakat sana daha önce onun hakkında söylediklerimi tekrar etmek zorundayım. Bak, Korel'i sürekli sana yalanlar söylemesiyle suçluyorsun, Korel'i sürekli sana kendisini göstermemesiyle suçluyorsun ama onu hiçbir zaman görmeye çalışmadın. Hiçbir zaman yanında olmadın. Bir kez olsun, Korel'in omuzlarında ellerini göremedim ama onun elleri hep senin omzundaydı. Evet, biliyorum, bakma bana öyle. Ne olursa olsun Korel sana kendisini göstermiyordu ama bu adamın, sana evinin içinden bakarken bile, bütün pencereleri açıktı."
Kaşlarım çatıldı. Kendimi zaten kötü hissederken şimdi çok daha kötü hissetmeye başlamıştım. "Şu anın beni suçlaman için doğru bir zaman olduğunu sanmıyorum, Büge."
"Hayır!" Tedirginlikle nefesini verdi. "Seni suçlamıyorum, aksine uyarıyorum. Neden mi? Geç olmadan onun omzuna ellerini koy diye. En azından dene. Korel kendini kapattığı evinde hiç kimseye o pencerelerini açmıyor ve sadece sana açıyorsa bunun bir nedeni olmalı. Ona öfkeli olabilirsin, ona kırgın olabilirsin ama pişmanlık bütün bunlardan daha ağırdır." Başını iki yana salladı. "Evet, seni bırakıp gitmesi inanılmaz iğrençti. Seni yüzüstü bırakması da öyle fakat bir kere olsun, ona bunu sordun mu?" Gözleri gözlerimi inceledi.
"Sormadım." Boğazımın yanmaya başladığını hissediyordum. "Çünkü yalanlardan korktum."
"Bırak yalanlar söylesin, Minel."
"Korktuğum, yalanlar söylemesi değildi, benim o yalanlara yine inanacak olmamdı."
Büge duraksadı ve yüzümdeki acıyı görmüş olacak ki önümde dizlerinin üzerine çöküp ellerini dizlerime koydu. Aşağıdan bana bakarken, "Canım Min," dedi. "Onun yalanlarına inanırken bile daha mutluydun. Hem ne var, biliyor musun? İçimden bir ses, senin iyiliğin için Korel'in yalanları tercih edebileceğini söylüyor."
"Büge, anlamıyorsun..." Gözlerimi onun yüzünden çevirdim ve pencereye baktım.
Onun evinin önündeydim, o evin içindeydi ve sahiden de pencereleri açıktı. Onu izliyordum, o da bana bakıyordu ama kapıyı çalmıyordum, belki de o kapıyı çalmamı bekliyordu, kimbilir?
"O halde anlat." Parmakları dizlerimi sıktı. "Kafanı kurcalayan ne?"
"Kafamın içindekilerin sadece beni terk edip gitmesi ya da yalanları olduğunu mu sanıyorsun?" Alayla güldüm ama acınası göründüğüme emindim. "Ben Korel konusunda aşırı aptalım. Eğer konu beni terk edip gitmesi olsaydı günlerce onu beklemezdim. Eğer konu yalanlar olsaydı onunla en başından konuşmaya devam etmezdim. Konu şüphelerim. Konu ben de değilim, konu ailem. Konu Prometheus..." Dişlerimi sıktım ve gözlerimi kapatıp saçlarımı geriye attım. Devam edemedim. "Açık ol lütfen," dedi Büge ama o bile tedirgin olmaya başlamıştı.
"Anladın," dedim gözlerim şekilde durmaya devam ederken. "Prometheus ve Korel arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum."
Büge'nin nefes sesi kesildi. Elleri dizlerimden ayrıldı ve doğrulduğunu hissettim. Gözlerimi açtığımda tepeden bana baktığını gördüm ama gözlerinde beklediğim o şaşkınlık yoktu, daha farklı bir duygu vardı, anlayamamıştım.
"Korel'in Prometheus olduğundan mı şüpheleniyorsun?"
"Bilmiyorum," diye fısıldadım. Aklıma Korhan'la konuştuklarımı ona anlatmak geldi ama hemen bu düşüncemden vazgeçtim; bunun yerine, "Bütün oklar onu gösteriyor," dedim. "Hem de hepsi. Yetmezmiş gibi yalanlarının hepsinin ucu Prometheus'a çıkıyor. Benim annem, ablam..."
"Minel, saçmalıyorsun," dedi o da fısıldayarak. "Annen ve ablan öldürüldüğünde Korel kimbilir kaç yaşındaydı?" Soruyu sorarken ise gerçekten merak ediyor gibiydi, kendisi bile kafasının içinde bunu sorgulamaya başlamıştı.
"Annem öldürüldüğünde Korel yirmi yaşındaydı, yani çocuk sayılmaz." Ardından ablamı düşündüm ve annemi düşündüğümde oluşan o acıdan daha büyüğü kalbimin üzerinde alevlendi. "Ablam öldüğünde ise daha küçüktüm. Ama Korel o zamanlar on beş yaşında olmalıydı, belki on dört. Aslında on beş yaş da çok küçük sayılmaz."
Büge, biz neler konuşuyoruz dermiş gibi bana baktı sonra gözlerini arkamızda kalan kapıya çevirip uzun uzun baktı. Birine açıkça bunları söylemek beni rahatsız eder diye düşünmüştüm ama içimi rahatlatması ve soğuk su serpmesini beklemiyordum.
En azından birileri beni düşündüklerimden uzaklaştırabilirdi ya da benimle beraber düşünüp ortak bir karara varabilirdi.
"Bunu Korel'e söylemedin, değil mi?" Yüzüne baktım. "Söyledin," dedi gözlerini açarak. "Bunu ona söyledin mi?"
"Aslında ima ettim." Diğer tarafa doğru yürüyüp pantolonumu elime aldım ama Büge pantolonumu elimden çekti.
"O ne tepki verdi?"
Bu kısım fazlasıyla özele girdiğinden en yalın şekilde, "Kabul etmek bir yana dursun, canımı öyle bir yaktı ki," diye cevap verdim. "Ve ben yine ona neredeyse inanacaktım."
