İnsan huzurlu hissettiği anı asla unutmaz, derdi babam ben küçükken hayatta defalarca mutlu olabilir ama en mutlu ve en huzurlu an unutulmazdır. Hafızam birçok anıyı silse bile babamın bu cümlesini hiçbir zaman silmemişti.
"Nasıl yani babacığım," diye sormuştum. O zamanlar babamı çok seviyordum, aslında hâlâ kalbimde o sevgi vardı ama bir yerlerde öldüğüne inanan tarafım asla susmuyordu.
"En mutlu olduğun anı düşün," demişti bana babam.
Elimdeki mızıkaya bakıp, "Bunu bana aldığın zaman," demiştim.
"Başka," demişti.
"Başka yok," demiştim, babamın gözlerine hüzün çökmüştü. O zamanlar elbette ki bu hüznü anlayamamıştım ama şimdi düşündüğümde küçücük bir kız çocuğunun en mutlu anlarının bu kadar sınırlı olması ne kadar da kötüydü.
Sanki babamın sesi yine kulaklarımdaydı fakat bu kez büyümüştüm.
"En son ne zaman huzurlu hissettin, güzel kızım?" diye soruyordu bana.
"Dün gece, babacığım," diyordum, Korel'in kollarında uyurken.
Babam buna bir cevap veremezdi ama zihnimde kendime cevap veriyordum. Bu mutluluğun sonu bu şekilde mi olmalıydı?
Yataktan öyle bir sarsılarak kalktım ki Korel'in irkilerek küfür savurmasını bile zar zor duydum. Kapının dışındaki küfür ve darbe sesleri birbirimize bakmamıza neden oldu. Dudaklarım aralandığında yanımdaki komodinde duran telefon çalmaya başladı. Hemen telefona uzandığımda Gürkan'ın adıyla karşılaştım, saat öğleden sonrayı geçiyordu. Gürkan'la erken geliriz diye sözleşmiştik fakat o kadar huzurlu bir uyku çekmiştim ki gözlerimi açtığım an geri kapatmak istemiştim. Keşke kapatmasaydım.
"Çık dışarıya, şerefsizin evladı!" Bir adamın gür sesi kapının önünden bize ulaştığında acıyla nefesimi verip telefonunun ekranını kaydırdım.
"Minel," dedi Gürkan endişeyle. Korel parmaklarını dağınık saçlarına geçirdiğinde neler olduğunu tam anlayamamış gibiydi veya anlamıştı ama ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu.
"Gürkan, bir şeyler oluyor," dememin üzerine bir taş sertçe evin camına çarptığında çığlık attım. Cam ise tuzla buz oldu. Korel bir anda beni yatağın kenarına çektiğinde başka bir taş daha yuvarlanıp içeriye girdi, ardından adım sesleri duyduk.
"Gürkan!" diye bağırdım korkuyla. "Neler oluyor?"
"Halk Korel'in evini buldu," dedi nefesini verirken. "Uzaktayız, oraya gelemiyoruz." Dişlerini sıkıyordu, bunu yaptırmayanın Büge olduğundan emindim. "Polisi aradık ama ne zaman gelecekleri belirsiz."
"Çık dışarı, öldürdüğün canların hesabını vereceksin!" Bu bir kadının sesiydi, ardından kapı sertçe vurulmaya başladı, kırık cam bir taş daha isabet edince tamamen parçalandı, artık insanların o camdan girmesi çok kolay olacaktı.
"Gürkan," dedim titrerken. "Camı kırdılar, içeriye girecekler."
"Prometheus'u yakacağız," diye bir ses duyduğumda, dakikalardır korkmadığı halde Korel'in bir anda vücudunun kaskatı kesildiğini hissettim, sonra bıçak gibi keskin bakışları bana döndü.
"Beni yakacaklar," dedi korku dolu, çocuksu bir endişeyle hatta gözlerinin bir an dolduğuna bile şahit oldum. "Minel," dedi gözlerimin içine bakarak. "Beni yakacaklar, yakmasınlar. Yeniden yanamam, Minel."
Bir taş dönerek içeri girdiğinde başımı kaldırıp cama baktım ve bir adamın başını eğip içeriye baktığını gördüm. "Buradasınız," dedi dişlerini sıkarak. Kırlaşmış saçlarıyla yolda göreceğiniz memur amcalara benziyordu ama bakışlarında öyle bir nefret vardı ki boğulacağımı hissettim.
Sanki yüzyıllar öncesindeydik ve insan taşlanıyordu. Korel'in evini taşlıyorlar, onu yakmak istiyorlardı. Sadece kesinleşmemiş bir haber için bile bunu yapıyorlardı ve benim şu an elimden hiçbir şey gelmiyordu.
"Gürkan," diye fısıldadım biraz daha eğilerek. "Dikkatlerini dağıtmanız gerek. Pencere küçük ama içeriye girecek zayıflıkta biri elbette vardır. Kurtarın bizi."
