Mektupların içinde fazlasıyla rahatsız edici ve tetikleyici unsurlar vardır. Bunun bilincine varıp okumaya başlarsanız memnun kalırım, lütfen bu yazıya önem verin kendiniz için. Bir de gerçekten mektuplar arasında bir süre bekleyin yoksa hem kafanız karışır hem de içinden çıkamazsınız.
Kendi adıma üç mektubu da farklı zamanlarda yazabildim, aynı anda yazabilmek benim ruhuma ağır geldi. İntihar eden bir insanın normal bir ruh sağlığında olmayacağının bilincinde olarak okumanız daha doğru olur. Anladığınız üzere bu mektuplar, Korel'in Minel'e veremediği mektuplar.
Hisseden kalbinize bin teşekkür.
Hasarlı veya hasarsız hiç fark etmez.
+18
Şarkı önerileri: Mabel Matiz, Vals
Rei 6, Ah Canım Sevgilim
Yelawolf, Devil in my Veins
Yelawolf, Disappear
Şebnem Ferah, Artık Kısa Cümleler Kuruyorum
2 Ağustos 2017,
Saat 07.25
Korel E. Erezli'nin intiharından on üç saat öncesi
Bu mektubu sadece kendim için yazıyorum. Hayır, kendimi öldürmeyeceğim elbette.
Bu mektubu bir adamın, bütün hayatını bir kadına neden bağladığını anlatmak için yazıyorum. Neden onu hayatı yaptığı ve bu kadar aptal olduğunu anlatmak için yazıyorum. Kendime yeniden hatırlatmak için.
Kendim için bir mektup yazıyorum ki, yaşamayı hiç hak etmeyen bir adamın yine de yaşama tutunma çabasını hep utançla hatırlamak istiyorum.
Evet, sen yaşamayı bile hiç hak etmedin Korel.
Doğdun, bebektin hatta daha öncesi annen seni düşürmek istedi, bunu onun günlüklerinden okudun ama düşmedin, yaşama tutundun utanmadan ve doğdun.
O günlüğü unutmak istedin ama Minel değildin, unutamadın.
Bebektin, annen ocağın gazını açıp seni mutfağa kilitleyerek ölmeni istedi; evdeki hizmetli kurtardı. Bunu da annenin günlüğünden okudun ama yine ölemedin, yaşama tutundun. Annenin ise bir histeri krizi sonucu bunu yaptığına inandın. Kendini kandırdın.
Bu okuduklarını da unutmak istedin ama elbette ki Minel değildin, unutamadın. Aksine annesi tarafından istenmeyen ama annesini çok seven bir çocuk oldun.
Küçücük bir çocukken henüz evden kaçtın, arkadaşların olsun istedin, bir sokak arasına girdin, bilyelerini gösterdin onlara fakat dövdüler seni. Oynamadılar seninle. Pasiftin, korkak bir çocuktun, kaçamadın, karşılık veremedin. Canını yaktılar senin, aptal gibi bilyelerle oynayacaklarına emin olmuştun halbuki. Sonra abin seni aldı, aşağıladı, en güzel bilyeni aldı senden.
Bu anıyı da unutmak istedin ama elbette ki Minel değildin, unutamadın.
Yedi yaşına bastın, babandan ilk şiddetini gördün. Tek nedeni alfabeyi diğer öğrencilerden daha geç öğrenmendi. Vurdu sana, sert bir tokattı, hâlâ canını acıtacak cinsten. Durmadı, kemerini çıkardı, küçüksün dinlemedi, sırtına indirdi darbeleri. Yine kaçamadın, aptal gibi ağladın, annene seslendin gelmedi, abine seslendin umursamadı, en sonunda babana yalvardın, bırakmadı. Güçsüzdün, aptaldın, boyun eğdin. Sonrasında ise şiddet görmeye, vücudunda çocukları izleri bırakmaya devam etti baban, elini ateşe bile tuttu, sen yine ve yine ve yine ağladın.
Bu anıyı da unutmak istedin ama elbette ki Minel değildin, unutamadın.
Ergenliğe girdin. Yan sınıftaki çocuk yere düşüp dizini yaraladığında annesi ile babası okula geldiğinde tek problemin annenin histerilerinde, babanın öfkelerinde, abinin umursamazlığında olmadığını fark ettin. O an aslında emin oldun: ailen seni hiç sevmiyordu. Sevgisizlik seni mahvetti ama sen yine aptal olduğun için bunu da inkar ettin, onların sevgisi böyle dedin kendi kendine. Ailenin sevgiyi bu şekilde gösterdiğine inandın.
Bu hissi de unutmak istedin ama elbette ki Minel değildin, unutamadın.
Liseye başladın. Hiç arkadaşın yoktu, baban için sadece ders çalışıyor, annen için sessiz kalıyordun çünkü annen ufacık bir seste bile sinir krizi geçirebiliyordu. Konuşabileceğin kimse yoktu, gidebileceğin kimse yoktu, hiç kimse seni istemiyordu, dışlanıyordun; abin vardı ama yoktu. Onu izlemeye başladın, onu örnek almak istedin. Motosikleti vardı, motosikleti sürmek sana cesaret kazandırır sandın, geceleri sana masallar okudu, masumiyet sandın, eline bir bıçak verdi, kendini kesmeni söyledi, iyileştirir sandın. Çünkü aptaldın, kördün. Seni bataklığa çektiğini çok sonra anladın.
Bu yaşananları da unutmak istedin ama elbette ki Minel değildin, unutamadın.
