logo
1. ESİNTİ 2. RÜZGAR 3. FIRTINA 4. KASIRGA 5. GİRDAP 6. SİS 7. ÇİSENTİ 8. ŞİMŞEK 9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ 10. YAĞMUR 11. KIRAĞI 12. KAR 13. BUZ EMARE PUSULA, 14. GÜVEN SINIRLARI EMARE, PUSULA: 15. DOĞUM ve DÜĞÜM EMARE, PUSULA: 16. MELEZ EMARE, PUSULA: 17. TOHUM EMARE, PUSULA: 18. KORKAK ve CESUR EMARE, PUSULA: 19. UMUT GÜNEŞİ EMARE, PUSULA: 20. TÜCCARLAR ve ASİLLER EMARE, PUSULA: 21. KÜLÜN İZİ EMARE, PUSULA: 22. KIRIK PUSULA EMARE, PUSULA: 23. KUKLALARIN DANSI EMARE, PUSULA: 24. CEHENNEM ESİNTİSİ EMARE, MASKE: 25. TERK EDENLER EMARE, MASKE: 26. ANILAR ve ŞARKILAR EMARE, MASKE: 27. KANLI SU EMARE, MASKE: 28. BODA EMARE, MASKE: 29. DÖNÜŞ EMARE, MASKE: 30. SAVAŞ EMARE, MASKE: 31. OYUN EMARE, MASKE: 32. SIRLAR EMARE, MASKE: 33. SÖZ EMARE, MASKE: 34. SIRLARIMIZ EMARE, MASKE: 35. ARAF EMARE, MASKE: 36. EMANET EMARE, MASKE: 37. SANRI EMARE, MASKE: 38. HİSLER EMARE, MASKE: 39. ASLANLAR ve SIRTLANLAR EMARE, MASKE: 40. KALP RİTİMLERİ EMARE, MASKE: 41. OYUNUN BAŞLANGICI EMARE, MASKE: 42. ANLAŞMA EMARE, MASKE: 43. KAFES EMARE, MASKE: 44. BALIKLAR EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN EMARE, MASKE: 46. ŞEYTAN TAŞLAMA EMARE, MASKE: 47. YANGIN EMARE, MASKE: 48. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM EMARE, MASKE: 50. KONSER EMARE, MASKE: 51. MAHKEME EMARE, MASKE: 52. PROMETHEUS'UN DİLİ EMARE, MASKE: 53. GERÇEKLER EMARE, MASKE: 54. KABULLENİŞ EMARE, MASKE: 55. KOREL EREZLİ EMARE, MASKE: 56. RUHUN ÖLÜMÜ EMARE, MASKE: 57. EDGARDO EREZLİ EMARE, MASKE: 58. YÜZLEŞME EMARE, MASKE: 59. ÖL veya UNUT EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL) TEŞEKKÜR ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR 28. MAHKEME (KOREL EREZLİ'DEN)

EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN

Views 270 Comments 0

Yaşanmışlıklar bin parçaya bölünebilirdi ama ben her parçada Korel'i bulabilirdim, bunu hissetmeye başlamıştım.

Geçmişim parçalanmıştı fakat tekrar birleştirmek yerine yeniden bir gelecek inşa edebileceğimi düşünmüştüm.

Tüm hayatımı düşündüğümde en umutlu olduğum zamanın şu üç gün olması çok tuhaftı çünkü hiçbir şey yolunda değildi.

Prometheus yeniden ortaya çıkmıştı ve birkaç dakika sohbet ettiğim adamı öldürmüştü, Korel Erezli Prometheus olmakla suçlanıyordu, babamınla ikimizin canı tehlikedeydi, geçmişle birçok can yakıcı anı yeniden bana dönüyordu.

Ama bütün bunların ortasında kendimi çok umutlu hissetmeme neden olan neydi, tam olarak bilmiyordum. Belki de yaşamak istiyordum, belki de gerçekten yaşamayı diliyordum. Ve belki, benimle beraber hayatını yaşayamayan Korel'in de yaşamasını istiyordum.

Geçmiş zihnime doldukça anıların altında eziliyordum ve hatırladıklarımdan öte hislerimle yön çiziyordum.

O iyi bir adamdı. Bunu hissedebiliyordum.

Bunu bir gün dile getirebileceğimi bilmezdim ama bana ihtiyacı olduğunu biliyordum çünkü onu o bankta otururken hatırladım, bana ihtiyacı varmış gibi bakmıştı ve bazen yine aynı bakışlarıyla karşılaşıyordum. Şu an da böyleydi.

Ölümü göz ardı edebilirdim, onun geçirdiği depresyonla alakalıydı ve Gürkan'la bunun çaresine bakacak, onu ikna edecektik. Eğer ihtiyacı olan bensem onun için elimden gelen her şeyi yapacaktım, kendimi yakmak uğruna.

Bunun adı güven değildi, inançtı. İnanç bir insana her şeyi yaptırabilirdi.

Korel'e hâlâ kırgın olan bir tarafım elbette ki vardı, şüphe duyan ya da ondan korkan. Bunları göz ardı edemezdim ama o tarafımı dinlemeyecektim, en azından onun için güzel bir yol çizip onu kurtarana kadar. İçimden bir ses, çok tuhaf bir şekilde onun için çabalamamı söylüyordu, sanki daha önce bunu hiç yapmamışım gibi.

Halbuki o kurtulsun diye zorla tutulduğum yerde onun Prometheus olduğunu bile kabullenmiştim. Anıların en ağırı elbette ki buydu ama yüzleşmiştim, bu üç günde kabullenmiştim ama Gürkan'a dönüp, "Hatırlıyorum, ben ona çok kötülük yaptım," dediğimde, "Hatırladığından daha fazlası olduğuna eminim," dediğini unutamıyordum.

Hatırlamak istiyor muydum? Güzel anıları evet, sonsuza kadar hatırlayıp sol cebime koyar ve o şekilde yürürdüm ama kötü anıları asla kaldıramazdım. Onu bir fanusun içinde, ben çırpınırken hatırlamak bile canımı yakmıştı.

Hatırladığımı söylediğimde gözlerine çöken hüzün, o an bile onu yalnız hissettirmemden geliyordu sanırım. Çırpınışlarımı görmüş müydü? O an çabama şahit olmuş muydu?

Anlayamıyordum, hangi güç bana Korel'i unutturabilmişti?

Eli yüzümde, gözlerimin içine bakarken bunların hepsini düşünmek oldukça zordu ama o günden sonra her şeyin daha kötü olacağını da biliyordum.