Büge gözlerini kaçırdı ve bunu birkaç defa yaptığında benden bir şeyler saklama ihtimalini düşündüm. Büge ise, "Pantolonu giyemezsin," diyerek konuyu kapattı. "Sana bir şort getireyim, olur mu? Burada bekle."
Arkasını döndüğü an kolunu kavrayıp onu kendime çevirdim. "Benden bir şeyler saklıyorsun."
"Hayır." Gözleri, kolunu tutan elime kaydı.
"Saklıyorsun," dedim dişlerimi sıkarak. "Bana yalan söyleme, lütfen. Bunu sen yapma."
Büge bir an düşündü, sonra, "Tamam," dedi ve kolunu elimden kurtardı. "Bildiğim bir şeyler var ama bunları sen de Korel'e sorular sorarak bilebilirsin. Bak, ona sadece seni neden terk edip gittiğini sor, olur mu?"
"Bunun cevabını sen biliyor musun yani?" Büge yine sustu, hayal kırıklığıyla başımı iki yana salladım. "Biliyorsun. Günlerce hatta aylarca yanında acı çektiğimi gördün ama bildiğin halde bana hiçbir şey söylemedin."
"Hayır!" dedi Büge yüksek sesle. "Yeni öğrendim ve bunu bana söyleyen Gürkan'dı. Çünkü söylemek zorundaydı. Sana Gürkan'ın sevdiklerine iyilik yapmak için kötü yola sürüklendiğini söylemiştim, hatırlıyor musun? Benden daha çok sevdiği insanlar için. Aslında insanlar yoktu, tek bir insan vardı, o da Korel'di." Kollarımı tutup başını eğdi. "Sana başka hiçbir şey söyleyemem ama en azından Korel'e onun seni neden bırakıp gittiğini sorarsan belki bu şüphelerin biraz azalır."
Ne demek istediğini anlayamadım ama Büge cevap bile beklemeden yanımdan uzaklaşarak adımlarını merdivenlere yönlendirdi. Büyük ihtimalle bana şort getiriyordu ama ben bacaklarımı bile hissedemiyordum. Beni ardında bırakıp gitmiş, yanında götürmemişti. Aslında en kızdığım konu da buydu. Gidebilirdi ama tek başına değil, her nereye gidiyorsa beni de götürebilirdi. Yalnız kalmayı tercih etmişti, beni yalnız bırakacağını bile bile.
İşte bu ağır geliyordu.
Birkaç dakika sonra Büge elinde kısa pembe bir şortla geldi, pijamalarından biri olduğu ortadaydı. "Üzgünüm, uzun hiçbir şeyim yok." Dudaklarını ıslattı. "Hem bol ve kısa giymen daha iyi olur. Kesiğe hiçbir şey temas etmesin."
Onun elinden şortu sertçe çekip aldım ve bacaklarımdan geçirip üzerime giydim. Göbeğim açık kalmıştı hatta yarı çıplak gibi görünüyordum ama umurumda da değildi.
"Lütfen bana kızma, Min." Büge mutsuzlukla yüzüme bakarken, içten içe ona kızmadığımın da farkındaydım, aslında kendime kızıyordum. İnsanlar etrafımda birçok konudan haberdar olabiliyordu ama ben öylesine kör, öylesine sağır ve öylesine dilsizdim ki hiçbirini öğrenemiyor, duyamıyor, göremiyordum.
"Sorun yok."
Büge'ye hiçbir şey demeden Gürkan ile Korel'in olduğu odaya doğru yürüdüğümde beni durdurmadı çünkü artık durduramayacağının da farkındaydı. Onu dinlemezdim.
Ama tam o sırada kapalı kapı açıldığında Gürkan'ın sessizce çıktığını gördüm. Hızlı adımlarla yanına ulaştığımda, kapı kapanmadan önce aralıktan Korel'i görmeye çalıştım. Tek görebildiğim ise çıplak ayakları olmuştu.
Gürkan kapıyı sessizce kapatıp bakışlarını bana çevirdi. Bir açıklama beklermiş gibi ona bakarken, bana samimiyetle gülümseyip, "İyi," dedi; öyle içten söyledi ki inandım. Bu konuda beni kandıramazdı, Prometheus bile o kadar gaddar olamazdı. "Gerçekten iyi. Hatta şimdi uyuyor. Biraz dinlensin."
"Onu görmek istiyorum." Elim kapının koluna gittiği anda elimi tutup beni engelledi.
"Minel, bırak da biraz dinlensin. Uyurken bile seni hisseder Korel ve uyanır. Zaten senin önünde olanlardan dolayı yeterince huzursuz hissettiğine eminim."
Elimi kapının kolundan çekip, "Neden huzursuz olsun ki?" diye sordum. "Ben yabancı değilim, benden çekinmez."
Büge Gürkan'ın yanına gelip beline sarıldığında, Gürkan da onun omzuna elini attı, ardından başının tepesine öpücük kondurdu. "Çekinme değil, sana acılarını göstermekten hoşlanmaz."
"Neden?" dedim bir kez daha; bu sefer yanıtı biliyor gibiydim. Fakat Gürkan bana açıklama yapmadı. Daha fazla sorgulamadım. "Ama onu görmek istiyorum. Bu şekilde içim rahat etmeyecek."
"Birazdan uyandıracağım." Büge'ye bakışlarını çevirdi. "Yiyecek bir şeyler hazırlayalım, Minel dinlensin ve sonra Korel'i uyandıralım, hep beraber bir şeyler yiyelim. Nasıl fikir?"
"Harika fikir." Büge başparmağını kaldırıp Gürkan'ı onayladı.
"Bence değil." Yine gözlerim kapalı kapıya döndü. "Bugün olanlardan sonra hiçbir şey yokmuş gibi hep beraber oturup yemek mi yiyeceğiz?"
"Minel." Gürkan derin nefes alıp birkaç saniye gözlerini kapattı. "Belki de Korel'in ihtiyacı olan, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmasıdır. Bunu hiç düşündün mü? Görmüyor musun? Yeterince yorgun ve bitkin. En azından bir günlüğüne her şey normalmiş gibi davranabiliriz."