Gürkan'ın tarafındaki sesler iyice alçaldı, ardından fısıldaşmalarını işittim. Büge karşı çıkıyor, Gürkan ise gelmeyi teklif ediyordu.
"Oğlumu öldürdü!" diye bir haykırış işittiğimde yutkunmama neden oldu. O an, Korel'in benden santimlerce uzun hatta benden daha kalıplı olması da umurumda değildi. Onu göğsüme doğru çekip sırtımı yatağa yasladım, bizi gizledim. Korel iki büklüm oldu, kollarımda titrediğini fark ettim.
"Minel," diyordu sadece. "Yakacaklar beni, yanacağım ben. Yakmasınlar, Minel. Yanamam. Yeniden olmaz."
Elim yüzünü kavradığında ve dudaklarım saçlarının arasına karıştığında, "Yanmayacaksın," diye fısıldadım. "Söz veriyorum, yanmayacaksın, kurtaracağım bizi."
"Çık dışarı!" diye bağırdı bir kadın, ardından bir adam ona eşlik etti ve yeniden taş sesleri geldi. Sonrasında ise Boda'nın ürkütücü havlamalarını hatta inlemelerini duyduk. Gözlerim kocaman açıldığında onu susturmaya çalıştıklarını anladım ve Korel'in de aynı şekilde düşündüğünü fark ettim.
"Boda," dediği anda kalkmak istedi ama o an nasıl oldu da gücüm Korel'e birkaç saniyeliğine bile olsa yetti, anlayamadım. Öyle bir yerine geri döndürdüm ki kaskatı kesildi.
"Ne olur," diye mırıldandıktan sonra telefona sertçe, "Vicdansız mısınız?" diye fısıldadım. "Bizi öldürecekler, Gürkan. Bizi öldürecekler!"
Yeniden Boda'nın inleyen sesi, küfürler, taşlar ve bunlarla beraber polis sireni kulaklarıma dolduğunda bu kez Korel'i yanımda tutabilmek mümkün değildi.
"Boda," diyerek ayağa kalktığında altındaki siyah eşofmanı neredeyse belinden düşecekti ve üzeri çıplaktı.
Korel'e seslenerek arkasından çıktım fakat artık her şey için çok geçti. Pencereden az önce bizi dikizlemek isteyen adamla göz göze geldiğimizde bir anda "Buradalar!" diye bağırdı sonra bir avuç kalabalığın pencereye doğru koştuğunu gördüm. Benim üzerimde lanet olsun ki, bir sütyen ve altımda kısa bir şort vardı. Öyle bir haldeydik ki kendimi bir kâbusun içinde değil, cehennemde hissetmeye başlamıştım.
Korel koşup kilitli dış kapıyı hızla açtığında ben de peşinden koştum ama onu tutabilmek mümkün değildi. "Korel!" diye haykırdığımda dış kapıdan fırladı ve o anda Gürkan'ın Korel'i yakaladığını gördüm. Bense köşedeki sırt çantamı almayı ihmal etmedim çünkü onun içinde Korel'e söz verdiğim bileklik vardı.
"Boda!" diye haykırdı kulübeye dönüp, kulübenin içi boştu. Diğer tarafa koşacağı sırada karşısındaki yedi kişiyle göz göze geldi; iki kişinin elinde sopa vardı, bir kişinin elinde hâlâ taş.
Onu öldürmek istiyorlardı. Prometheus'tan aslında hiçbir farkları yoktu.
Korel'in yanına gidip Gürkan'la beraber önüne geçtiğimde kalabalığı engelleyen ikili sadece ben ve Gürkan'dık, başka kimse değildi. Eğer biz olmasaydık çoktan ona saldıracaklardı ki o an bile zor duruyorlardı.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye bağırdığımda sesim öfkeden titriyordu, siren sesleri ise daha yakındaydı.
Boda'nın inleyen sesini yeniden işittiğimde arkada bir kadının onu sıkıca sardığını gördüm. Öyle sıkı sarmıştı ki Boda kurtulmak için çırpınıyordu.
"Boda!" diye haykırdı Korel, o tarafa koşmak isteyerek ama Gürkan bütün gücüyle onu tutmaya devam etti. "Onu bana verin!"
Kır saçlı adam tuttuğu sopayı avcunun içine birkaç kez vurduktan sonra öne atılıp Gürkan'ın elinden Korel'i çekmeye çalıştı, Korel ise direnmeden ve karşılık vermeden öylece durmaya devam etti. Adamın önüne geçmeye çalıştığımda ise sanki bir bez parçasıymışım gibi beni öyle bir fırlattı ki geriye doğru Boda'nın kulübesinin önüne düştüm.