Korel'in düşündüğünün aksine insanlar ev adresine kadar bulmuşlardı, fotoğrafları düşündüğünden daha fazla yayılmıştı, öyle ki kasksız dolaşmaması gerektiği konusunda Korhan oldukça haklıydı. Üç günde şehir hatta tüm ülke karışmıştı, haber kanalları sadece Prometheus'u konuşuyor ve alttan alttan Korel'in bilgisi yayılıyordu.

Korhan bunu engellemek için fazlasıyla çaba gösterse de pek başaramamıştı. Zamanla bize de sıçrayacağını söylemişti.

Korkum yoktu; Prometheus'tan, insanlardan, duyacaklarımdan. Fakat Büge korkuyordu çünkü o anne olacaktı.

Babam korkuyordu, evden çıkmamaya başlamıştı hatta kendine yeni bir telefon hattı almış, bana oradan ulaşmaya başlamıştı. İşi bırakmıştı, onu üç gün içinde birkaç saat de görmeme rağmen pek iyi olmadığını anlamama yetmişti.

Korel'i yakan ateş miydi bilmiyordum ama bir yangının yak laştığını hissetmeye başlamıştım. Yine de kendimi umutlu hissediyordum.

İlk konuşan ben oldum. "Halledeceğiz," dedim kendime güvenerek. "Ben inanıyorum, Korel." Hâlâ çekinerek de olsa kollarım sakince beline sarıldı ve başımı biraz daha kaldırdım. O ise yüzümü tutmaya devam etti. "Sadece senin davanı halletmekten söz etmiyorum, her şeyi halledeceğiz. İlk önce balıklar alıp senin korkularını yenmeye çalışacağız, ardından davanda aklanacaksın ve sonrasında sağlığınla ilgileneceğiz." Dudaklarını araladı, kaşlarımı kaldırdım. "Karşı geleceğini biliyorum ama buna izin vermeyeceğim. Sana, bana bunları yaptıranın hangi hisler olduğunu anlatamam çünkü çok uzun fakat bizim hayatlarımız neden güzelleşmesin ki? Biz seninle bir Teoman konserine neden gitmeyelim mesela? Bunu romantiklik olsun diye söylemiyorum, bakma öyle. Sadece güzelliklerden söz ediyorum."

"Minel," dedi Korel, başını iki yana sallayarak. "Bizim zaten eskiden kalma çok güzel anılarımız var, hatırladığında şaşırırsın çünkü benim aklımdan hiç çıkmadı. Biz seninle hiçbir zaman romantik bir çift olmadık çünkü ikimiz de çocuktuk, o duygulardan bihaberdik. Ben sana, sen bana o gözle bakmadık ama birbirimize çok söz verdik. Hepsinin içinde iki normal insan vardı, her şeye rağmen."

"Bu kötü bir şey değil," dedim kaşlarımı çatarak. "Bir gün hatırlayacağım, biliyorum ama neden yenileri olmasın ki?"

Hatırlayacağım kelimesinden sonra yüzündeki gülümseme silinir gibi oldu, sonra başparmağı yavaşça yanağımı okşamaya başladığında yutkunmakta zorlandım. O bana kolay kolay bu şekilde, şefkatle dokunmazdı ama şimdi bütün şefkatini hissediyordum.

"Güzel anıları bile hafızandan silmeyi istedin mi hiç?" diye sorduğunda gözlerime bakmaktan kaçınıyordu ama canının yandığını hissedebiliyordum.

Onu bana unutturmalarını hâlâ atlatabilmiş değildi, bunu ben de atlatamazdım. "Hayır, sen?" diye sordum tereddüt etmeden. Kim güzel anılarını silmek isterdi ki?

Sessizlik oldu, düşündüğümden daha uzun bir sessizlikti. Gözlerime bakmakta zorlandı, bu aralıkta ne düşündüyse birkaç kez derin nefes aldı ve en sonunda bana baktı. "İstedim, Minel. Çünkü bazen güzel anılar, kötü anılardan daha çok üzüyor." O geri döneli yirmi iki gün geçti, bana bir kez bile Turuncu demedi, bu beni üzmüyor, büyüdüğümü hissettiriyordu.

Bunu ona sormayı düşündüm ama vazgeçtim, yapmamam gerektiğine inandım. Yapsaydım kalbim kırılacakmış gibi hissettim.

Gülümsediğimde o da gülümsedi. Daha geniş gülümsedim, o da aynı şekilde karşılık verdi. Belki de onunla tanıştık tanışalı en tuhaf anımızdı. "Bu evde son günümüz," dediğimde yüzümdeki gülümseme silinmedi. "Ve ben seninle bu evin içinde bir şey yapmak istiyorum."

Korel tek kaşını kaldırıp muzip bir ifadeyle güldü. "Biraz tuhaf oldu," dedi alayla.

"Korel," dedim geriye çekilip omzuna vurarak. "Merak etme, az önce söylediklerinden anladım. Biz seninle romantik bir çift değilmişiz, çocukmuşuz ve aşk gibi duygulara uzakmışız. Seninle sevgili olmayı isteyecek değilim."

Kahkaha attığında bir anda kolumu yakaladı, beni kendine çekip belimden tuttu. "O halde ne yapmak istiyorsun?" dediğinde kalp atışlarımın hızlandığını hissettim.

O Prometheus olmakla yargılanıyordu, ülkenin yarısından fazlasının nefret ettiği o adamdı ama benim kalbim şu an onun için deli gibi çarpıyordu. "Seninle beraber..." dediğimde heyecandan konuşamıyordum. "Beraber uyumak istiyorum. Biz seninle beraber uyuduk ama senin defalarca huzursuzluk içinde uyuduğun yatağında değil. Bunu yapamaz mıyız?"

"İstediğin bu mu yani?" dedi şaşkınlıkla.

"Evet," dedim. "Huzurlu bir uyku istiyorum."

Kaşlarını kaldırdı, yüzündeki gülümseme silinmedi. "Peki ben de bundan önce senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordu. "Bu evde son kez yapmamız gereken bir şey."

Kalbimin atışı hızlandı, karnımın içine bir ateş düştü. "Korel... ne isteyeceğini..."

Yeniden gülmeye başladığında burnumun ucuna fiske vurdu. "Biz romantik bir çift değiliz, aşk yok. Neler düşünüyorsun öyle?"

Rahatlamam gerekiyordu fakat neden kendimi kötü hissetmiştim? İstenmediğimi düşünmek neden üzmüştü? Yine de bozuntuya vermeden, "Ne isteyeceksin?" diye sordum.