Bunlar Gürkan'ın bana kurduğu son cümlelerdi. İçinde öfke de vardı, farkındaydım ama bana yansıtmamak için çaba sarf etmişti. Korel'le geçmişimizi biliyordu, bir şekilde onun hayatına da dokunmuştum ve o bana en çok Korel konusunda öfkeliydi.
Gürkan yemek yaparken Büge mutfak masasına oturmuş, onu seyrediyordu. Yarım saat boyunca onları izledim. Aklımdan Gürkan'ı sorguya çekmek de geçti ama onların normal hayatlarını izlemek, beni bulunduğum durumdan uzaklaştırmıştı.
Birbirlerine şakalar yapıyorlardı, sonra Büge tavır alıyordu ama Gürkan bir şekilde kendisini affettiriyordu. Büge durmadan konuşuyor, bir an bile susmuyordu; öylesine gereksiz konulardı ki ben bile sıkılmıştım ama Gürkan hiç sıkılmıyordu. Örneğin dün izlediği dizideki kızın nasıl saçma sapan hareketleri olduğunu anlatırken bir de uygulamalı gösteriyordu ve Gürkan anlattıklarına tepki veriyor, düşüncelerini dile getiriyordu.
Sonra karşı taraftaki komşularının eşiyle kavgalarına kulak misafiri olduğunu ama devamında sevişme seslerinin sokağı inlettiğini söylüyordu. Gürkan imalı imalı ona bakıp, sanki sen inletmiyorsun, demek istiyordu. Büge ise kızaran yanaklarıyla, sabah gördüğü kâbusu anlatmaya başlıyordu.
Öylesine uyumlu ve öylesine birbirlerine aitlerdi ki imrenmeden edemedim. Biz Korel'le hiçbir zaman böyle olamamıştık.
Bir kere, normal bir tanışmamız olmamıştı ve ikimizin de normal bir hayatı yoktu. Sürekli kötülüklerle yüzleşmiş ve birbirimize kötülükler yapmıştık. Artık bu konuda tek taraflı suçlamıyordum onu çünkü geçmişte ona kötülük yaptığımı düşünmeye başlamıştım.
Ama hiçbir zaman onun karşısında Büge kadar rahat olmamıştım. Olduysam da bu çok kısa sürmüştü çünkü birbirimizi engellemeye başlamıştık. Her duygu zedeliyordu. Mutluluğun bile battığı oluyordu.
Gürkan'ın verdiği nasihatler aslında altın değerindeydi. Bana kendi hislerini duyamıyorsan başkalarının hislerini duy demişti ve bunu uyguladığımda aslında hiçbir kötü sonuç almamıştım. Ve bir kere de her şey normalmiş gibi davranmamızı istemişti.
Bu akşam her şey normalmiş gibi davranacaktım. Korel Erezli ve Minel Karaer. İki normal insan. Bu akşam, sadece bu akşam ikimizi dışarıdan normal iki insanken nasıl olduğumuzu görmek amacıyla ve onun için her şey sıradanmış gibi davranacaktım.
Gürkan birbirinden güzel yemekler hazırladı; ama Korel'in bunların hiçbirini yemeyeceğini biliyordum. Hatta uyanır uyanmaz içki isteyecekti.
Bu yüzden Gürkan'a, "Ben de bir yemek yapabilir miyim?" diye ricada bulundum.
Dakikalardır sustuğumun farkındaydı. Tezgâhın önünden ayrılıp, "Elbette," dedi. "Görelim hünerlerini."
Bir keresinde ona baharatlı pilav yapmıştım. Benim en saçma ve en gereksiz tarifimdi ama Korel koca tencerenin hepsini yemişti. Şimdi de aynısını yapacaktım; en azından belki yiyebilir diye düşünüyordum.
Ben pilavı yaparken, Gürkan ile Büge masaya oturup konuşmaya devam ettiler. Sanki ben onların umurunda değilmişim gibi davranıyorlardı ama aslında öyle değildi. En azından Gürkan'ın ilgisi üzerimdeydi.
Yirmi dakika sonunda pilav hazır olduğunda Gürkan servisleri hazırladı, ben ve Büge masayı hazırladık.
Beş dakikanın sonunda bütün yemekler masada olduğunda, Gürkan Korel'i uyandırmak için yanımızdan ayrıldı ve biz de salondaki masaya oturduk. Bu masa Korhan'la oturduğumuz masa kadar büyük değildi ve daha sıcaktı. Karşılıklı oturacaktık, kimse başköşeye oturmayacaktı.
En güzeli de buydu. Sıcaklığı özlemiştim.
Birkaç dakika sonra o odanın kapısı yeniden açıldığında, sırtım o tarafa dönük olduğu için omzumun üzerinden o yöne baktım. İlk çıkan Gürkan oldu, onun ardından Korel'i gördüm ve kalbim tekledi. Canlı görmek bile, en azından başkasının yardımı olmadan yürürken görmek bile kalbimi tekletti.
Üzerine yarım kollu, mavi bir tişört giymişti ve altında siyah basketbolcu şortu vardı. Büyük ihtimalle kıyafetler Gürkan'ındı. Üzerindekileri çıkarmıştı.
Direkt göz göze geldiğimizde ona geçmiş olsun demeyi düşündüm, iyi olup olmadığını merak ettiğimden içim içimi yedi ama sonra dedim ki, bugün her şey normal olacak Minel, hiçbir şey yokmuş gibi davran. Hiçbir şey olmamış gibi davran.
İkisi beraber salona girdiklerinde Gürkan, "Açlıktan öleceğiz," dedi ve başıyla Korel'e yanımdaki sandalyeyi işaret etti. "Otur da yiyelim artık."
Masanın başköşesinde durduğunda gözleri benim üzerimden masaya kaydı ve incelerken baharatlı pilavı gördüğü anda bakışlarının değiştiğini fark ettim. Yüzü bembeyazdı, dudakları hâlâ mosmordu ve yaprak sarısı gözleri kapanmak üzere gibiydi ama o pilavı gördüğünde bile gülümsedi.
Sanki Korel gibi değil küçük bir çocuk gibi gülümsedi.
"Yapmışsın." Gözleri bana kaydı. "Bunu beklemiyordum."