"Durun!" diye bağırdı Gürkan ama artık Korel'i tek başına koruyabilecek durumda değildi. Yara almayı umursamadan yeniden ayağa kalktım ama gruptaki diğerleri de olaya dahil olduğunda Korel'i Gürkan'ın elinden aldılar ve bir an bile düşünmeden bir tanesi Korel'in sırtına sopayı sertçe indirdi.
"Korel!" diye haykırdığımda kurtarmak için atıldım ama bir kadın beni sıkıca kolumdan tutup engelledi.
"Utanmıyor musun?" dedi yüksek sesle. "Bir de kadın olacaksın, utanmıyor musun?"
Kadından kurtulmaya çalıştım ama izin vermedi. Başka bir adam da beni kolumdan tutmuştu, Gürkan'ı da zapt etmeye çalışıyorlardı ama onu kontrol altına almak öyle kolay değildi. Onu tutan kişilerden kurtulup Korel'in üzerine kapanarak siper olduğunda o da sopalardan nasibini aldı.
"Bu köpek artık bizim gözetimimizde," dedi Boda'yı tutan kadın. "Bir katilin ellerine bırakmayacağız."
Halbuki Korel her sopa darbesi aldığında Boda acı acı uluyordu hatta öyle ki en sonunda kadın daha fazla tutamadı ve Boda da Korel'e saldıranlara saldırmaya ve onu korumaya çalıştı.
"Yeter!" diye haykırdığımda siren sesleri çok yakından gelmeye başlamıştı; iki aracın durduğunu gördüm, içinden dört polis memuru indi. Sanki bütün bu arbede çok normalmiş gibi öylesine yavaş yürüyorlardı ki çıldırmamak elde değildi.
"Seni diri diri yakacağım!" dedi kadın acıyla haykırırken. "Oğlumu öldürdün, Kartal'ımı öldürdün!" Ah, Kartal'ın annesiydi. "Seni yakacağım!"
Cenin pozisyonunda sanki bu dayağa alışıkmış gibi yatan Korel yanmayı duyunca, "Hayır," diyerek olduğu yerde hareketlenip kaçmak istedi ama asla izin vermediler. O kadar kalabalığın ortasında kimsenin değil benim adımı haykırdı. "Minel!" dedi. "Bir kez daha olmaz! Biliyorsun, olmaz!"
Arkamdaki kadına beni bırakması için âdeta yalvardım ama en sonunda fırsat vermediğinde dirseğimi karın boşluğuna öyle sert geçirdim ki acıyla inleyerek çekilmek zorunda kaldı.
Koşarak Korel'in yanına gittiğimde ben de Korel'in üzerine eğildim ve birden sopalar duraksadı. En azından kadına vurmak istemeyecek kadar vicdanları yerindeydi.
"Durun artık," diye haykırdığımda ağladığımı o an fark ede bilmiştim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve o ana kadar bunun farkında bile değildim. "Durun! O suçlu değil!"
Beni yeniden onun üzerinden çekmeye çalıştılar ama izin vermedim, bütün gücümle kapandım; tek yapabildiğim buydu, daha fazlası yoktu.
"Minel," dedi Korel bir kez daha. "Yanmak istemiyorum, olmaz, yakacaklar beni."
Polis memurları o kadar sakince devreye girdiler ve o sakin halleriyle kalabalığı engellemeye çalıştılar ki Korel'in bu durumundan keyif aldıkları ortadaydı çünkü Korel onlar için bir katildi.
Aniden bir ışık yanıp hafif bir patlama sesi geldiğinde başımı gizlediğim yerden kaldırdım ve evin köşesindeki alevleri gördüm; Boda'nın kulübesinin olduğu yerden bir alev yükseliyor ve eve doğru ilerliyordu.
"Ne olur," dedim o sırada bir polis memuruyla göz göze geldiğimde. "Ne olur kurtarın bizi."
O yedi insanı o kadar uzun sürede dizginlediler ki sadece izleyenleri bile çok sonra gördüm, ellerindeki telefonları da öyle. Hepsi bizim videolarımızı çekiyordu. Arkada bir ev yanıyordu, ben ve Gürkan Korel'in üzerine kapanmıştık, Korel, "Yanmak istemiyorum!" diye haykırıyordu. Boda acı acı havlıyordu.
Polis memuru beni sertçe Korel'in üzerinden çekip Gürkan'a da aynısını yaptığında, Korel cenin halinde elleri yüzünde duruyor, tir tir titriyordu. Sopalar morluklarını elbette ki bırakmış olmalıydı ama sadece bu kadarla sınırlı değildi, başı da kanıyordu.
Yüksek sesle ağlamaya devam ettiğimde üç polis memuru o yedi insanın önüne etten duvar ördü ve diğer polis memuru Korel'i yerden kaldırmak istedi ama Korel hareket bile etmedi.