"Bir saniye," dedi sonra hızla kollarımın arasından ayrıldı. Çabucak şarjda olan telefonuna ilerledi, kilidi açtıktan sonra birkaç kez ekranı kaydırdı ve kulağıma müzik sesi dolmasına neden oldu. Gözlerim açıldığında şarkıyı tanımış, ne yapmaya çalıştığını da anlamıştım. Bana doğru yürürken zorlukla başımı iki yana salladım ama çoktan yanıma gelip belimden sarıldığında hareket etmemi engelledi. "Benimle dans et," dedi. "Biliyorum, dansa küstün ama benimle şimdi dans et ve barış."

Çalan şarkı "Tarrango"ydu, onunla ilk dans ettiğimiz şarkıydı. Unutmamıştı fakat kulaklarımda son dans ettiğim gün çalan şarkı dönüyordu; patlayan bombalar, alevler, çello çalan görüntüsü ve tavandan asılı olan insanlar... Babamın gelişi...

Nefes almakta bile zorlandığımda elim boynuma gitti. Anlamıyorlardı; ben küsmemiştim, korkuyordum. Öyle çok korkuyordum ki nefesim kesiliyordu. Sanıyordum ki ben dans edersem bir kişi daha ölecekti, birçok kötülük beni bulacaktı. O gidecekti.

"Yapamam," dedim zorlukla konuşarak. "Çok korkuyorum, yapamam."

Gözlerine bir suçluluk doldu çünkü bunun en büyük nedeni oydu, farkındaydı. "Yaparsın," dedi kısık sesle. "Özlemedin mi dans etmeyi?"

Başımı art arda iki yana salladım fakat kalbim artık dans için hızla çarpmaya başlamıştı. Özlemiştim ama korkuyordum. Orada, ileride bir bomba patlamıştı ve Korel gidiyordu; arkamda çello çalan Korel vardı. O Prometheus olmuştu.

"Yapamam," dedim bir kez daha, sesim güçsüz çıktı. Şarkı bir kez daha başa sardı. "Anlamıyorsun, anlayamazsın da. Dans etmeyi unuttum ben."

Suçluluk hissi daha fazla arttı. Temizlemek istiyordu, o günü olmasa bile bana hissettirdiklerini. "Bana sen öğretmiştin," dedi sanki dans etmeyi bilmiyormuş gibi halbuki biliyordu. "Ve zorlamıştın da. Şimdi seni zorlamaya hakkım yok mu benim?" Belimden daha sıkı kavradı. "Hiçbir şeyi bu kadar istemedim, Minel, şu an seninle dans etmeyi istediğim kadar. Bana sarılmıyorsun, sarılmayacaksın, biliyorum ama en azından dans edemez misin benimle? Bir kez daha? Baş başa? Acısız, bütün hislerinle ve sonu güzel bitecek şekilde. Gerçekten son dansımız olsa da sorun değil ama güzel hatırlamayalım mı bunu?"

Havada kalan ellerim yavaşça ve titreyerek omzuna dokunduğunda, "Sana o geceyi hafızamdan silmek istediğimi söylesem ne derdin?" diye sordum.

Yüzünde acı bir tebessüm oluştu. "Şaşırmadığımı."

"Çok acıydı Korel," dedim söylediğini duymazlıktan gelerek. "Nasıl bir acıydı, tahmin bile edemezsin. Ben o gün dans etmeseydim ve bu kadar istemeseydim belki de o gün sen gitmeyecektin bile. Gittin, insanlar öldü, yangın çıktı, babam geldi. Hayatımın en kötü günü müydü bilmiyorum ama ertesi günü ve devamındaki günlerde de öleceğimi düşündüm. Bir insan dans ettiği için öleceğini düşünür mü? Ben düşündüm. Şimdi seninle dans edersek ve ölürsek sonunda? Anlamıyorsun, anlayamazsın ama çok tuhaf bir his. Küsmedim, acı çekiyorum. Ürküyorum."

Bir elinin tersiyle yanağımı yavaşça okşadığında, "Şimdi biz seninle dans edeceğiz," dedi fısıldayarak. "Ve ölmeyeceğiz hatta hayatımız uzayacak, sen benimle şimdi dans edersen bozuk kalbim düzgün atacak, hayata bağlanacağım ve bizi dans ederken güzel hatırlayacağız. Sence bunlar için değmez mi? Beni biraz daha yaşatmak, kalbimi düzgünce attırmak ve ikimize güzel bir anı bırakmak? Hem güzelleştirmek istiyorsan bir şeyleri, bundan başlayabiliriz, öyle değil mi? Balıklardan önce seninle dans edebiliriz, sonra beraber uyuruz ve yarın sabah gidip balıklar alırız, Dalton Kardeşlerin adını yine koyarız. Ama bütün bunlar şimdi senin benimle dans etmenden geçiyor."

Kaşlarım çatıldı ve gülmeye başladığımda omzunu sıktım, neden bulanık görüyordum? Yine mi gözlerim dolmuştu? İlk defa gözlerim mutluluktan mı dolmuştu yoksa acı mı çekiyor dum? "İkna kabiliyetinden nefret ediyorum," dedim omzuna vurarak. "Ve şu uzun boyundan da. Topuklu ayakkabım olmadan seninle nasıl dans edeceğim?"

"Hallederiz," dedi, ardından bir anda havalandığımı hissettim, bacaklarım beline sarıldı. Yüzüyle yüzüm aynı hizaya geldiğinde bir eli belimi sıkıca kavrarken, diğer eli elimi tutup ileriye doğru uzattı. Gözlerim açıldığında şarkı bir kez daha başa sardı.

"Gördün mü?" dedi. "Artık aynı boydayız."

Gülmeye başladığımda o da güldü. İleriye adımlar attı, ardından geriye ve kendi etrafında döndü, böylelikle beni de döndürdü. Ben onun kucağındayken benimle dans ediyordu hatta ayakları bile estetik bir şekilde hareket ediyordu. Kahkaha atmaya devam ederken o da bana katıldı, sonra hızlı bir şekilde bizi döndürdü. Bu kez çığlık atmaya başlayıp kollarımı iki yana açtım ve tavana baktım. İki eli belimi sararken düşündüğüm korku kuş olup uçmuştu ve sadece mutlu hissediyordum.

Bir anda beni yere bıraktığında ayaklarım zeminle buluştu ama nefeslenmeme bile izin vermeden beni eliyle döndürüp belimden yakaladı ve öne eğdi. Gülerek, "Yavaş," dedim, beni yeniden doğrulttu, sonra eğilip belimden tuttu ve iki yana sallandı.