Ve hayatının miladı geldi çattı. Hem ölümün, hem yaşamın. Onu tanıdın. Minel'i. İlk ve tek arkadaşını. O da acı çekiyordu, o da yalnızdı. Turuncu saçları, çilli yüzü, sıska bedeni. O Minel Karaer'di. Kalbi kıyametindi, bakışları ateşindi ve yanıldın, o hiçbir zaman kurtuluşun olamayacaktı. Ama ilk andan itibaren onun için kendini kalkan olarak gördün; kendini kesmeyi bıraktın onun için çünkü sana ihtiyacı vardı. Sevgisiz büyüdün, sevgi istiyordu, biliyordun, sevgi verdin. Yalnızdı, arkadaşa ihtiyacı vardı, arkadaşı oldun. Korkuyordu, sen de korkmuştun yine de korkularını silmek istedin. Ağladı, gözyaşları acıttı, ağlamaması için söz verdirdin çünkü gözyaşları zamanla kalbi tüketirdi, buna inandın. Kalbi tükenmesin istedin, kendi kalbini unuttun.
Ve mutlu oldun onunla. Oradaydı, seninle beraberdi, sevdiğini düşündün, sevdiğine inandın, çocukken aşk değildi bu, dostluktu, bağlılıktı. Ona öyle bir bağlandın ki, hiçbir bıçak kesemedi bu bağı. Aptal hayallerinden ona söz ettin, şimdi bilmediği birçok sorunun cevabını ona geçmişinde verdin, umutsuzluğun içinde ona umut aşıladın.
Küçüktün, ölüp giden babası olmak istedin, küçüktün, ölüp giden ablası olmak istedin, küçüktün, ölüp giden annesi olmak istedin. Sanki ona yetebilirmişsin gibi. Sanki bunu başarabilirmişsin gibi.
Yetemedin. Sen hiçbir şeye yetemedin.
Birkaç sene geçti. Her şey mahvoldu, ilk önce onu senden kandırarak aldılar. Kandı yalanlara evet, bıraktı elini. Sen ona delicesine güvenirken onun sana hiç güvenmediğini gördün.
Yine de onun için önüne bir tercih hakkı sundu Prometheus. Tek bir mektubu odana bıraktı. Ya Minel'in ölmesine göz yumacaktın ya da Prometheus'un esiri olacaktın.
Kabul ettin. Esir oldun.
Prometheus'un esiri oldun. Ve hayatının en acılı dönemi başladı. Sana işkenceler çektirdiler, ilk cinayetini o zaman işledin, psikolojik rahatsızlıkları olan insanların içinde tuttular, sen yine de aynı yerde Minel'in olduğuna inanarak nefes aldın ama zihnin yok olmaya başladı. Nedenini anlamadın, hafızanda delikler oluştu, çözemedin ama Minel'i düşünmeye devam ettin.
Sonra ikinci kez Minel, tek dostun yıktı seni. Boğdurdu. Annen deniz gibi kokardı, suyu severdin; sudan korkmana neden oldu. Yetmedi, unuttu seni, bunu gözlerinden anladın.
Sen ne kadar ona yetmeye çalıştıysan, Minel bir o kadar unuttu seni.
Ama yine de onu öldüreceklerini anladığında bir yangın çıkardın, onu da kendinle beraber oradan kurtardın. Ve maalesef onu yaktın. Bu senin vicdan azabına dönüştü, aptaldın onu yaktığına inanmak seni kahretti fakat en büyük keder zaten onu kaybetmekti. Veya onun için artık güvenli olmadığını düşünmek.
Onu ikinci kez gördüğünde yanmıştın, vücudun izlerle doluydu, emareler ise Minel'den hediyeydi. Ne olursa olsun, seni o halinle kabul eder sandın; bir insanın bir insanı unutabilmesine inandın da, Minel'in Korel'i unutabileceğine inanmadığın için ona gittin çünkü gurursuzdun.
Balıkların vardı, suyu yeniden sevmek istiyordun. Umut bir kez senin için işlemeliydi, izler olabilirdi, emareler iyileşirdi; o seni tanısaydı eğer.
Minel yüzüne baktı, herkes yanıklarından korkarak bakardı, canın acımazdı; onun da aynı şekilde bakması cehennemdi. Sen neye inandın ki Korel? Kabullenebileceğini düşündün, hatırlanabileceğini, bir hafızada yer edebileceğini hatta sevilebileceğini? Sen hiçbir şeydin, o senin herkesindi ama sen onun hiçbir şeyiydin, bunu gördün. Yanıkların hâlâ acıyorken krem sürer sandın, o sürmedi, sen de bir kez bile olsun bunu yapmadın. Yanıklar yana yana iyileşti, buna izin verdin.
O günden sonra kendinden çok utandın, bir kez daha onu görmek istemedin, bütün yanıkları dövmelerle örttün ve nefret kalbindeydi. Artık pasif değildin artık korkak değildin artık aptal değildin. Bu iyileştirir sandın, kötü bir adama dönüştün. Önünde insanlar düştü kaldırmadın, çocuklara yardım etmedin, seks yaptın sadece, kalbine kimseyi almadın, kavgalar ettin, birini bıçakladın. Fakat babana yine de baş kaldıramadın, yaşın kaç olursa olsun babanın önünde başın hep öne eğikti, dövmeye devam etti seni, sustun.
Pasif, korkak ve aptal değildin ama kötüydün işte. İğrençtin. İnsanların kaçtığı o adamdın. Babasından ise hâlâ korkan küçük bir çocuktun.
Fakat bütün dünyadan nefret etsen de yine de Minel'den nefret edemedin.
Nefret ettiğini düşünüp intikam almak istediğin ilk an ise aslında yine kendini kurtarmak içindi. Bir uçurumun kenarındaydın, gelecekte Minel'i o uçurum kenarında öpecektin. Durdun, elinde bir şişe zehir vardı, kendini öldürmek istedin ve o an, bundan vazgeçiren Minel oldu. Hayır, Minel olmadı, o sana gelmedi, seni vazgeçiren ona gitmekti; intikam bile olsa ona kavuşacaktın, bunu bile kendine çok sonra itiraf edebildin.
Gurursuzdun. Gurursuzsun. Gurursuz olacaksın.
Çıktın onun karşısına, bir kez yüzüne baktın, seni tanımadı. Öylesine bir tanımamak değil, o kötü adamdan kaçmak isteyecek kadar tanımamak. Bir o kadar da yabancı bir tanıdıklık. Sen ise ilk yara aldığı an, ona krem sürmek istedin çünkü sen aptaldın.