Ve o an, babasının adını sayıkladığını duydum, ardından ağladığını. Tıpkı,sorgudaki gibiydi fakat bu kez daha acılıydı. Bir çocuk gibi cenin pozisyonunda öyle ağlıyordu ki polis memuru bile bir an şaşkınlığını gizleyemedi.
"Abi," dedi bu kez Korel. Gürkan ellerini saçlarına geçirmişti; onun da kaşı patlamış, üzerindeki tişört yırtılmıştı ve vücudunun görünen kısmında morluklar vardı. O an ben de kan kokusunu aldım ve elim başıma gittiğinde şakağımdaki ıslaklığı fark ettim.
Elime bakarak daha şiddetli ağlamaya başladığımda Korel'in evine ateş ulaşmış, sıcak bizi çepeçevre sarmıştı.
Polis memuru Korel'i yerden kaldıramadığında ben ağlayarak yere çöktüm ve elimi Korel'in saçlarının arasına daldırdım. "Baba," dedi Korel, gözlerini sıkıca yummuştu. Öyle bir titriyordu ki yanındaki ateş sanki buz. "Baba beni yakma, ne olursun."
"Korel," dedim ağlayarak ama beni asla duymadı. "Korel," dedim bir kez daha. "Bitti, geçti, kalk."
"Şu an seni duyamaz," dedi Gürkan ve o da yanımda eğildi, ardından polis memuruna sert bir bakış attı. "Ambulansı aradınız mı?" Polis memuru sadece bir kez başını sallayıp onayladı.Gürkan elini Korel'in saçlarına geçirdi ve hiç ummadığım bir şekilde, "Baban gelmeden kalkman gerekiyor, Korel," dedi. "Ben Korhan."
Korel'in titremesi duraksadı, sonra başını gizlendiği yerden kaldırdığında gözleri ilk olarak yanan evine kaydı, sonra Boda'nın kül olan kulübesine. Öyle bir çığlık atıp geriye doğru kaçtı ki ona ayak uyduramadık. Ardından yerde sürünerek oradan kaçmaya çalıştı ama yediği sopalardan dolayı gücü kalmamıştı.
"Anne," dedi bu kez de Korel. Daha büyük bir acıyla ağlamaya başladığımda ambulansın siren sesleri artık duyuluyordu; polislerden daha çabuk yanımıza ulaştılar.
Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Öyle ki artık kulaklarım o yedi kişiden gelen küfürleri, hakaretleri duyamıyordu. Boda'nın acılı havlamaları bile havada kalmıştı. Tek duyabildiğim Korel'in, "Anne!" haykırışlarıydı. Gitgide yükselerek, üzerine bastırarak, bir çocuk gibi anne diye haykırıyordu.
Sadece o yedi kişiden bir tanesinin, "Bu nasıl seri katil?" dediğini işittim, umduklarını bulamamışlardı.
Diğeri ise beni yanıltmadı. "Rol yapıyor, katiller hep rol yapar."
Hayır, Korel rol yapmıyordu, Korel'in gerçekten canı yanıyordu ve bu öyle bir can yanmasıydı ki ne kadar ağlarsam ağlayayım geçmeyecek gibiydi.
"Gürkan," diye fısıldadığımda sesim zar zor çıkıyordu, arkamdaki evden gelen alevler sanki sırtımdaki o yanık izini yeniden yakıyordu. "Gürkan, onun kalbi bütün bunları nasıl kaldıracak?"
Gürkan'ın gözleri bana döndü, ardından beni kolunun altına alıp göğüs kafesine doğru çekti. Ağlamaya devam ederken Korel daha fazla yerde sürüklenemedi çünkü polis memuru durdurmak için beline ayağını koymuştu; bu durdurmak değildi elbette, bu aşağılamaktı. Yedi kişi Korel'in o haline gülüyor, polis memuru ise eminim, o inandığı seri katili ayağının altında ezmekten keyif alıyordu.
Dün gece rüya gibiydi. Onu öpmüştüm, onunla sevişmiştim, onunla birlikte olmuştum, ona inanmıştım, onu sevmiştim. Ona âşık olduğumu anlamıştım.
Ve şimdi rüya kâbusa dönmüştü.
Mide bulantım şiddetlendiğinde öne eğilip kusmak istedim ama bu gerçekleşmedi çünkü kocaman bir karanlık beni koynuna aldı; maalesef direncim bu kadardı, epilepsi krizi de beni kollarının arasına almıştı.
***
Kâbus gördüğümün farkındaydım ama kâbusumdaki kimse bunu bilmiyordu. Öyle ki bir mezarın başında oturuyordum, kimse sulamadığı için toprak kurumuş, kimse ilgilenmediği için üzerindeki bitkiler solmuştu. O kadar çorak bir topraktı ki böcekler bile yoktu.
Arkamda Gürkan vardı; Korhan, Büge, amcam, babam hatta annem. Ve Mine. Hepsi vardı ama Korel yoktu.