"Hadi ama Minik," dedi. "Gerçekten dans etmeyi unuttun mu sen?"

Ona ayak uydururken, "Beni gaza getirmeye çalıştığının farkındayım," dedim. "Yemezler."

"Gaza getirmek mi?" diye sorduğunda başını iki yana salladı. "Hadi bana şimdi öyle bir figür göster ki nefesim kesilsin ve dansı unutmadığına inanayım."

Gözlerimi devirdiğimde taklidimi yaptı ve bu çok komiğime gitti. Güldüğümüzde yeniden belimden sarıldı ve beni âdeta kendine yapıştırdı. Bir elim omzuna ve bir elim boynuna dolandığında boyundan dolayı zorlansam da ayak uydurmayı bırakıp yavaşça dans etmeye başladım. Belimdeki eli öyle sıkı tutuyordu ki hiçbir zaman bırakmayacağını hissetmiştim.

Bir bacağımı bacaklarının arasına yerleştirdim, ardından bacağına sürtünerek yukarıya çıkarken gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Ensesindeki elim boynuna gittiğinde yüzündeki gülümseme değişti ve bakışlarındaki ifadenin de bambaşka bir boyuta taşındığını fark ettim.

Bacağımı yukarıya çıkarırken baldırlarına kadar geldiğimde, boynundaki elimi aşağıya indirmeye başladım. Kıvırdığım bacağımı biraz daha yukarıya tırmandırdığımda, dizim iki bacağının arasındaydı; belimi daha sıkı kavradı, diğer eli bacağıma doğru giderken kendimi ondan kurtardım. Geriye çekildiğimde afallamış bir ifadeyle bana baktı.

Gülümseyerek elini tuttum, kendi etrafımda birkaç kez döndükten sonra sırtımı ona yasladım ve sürtünerek aşağıya inmeye başladım. Eli bu kez de belimden yakalayacağı sıra yine kaçtım ve arkasına geçtim. Döneceği esnada önüne geçtim ve bu kez gözlerinin içine bakarak önünde hafifçe eğildim. Çenem göğüs kafesinden aşağıya inerken, aşağıdan ona bakmaya devam ettim. Doğrulduğumda elini tuttum ve adımlarla onu dans ettirmeye çalıştım. Donuk bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Dans etsene," dedim adımlarımla onu hareket ettirmeye çalışırken. "Ne oldu?"

Birkaç saniye, her şey sadece birkaç saniye içerisinde gerçekleşti. Kendimi bir anda onun kucağında buldum; bacaklarım beline dolandı, dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Gözlerim kocaman açıldı. Bir eli sıkıca belimi kavrarken diğer eli yüzümü kavramıştı. İçten, derin bir nefes verdikten sonra geriye çekildi. Gözlerimin içine bakarken yutkundu, başını iki yana salladı. Bu, karşı koymak isteyip de koyamadığını bana hissettirmişti.

Kalp atışlarını göğüs kafesimde hissettim. Öyle hızlı atıyordu ki, "Kalbin," demek zorunda kaldım.

"Kalbim," dedi karşılık olarak. "Şu an bozuk değil ve nedeni sensin çünkü senin için atıyor."

Kanımdaki ateşin alevlenmeye başladığını hissettiğimde nefes almadığımı fark ettim ve ağzımdan derin bir nefes verdim. Gözlerine bakınca ilk defa ne düşündüğünü anlayabiliyordum, görebiliyordum ve bu çok tuhaftı; perdeleri açıktı. Bütün hisleriyle karşımdaydı.

Beni istiyordu.

"Korel," diye mırıldandığımda devamını getirmedim çünkü belimdeki parmakları vücuduma gömülmüştü.

"Bazı anlar plansız gelişir," dedi gözlerimin içine bakarak. "Bazı hisler aniden ortaya çıkar ve karşı koyamazsın." Omzunu sıkıca tuttum. "Şu an karşı koyamıyorum, Minel."

O hisler ne diye sormayı düşündüm, ilk defa. Aşk mı? Korel ve aşk? Bana karşı aşk? Bu imkânsızdı ama bu bakışındaki isteğin altında yatan, bambaşka bir duygu olmalıydı. Bana ihtiyacı varmış gibi baktığı zamanları biliyordum ama bu kez, her şeyiymişim gibi bakıyordu.

Kararlar verilirdi, planlar yapılırdı ama bazen de anlar yaşanırdı, anılar oluşurdu. Bazen sadece kalbinin sesini dinlerdin, duygular yön verirdi ve mantık devre dışı kalırdı.

Ben Korel'e karşı çoğu zaman mantığımı sessize almıştım ama işin tuhafı, bunun için hiçbir zaman pişman olmamıştım; onun beni pişman etmesi bir yana dursun, ben onunla yaşadığım hiçbir şeyin acısını çekmemiştim ve yine pişman olmayacağımı biliyordum.

"Korel," dedim çenemi kaldırarak. "Karşı koyma o zaman, ne oluyorsa olsun."

(+18)

Dudaklarını ıslattı, zaman birkaç saniyeliğine durdu, sonra bir kez daha dudaklarını dudaklarıma yasladı. Bunu yaparken alıp verdiği derin nefesi hissetmek kalbimin daha hızlı atmasına neden olmuştu. O benim dudaklarımı öperken düşünmem gereken belki beni bırakıp gittiği zaman olmalıydı ya da bana yaşattıkları, belki de sonrası ama o an, bu evin içinde en doğrusu buymuş gibi geldi.

Kendime sordum, bunu Korel'den başkasıyla yaşamak ister miydim?

Aldığım yanıt sadece hayırdı, onunla yaşardım ve hayatım boyunca ondan başkasıyla da yaşayabileceğimi sanmıyordum.

Dudakları dudaklarımdayken yürümeye başladı, bir eli belimden sıkıca kavrarken diğer eli kalçalarıma kaydı, parmakları gömüldü. Bunu yaparken aldığımız derin nefesler birbirine karıştı, kalbinin üzerinde duran elim atışlarıyla doldu. Kalbi öyle bir atıyordu ki sanki gerçekten iyileşmişti ya da ben öyle diliyordum.

Gözlerim kapalı olmasına rağmen yatağın önüne geldiğimizi anladım. Beni kucağından indirmeden yatağa sırtüstü uzanmamı sağladı, ellerini başımın yanına yerleştirdi, dizleri yatakla buluştu. Dudakları bir an bile olsun benden ayrılmazken az önce hissettiğim buz gibi teni, şu an alev alev yanıyordu.