Oyunlar oynadın, onu mahvetmek istedin, yok olsun istedin hatta ölmesini istedin. Ve sonra ilk canı yandığında yara bandını ilk uzatan kişi oldun.
Sen yine o aptal adama dönüştün, duyduğun his nefret değil, yaşama tutunma arzusu ve özlemdi; duyduğun his, o sana elini uzatmazken bile elini tutma ihtiyacıydı.
Üçüncü tanışmanızda duygular aşka dönüştü, aptaldın ya çünkü. Seni sevsin istedin, seni hatırlasın istedin. Bir tek sen ol istedin. Onu yeniden korudun, onu korumak için kaçtın, onu öptün, onun güzel saçlarını okşadın, onunle seviştin, ilk defa hayal kurdun, baba olma hayaliydi. İmkansızdı bildin ama yine aptaldın, bunu yaptın. Bir kez daha o bataklığa girdin, tanıdık bataklık zaten dedin, kurtuluşu bulabileceğini düşündün ama kurtuluşu görsen bile o bataklığı sevdiğini fark ettin.
Yolun ortasında bayıldığın gün kalp yetmezliğin olduğunu öğrendin, kalbine pusula dedin, Minel sırf kalbinin hasarlı olduğunu anlasın diye bileğine kırık bir pusula dövmesi çizdin, atışlarını dinlemeyi sevdiğin yerdi. Anlamadı, anlatmadın, gerek de yoktu. Kalbini hiç bilmedi, ne fiziksel ne de ruhsal.
Ve aptal Korel, yine zaman alt etti sizi. Minel seni hatırlamak üzereyken her şey cehenneme döndü. Fark ettin ki sen artık o çocuk değildin, bir şeyler ters gidiyordu. Artık kötüydün, iğrençtin, bir baba olmayı geç, insan bile olamazdın.
Herkes kaçmalıydı senden, Minel uzak durmalıydı, ateş olduğunu sanıyorken küle dönüşmeni kimse görmemeliydi.
Ama gördüler.
Gördün, Korel.
İğrençliğinle yüzleştin.
Ve Minel'in seni bir kez daha bırakacağından emin oldun.
Haklıydı, sen hiçbir zaman sevilecek, hatırlanacak bir adam değildin.
Katildin, caniydin, Prometheus'tun; bir kadındın, vicdansız annendin; korkak bir çocuktun, kendi çocukluğundun; acımasız bir doktordun; kendi babandın.
Sen sevgisiz ailene dönüştüğünle yüzleştin birkaç saat önce. Bunu sana taklit ettiğin abin söyledi, o asıl Prometheus'tu. Ve sana, hayatını mahveden o itirafı gerçekleştirdi; Minel sen kendini hatırlamadığın o dakikalarda senin yüzünden ölecekmiş.
İlk ve son arkadaşın, dostun, sırdaşın, aşkın, senin yüzünden ölecekti.
Çünkü Korel Erezli sen iğrenç bir adamsın.
Yalnızdın. Yalnızsın. Yalnız olacaksın.
Bir köpeğin vardı, adı Boda. Senden aldılar, bir süreden sonra tek ona bağlandın, bütün sırlarını onla paylaştın fakat şimdi onu da çekip aldılar senden. Ya öldüyse? Ya öldürdülerse? Sensiz nasıl yaşar? Bir köpeğe bile sahip çıkamayacağını öğrenemedin, onu da mahvettin.
Bir arkadaşın vardı, adı Gürkan. Seni anladı, seni dinledi, yardım ettin, bin kez karşılığını verdi fakat o aile olmak istiyordu, baba olmak için kendine bir şans verecekti fakat sen onu da mahvettin.
Şimdi bu satırları okurken hiç kimseyi suçlamaman gerektiğini ve bu hikayenin asıl kötüsünün sen olduğunu biliyorsun. Bil diye yazıyorum zaten. Kim olsa sana inanmaz, kim olsa senden kaçar, kim olsa seni unutur ve kim olsa seni sevmez.
Peki bütün bu anıları unutmak ister misin?
Hayır, her şeyi unutmak istedin, bir Minel'i unutamadın değil, unutmayı istemedin, istemiyorsun, istemeyeceksin.
Peki ya iyileşmek?
İyileşemezsin, sen içi dolu bir silahsın, ne zaman ateşleneceğin belli değil; doğmadan önce ve şimdiye kadar ölmesi gereken tek insansın.
Fakat ölmeyeceksin. Kendini öldürmeyeceksin. Öldüremeyeceksin.
Hayır, korktuğun ötürü değil sen artık korkak değilsin.
Değilsin değil mi?
Olmamalısın.
Ölmeyeceksin ve bu utançla yaşayacaksın çünkü bunu hak ediyorsun.
Ölmeyeceksin ve kendine işkenceler çektireceksin çünkü bunu hak ediyorsun.
Ölmeyeceksin ve belki Minel seni iyileştirebilir diye bekleyeceksin. Hayır bunu hak etmiyorsun.
Ölmeyeceksin ve belki bir gün hayallerine ulaşabileceğini düşüneceksin. Hayır, asla hak etmiyorsun.
Ölmeyeceksin ve belki de arınacaksın; ellerindeki kan temizlenecek, vücudun iyileşecek, umut etmeyi öğreneceksin. Nasıl imkansız bir hayal ama!
Ölmeyeceksin, Korel, ölmemelisin. Ölürsen her şey sona erer, geçmiş bile yok olur çünkü Minel ve Korel'in hikayesini sen yaşatabilirsin sadece çünkü onu hiçbir zaman unutamazsın, en kötü yüzünle bile.
Aptalsın ve ağlıyorsun şu anda. Çünkü ölümden...
Hayır korkmuyorsun.
Biliyorsun, Minel sana inanacak, güvenecek ve iyileştirecek.