Çünkü Korel'in mezarının başında duruyordum, mezar taşında ise adı bile yoktu çünkü babası soyadını bile taşımasını istememişti.
"Şu an bir kâbusun içindeyiz," diye fısıldadım kendime daha çok. Kâbustu ve korkunçtu, kâbustu ve Korel ölmüştü, kâbustu ve yapayalnız hissediyordum. "Kâbus, Korel yaşıyor."
Bir el saçlarıma dokundu; şefkatli bir el, sevgi dolu hatta bana iyi hissettiren. Gözlerimi çevirip baktığımda Mine'yi gördüm. Hiç ölmemiş de büyümüş gibiydi.
"Kâbus değil, kardeşim," dedi Mine bana acımasız bir sesle. "Kâbus değil, öldü Korel."
"Hayır, kâbus," dedim ama ağlıyordum, rüyamda yanaklarımın ıslak olduğunu hissediyordum. "Eğer kâbus olmasaydı Korel'in mezarı bu kadar kuru olmazdı, bu kadar yalnız kalmazdı. Ben gelirdim."
Mine kaşlarını kaldırıp, "Benim mezarıma da gelmedin ki Minel," dedi ama sesinde kırgınlık yoktu. "Sen senin yüzünden ölen kimsenin mezarına gitmedin ki."
Acıyla nefesimi verdiğimde başımı yeniden mezar taşına çevirdim ve yanında başka bir mezarlık daha gördüm. Kendi adımı görmeyi dileyerek isim yazan tarafa döndüğümde Mine'nin adını gördüm.
Kâbus devam etti. Bu kez Büge geldi, "Kâbus değil," dedi bana.
"Mezarını kimse sulamamış," dedim bu kez de.
"Çünkü onu kimse sevmezdi," dedi Büge bu kez ve yanıma çöktü. "Buna sen de dahilsin, Minel."
"Ben onu seviyorum," dediğimde Büge başını iki yana salladı, sonra yeniden mezarlığı işaret etti.
"İnsan sevdiği kişiyi öldürmez, Minel," dedi açıklama olarak. "O senin yüzünden öldü, yine senin için."
"Hayır," diye fısıldadığımda başka bir ses duydum, bu sesi tanımıyordum ama karşımda durdu. Çilli bir kadın, saçları omuzlarından dökülüyordu, kırklarında veya ellilerindeydi. Bana benziyor ama yaşlı, benimle alakası yok. "Hayır," diye tekrar ettikten sonra bana dönüp, "ben Minel Karaer," dedi, "ve sen, herkesin katilisin."
Haykırarak gözlerimi açtığımda bileklerimde bir güç hissettim, bakışlarım bileklerime kaydığında bir yatağa bağlandığımı fark ettim. Daha gür sesle haykırdığımda kapı açıldı ve içeriye Büge girdi. Yine bağırdım. "Minel, Minel, Minel," dedi Büge üç kez. "Hastanedeyiz, kriz geçirdin, sakinleş." Bir daha bağırdıktan sonra içeriye doktorlarla hemşireler girdi ve bulunduğum yeri geç de olsa anladım.
Bir hastane odasındaydım, her yer bembeyazdı. Damarıma bir serum bağlıydı, bileklerimden bağlamışlardı. Kendime zarar vermemem için buldukları yöntem daha fazla canımı yak mıştı.
"Korel," dedim çığlıklarım son bulduğunda cılız sesle. "Korel nerede?"
"İyi," dedi direkt Büge.
Doktora baktım. "Bileklerimi açın, iyiyim."
"Minel Hanım..."
"Bileklerimi açın!" diye haykırdığımda bu kez içeriye babamın girdiğini gördüm ve uzun zaman sonra ilk defa onu gördüğümde iyi hissettim. "Baba," dedim acıyla. Yanıma gelip bana sarıldı, başımı boynuna gömdüm. "Baba, söyle bileklerimi açsınlar, iyiyim ben. Baba, ne olursun."
Babam her ne yaptıysa birkaç dakika sonunda ayaklarımdaki ve ellerimdeki bileklerden kurtuldum ve ilk kez babama sıkıca sarıldım; bu babama ilk sarılışımdı, uzun zaman sonra ilk kez yürekten sarılışımdı. Bir sığınma dürtüsü değildi, o gördüğüm kâbustan sonra en azından gerçek bir vücuda sarılıp sıcaklığını hissetme arzusundaydım.
"Korel," dedim geriye çekilirken. "O nerede?" Yataktan kalkmak için hamle yaptığımda babam beni oturtmak istedi ama izin vermedim. "Korel'i göreceğim, bırak. Korel!" diye bağırdığımda Büge babamın omzuna elini koyup izin vermesi için teşvik etti.