Kalbinin üzerinde duran elim ensesine gitti, parmaklarım yanık izlerine dokundu ama bu, kalbimin daha hızlı atmasına neden oldu. Hissettiğim bir acıma değildi, keder değildi, yaşanmışlıklarımızdı hatta ortak geçmişimizdi.

Saçlarını kavrayıp onu kendime biraz daha çektim ve diğer elimi tişörtünden sertçe içeriye soktuğumda parmaklarım karnının üzerindeki yanık izlerinde gezindi. Bir an kasıldı, kasılmasını yanık izlerine dokunduğum için diye düşündüm ama dudaklarının arasından bir hırlama döküldüğünde ve dudaklarını dudaklarımdan çekip gözlerimin içine baktığında yaprak sarısı gözlerinin artık pek de sonbahar gibi bakmadığını gördüm.

Emindim, biliyordum, ilkbahar gelmişti.

Bir anda beni sertçe yattığım yerden kaldırıp kucağına aldı; eli belimi sıkıca kavrarken, diğer eli tişörtümün eteğine tutundu. Gözlerini gözlerimden ayırmazken dişlerinin arasından, "Eminsin, değil mi?" dediğini duydum ama cevap vermedim, gözlerimle ne dediğimi anladı.

Emindim, hiç olmadığım kadar hem de.

Başını salladığında belimdeki eli de tişörtümün eteğine tutundu, sonra yavaşça başımdan çekip çıkardığında atkuyruğu olan saçlarım biraz daha dağıldı. İçimde sutyen olmadığı için gözleri göğüslerime kaydı. Düşündüğümden daha uzun süre baktı, o bakarken utanmayı bekledim ama utanç yoktu, aksine bakışları yoğunlaştıkça kendimi ona daha fazla bastırma ihtiyacı hissettim.

Parmakları saçlarımı tutturduğum tokaya gitti, zamana meydan okuyacak yavaşlıkta tokayı çekip çıkardığında turuncu saçlarım omuzlarımdan göğüslerime döküldü. Gözleri bu kez de saçlarımda gezindi, sonra bir eli yüzümü kavradı, çillerimi okşadı, burnumu, alnımı sonra dudaklarımı. "Saçların hep açık kalsın," dedi ve parmakları saçlarıma kaydı. "Ben bu saçlar için tüm savaşları vermeye bile hazırdım."

Aklıma annemin saçlarımı kestiği geldi ve bunu Korel'in bildiği. Aslında Çakır'ın mezarına neden benim saçımdan gömdüğünü anladım. O köpek aslında babamın değil annemindi, o saçı gömdüğünde de bir bedel ödetmişti. Anneme göstermişti, saçların tamamen kesilmeden de bir anı olarak bırakılacağını.

İkimiz de belki o an aynı şeyi düşündük ama dile getirmedik.

Eli bu kez sertçe saç köklerimden tuttuğunda hafifçe başımı eğdi, sonra bir kez daha dudaklarıma kapandı, diğer eli ise sol göğsümü kavradı ve parmağıyla göğüs ucumun üzerinde yavaşça daireler çizmeye başladı.

Dudaklarımın arasından bir inilti çıktığında benim de ellerim uslu durmadı ve tişörtünün eteklerini tuttuğum gibi çıkarmaya çalıştım, kucağındaki çırpınışlarıma aldırış etmezken yırtılma sesi geldi. Tişört sırtından yırtıldığında dudaklarıma doğru güldü ama benden ayrılmadı. Ben de güldüğümde tişörtünü tamamen yırtıp üstünün çıplak kalmasına neden oldum, sonra ellerim sırtına tutundu.

Onlarca yanık izi, kabarıklıklar, bıçaklar ve belki kırbaçlar. Hepsi parmaklarımın ucunda dolaşırken bütün hepsini öpmek istediğimi hissettim.

Korel beni yeniden yatağa yatırdı. Ellerimi tutup başımın tepesinde birleştirdiğinde odayı sadece mutfaktaki aspiratör ve pencereden vuran sokak lambasının ışığı aydınlatıyordu.

Dudaklarını duduaklarımdan ayırıp başını kaldırdı ve yukarıdan bana bakarken gülümsedi; vuran ışıkla hayatımda gördüğüm en güzel yüze dönüştü.

Ve zaten Korel, ne şekilde olursa olsun, gördüğüm en güzel yüze sahipti.

Dudakları çeneme dokunduktan sonra aşağıya inip boynuma ulaştı. Kalçamı hafifçe kaldırdığımda üzerime ağırlığını verdi, ellerimi hareket ettirmemek için tek eliyle birleştirdi.

Boynumdan öpüp nefesini verdi sonra bir kez daha öptü, dişlerini hissettim. Yüksek sesle inlediğimde kıvranıyordum, hareket etmem neredeyse imkânsızdı. Bir şeyler mırıldandı ama hiçbir şey duyamadım, öpüşleri sertleşti, diş izlerini daha sert bıraktı. Aslında olduğundan daha yumuşak davranmaya çalıştığını o an fark ettim.

"Korel," dedim inleyerek. "Kendini bırak."

Sadece birkaç saniye duraksadı, ardından ağzı sertçe göğsümün üzerine dokunduğunda, bu kez dili göğsümün çevresinde daireler çizmeye ve kalçasını hafifçe hareket ettirmeye başladı. Nefesim sadece inilti şeklinde çıkarken bileklerimi ne kadar sıkı tuttuğunu o an fark etmiştim, parmaklarım uyuşmaya başlamıştı ve bu bana haz veriyordu.

Göğüs ucumu dişleyip çekiştirdi, dudaklarının arasından bir hırlama döküldü, sonra bir kez daha emdi. Bir eli bileğimi bıraktığında diğer eliyle ikisini de tuttu. Boşta kalan eliyle diğer göğsümü okşadı, ardından belimi kavrayıp kaldırdı. O anda dudakları karnıma indi, dili ıslak dokunuşlar bırakırken, "Korel," diye bağırdım, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

Nefesim kesildi ve yeniden nefes almaya başladığımda dilinin pantolonumun çizgisinde dolaştığını fark ettim. Ellerimi kurtarmaya çalışsam da başaramadım. Kalçası ve kalçam eşzamanlı hareket ederken öyle ilkel bir dürtü içindeydim ki kendime şaşırıyordum.