Peki buna inanıyorsan neden hasarlı kalbin ağrıyor?
Çünkü gerçeği biliyorsun.
Gerçeği bütün kişiliklerin biliyor. Karanlık hasarlı kalbinde tek bir parlak ışık var, o ışığın adı Minel ama bir gün o da sönecek çünkü sana hiçbir zaman inanmayacak, güvenmeyecek ve belki de unutacak.
Belki de değil, o seni yeniden unutacak.
Ve unutmalı çünkü sen Korel, ne olursa olsun bir seri katilsin, cinayetsin, işkencesin; ne olursa olsun sen kötü bir insansın, başka bir yüzünle de olsa. Birçok kişiyi öldürdün, sıradaki kişinin sevdiğin birisi olamayacağından hiçbir zaman emin olamayacaksın çünkü seni artık sen yönetemiyorsun. İşte tam da bu noktada Minel'in sana inanmamasına da hak veriyorsun, sana güvense diğer yüzlerine güvenemez. Suçlayamazsın kimseyi, bir suçlu var ise o kişi sadece sensin.
Bu yüzden insanlar senden kaçmadan, sen kaçmalısın. Diğer türlü vicdan azabı bu kez seni gerçekten öldürecek.
Yine de umut ediyorum ki...
Her neyse. İmkansızı dilemeyeceğim.
2 Ağustos 2017,
Saat 11.25
Korel E. Erezli'nin intiharından dokuz saat öncesi
Hiç bütün dünyanın senden nefret ettiğini düşündün mü, Minel? Birçok insan düşünmüştür. Peki ya bütün dünyanın senden nefret ettiğini düşünürken seni seven bir avuç masum insan için delicesine üzüldün mü? Çünkü dünya sana zarar veriyordu, onlar da seni sevdiği için zarar görüyordu. İşte bunu birçok insan düşünemez asıl empati ise budur.
Benden bütün dünya nefret ediyor, Minel. Gerçekten nefret ediyor. Dinle, bir avuç insanım sadece sen kaldın, ben ise bütün dünyanın nefretine artık alıştığım için sadece sana üzülüyorum. Bunun adı empati, kendime değil, bir tek sana empati duyuyorum.
Bütün dünya benden nefret ederken bile senin o nefrete karşı yanımda oluşuna üzülüyorum.
Bu şekilde hissetmem bile sana öfkelenmem için bir neden çünkü kendimi kandırıyorum.
Bana bir dakika izin ver, kalbini kırmam gerekiyor, buna ihtiyacım var çünkü benim kalbim çok kırgın ve öfke dolu.
Şimdi sana içimdekileri dökebilmek için kendime bir viski doldurdum, vücuduma ise şu anda yüksek dozda uyuşturucu karışıyor. Diğer türlü sana öfkemi dökebileceğimi düşünmüyorum, Minel. Olmuyor, kalbini kıramıyorum. Belki de bu yüzden yazdığım en kısa mektup bu olacak çünkü devamında sana kıyamayacağıma eminim. Kendime karşı öfkemi yazarken sayfalar doldurabildim ama sana karşı öfke duyarken bile yine dönüp kendimi bıçaklayabiliyorum.
Hayır, sana zarar vermeliyim; hayır, o kalbini kırmalıyım; hayır, seni kendimle beraber paramparça etmeliyim. Bu kez ben seni kül etmeliyim, sonra da karşına geçip sönmüş olmak çok büyük bir meziyetmiş gibi senin kül olduğunu söylemeliyim.
Hayır sana baharatlı pilavın aslında benim tarifim olduğunu, küçükken sana öğrettiğimi ve büyüdüğünde sanki kendin bu tarifi bulmuşsun gibi bana sunduğunu anlatmayacağım. Halbuki bana ilk yaptığında hatırladığını düşünecek kadar aptaldım. Hayır bilmeyeceksin gerçeği.
Hayır, turuncu papatyaların küçükken benim sana aldığım ilk çiçek olduğunu, bu yüzden onlarının yerinin ayrı olduğunu da öğrenemeyeceksin. Bana dönüp, büyüyünce papatyalardan bahçe yapacağım kendime dediğini de anlatmayacağım. Hatta senin yerine o uçurumun kenarına papatyaların tohumlarını benim ektiğimi hiç bilemeyeceksin.
Bu iyilikleri yapmayacağım sana. (Üzeri çizili)
Hayır, sana karşı duyduğum his nefret değil; nefret daha net bir duygudur, sana karşı çok büyük bir öfke duyuyorum ve öfke içinde birçok duyguyu barındırır. Senin için yaşayan bir adamı, yaşamdan vazgeçirecek kadar onu yok saydın, nasıl da öfkelenmem sana. Nasıl da güçlüsün; silahsız, bıçaksız, bir tokat bile atmadan nasıl da yok edebiliyorsun beni. Aslında beni yok eden sen de değilsin, benim sana karşı olan o aptal bağlılığım. O aptal sevgim.
O aptal aşkım. (Üzeri çizili)
Hayır, kendimi suçlamamalıyım. Gördün mü? Yine bıçağı kendime çevirdim. Aslında bu bıçağı kalbime saplayıp seni de kendimi de tamamen yok etmeliyim, öyle değil mi?
Hayır, merak etme, kendimi öldürmeyeceğim fakat seni belki de öldürecek o cümleyi söyleyeceğim: Bu hayattan nefret ediyorsam sebebi sadece ve sadece sensin. Sana nefret besleyemedim, gittim ilk önce kendimden nefret ettim ardından bu hayattan ve en sonunda bütün dünyadan.
Sen ise geçtin karşıma, gözlerimin içine baktın baktın baktın ve göremedin. Bir cehennemdeydim, hâlâ yanıyordum, hâlâ boğuluyordum, hâlâ üşüyordum, hâlâ emareler canımı acıtıyordu, hâlâ kurtarılmayı bekliyordum.
Fakat sen değil bana elini uzatmak, benim uzattığım elimi de parçaladın.