Omzumu kaldırıp indirdim, utandığımı hissettiğimde ise başımı önümdeki tabağa eğdim. Gürkan ile Büge kısık sesle güldüler. Korel birkaç saniye sonra salondan çıkıp mutfağa ilerlediğinde, Gürkan arkasından, "Eğer bira almaya gittiysen sana onu asla içirmeyeceğimi bilmelisin, Korel!" diye bağırdı, sonra ellerini saçlarına geçirdi. "Beni deli edecek bu herif."
O içmesin diye hiçbirimiz içmeyecektik ama Korel alkol bağımlılığından ötürü asla birasından vazgeçmeyecekti.
"Keşke saklasaydık," diye fısıldadı Büge. "Neden bunu akıl edemedik ki?"
Fakat o sırada Korel'in yeniden ayak seslerini duyduk; yine omzumun üzerinden ona baktığımda elinde pilav tenceresiyle geldiğini gördüm. Hepimiz şaşkınlıkla ona bakarken, Korel hiçbir şey söylemeden yanımdaki sandalyeye oturdu ve et, salata ve azıcık pilavla dolu olan tabağını itekleyip tencereyi önüne koydu. Sonra kaşığı alıp o pilava daldırdı ve ağzına attı.
Üçümüz de dudaklarımız aralanmış şekilde ona bakarken, o bakışlarımızın farkında olsa bile umurunda değilmiş gibi davrandı. Üst üste kaşıklar da almaya başladığında Gürkan boğazını temizledi, sonra çatalının sesini işittim. Ardından Büge de aynı şeyi yaptı ama ben Korel'e bakmaya devam ettim.
"Bugün burada kalacaksınız," dedi Büge, ortamdaki şaşkınlığı dağıtmak için. "Yani itiraz kabul etmiyoruz. Güzel bir film izleyelim mi beraber?"
"Evet, itiraz kabul etmiyoruz," dedi Gürkan, Büge'ye göz kırpıp. Bense gözlerimi zorlukla Korel'den ayırabilmiştim. "Ne izleyeceğimize hep beraber karar verelim ama. Büge'ye kalırsa ya inanılmaz romantik bir film izleriz ya da inanılmaz psikopat."
"Ne var ki bunda çiçeğim?" dedi Büge alayla. "Çiçeğim"in ardından kendimi tutamayıp güldüm, Gürkan ise yüzünü buruşturdu. "Kıskanç bir kadın sevgilisinin hayatını kaydırsa da izlesek."
Gürkan ağzına bir parça et attıktan sonra, "Ne yok ki böceğim," dedi o da. "İki âşık sevişirken birbiriyle kavga edip sonra yeniden sevişseler de keyifle izlesek, değil mi?"
O an, her şey normalmiş gibi, çabalayanların sadece onlar olması canımı sıktığında konuya dahil olup, "Romantik bir şeyler izleyelim mi?" diye sordum. "Sonu mutlu bitsin ama lütfen." "Ne gibi?" Büge kaşlarını kaldırdı.
"Bilmiyorum. Böyle eğlenceli olabilir ama ağlamaklı hiçbir yeri olmasa iyi olur..."
"Gerçekten o filmlere ağlıyor musun?" diye sordu Gürkan gözlerini açarak.
Cevap vermek için dudaklarım aralandı ama Korel lafı ağzımdan alıp, "Ağlar," dedi ve dinlenmek için kaşığını masaya bıraktı. Üçümüz de büyük bir ilgiyle ona dönüp baktığımızda geçmişin kapıları aralanmıştı. "Özellikle sonunda ölüm varsa asla etkisinden çıkamaz."
Büge ve Gürkan birbirine baktı, ikisinin de gözlerinden güzel duygular geçti. "O kadar da değil," dedim sorgulamayıp. "Birkaç gün üzülürüm, o kadar."
"Birkaç gün mü?" Korel tencerede olan gözlerini bana çevirdiğinde, yakınımda görmek canımı daha fazla yakmıştı. Gözleri kıpkırmızıydı, elleri hâlâ titriyor gibiydi ve yaprak sarısı gözleri daha koyuydu. "Bir keresinde seninle sinemaya gitmiştik. Filmin başında adamın öleceğini anlayıp sonuna kadar ağladın. Yetmedi, sinemdan çıkınca da ağladın ve bu bir hafta sürdü. En sonunda rüyalarına kadar girdiğinde kendi kendimize mutlu bir son yazdık da rahatladın."
"Oha!" Büge kahkaha attığında ağzındaki lokmayı yutuyordu. "Bu nasıl manyaklık kızım? O kadar mı takıksın mutsuz sonlara?"
Bense dayanamayıp, "Sinemaya mı gittik?" diye sordum şaşkınlıkla. İki normal insan. Beraber sinemaya gitmiştik.
Korel olumlu anlamda başını salladığında saçları yavaş yavaş uzamaya başlamıştı ve kumral tutamlar dalgalı görünüyordu. "Haftada bir kez sinemaya giderdik seninle. Çoğu animasyon olurdu." Kendini tutamayıp gözlerini devirdi ve tekrar tenceresine yöneldi. Kaşıkla ağzına biraz daha pilav attığında neredeyse çoğunu yemişti.
"Animasyonları severim." Sonra bir anda zihnime bir anı düştü, Korel'le ilgili bir değildi ama boş bulunup, "Bir keresinde lisede bir arkadaşım bana sinemaya gitmeyi teklif etmişti," diye anlatmaya başladım. "Ben de keyifle kabul etmiştim. Biletleri o aldı filan. O zamanlar babamdan ve annemden gizli gidiyordum çünkü kimseyle görüşmemi istemiyorlardı. Her neyse, filme bir girdik, korku filmi. Ben korku filmlerinden inanılmaz korkardım." Artık korkmuyordum çünkü hayatım bir korku filmine dönüşmüştü. "Çocukcağız her korktuğumda elimi tutup bana sarılıyordu, ta ki korkudan altıma kaçırana kadar. Benden öyle bir kaçtı ki!"
Büge kahkaha attığında Gürkan da ona katıldı. Korel ise elindeki kaşıkla donakaldığında, başını çevirip, "Çocukcağız mı?" diye sordu. "Erkek miydi?"
Yüzümü buruşturup, "Evet," dedim. "İyi biriydi ama neden işediğimde kaçtı, anlayamadım."