Ellerimi bırakıp doğruldu. Dudaklarım aralıklı bir şekilde gözlerim tavandayken, parmakları pantolonumun düğmesini sertçe açtı, sonra fermuarımı indirdi. Kalçamdan ayırırken ona yardımcı olmaya çalıştım ama kıvranmaktan başka hiçbir şey yapamadım.

Pantolonumu çıkardıktan sonra kendi şortundan da tek bir hamleyle kurtuldu, altında sadece baksırla kaldı.

Gözlerim tavandan ayrılıp ona kaydığında bakışlarının bende değil vücudumda olduğunu gördüm; göğüslerimde, karnımda, belimin altında. Dişlerini öyle sert bir şekilde dudaklarına geçirdi ki doğrulup onu yeniden öpmek istedim ama omzumdan itekledi ve dudakları yeniden karnıma gömüldü, tekrar aşağıya inmeye başladığında başımı iki yana salladım.

Ne olacağını biliyordum; daha önce bir cinsel deneyimim olmamıştı ama ne olacağını biliyordum ve heyecandan bayılacakmış gibiydim.

Dudakları kalça kemiğime dokundu, sonra bir eli göğsümde oyalanırken diğer eli iç çamaşırımın üzerinde gezindi. Sırtım gerildi ve başım geriye yattığında güldüğünü işittim, normal bir gülüş değildi; bu bile kanımı alevlendiriyordu.

"Pembe olması beni güldürdü," dedi, ona bakamadım ama ben de gülmeye çalıştım, beceremedim. "Yani iç çamaşırının."

"Korel," dedim fakat dudaklarımdan başka bir kelime çıkmadı.

İşaret ve ortaparmağı kadınlığıma doğru dokunduğunda hiçbir şey yapmadığı halde elim saçlarını buldu ve farkında olmadan onu bastırdığımı fark ettim.

Bu hareketimle Korel inledi, sonra parmaklarını bastırıp iç çamaşırımın üzerinde daireler çizmeye başladı. Sadece birkaç kez tekrar ettikten sonra bile, "Islaksın Minel," dedi sanki çok kutsal bir olaymış gibi. "Ve bu benim için, değil mi?"

Hiçbir şey diyemedim, tek yapabildiğim kadınlığımı parmaklarına daha fazla bastırmak oldu. Bu kez iç çamaşırımı kenara kaydırdığında ve parmakları direkt tenimle temas ettiğinde, "Korel!" diye bağırdım, ip gibi geriliyordum.

"Minel," dedi başını kaldırıp. Ben ne kadar bağırıyorsam, o fısıldıyordu.

"Korel," dedim bir kez daha. Parmakları hızlandı ve tam o noktayı bulduğunda baskısı arttı.

"Benim için, değil mi?" diye sordu sanki bilmiyormuş gibi.

"Sadece senin için," diyebildim zorlukla, ona bakamıyordum, gözlerim bulanık görünüyordu ve odanın titrediğini hissediyordum. Parmaklarımla saçlarını çekiştirirken bir anda, "Seni öpmek istiyorum," dedim inleyerek. "Senin her şeyini istiyorum."

Bu cümlemin üzerine Korel dişlerinin arasından hırladı, ardından bir eliyle belimi kavrayıp kalçalarımı kaldırdı, sonra iç çamaşırımı çıkarmak yerine sertçe çektiğinde pembe saten çamaşır yırtıldı. Dudaklarım aralıklı bir şekilde ona bakarken ağzını sertçe kadınlığıma bastırdı, diğer eliyle de belimi kavradığında bacaklarımı iki yana açmama neden oldu. Başı iki bacağımın arasındayken az önceki kadar sakin değildi; dudakları, dili hatta dişleri kadınlığıma dokunurken parmakları belimi o kadar sıkı kavrıyordu ki bu acı bana haz veriyordu.

"Korel," dedim bağırarak ve dili daha fazla dans etti. Nefesi çarparken, "Korel!" diye bağırdım, her seslenişimde hızını artırdı. Dili bir aşağı bir yukarı hareket ederken, başını sertçe bastırdığımı o an fark ettim.

Elimi çektiğimde aşağıdan gözlerimin içine baktı. Ne sonbaharı ne ilkbaharı gördüm; tek gördüğüm ateşti. Kocaman bir ateş.

Bir anda doğruldu, ardından beni bir bez bebekmişim gibi çevirdiğinde yüzüstü yataktaydım. Bir elini enseme bastırırken diğer eli karnımı tuttu ve kalçamı sertçe kaldırdığında yan bir şekilde ona baktım. "Tenin bembeyaz," dedi kısık sesle, bunu söylerken ensemdeki parmakları yavaşça uzaklaştı, diğer eli ise kalçamı sıktığında olduğu yerde eğilip üzerime çıktı.

Yanağı yanağıma dokundu, nefesini kulağımda hissettim. Başparmağını aralıklı dudaklarımın arasına bastırıp emdiğimde, onun da dudakları kulağımın arkasındaydı. Erkekliğini kalçalarımda hissettiğimde kendimi tutamayıp ona yavaşça sürtündüm, bu dişlerini boynuma geçirmesine neden oldu. "Minel," dedi, ilk defa adımı öyle bir söyledi ki anlamı dudaklarından çıkmış gibi hissettim. "Beni istiyor musun?" diye sordu, cevabını bildiği halde.

Bir an bile düşünmeden, "İstiyorum," diye mırıldandım, inlemekten boğazım acıyordu. "Çok istiyorum."

Dudakları boynumdan omzuma indi, sonra saçlarımı çekip ensemden öptü, ardından kürekkemiklerime indiğinde nefesini tuttuğunu hissettim.

Orada hiç hatırlamadığım bir yanık izi vardı, onun bildiği ve benim hikâyesini bir türlü anımsayamadığım.

"Hatırlamıyorsun, değil mi?" dedi nefesi oraya çarparken.

"Hayır," dedim.

"Umarım," dedi, sonra dudakları yanık izinin üzerine dokundu. "Hiç hatırlamazsın."

Bütün bu şehvetin ortasında öyle bir öptü ki şefkati sonsuz bir şekilde hissettim ve bu dileği onunla beraber ben de diledim. Sadece benim değil onun da canını yakacaksa hiç hatırlamak istemiyordum.

Yanık izimin üzerinden öptü, bir kez değil birkaç kez. Bunu yaparken nefesiyle iyileşebileceğini bile düşündüm ama daha aşağılara inmeye başladığında yeniden kanımda bir alev peyda oldu.