Yine de nefret edemedim senden çünkü etseydim, seni umursamazdım, seni umursamasaydım Korel'in Minel'i olmazdı, Korel'in Minel'i olmasaydı, yaşamak için gerçekten bir neden kalmazdı. Görüyorsun değil mi? Senden nefret etmemek için bile tek nedenim seni bırakamıyor oluşum. Görüyorsun değil mi? İkimizin adının geçtiği yerde bile senin adının altını çiziyorum.
Bir insan, başka bir insanı belki sevmekten vazgeçer diye unutmak istemiyorsa o insanın kalbi, bu dünyanın en yüce varlığıdır.
Benim kalbim bu dünyanın en yüce varlığı mı bilmiyorum ama senin kalbinden daha yüce bir kalbim olduğunun farkındayım çünkü hafızamda ölme diye seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçmedim.
Hasarlı da olsa kalbimdesin, uyuşturucuyla dolu olan kanımdasın, geçmişin sesi olan damarımdasın; aklıma bir gün gelmesen, diğer gün aklıma gelmediğin için iki katı fazla düşündüm seni fakat sen beni unutmak istedin.
Sahiden...
Beni nasıl unuttun?
Hayır, beni nasıl unutabildin?
Öyle değil, beni nasıl unutabildin?
(Üzerileri çizili)
Doğrusunu söylüyorum, aynı cümleleri tekrar etmeden ve seni kırmaktan çekinmeden, dinle, beni neden unutmayı istedin?
Söylesene, Minel, ben zaten nefes alan bir ölü olmama rağmen, yaşamayı çok sevdiğim o zihinde beni neden öldürdün?
Söylesene Minel, senin zihnin, maalesef sana rağmen benim için sığınabileceğim en huzurlu yerdi ve senin binlerce kaçışların olmasına rağmen benim tek kaçabildiğim yer senin zihnindi.
Ve sen beni kovdun ve işte o son, aslında huzur seneler önce yok oldu.
Hiç düşünmedin Minel, unutulmak ölümden daha acıdır çünkü hiç hatırlanmayacak bir mezara sahip olursun. Beni hiç kimsenin uğramayacağı bir mezara layık gördün unuttuğunda çünkü biliyordun, senden başka kimsem yoktu.
Hayır, bu mektubu sana vermeyeceğim.
(Üzeri çizili)
Evet, bu mektubu sana vereceğim, vermeliyim çünkü bilmeni istiyorum, eğer ölürsem ateşten korktuğum halde yaksınlar beni, en azından küllerim rüzgara karışır gökyüzüyle bütün olur, terk edilmiş bir mezara dönüşmem.
Hayır, külleri sen saklama, onları da unutursun. (Üzeri çizili)
Son cümlemin üzerinden tam bir saat otuz altı dakika geçtikten sonra fark ettim. Eğer beni yeniden unutmayı istersen ne yakabilirler beni, ne de mezarımda bir isim olur.
Görüyor musun, Minel? Hayatım senin zihninden ibaret hatta ölümüm bile.
Hayır, Minel, bu mektup kalbini parçalar; sana veremem.
Ama Minel, peki ya benim kalbim?
Boş ver, o zaten yeterince hasarlı ve bozuk, öyle değil mi?
Buna rağmen hâlâ Minel isminin altını çiziyorum bu mektupta bile.
Sevdiğim için seni. (Üzeri çizili)
Sevdiğim için ismini.
Çünkü Korel ateşi simgelerken sen cennettin.
Çünkü Korel külken sen onu yakan ateştin.
Çünkü biz ateşler içindeyken tek yanan ben oldum; sen ise aslında hiç yara almadın.
Merak etme ölmeyeceğim, kendimi de öldürmeyeceğim çünkü senin için ölmek istemiyorum; biliyorum, sen benim için hiç ölmezdin. Sen benim için ölmezken ben senin için neden öleyim ki? Aptallığım son buluyor, öfkem kazanıyor. Bu kez seni unutmaya çalışacağım, yok edeceğim, sevgisizliği sen tadacaksın.
Evet, Minel, bunu yapacağım. Sandığın o kötü adamı sana göstereceğim. (Üzeri çizili)
Alkol etki etmiyor, uyuşturucu bile beni engelleyemiyor; bu hayatta kendimi parçalıyorum, senin kalbine ise hasar bile veremiyorum.
Yapamadım. Yapamıyorum. Yapamayacağım.
Beni yok ettiğin, bitirdiğin, hiç inanmadığın, güvenmediğin, sevmediğin, unuttuğun, işkenceler çektirdiğin, aşağıladığın, korktuğun, yalnızlaştırdığın, utandığın için bile kalbini kıramayacağım.
Ama seni unutmak için terk edeceğim bu şehri; ölümden başka bir kurtuluşum olacak.
(Üzeri çizili)
Yaşa, yaşattığın her acıya rağmen yaşa. Çünkü bu dünyanın senin gibi bencil bir insana da ihtiyacı var, benim gibi kötü insanlar için. Fakat tek bir isteğim var senden, Boda hâlâ bir yerlerde nefes alıyorsa onu yanına al. Benim için değil, kendin için çünkü sen de yapayalnız kalacaksın, Boda da artık yalnız zaten.
Ve gülümse, yine kazanan taraftasın; bu mektubu yırtıp atacağım.
Umut ediyorum ki...
Her neyse. İmkansızı dilemeyeceğim.
2 Ağustos 2017,
Saat 15.25
Korel E. Erezli'nin intiharından beş saat öncesi
Bu mektuba başlarken belki de kendi içimde bile bir kez daha tekrar etmediğim o cümlelerle tanışacağız. Senle ben, beraber. Yüzleşmek ikimiz için de ağır olacak ama birimiz silahı tutuyor olacak, diğerimiz namlunun ucunda.