Babamın ağzını bıçak açmazken önümden çekildi, damarıma bağlı olan serumu çekip çıkardım ve ayaklarım soğuk betonla buluştuğunda üzerimdeki beyaz bol tişörtü gördüm. Babama baktığımda kendisi olduğunu âdeta onayladı. Yeniden Büge'ye döndüğümde ise bakışları şakağıma kaydı. Parmağım şakağımı bulduğunda tedavi ettiklerini ve gazlı bezle örttüklerini fark ettim.
"Minel Hanım, rahatsızlığınızın..." Doktoru dinlemeden kapıya doğru yürümek üzere hareketlendim; Büge de koluma girip bana destek olmak istedi fakat onu hafifçe itekleyip tek başıma kapıya yürümeye başladım. Bu kez babam koluma girdiğinde onu engellemedim ve hep beraber o kapıdan çıktık.
"Minel, ben..." diye söze başlayan Büge'yi sertçe susturdum.
"Bu hayatta güvenmeyeceğim tek insanın sen olduğunu yine bana hatırlattın, Büge," dedim sert bir sesle. "Daha önce de attın bu kazığı bana, daha önce de merkezde beni yalnız bıraktın, yangının ortasında ama bu kez en kötüsüydü." Durup sertçe ona baktım, gözlerinde pişmanlık bile yoktu. "Hani hislerin sana geri döndüğünü söylüyorsun ya, bir haltın döndüğü yok sana. Hâlâ aynı vicdansız kızsın."
"Minel," dedi Büge kolumu tutarak ama onu itekledim.
"Kapat o çeneni."
"Ben gelsem bile bir fayda sağlamayacaktı, zarar gördüğümüzle kalacaktık, ayrıca..."
"Ayrıca Korel umurunda değil mi?" diye bağırdığımda birkaç hemşirenin bize dönüp baktığını gördüm. Büge olduğu yere sindi. "Senin sevgilin nefes dahi almadan Korel'i korudu ve onu bile neredeyse engelliyordun. Sen kendinden başkasını düşünmeyen bencilin tekisin."
"Korel umurumda," dedi tedirginlikle. "Ama kendimi düşündüğüm için değildi." Gözleri bizi dinleyen babama kaydı, sonra görmezlikten gelip, "Hamileyim," diye inledi. "Ya çocuğuma bir şey olsaydı."
"Ya bize bir şey olsaydı," diye çıkıştığımda babamın şaşkınlığını hissedebiliyordum ama hâlâ hiçbir şey demiyordu, neden bu kadar sessizdi. Hem bir dakika, neden bütün insanların gözleri benim üzerimdeydi. Normal bir bakış değildi bu, tanıyorlardı beni. Fısıldaşmaları işitebiliyordum.
Cevap vermeyince omzundan itekleyip yürümeye başladım, Korel'in nerede olduğunu bilmiyordum ama babam yeniden koluma girdiğinde beni yönlendiren kişi o oldu. İlk önce sağ ardından sol ve yeniden sol. Bir kapının önüne geldiğimizde aralık durduğunu fark ettim, içeride Gürkan vardı ve bir kişi daha. Başımı biraz daha eğdiğimde onu gördüm: Korhan.
Kapıyı çalma zahmetine bile girmeden içeriye daldığımda Gürkan'la Korhan'ın bakışları direkt bana döndü, arkamdan Büge girdi ama babam kapıda kalmayı tercih etti.
Gözlerim ikisinden ayrılıp yatağı bulduğunda Korel'i uzanır ken gördüm, gözleri açıktı fakat bana değil tavana bakıyordu. Büyük ihtimalle iyi bir sakinleştiricinin etkisindeydi çünkü nefes alırken bile o kadar sakin görünüyordu ki bir an içeriye o şekilde girdiğim için pişman oldum.
"Minel," dedi Gürkan ayağa kalkarken. "Dinlenmen gerekiyordu, çok az uyudun?"
"Ne kadar süredir buradayız?" diye sordum Korel'in yanına ilerlerken.
"Beş saat oldu, beş saatin ikisinde senin krizlerini engellemeye çalıştılar zaten." Elini omzuma yerleştirdi. "Hey, iyi misin sen?"
Hiçbir cevap vermeden Korel'in yatağının kenarına oturduğumda bakışları ağır ağır bana döndü. Canım yandı, bir kez daha ağlamak istedim ama benim de kanımda sakinleştiricinin etkisi vardı, bunu anlayabiliyordum.
Kaşı ve dudağı patlamıştı, yanağında kocaman bir morluk vardı. Boynundaki el izleri dövmelerine rağmen görünüyordu, vücudunu ise anlayamıyordum çünkü örtmüşlerdi.
"İyiyim," diye mırıldandı Korel yutkunarak. "Daha kötü," gözleri Korhan'ı buldu, "daha kötü dayaklarım olmuştu."
Elimi kaldırıp yüzüne dokunmak istedim fakat bu fikirden vazgeçip Korhan'a döndüm. "O yedi kişiye ne olacak?" diye sordum öfkeyle.