"Sen ciddi misin Min?" diye kıkırdamaya devam eden Büge başını iki yana salladı. "O çocukcağız seninle flört etmeye çalışıyor olmasın?"
"Ha?"
"Yok artık." Gürkan gözlerini kocaman açtı. "Genelde lisede sinemaya el ele tutuşmak, öpüşmek için gidilir, flört evresidir. Bunu nasıl anlamazsın?"
Yutkundum, bakışlarımı Korel'e çevirdiğimde, kaşlarını çatmış vaziyette beni izlediğini gördüm. "Yani evet, bu yaşımda bunun farkındayım fakat o zamanlar..." Düşündüğümde çocuğun gereğinden fazla yakın davrandığını anımsadım, gözlerim irileşti. "Yani ben o yaşımda farkında olmadan biriyle ilk buluşmaya çıktım ve altıma mı işedim?"
"Evet." Büge elini karnına koymuş, gülüşünü durduramıyordu. "Senden utanıyorum! Kahretsin! Date anısına bakar mısınız? İğrenç!"
"Ama çocukcağız..."
"Şuna çocukcağız demesen mi acaba?" diye lafa atladı Korel. "Ek gelince sevimli durdu ağzında. Hoş olmadı."
Kaşlarımı havaya kaldırdım ama Korel'in bu cümlesi Gürkan ile Büge'yi daha fazla güldürmüştü. Korel ise ciddiyetle bana bakıyordu, kaşları hâlâ çatıktı.
"Yani bir anı sonuçta," dedim kekeleyerek. "Aklıma geldi öyle çocukcağız..." Hızlıca düzelttim. "Yani Seyfi aklıma geldi."
"Ha adını da hatırlıyorsun, öyle mi?"
Büge, "Oha!" dedi. "Evlenseydin be kızım."
"Ay ne diyeyim Korel?" dediğimde benim de kaşlarım çatıldı. "Ne desem bir kulp buluyorsun..."
Korel kaşığı sertçe tencereye daldırdı ve pilavı ağzına atarken, "İşe bak," dedi ağzı dolu dolu. "Adını bile hatırlıyor, çocukcağızın. Ama benimle sinemaya gittiğini hatırlamıyor."
Büge ve Gürkan, Korel'in yüz ifadesine dayanamayıp gülmeye devam etti ama benim yüreğim burkulduğu için, "Seni hatırlamaya çalışırken, başka gereksiz birçok anı da zihnime düşüyor," dedim. "Örneğin bugün, altı yaşındayken hayran olduğum sarışın çocuğu da hatırladım."
"E çüş artık!" dedi Korel kaşığı tencereye bırakarak. "Doğum esnasında yanında uyuyan bebekcağızı da hatırlayacak mısın?"
"Ne olur susun artık," diyen Büge, elleri karnında şen kahkahalar atıyordu.
Bir anda boş bulunup, "Hayatıma daha önce senden başka birinin girip girmediğini bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Bazen bunu sorguluyorum ama senden başka kimseyi hissetmiyorum. O yüzden bu kadar anılara dalıyorum."
Bakışları yine bana döndü ama bu sefer daha derin baktı. Yaprak sarısı gözlerinin içine girebilseydim geçmişin bütün kapılarından geçebileceğimi ve her anımızla yüzleşeceğimizi görebiliyordum. Acaba şu an ne düşünüyordu? Bana böyle bakarken aklından hangi anı geçiyordu?
Onun içini dinlemek istediğimi fark ettim, içini görmek değildi. Kendisiyle konuşurken de fazlasıyla acımasız mıydı? Ya da en başında bana nefret ediyormuş gibi bakarken, gerçekten nefret ediyor muydu? Bunları hiçbir zaman öğrenemeyecektim.
Korel bana doğru dönüp bir elini sandalyemin sırtına yerleştirdi, diğer eliyle ise çenemi tuttu ve ne Gürkan'dan ne de Büge'den çekindi. "Hayatına benden başka kimse girmedi," dedi kendinden emin bir sesle. "Ama ben de hayatında sadece bir adam olarak yer almadım. Ben senin her şeyindim, Minel."
Öyle içten kurdu ki bu cümleyi, anılarını bir şekilde bana versin istedim, o anıların içinde yok olmayı diledim. Çünkü onun bildikleriyle ve hatırladıklarıyla daha güzel yaşamaya devam edebileceğimi düşündüm. Onu sadece hissederek ve çok az hatırlayarak bile kalbime sığdıramazken, tamamen hatırladığımda ve hissettiğimde kalbim kendi kendine yenilirdi, biliyordum. "Geçmiş zaman eki kullandın."
Gözleri yavaş yavaş yüzümden ayrıldı ve bitmek üzere olan pilava baktı. "Çünkü biz Korel ve Minel'iz, biz sadece geçmişten ibaretiz." Sonra bir şeyler daha demek ister gibi oldu ama kendisine sakladı. Sesinde kırgınlık vardı, onu kaç defa kırmıştım?
Aslında her anımda değil miydi? Bunu söylemesini istedim. Benim her anımda, tüm zamanlarımda olmasını istedim ama yapmadı; onun kendisine değil de bana inancı olmadığını anladım. Yaralandım, yara alırken o beni fark etmedi.
Masada sessizlik oldu. Kimsenin ağzını bıçak açmadı. Gürkan ya da Büge yara aldığımı fark etti mi, bilmiyordum; bakışlarımı önümde hiç dokunmadığım tabağıma indirdiğimde artık midemin bile bulandığını hissediyordum.
Biz iki normal insan olamazdık; biz geçmişimizde öyleydik ama şimdi, olamazdık. Öyle büyük acılar, öyle büyük sırlar ve öyle büyük oyunlar vardı ki her seferinde önümüze engeller çıkardı.
Biz imkânsızdık, bunu artık fark edebiliyordum; biz birbirimize adımlarca uzaktaydık.
"Film," dedi Büge ayağa kalkıp. "Hadi film izleyelim."
Bakışlarım Gürkan'a kaydı. Ona, biz normal olamayız dermiş gibi baktım ama onun gözleri Korel'in üzerindeydi. Her ne düşünüyorsa anlamış gibi onunla göz teması kurmaya çalışıyordu ama Korel ayağa kalktı, Büge'ye dönüp, "İzleyelim," dedi, sonra merdivenlere yöneldiğinde yukarıdaki odaya doğru gittiğini anladım.