Kendini her zaman namlunun ucunda gördün, elinde silah tutan kişiyi ise ben sandın ama şimdi gerçekleri dile getireceğim; silah daima ve daima senin elindeydi, namlu ise benim kalbimin üzerindeydi çünkü ben seni sevdim; sen ise beni sevmedin. Bu yüzden eline kolayca silahı alabilen kişi sen oldun, ben ise silahı elime aldığımda namluyu hikayenin sonunda yine kendime çevirdim.
Her neyse... (Üzeri çizili)
Hayır, her neyse değil, Minel çünkü bu kez kusmak istiyorum içimdeki her şeyi. Kusamazsam keseceğim bileğimi, öyle bir acı ki, bileğimi kestiğimde kanla beraber acımı da yok edecekmişim gibi hissediyorum.
İntihar bu duygunun adı.
Hayır, ruhumdan bahsetmiyorum, bedenen intihardan söz ediyorum.
Fakat sonra bileğimi kesmekten vazgeçiyorum, nedeni de sarmaşıklarımın sana bağlı kalması. Geçmişimiz ortak, ben bileğimi kesersem seni yok ederim, sen beni defalarca yok edebilirsin elbet ama ben seni yok edemem, anladım.
Beni anlıyor musun, Minel?
Anladığını düşünmek istiyorum, inanmak istiyorum hatta ve hatta anladığın için bir kez olsun o silahı benim kalbimden indirmeni istiyorum çünkü o silah indiği zaman beni sevdiğine inanabilirim ve senin beni sevmenden önce beni sevdiğine gerçekten inanmak bu hayatı sevmeme neden olur.
Beni gerçekten anlıyor musun, Minel?
Bir kez olsun beni anlıyor musun, Minel?
Okuyor musun bu mektubu yoksa yarısında yine dinlemek istemediğin için yırtıp attın mı? Sessizleştim mi yine? Yok oldum mu?
Hâlâ okuyor musun, Minel?
Sanırım alkolüm bitiyor ve alkolüm bittikçe kendime dönüyorum, kendime döndükçe sana kıyamıyorum bu yüzden biraz daha alkol alacağım. Bana biraz müsaade et, delirmiş gibi seninle sanki konuşuyormuş gibi yazdığımın farkındayım ama başka türlü seninle konuşamıyorum. Öyle ya, durmadan acılarımdan söz ediyorum. İlk defa acılarımı kusuyorum.
Belki bir kez beni dinlersin diye mürekkep ve kağıt var, sesim yok ama mektuba yazdığım cümlelerimi dinlersen çığlığımı duyabilirsin. Geçmişimize ait çünkü ben seni duyardım.
Evet, Minel, şimdi bir insanın anlayabileceği şekilde konuşacağım ama sen yine anlamayacaksın, anlamak istemeyeceksin, kaçacaksın fakat içimde tutamıyorum. Tutamıyorum da ne oluyor? İçim yanıyor.
Bu mecazi anlamda değil, o yangından çıktıktan sonra kalbimin üzerinde bir ateş var sanki, yanmaya devam ediyor, o yangını ben çıkardım evet ama kalbimdeki ateşi ise sen alevlendirdin.
Sana bir keresinde ben sevgiyi, sevgisizliği tadarak öğrendim, Minel, demiştim. Unuttun mu? Unuttun muhakkak, aksi iddia edilemez fakat ben sana yeniden hatırlatmak istiyorum çünkü bu konuda kendimde hatalar buldum düşündüğümde. Belki de dedim, ben sevmeyi bilmiyorumdur ya da yanlış öğrenmişimdir.
Seni yanlış sevmişimdir, sevgim zarar vermiştir sana. Bu satırın ilk cümlesi için birkaç yudum daha alkol içmem gerekiyor, ağır çünkü, bir insanın başka bir insana seni yanlış sevmişimdir diye düşünmesi çok ağır, çok aciz, çok çaresiz.
Sonrasında neyi hatırladım biliyor musun? Küçükken gerçek sevginin ne olduğunu öğrenmeye çalıştığımı. Dinle şimdi beni, acımasız olacağım, yakacağım canını fakat kendime de gerçekten itiraf edeceğim tam şu an.
Küçükken anneme sevginin ne olduğunu sordum, sevgi, bağlılıktır dedi; babama sevginin ne olduğunu sordum, normalde cevap vermezdi ama o gün iyi tarafına denk gelmiş olacağım ki, sevgi güvendir, dedi. Yetmedi, Korhan'a sordum, benim abiciğim(!), sevgi için terk edilmemektir, dedi. Üçüne de inanmadım, bir çocuğa sordum sevginin ne olduğunu, masumiyeti aradım, korumaktır, dedi. Yine kaçtım, yaşlı bir kadına sordum. Hepsinin aksine en uzun düşünen oydu, en sonunda sevdiğin kişiyi tanımaktır, dedi. Devam etti, onu herkesten iyi tanımaktır ve bunu yürekten istemektir.
Bu son sorduğum kişiydi çünkü cevabımı aldım.
Merak ediyor musun cevabı, Minel yoksa o cevaptan korkuyor musun?
Korkmalısın çünkü sen de çok iyi biliyorsun ve itiraf ediyorum: Beni hiç sevmedin.
Üç kelime, on beş harf. Benim hayatımın yıkılışı, yangının başlangıcı, yok oluşum.
Bir kez daha tekrar ediyorum: Beni hiç sevmedin, hiç hiç hiç.
Nereden mi biliyorum?
Annemin söylediği gibi sana bağlıydım ama sen bana hiçbir zaman bağlı değildin; bunu elimi bıraktığın gün anlamam gerekirdi ama senin gibi benim de anlamadığım tek bir şey vardı: senin kalbinde bana yer olmadığıydı.
Babamın söylediği gibi sen güvendin benim için ama ben senin için hiçbir zaman güven olamadım. Şu andan bahsettiğimi düşünme, şu andan öncesinde de güvenmedin bana. Elimi bıraktığın gün anlamam gerekirdi ama senin gibi benim de anlamadığım tek bir şey vardı: senin için önemsiz olduğumdu.