Sırtımı öptü, bel boşluğumu ve daha aşağıları. Kalçamı biraz daha kaldırdı, sonra o şekildeyken kadınlığımdan bir kez daha öptü, utanmam gerekiyordu belki ama hiçbir şekilde utanç hissetmiyordum. Öyle ki daha fazla haz duyuyor, inlemek yerine çığlık atıyordum. Dili bir ileri bir geri giderken eliyle kalçamı sıktı, ardından sertçe vurduğunda hazla inleyip gülmeye başladım.

Altındaki baksırı indirmeye başladığında onu göremiyordum ama hissediyordum, sonrasında tamamen çıplak kaldığında beni bir kez daha çevirdi, bu kez sırtüstüydüm ve o hemen karşımda, dizlerinin üzerinde tamamen çıplak bir şekilde bana bakıyordu.

İlk önce parmaklarımın izi kalan saçlarına baktım, sonra aralıklı dudaklarına ve çenesindeki o güzel ize, ardından omuzlarına, omuzlarından göğüs kafesine ve diğer güzel yanık izlerine, yanık izlerini kapatan dövmelerine.

Ne kadar yanarsa yansın ya da ne kadar zayıflarsa zayıflasın öylesine güzel görünüyordu ki gözlerim daha aşağıya kayarken nefes almakta zorlandığımı hissettim.

Kasık çizgisi ve oradaki dövmeleri, ardından erkekliği. Kendisini tamamen bana gösterirken onun güzelliğiyle bütünleşmiş ve büyülenmiştim.

"Korel," deyip yeniden gözlerinin içine baktım. "Her şeye rağmen, hayatımda gördüğüm en güzel adamsın, bütün izlerinle ve yaşanmışlıklarınla. Ben senden daha güzel birini görmedim."

Çenesini kaldırdı, omuzları havalandı, sonra baldırlarımdan tutup çektiğinde bacaklarımın beline dolanmasına neden oldu. Üzerime eğildiğinde sertliği kadınlığımın üzerine baskı uyguluyordu. Yaklaştı, biraz daha yaklaştı ve burnu burnuma değdiğinde nefesi dudaklarıma çarptı. "Minel," dedi. Güzelsin, demesini bekledim veya emin olup olmadığımı sormasını. Fakat o, "Bu anı unutma," dediğinde bir eli önüme gelen saçı geriye itti. "Bu anı unutsan bile Korel Erezli'nin sana dokunduktan sonra bir daha kimseye dokunmayacağını unutma, sen benim için son olacaksın."

Ellerim yüzünü kavradığında dudaklarım çenesindeki yanık izini buldu, düşündüğümden daha uzun öptüm ve geriye çekildiğimde, "Unutmayacağım," dedim başımı iki yana sallayarak. "Senin bende, benim de sende her histe ve her hatırada son olduğumuzu unutmayacağım. Söz veriyorum."

Gülümsedi, dudakları dudaklarımın üzerine yavaşça kapandı ve bacaklarımı biraz daha ayırdı, ardından yavaşça ve sakince içime girmeye başladı. Dudakları dudaklarımdayken ilk önce bir sızı hissettim ardından birkaç saniyelik keskin bir acı. İnleyeceğim sırada bu kez nefesimi kesecek kadar tamamen kapanarak öpmeye başladı. İnlemem bende saklı kaldığında tamamen içime girdi ya da ben öyle hissettim.

Kalbim hızlanmak yerine sanki durdu, vücudum uyuştu ve kasıklarımda şiddetli bir sızı hissettim. Korel'in dudaklarını bile bir an hissedemedim fakat geriye çekilip gözlerimin içine baktığında yutkunarak, "Çok darsın," dedi. "Eğer canın yanarsa bunu bana söyle."

Ondan beklemezdim ama beni düşündü.

Başımı iki yana salladığımda, "Sadece ne istiyorsan onu yap," dedim çünkü kasıklarımdaki sızı gitgide azalıyordu, nefesim ise düzene giriyordu. "Sana güveniyorum."

Dudaklarını ıslattığında içimde birkaç saniye o şekilde bekledi, sonra kalçasını hareket ettirerek biraz daha içime girdi. Nefesim yeniden kesildiğinde bu kez acı değil, yavaş yavaş haz duymaya başlamıştım çünkü içimi o dolduruyordu.

Gözleri gözlerimdeyken kalçasını ilk önce sakince hareket ettirmeye başladı ve ben de ona ayak uydurdum sonrasında ise biraz daha hızlandı. İçimi her dolduruşunda kalbim yeniden hızlandı, nabzımı hissetmeye başladım. Kasıklarımdaki sızı büyük bir şehvetle dolduğunda ellerim önce omuzlarına tutundu, sonra yüzüne, ardından ben onu kendime çekip öptüm.

Düşündüğümden daha sert ve daha temkinsizdi. Dilim dudaklarının tadına varıp dişlerimle çekiştiriyorken o da artık kendisini tutmamaya başladı ve kalçasının hareketi gitgide hızlandı. İçime girip çıkarken odayı dolduran sesler heyecanımın artmasına neden oluyordu, onu öperken inleme seslerim yeniden yükseldi, hatta bir ara geriye çekilip çığlık attım, sonra yeniden öptüğümde onu kendime daha fazla bastırdım.

Korel yatakta döndüğünde onun üstündeydim. Saçlarım yüzünün çevresinden dökülüyordu ve bu kez benim kalçam onunkinden daha fazla hareket etmeye başladı. Bir yerden sonra onu öpmeyi bıraktım. Ellerim yatağın başlığına tutunduğunda Korel'in ağzı göğüslerime kaydı, dili oyalanırken ben Korel'in üzerinde hızla hareket ederek adını bağırmaya devam ettim.

Yatak başlığı sarsılırken Korel hırıltıyla karışık bir ses çıkarıp, "Minel," dedi ve dişlerini göğsümün üzerinde hissettim. Bu kez öyle bir canımı yaktı ki inlemem acılıydı ama bunu umursamadım, o da umursamasın istedim. Yatağın başlığını tutan ellerim ve yatağa dayalı dizlerim titremeye başladığında başımı tavana çevirip bağırmaya başladım. Bu kez Korel doğruldu ve kucağına yerleştiğimde sırtı yatağın başlığını buldu.

Saçlarına tutunduğumda dudaklarımız yeniden birleşti, artık ikimiz de sadece inliyorduk ve ben çığlıklar atıyordum. Terden saçlarım alnıma yapışmıştı, o da terlemişti ama bütün bunlar umurumda bile değildi.

"Korel," dedim adını haykırırken.

"Minel," dedi karşılık olarak. Adını söylemekten başka hiçbir şey diyemiyordum, ağzımdan Korel çıkabiliyordu sadece.