Üçümüz de duraksadığımızda, "Biz buyuz," dedim direkt Gürkan'a. "Birimiz kurtarmaya çalışsak bile diğerimizi batırırız. Gürkan, biz böyleyiz."
Ben de masadan kalktım ve peşinden yürüdüm. Geçen gün geldiğimde yukarıda gördüğüm sinema odasına gitmiş olmalıydı, demek ki bu eve daha önce de gelmişti.
Yukarı çıktığımda o odanın kapısının açık olduğunu gördüm ve içeriye daldığımda ikili koltukta oturduğunu, boş boş karanlığa baktığını fark ettim. Hemen yanına oturup kollarımı önümde bağladım ve onunla beraber karanlığı izledim.
Birkaç dakika sonra Gürkan ile Büge geldi ve bize filmleri saymaya başladılar. İkimiz de umursamaz cevaplar verdiğimizde psikolojik gerilim türünde bir filmde karar kılıp diğer ikili koltuğa yerleştiler. Film başladığında Gürkan elini Büge'nin omzuna attı ve Büge sırtını onun göğüs kafesine yaslayıp o şekilde filmi izlediler. Biz ise birbirimize bir an bile temas etmeden filme odaklandık.
Aslında ikimiz de izlemedik, o kadar emindim ki.
O film boyunca zihnimi anılar konusunda zorladım hatta öyle çok zorladım ki başım ağrımaya başladı ama hiçbir sonuca ulaşamadım. Eskiden az da olsa bana kendisini gösteren anılar, artık gün yüzüne çıkmıyordu. Hepsini hatırlayamayacak mıydım? Bu haksızlıktı.
İlk defa, hayatım boyunca ilk defa hafızamı ellerimden alanlara bu kadar çok öfkeleniyordum. Çünkü onu affetmek için anılarımı hatırlamam bile yeterdi.
Büge'nin derin nefesleri dikkatimi dağıttığında, onun uyuyakaldığını yüzüne vuran ışıktan anladım. Gürkan ise bize bakarak omzunu kaldırıp indirdi. "Hep uyur ve hiçbir filmi tamamen bitiremez."
"Bugün yoruldu," dedi Korel, çenesiyle Büge'yi işaret ederek. "Dinlenmesi gerekiyor."
"Sizin de dinlenmeniz gerekiyor." Gürkan, Büge'yi dikkatlice kucağına alıp ayağa kalktı. "Filmin bitmesine çok az kaldı, ister izlemeye devam edin ister..."
"Aslında uyusak iyi olur." Korel de ayağa kalktı. Öfkeli ya da hırçın değildi, tepkisi bile yoktu. Sadece ilk karşıma çıktığı gün olduğu gibi tamamen acıya batmış vaziyetteydi.
"Tamam," Gürkan duraksadı sonra Korel'e bakıp, "odayı biliyorsun," dedi. "Yani tek yatak var. Eğer sorun olacaksa biriniz salonda yatarsınız, olur mu?"
Korel sadece başını salladı ve ben de bunun üzerine ayağa kalktığımda Gürkan ile Büge'nin odadan çıkışını izledim. Ardından Korel kumandayla televizyonu kapattı, diğer odaya geçmek için yürüdü. Ben de arkasından ilerlediğimde beraber misafir odasına geçtik.
Tek kişilik bir yatak ve koltuk vardı. Küçük oda sanki diğer odalara göre daha karanlıktı. Pencerenin önündeki perde sonuna kadar kapalıydı, belki de nedeni buydu ama içerisi sıcak değildi. Korel birkaç kısa adım atıp yatağın yanındaki gece lambasını yaktığında loş sarı ışık odayı aydınlattı. Birkaç saniye yatağa baktı, sonra nefesini verip sırtı bana dönük şekilde, "İstersen koltukta ya da salonda yatayım," dedi. "Fark etmez."
"Sorun yok." Önemli olan bunlar değildi, bizim çok daha önemli sorunlarımız vardı. "Nasıl hissediyorsun?"
Bakışlarını omzunun üzerinden bana çevirdikten sonra yatağa oturdu. İyiyim diye geçiştirmesini bekledim ama, "Bilmiyorum," dedi. "Hiçbir şey hissetmiyorum şu anda." Yatağa doğru yürüdüğümde gözleri hemen topallayan bacağıma kaydı. "Sen nasılsın?"
Yatağa, yanına oturdum ama aramızda mesafe vardı, birkaç karışlık mesafeyi de aştığımda omzum omzuna dokundu. Elim yavaş ve sakin bir şekilde kalbine gittiğinde gözlerimi kapatıp atışlarını hissettim. Sakindi, durağandı ve ölecekmiş gibi atmıyordu. "Benim bir önemim yok," dediğimde gözlerimi açıp yaprak sarısı gözlerine baktım. "İnan, şu an benim nasıl olduğumdan daha çok sen önemlisin."
Korel şaşkınlığını benden gizlemeye çalışsa da beceremedi; bu duygusu direkt bana ulaştı. Fazla mı bencildim? Ya da öyle mi görünüyordum? Aslında onun canını kendi canımdan daha fazla önemsediğimi bugün anlamıştım. "Altı üstü kalp yetmezliği," dedi omzunu silkerek ve alayla güldü. "Her şeye yetebilen Korel, kalbine yetemiyor. Trajikomik."
Gülmedim. "Kendinden vazgeçmişsin." Korel'in yüzünde bir değişiklik olmadı. "Evet, hep vazgeçmiştin ama bu sefer, her şeyden vazgeçmişsin. Neden Korel? Bunu neden yapıyorsun?"
Yüzüme bir süre daha baktı, ardından başını çevirip derin bir nefes aldı ve yatağa uzandı, duvar kenarına. Bense diğer tarafta oturmaya devam ettim. "Sigaram bitti," dedi öfkeyle. "Şu an keşke sigara olsaydı."
"Korel, neden?" dedim söylediklerini duymazlıktan gelerek. "Seni ilk tanıdığımda da böyleydin. Neden? Şimdi neden bu kadar?"