Korhan'ın söylediği gibi seni hiçbir zaman terk etmedim, terk ettiğimi sandığında bile bir adım geride seni koruyordum ama sen beni defalarca terk ettin, hem kalbinde, hem ruhunda. Bunu elimi bıraktığın gün anlamam gerekirdi ama senin gibi benim de anlamadığım tek bir şey vardı: senin hiçbir zaman ailem olmadığındı.
Küçük çocuğun söylediği gibi seni defalarca korudum, yanmak uğruna, parçalanmak uğruna hatta ve hatta ölmek uğruna ama sen bir kez bile olsun beni gerçekten korumadın, koruduğunu sandığında bile korku içindeydin. Minel'in her zaman düşmemek için uzanıp tuttuğu Korel'in eli vardı ama Korel'in hiçbir zaman uzanıp tutacağı Minel'in eli yoktu. Olduğunda da elim yaralandı, yandı, dönüp iyileştirmedin bile. Evet, elimi bıraktığın gün anlamam gerekirdi ama senin gibi benim de anlamadığım tek bir şey vardı: benim kalbimdeki emareleri hiçbir zaman senin iyileştiremeyeceğindi.
Yaşlı kadının söylediği gibi seni tanıdım, kendimden bile çok. Hatta öyle ki kendi vücudumdaki çocukluk izlerinin nasıl oluştuğunu bazen unuturken senin izlerinin hikayelerini ezberledim. Daha fazlası, günü geldiğinde yüzündeki çillerin sayısını bilmek için tek tek saydım, hiçbir yararı yoktu ama seni bilmek, beni bilmekten çok daha gerçekti fakat sen, evet sen Minel, beni hiçbir zaman ama hiçbir zaman tanıyamadın. Tanıdığını sandığın zamanı ise unuttun. Evet, elimi bıraktığın gün anlamam gerekirdi ama senin gibi benim de anlamadığım tek bir şey vardı: benim için sen daima kalbimdeki ateştin ama ben senin için sadece külden ibarettim.
Ben de kendimi külden saydım, senin için.
Devam ediyor musun okumaya hâlâ yoksa buruşturup bir kenara mı attın mektubu? Hayır, bunu yapma, devam edeceğim. Her neyse değil, asla değil.
En basit sorulardan başlarsak eğer, söylesene, benim en sevdiğim film ne? En sevdiğim koku? En sevdiğim ülke? Haftanın en sevdiğim günü? En sevdiğim şarkı?
Hadi biraz zorlaştıralım, ben neden motosiklet sürüyorum? Neden zenginliği tercih etmiyorum? Neden insanlardan kaçıyorum? Neden mezarlıklara anlam yüklüyorum?
En zoruna geçelim mi, Minel?
Devam et, korkma, kaçma.
Ben neden ateşten korkuyorum, yandığım için mi, yaktığın için mi? Ben neden unutulmaktan korkuyorum, unuttuğun için mi, iz bırakamayacağım için mi? Ben neden terk edilmekten korkuyorum, terk ettiğin için mi, daima terk edildiğim için mi?
Ben neden bu dünyadan korkuyorum, güçsüz olduğum için mi, onlar çok güçlü olduğu için mi?
Ben neden her şeyden korkuyorum? Ben neden ölmek istiyorum, Minel? Söylesene, ben neden şu an ölmek istiyorum?
Hiçbirinin cevabını bilmiyorsun, bana sormadın, kendi hatırladıklarınla da idare ettin, onu değiştirmedim. Şimdi bu mektupta sana tek tek bu soruların cevaplarını vereceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun sen bilme, kimse de bilmeyecek; hiç kimsenin hayatını merak etmediği bir adam olarak ölüp gideceğim.
Hiç kimse de umurumda değil zaten, sen merak etsen herkes merak etmiş gibi hissederdim çünkü sen herkes değildin; benim herkesimdin.
Şimdi ikna oldun mu beni hiç sevmediğine Minel?
Peki beni anladın mı?
Anlamadın.
Anlamadın.
Hiç anlamadın.
Kandırdım kendimi, sevgi bu sandım; sevgiyi senden hatta kimseden tatmamış birisi olarak ben buna inandım ama şimdi ölmeden saatler önce yani bozuk kalbim her şeye rağmen sana karşı sapasağlam dururken çok büyük bir gerçekle yüzleştim; sen beni hiç ama hiç sevmedin.
Beni unutmandan daha ağır olan da beni sevmemen çünkü sevsen unutmazdın ama beni öldüren bu ikisi değil, benim hâlâ seni unutamıyor oluşum ve seni hala sevmeye devam etmem, benim senin kalbini, kendi kalbimden bile daha çok önemsemem.
Elli üç dakika geçti, tam on dokuz sigara içtim, üç bardak viski ve fark ettim ki, ben de çok sevilecek bir adam değilim, öyle değil mi?
Yüzlerim izlerle dolu, senden emanet emarelerle, çirkinim ben.
Merhamet duygum yok çoğu zaman, sarılmayı bile bilmiyordum, birisi nasıl iyileştirilir hiç öğrenemedim.
Görebilene korkak bir adamım, göremeyene ruhsuzum.
Bağımlıyım, zararlar veriyorum kendime ve çevremdekilere, çoğu zaman dünyayı ateş altında bırakmak istiyorum.
Ama Minel bütün bunlara rağmen dünya yansa bir seni kurtarırım, bunu da çok iyi biliyorum. Ve fakat gökyüzünü delip geçen şimşek günü geldiğinde dünyayı yakmaz mı? Benim gökyüzümü delip geçen ve dünyamı yakan şimşek, senin beni hiç sevmemendi.
Şu an bu mektubu okurken bana hak verdin mi Minel? Sürekli benim yalancı olduğumu söylüyordun, evet geçmiş zaman çünkü sen bu mektubu okurken ben ölmüş olacağım, Korel Erezli artık geçmiş zamandan ibaret olacak.