Korhan çok rahat bir tavırla, "Eve zarar verdikleri için cezasını ödeyecekler," dedi ve tek söyleyebildiği bu oldu.
"Peki ya Korel'e uyguladıkları şiddet," diye sorduğumda öfkemi gizleyemiyordum. "Onu yakmak istediler!" Korel'in bir kez daha irkildiğini hissettim. "Eğer Gürkan orada olmasaydı ve polislere önceden haber vermeselerdi, gerçekten de Korel'i diri diri yakacaklardı."
Korhan hepimizin aksine son derece şıktı. Uykusunu almıştı, saçları bakımlıydı ve üzerinde gri bir takım elbisesi vardı. Kol düğmelerini bile unutmamıştı.
"Elbette soruşturma açılacak ama bir şey çıkmaz," dedi Korhan gömleğinin bileklerini düzeltirken. "Hatta bu iyi bir şey oldu; halkın gazı alındı, öfkeleri az da olsa dindi."
"Ne?!" dediğimde oturduğum yataktan kalkıp sert bir ifadeyle yüzüne baktım. "İyi bir şey mi oldu?" Aklımı kaçıracaktım, bu rahatlığı beni delirtiyordu. "O evin önünde ne yaşadığımızı bilmiyorsun, orada bize neler yaptıklarını..."
Korhan bir anda masanın üzerinden kumandayı alıp Korel'in karşısındaki televizyonun sesini açtı, ardından, "Biliyorum," dedi ekranı göstererek. "Herkes biliyor."
Ekranda ilk gördüğüm kişi bendim, göğsüm sansürlenmişti ama işte orada, ağlayarak Korel'in dövülüşünü izliyordum. Gürkan Korel'i kurtarmak için çırpınıyor, Korel ise yerde tekmelenip sopalanıyordu. Arkadaki ev ise yanıyordu.
Alt başlık ise oldukça manidardı: "Seri katile halk ağzının payını vermek istedi!"
"Bu..." dediğimde kadının kollarından kurtulup Korel'e siper oluşumu izledim. Öyle bir ağlıyordum ki bu ağlayan ben miyim diye düşünmeden edemedim. En son böyle ağladığımda Korel beni terk edip gitmiş olmalıydı. "Bu nasıl olabilir?"
"Bilerek yapıyorlar," dedi Korhan sesi kısarken ama artık bütün herkes yüzlerimizi biliyordu, ben ve Gürkan ise Korel'e yardım eden kişilerdik. "Çünkü Prometheus cinayetleri senelerdir halkın dilinde ve engellenmiyordu. Bir av buldular, o da Korel. Halkın gazını bu şekilde alacaklar. İnsanlar Korel tutuklanana kadar rahat uyuyamaz ama en azından seri katillerinin yüzünü bildikleri için de keyifliler."
Başımı iki yana salladığımda, "Bu haksızlık," diye fısıldadım ama Korel'in çıtı çıkmıyordu. "Onun, benim, Gürkan'ın, hepimizin hayatını kararttılar." Gözlerimi sıkıca yumdum.
"Öyle," diyen Büge'nin sesini işittim. "Gürkan'ın işine son verildi, başka bir hastanenin de Gürkan'la çalışacağını sanmam." Gözlerimi açtığımda bu kez Büge'nin öfkeyle bana baktığını gördüm.
"Peki bu saatten sonra ne olacak?" diye sordum Korhan'a sertçe. "İnsan içine çıkamayacak durumdayız, ne yapacağız?"
Korhan bakışlarını Korel'e çevirdi. "Size kalacak bir yer ayarlayacağım, mahkemeye kadar altı gün boyunca oradan çıkmayacaksınız, ayrıca benim de sizinle görünmem doğru değil, bütün gözler üzerimde. Tek bir hamleme bakıyorlar."
Hayatlarımız mahvolmuştu; hepimiz suçluyduk, suçluya yardım edendik ve ötekiydik.
"Bu şekilde olmaz," dediğimde canımın yandığını hissettim. "Başka bir yol olmalı."
"Tek yol, Korel'in suçsuz ilan edilmesi," diyen Korhan bir kez daha Korel'e baktı. "Ya da suçunu itiraf etmesi."
"O hiçbir şey yapmadı," dedim kesin bir sesle. "İşlemediği suçları itiraf edecek hali yok." Elimi saçlarıma geçirip Büge'yle Gürkan'a baktım, sonra Korel'e ve yeniden Korhan'a döndüm. "Bir çözümü olmalı, bu şekilde hayatımıza devam edemeyiz, eğer onu suçlu..."
"Keşke ölseydim." Cümlemi yarıda kesen, Korel'in kalbimi kıran bu dileğiydi. Bakışlarım yeniden ona döndüğünde gözlerinin boşluğa odaklandığını gördüm. "Keşke beni öldürmelerine izin verseydiniz."