"Ne önemi var Minel?" Bakışları tavandaydı; soğuk olmamasına rağmen üşüdüğümü hissettim. "Kimin için önemi var?"
"Benim için var." Oturmak yerine ben de onun gibi yatağa uzandığımda yine omuzlarımız birbirine değdi, ben de gözlerimi tavana diktim.
"Hakkımdaki hiçbir şeyin senin için önemi yoktu, öyle söylemiştin."
Gülümsedim ama keyiften tamamen uzaktı. "Bir kez de ben yalan söyledim, Korel." Bana baktığını hissettim ama tavana bakmaya devam ettim. Büge'nin sesi kulaklarımda çınladı, kaçmamam gerekiyordu. Kahretsin ki yine yalanlara inanacaktım ama artık bunu istiyordum. "Korel, neden bırakıp gittin?" Yutkundum, sesim titredi, soruyu sorarken bile canımın acısını gizleyemedim. "Yani benim hayatımdan herkes çekip gitmişti, bunu biliyordun ve beni hiç bırakmayacağını söylemiştin ama o gün, o salonda benim elimi bırakıp gittin." Başımı iki yana salladım, gözlerim dolmuştu ama ağlamak istemiyordum. "Bana biri, babam geldikten sonra giden başka biri için parçalanacağımı söyleseydi buna inanmazdım ama ben o gün, sen giderken paramparça oldum. Bana bunu neden yaptın?"
Gözleri hâlâ profilimdeydi ve nefesi düzensizleşmişti. Ama yine ona bakmadım. Kendimi yalanlara inandırmak için bekledim ama o, "Bana inanacak mısın?" diye sordu.
"Yalanlar mı söyleyeceksin?" dedim.
"Bana inanacak mısın?" diye sordu bir kez daha. "Eğer inanmayacaksan..."
"İnanacağım." Dürüsttüm çünkü yalan da olsa inanırdım, onun yalanlarını kendi doğrularım yapardım. "Çünkü ben, ne olursa olsun, sana inanmaktan vazgeçemiyorum. Ben bundan bile vazgeçemezken, sen karşımda kendinden vazgeçiyorsun."
Korel yan döndü, yüzümü tamamen görebilmek için ve ben sırtüstü yatmaya devam ettim. Hazır ol, dedim kendi kendime. Yine ona yeniliyorsun, Minel. Yine ona karşı kaybediyorsun.
Ama o zaten hayatı da dahil çoktan kaybetmeye başlamıştı.
"Gitmek zorundaydım," dedi kısık sesle. "Çünkü kalsaydım sen zarar görürdün." Susup bekledim, hiçbir tepki vermedim.
"Prometheus o gün, o sürprizini benim için hazırladı." "Ve benim için," deyip sözünü kestim.
"Ve senin için," deyip devam etti. "Fakat Prometheus öncesinde bana bunların olacağını söylemişti." Bakışlarım hızla ona döndüğünde daha fazla tavana bakamayacaktım. "Evime iki adet alfabe harfi geldi. Bu iki cinayet olacağını gösteriyordu. Ve bu harfleri bana mektupla göndermedi. Evimin içine, odamda yatağımın üzerine bir ceset gibi bırakmıştı. İlk önce anlayamamıştım ama o harflerin annenin dosyasından koparıldığını gördüm."
Bana yeni bıraktığı notun aynısıydı ve aynı şekildeydi fakat bunu dile getirmeden dinlemeye devam ettim. "Sonra," dedi ve beni ne bekliyorsa dikkatlice yüzüme baktı. "Babanı o kumarhaneden kurtardığımda, baban bana Prometheus'un peşimde olduğunu söyledi."
"Ne?" Bir kez daha bacaklarıma kadar uyuştum fakat donuk gözlerimi bir an bile kırpmadım. "Babam orada olduğunu söylemişti ve onu oradan kurtaran..." Başımı iki yana salladım. "Nasıl? Biz gittiğimizde babam oradaydı ve sen onu bulup kurtardın mı?"
Korel başını aşağı yukarı salladı. "Bu yüzden senin yanından ayrılmıştım, geri döndüğümde her şey mahvolmuştu."
Çenem kasıldı. "Onun orada olduğunu nereden biliyordun?" Korel'i sorum rahatsız etti, gözleri benden uzaklaşıp arkamdaki gece lambasına kaydı. İlk önce cevap vermeyecek sandım ama o, "Dürüst bir yanıt mı istersin yoksa içini rahatlatan yalanları mı?" diye tercih hakkı sundu.
Eskiden olsa yalanları seçerdim ama bunu yapmadım. "Sen gitmeden önce," dedim acıyla. "Bana yalanlar söyle diye yalvarmıştım. Artık bunu bir daha yapmam fakat yanıt da vermeyeceğim. Vicdanını dinle, Korel. Hangisini seçmek istediğine sen karar ver. Bak, bunun adı güvendir."
Çok kısa bir an düşündü, ardından, "O halde iyi dinle," dedi ve gözleri yine gözlerime döndü. "Babanı nasıl bulduğumu bilmiyorum çünkü ben de bazen hiçbir şeyi hatırlamıyorum." Yaprak sarısı gözlerine doğruları mı yoksa yalanları mı söylüyor diye dikkatlice baktım ama hiçbir şey anlayamadım.
"Senin de mi hafıza kaybın var?" dedim düz bir sesle.
"Bilmiyorum," dedi bir kez daha. "Hayatımın bazı kısımlarında boşluklar var ve hiçbir şey hatırlamıyorum." Gözlerini yine kaçırdığında onun bana yine yalanlar söylediğini anladım; anlatmak istemedikleri vardı, bu şekilde kaçıyordu.
Yine de aldırış etmeden, "Ve bu gitmen için bir neden miydi?" diye sordum. "Prometheus'un senin peşinde olması yani."