Şimdi de sen dürüst ol kendine ve bana. Bize değil, ikimize dürüst ol ve söyle, seni hiç sevmedim Korel de. Devam et sonradan, sevgiyi tanıdığım halde seni sevemedim, Korel de, sevgiyi senin beni sevmenle tanıyıp unuttuğum halde seni hiç sevmedim, Korel de.
Bunu dile getir ki, ben öldükten sonra eğer beni unutmazsan (inancım yok beni unutmayacağına) hiç sevilmemiş bir adamın bu dünyadan gittiğini bilerek yaşa. Acımı hisset, nasıl bir acı olduğunu hisset.
Yedinci viski bardağı, üçüncü sigara paketi ve önümde bir zehir.
Bir tarafım şu an o zehri içmeyi ve sonsuza kadar yok olmayı isterken başka bir tarafım senin gözlerinin içine son kez bakmayı istiyor. Her şeye rağmen. Gurursuzluğuma rağmen.
En nefret ettiğim tarafım ise ölümden çok korkuyor.
Çok korkuyorum, Minel. (Üzeri çizili)
Ölmek istemiyorum, Minel.(Üzeri çizili)
Ölmeyi hak ettiğim halde ölmek istemiyorum.(Üzeri çizili)
Ölümden de çok korkuyorum Minel. (Üzeri çizili)
Kurtarsana beni, ölümden döndür, hayatı yeniden sevdir, bana inan, beni sev, zehri yok et, kanıma sadece sen karış. Yalvarırım yap bunu.
Minel, beni ölümden kurtar, vücudum titriyor, öleceğim düşüncesi beni mahvediyor. Müzikler susacak, renkler solacak, ışıklar daima sönecek, seni terk edeceğim.
Seni nasıl terk edeceğim? Ölürsem seni terk etmiş olacağım? Bensiz nasıl yaşayacaksın?
Ölümden korkuyorum, (üzeri çizili) öldükten sonra senin yalnızlığından daha çok korkuyorum.
Küçük bir çocuk gibi ağlıyorum şu an. (Üzeri çizili)
Ölmek istemiyorum, yalvarıyorum öldürmeyin beni.(Üzeri çizili)
Bir çaresi olmalı, bir çaresi bulunmalı, benim için bile bir çare olmalı.
Hâlâ okuyor musun bu mektubu Minel?
Benden utanıyor musun bu güçsüzlüğüm için? Yüzümdeki izlerden de utanmıştın zaten.
Bak bu en acılı, en gerçek yüzüm, en çaresiz, en korkak, en kimsesiz, en muhtaç ve en dürüst. Maske yok, yara izleri daha keskin, emareler daha fazla anı dolu, ben daha fazla yanmış, hayatım ise yok olmuş.
Fark ettin değil mi? Korel Erezli hiçbir zaman yangın olmadı, Korel Erezli küldü; onu yakan ise kendi ateşi değil, senin ateşindi. Hem yaktın beni, hem küle dönüştürdün sonra geçtin karşıma benim kül olduğumu söyledin, avuçlarında ateşin izi vardı göremedin.
Beni hiç görmedin. Beni hiç duymadın.
Ve ben sana şimdi tek bir şey sormak istiyorum. Hayır, beni neden unuttun demeyeceğim çünkü bu sorunun cevabı diğer sorunun içinde zaten gizli.
Minel.
Beni neden sevmedin?
Beni neden hiç sevmedin?
Beni neden hiç sevmek istemedin?
Hayır Minel, beni neden sevemedin?
Yaralar iyileşirdi, izler dövmelerle kapatılırdı, emareler güzel anılara dönüşürdü, merhamet sen beni sevseydin kalbime uğrardı, korkularım senin sayende geçerdi; sen beni sevseydin, sevgini hissetseydim, ben zaten iyi bir adam olurdum.
Hayır olamazdım, hastayım ben. Zaten ölmem gerekiyor, benim gibi bir adam nefes almamalı, benim gibi cani bir adamın biraz daha kalbi atmamalı çünkü her kalp atışı, masum bir canın yok oluşu da olabilir.
On ikinci viski, sigaram bitti, kalbim ağrıyor ve ben yine sana kıyamıyor, bu mektubu yırtıp atıyorum. Vücudumda dolaşan alkole ve uyuşturucuya rağmen. Ben yine ve yine sana kıyamıyorum.
Hem de utanıyorum kendimden.
Yine de bil, sen beni sevmedin ve ben öldüm ama... Ya da bunu hiçbir zaman bilme, son sigarayla sönüp gitsin, varsın kalbim ağrısın.
Sen yaşa.
Benim için değil; benim, beni bile aşan sevgim için yaşa çünkü diğer türlüsü daha acı.
Boda'yı yaşat.
Benim için değil; benim, beni bile aşan yalnızlığımla terk edilmemesi için, o bu duyguyu tatmayacak kadar masum ve beni terk etmeyen tek canlı.
Şimdi ölüme ilerliyorum, ben yok oluyorum ve son kez gözlerinin içine bakarak ölmek istiyorum. Ellerinde küllerim kalacak, gerçek anlamda yanmadan üstelik. Öleceksem senin kollarında ölmek istiyorum sonrasında ise çürüyüp gideyim bir mezarın içinde.
Bahçesini yapmak istediğin o papatyalar mezarım olsun, bu da sana hayatımızda en büyük kötülüğüm, sen hatırlamasan bile.
Beni bugün değil ama belki bir gün sevebilmen dileğiyle.
Umut ediyorum ki...
Her neyse. İmkansızı dilemeyeceğim.
Çünkü ölmeyi dileyen ve ölmek üzere olan bir insan için umut, bir külün yeniden yanması kadar imkansızdır.
2 Ağustos 2017,
Saat 20.25
Korel E. Erezli kalbini durdurmak için bir zehirle intihar edip kendini öldürdü. Son yazdığı ve umut ettiği mektup, Minel'e verdiği mektuptu. Çünkü Minel'den son isteğiydi.
KİTABIN YAZARI İÇİN
HAYATININ İÇİNDEN
GERÇEK BİR SON
Paragraf Yorumları