Başımı art arda hızla iki yana sallayıp bir kez daha yatağın kenarına oturdum, bu sefer elini avcumun içine aldım. "Saçmalama," dedim hem öfkeyle hem acıyla. Bakışları boşluktan gözlerime tırmandı, hissizliği ulaştı, yerini merhamete bıraktı. "Korel," dedim üzgün bir sesle. "Halledeceğiz, söz veriyorum, seni kurtaracağız." Ardımdaki Büge'ye bakarken gözlerinin karnına indiğini gördüm. Derin bir nefes verdi, ardından yeniden bana döndüğünde başını iki yana salladı. "Halledeceğiz," dedim bir kez daha.
"Boda," dedi yutkunarak. "O nerede?"
İşte buna bir cevabım olmadığı için sessizliğe gömüldüm; bu sessizlik Korel'in daha yüksek sesle nefes vermesine neden oldu. Öfkelenmeliydi, bağırıp çağırmalıydı, o da çabalamalıydı ama öyle bıkkın görünüyordu ki biz çabalasak bile öylece izleyecekmiş gibi bir hali vardı.
Hatta ölmek isteyecek gibi.
"Ölmeliydim," dedi bir kez daha ama elini sertçe sıktığımda susmak zorunda kaldı.
"Halledeceğiz," dedim dişlerimi sıkıp. "Ben şahit olacağım, Gürkan da olacak." Büge için bunu dillendirmeyecektim. "Prometheus benim ailemi katletti, en büyük şahit benim. Hatta," gözlerim açıldı, "en büyük şahit babam çünkü aylarca onun elinde tutsaktı, değil mi? Onunla beraberdi." Başımı kapıya çevirdim ve o anda babamın zaten bizi dinlediğini gördüm; omzunu duvara yaslamış, ellerini önünde bağlamış bizi dinliyordu. "Baba," dedim gözlerimi açarak. "Korel'in lehine şahit olursun, değil mi? Onun Prometheus olmadığını söylersin, değil mi? Senin sözün oldukça geçerli sayılacaktır."
Babamın anında onaylamasını bekledim ama bunu yapmak yerine sessizce bizi dinlemeye devam etti. Kaşlarımı kaldırdım ama herhangi bir yanıt bile vermedi. "Baba?" dedim başımı sağa yatırarak. "Sana söylüyorum, bir cevap ver."
"Bence," dedi Korhan omzunun üzerinden babama bakarak. "Bunu konuşmak için doğru yer değil."
Korhan'ı duymazlıktan gelip, "Baba!" diye bağırdım, Korel'in elini bırakmak istedim ama buna izin vermedi. "Bir cevap ver, şahit olacak mısın? Onun Prometheus olmadığını söyleyecek misin?" Babam dudaklarını ıslattı, yutkundu. "Sen nasıl..." dedim dişlerimi sıkarak. "Seni kumarhaneden kurtaran kişi Korel'di, seni oradan Korel çıkardı. Bunu ona borçlusun."
"Minel," dedi Korel uzandığı yerden. "Baban bana hiçbir şey borçlu değil."
"Borçlu!" diye bağırdığımda sesim odada çınladı. "Bunu yapacak! Yapmak zorunda!" Yeniden babama baktım. "Eğer bunu yapmazsan bir daha asla yüzümü göremezsin, beni duydun mu? Benden aldığın sensiz senelerin aynı şekilde karşılığını bulursun, yaşamak için nedenin bile kalmaz."
"Minel," dedi babam kısık sesle. "Böyle söyleme. Ben sadece, Prometheus'un yeniden..."
"Korkaklığın umurumda bile değil," diye çıkıştım. "Seni bulup öldürmesinden mi korkuyorsun?"
"Beni değil," dedi başını önüne eğerek. "Kendi canımın yok olmasından hiç korkmadım, tek çabam senin içindi."
Bu kez Korel'in elini sertçe itekleyip ayağa kalktım. Babamın karşısında dimdik durarak işaretparmağımı ona doğrulttum. "Şahit olacaksın," dedim üzerine bastırarak. "Neden mi?"
Gözlerim yine acıyla doldu; hayır, bu kadar ağlamamalıydım, Korel bana bir söz daha verdirmeliydi. "Çünkü Korel'e bir şey olursa ben zaten yaşayamam." Babamın dudakları aralandı. "Ona güveniyorum," diye fısıldadım, hem ona hem kendime itiraf ederek. "Ona güvenim sonsuz, baba. Bunu benim için yap."
Sessizlik oldu, diğerleri bizi duydu mu ya da ne kadarını duydu bilmiyordum ama en sonunda babam, "Tamam," diye fısıldadığında yüreğime su serpildi. "Şahit olacağım, Korel'in Prometheus olmadığını söyleyeceğim."
Paragraf Yorumları