"Babanla bir konuda ortaktık." Yine sarsıldım ve bunu ona fiziksel olarak da gösterdim. "Ben o günden sonra Prometheus'u bulmak için çaba sarf edecektim ve o da sana iyi bakacaktı. Benim senin yanında olmamı istemedi, bunun sana daha çok zarar vereceğini söyledi. Ayrıca Prometheus benimle uğraşırken yan yana durmamız, ikimizi ortak hedef haline getirirdi. Prometheus'un dikkatini dağıtmak için ortalıktan yok olmam gerekiyordu; hem de onu ararken, kendimi belli etmemeliydim. O süre boyunca sürekli olmasa da babanla iletişim kurdum, gözlerim hep üzerindeydi. Baban senin yanındayken ve ben yokken, Prometheus sana yaklaştığında onu daha rahat yakalayabilirdik diye düşündük. Hatta bir keresinde, seni takip ettiğimde..."
"Beni takip ediyordun, değil mi?" diye sordum ve içimde büyüyen öfkeyi dizginlemeye çalıştım.
"Evet." Sonra nefesini verdi. "Elimden geldiğince. Bir keresinde, sen etütten çıkıp eve giderken birinin seni takip ettiğini gördüm. Bir kadındı. Kahverengi saçları omuzlarına kadar gelen, zayıf, sarsak adımlı bir kadın. Evine kadar seni takip etti, sonra onu yakalayacağım sırada ortadan kayboldu. Prometheus'un kadın olmadığını biliyorum ama şüphelendim. Sonrasında bir daha görmedim."
"Anlamıyorum," dedim aptalmış gibi. "Sen o dans ettiğimiz gün, yarışma günü yani, babamın geleceğini biliyor muydun?" Korel onaylarmış gibi başını salladı. "Ve babam, gideceğini biliyordu. Hatta gittiğinde onunla da iletişim kurdun ama bana hiçbir şey söylemedi, öyle mi?" Yine beni onayladı. "Beni ayrı ayrı değil, beraber kandırdınız."
"Bunu senin kötülüğün için yapmadık. Babanı kurtardığımı Prometheus'un bilmemesi gerekiyordu, aramızda büyük bir problem varmış gibi davranmalıydık. O akşam Prometheus, babanın oraya geleceğini asla tahmin edemezdi, bu ona çok büyük bir sürpriz oldu. İkimizin de arası, geçmişten gelen bir öfke gibi düşün, bok gibiymiş gibi yansıttık. Hoş, babanı çok sevdiğim söylenemez ama yine de bana mantıksız bir teklifle gelmemişti baban."
Başımı iki yana hayal kırıklığıyla salladım. "Aylarca evinin kapısının önünde seni bekledim. Bir ay boyunca hastanede yattım. Senin gidişine kendi içimde cevaplar bulmaya çalıştım, bulamadığımda öldüğünü bile düşündüm. Ve siz ikiniz bana o tiyatro salonunda Prometheus'un oyununun içinde oyun oynadınız, öyle mi?"
"Zorundaydık." Korel'in sesi çaresiz çıktı. "Ve artık birisinin Prometheus'un sonu olması gerekiyordu. Birisinin onu bulması gerekiyordu."
"Bu kişi de sen mi olacaktın?" Onu alaya aldım ama aldırış etmedi.
"Evet. İlk defa Prometheus'un peşine düştüm ve ona öyle yaklaştım ki Minel. Bulduklarım..."
"Beni Prometheus'tan korumaya çalıştınız," deyip lafını böldüm. "Ama bilmelisiniz; Prometheus sen gelmeden bir gece önce, aynı senin gibi odama girdi ve bana üç tane alfabe harfi bıraktı. Yani üç cinayet olacak ve senin söylediğin gibi annemin dosyasından yırtılmışlardı."
Korel'e ilk defa söylemiştim bunu. Normalde hiç kimseye söylemeyecektim hatta kendi aklımdan bile bir kez daha geçirmeyecektim fakat bencilce bir düşünceyle, canını yakmak için dudaklarımdan bu kelimeler dökülmüştü.
Korel şaşırmadı ama çok da sakin olmayan bir ses tonuyla, "Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu.
"Karşında olduğuma göre yapmadı." Başıma vurduğunu ya da bayılttığını söylemek istemedim. "Aslında biliyor musun, bu anlattıklarına şaşırmadım. Çünkü ikiniz de beni hayatım boyunca o kadar çok şaşırttınız ki artık size şaşıramıyorum. Fakat bir şeyi de merak etmeden duramıyorum, Korel." Yaprak sarısı gözleri gözlerimin her zerresinde gezinirken, "Neden geri döndün o halde?" diye sordum. "Neden bırakıp gitmişken geri geldin?
Yoksa babam mı gelmeni söyledi?"
Korel bir kez daha sırtüstü yattı ve bakışlarını tavana dikip, "Neden geri döndüğümü sana söyledim," dedi. "İnsan olduğumu hatırladım ve biri bana sarılsın istedim."
"Tek neden bu mu?" Güldüm, gülüşüm canını yaktı mı bilmiyordum ama karşılık vermedi.
"Tek neden bu değil," dedikten sonra derin bir nefes aldı.
"Keşke tek neden bu olsaydı ama değil işte."
"O halde diğer neden ne?"
Yanağında oluşan yeni yanık izi gözlerimin önündeydi ve gözleri tavandayken o izi inceleme fırsatı buldum. Bir bıçakla yapılmış gibi görünüyordu; kızgın ateşe tutulup yüzüne bastırılmış bir bıçak izi. Bunun acısını düşünmek bile kendi içimde bir kez daha ona karşı yumuşamama neden oldu. Hem bakıldığı zaman, gerçekten de kendimi şaşkın ya da kırılmış hissetmiyordum; aksine, Korel'in doğru ya da yalan bilinmez, anlattıkları, gidişinin arkasında beni düşündüğünü gösteriyordu.
Belki de oyundu. Belki de sonuna kadar doğruydu. Ben kendi hislerimi gökyüzüne çıkarana inandım yine.
"Diğer neden..." diye mırıldandığında onu incelediğimi fark etti ve yavaşça yüzünü döndü. "Benim bir türlü akıllanmayıp, dönüp dönüp yine sana gelmek istemem. Diğer neden, benim bu yetmeyen kalbimin seni özlemesi. Diğer neden, bana ne yaparsan yap, sana ihtiyacımın olması. Diğer neden ne, biliyor musun, Minel? Benim kendimden bile vazgeçip senden vazgeçmeyişim."
Paragraf Yorumları