Beni yeniden sırtüstü yatırdığında bacaklarımı omzuna aldı ve ellerimin yatağın başlığına tutunmasına neden oldu. Göz göze geldiğimizde sanki daha fazla içimde olabilirmiş gibi büyüdüğünü hissediyordum ve gitgide zirveye ulaştığımın farkındaydım çünkü artık dizlerimin titremesinden sabit kalamıyordum.

Bacaklarımı bıraktı ve üzerime eğilip sertçe öpmeye başladığında içime öyle hızlı giriyor, dişlerinin arasından öyle bir hırlama dökülüyordu ki onun da gitgide zirveye ulaştığını anlayabiliyordum.

Üzerime neredeyse bütün ağırlığını verdiğinde ve belimden tutup hafifçe kaldırdığında başım geriye düştü. Diğer eliyle ensemden tuttuğunda dudaklarımızı ayırdı, "Bana bak," diye bağırdı sert bir şekilde. İtaat ettiğimde bakışlarımız öyle bir kesişti ki ikimizin de aynı noktada olduğunu anlamıştım. Sadece o bana ve ben ona bakarken, öpüşmeden o şekilde içime girmeye devam etti. Parmakları sertçe saçlarımı kavramış halde içime her girdiğinde başım yatağın başlığına değiyordu.

Gözlerim gitgide kaymaya başlarken, "Minel," diye inledi soluk soluğa. Alnını çeneme yasladı, tepemdeki pencereden gökyüzüne baktım, yıldızlar tepemizdeydi. "Minel," dedi tutkuyla. "Ben senden başka kimsede böyle hissetmedim."

Başını çenemden kaldırdı, benimle yeniden göz teması kurdu. "Senden başka kimseyi istemiyorum," dedim yüzüne bakarak. "Hiçbir zaman da istemeyeceğim." Sertçe içime girip beklediğinde, "Korel," dedim, başım yeniden düşünce kaldırdı. Birkaç saniye kalmıştı, bunu anlayabiliyordum.

İçimde beklerken, ikimizin de doruğu aynı anda olacaktı.

"Minel," dedi gözlerimin içine bakarak. Hem tutku hem şefkat hem şehvet hem aşk vardı. O an aşkı gördüm; belki de ben öyle sandım ama bu yoğun yüce duygunun adı aşk olmalıydı. "Minel," dedi bir kez daha. "Ben yaşamak istiyorum, ölmek istemiyorum."

Acıyı hissettim; sevgiyi, şefkati, aşkı, tutkuyu. Her şeyi. Ellerim yüzünü sıkıca kavradığında, "Ölmeyeceksin," dedim içten bir sesle. "Yaşaman için elimden gelen her şeyi yapacağım, Korel." Gülümsedi, gülüşünün içinde ilk defa umut vardı.

İçimden yavaşça çıktı, sonra bir kez daha girdi ve yeniden hareket etmeye başladığında tırmandığım yerde artık düşecek gibiydim. "Korel," dedim, "Minel," dedi ve bir kez daha, "Korel!" dediğimde tırmandığım o yerden düşmeye başladığımı hissettim. Gözlerim kapandığında bütün vücudum titremeye başladı, bir anda kendimi gökyüzünde gibi hissettim ama hayır, hâlâ aynı yerdeydim.

"Minel," dediğinde o da benimle beraber zirveden aşağıya düştü ve içime boşaldığında ben de onunla aynı anda boşaldım.

Vücudumdaki bütün his uzaklaştığında, bez bebek gibi ona doladığım bacaklarım yatağa düştü ve o da tamamen benim üzerime devrildi. Henüz içimden çıkmamıştı ama ikimizin de aynı hisleri paylaştığını biliyordum.

Nefes alamadım, vücudumu hissedemedim, kalbimi ve benliğimi. Gözlerimi yavaşça açtığımda odanın döndüğünü fark ettim ve ardından kalp atışlarını. Benim ve onun, birbirimize yaslı kalp atışları. Burnuma saçları çarpıyordu, ağırlığı üzerimdeydi, kasıklarımda büyük bir sızı ve haz vardı.

Ellerimi kaldırıp saçlarını okşamak istedim ama yapamadım. Hâlâ nefes alırken inlediğimi fark ettiğimde, o da nefes alışını düzene sokmaya çalışıyordu.

Bir dakika ve belki de daha uzun süre sonra yavaşça içimden çıktığında kendisini yanımdaki boşluğa sırtüstü bırakıp tavana baktı. İkimiz bir süre daha öylece kaldık, sonra aynı anda birbirimize baktığımızda ilk gülümseyen o oldu, bense hâlâ nefes almaya çalışıyordum.

Bana düşündüğümden daha uzun süre baktı, yüzündeki gülümseme bir an olsun silinmedi, ardından yavaşça doğrulup yanındaki komodinin üzerinde duran sigara paketini aldı. İçinden bir sigara çıkarıp ucunu alevlendirdiğinde derin bir nefes çekti, sonra tavana doğru üfleyip bir kez daha gülümsedi ve bir anda beni tutup kendisine çekti. Başım göğüs kafesine denk geldiğinde sigarasından bir nefes daha çekip üfledi, sonra hiç ummadığım anda şefkatle başımın tepesinden öptü. "Sanırım," dedi fısıldayarak. "Artık alkole ihtiyacım olmayacak. Benim ihtiyacım olan senmişsin."

Güldüğümde başımı kaldırıp ona baktım ve beni izlediğini gördüm. Eli sırtımdan yavaşça omzuma çıktı, sonra parmaklarıyla okşarken yanık izimin olduğu yere doğru gitti, oraya daha hassas bir şekilde dokundu.

Ne söylemem, ne anlatmam ya da ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir anda aptal gibi, "İyi miydim?" diye sordum; Korel bu sorunun ardından öyle bir gülmeye başladı ki başımın yaslı olduğu göğsü kalkıp iniyordu. Kahkahası odanın içini doldururken başını iki yana salladı. "Ne oldu?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ne diyeceğimi bilemedim."

"Aptal," dedi gülmeye devam ederken. "Genelde bu soruyu erkekler sorar."

"Sorsana o zaman," dediğimde bozuntuya vermemeye çalışıyordum.

"İyiydim, bebeğim," dedi. Bana bebeğim dedi, bebeğim dedi. Bebeği. "Her zaman iyiyimdir."

Gözlerimi devirdim ama karşı gelmek istemedim çünkü bu konuda onunla savaşamazdım. Gözlerim yerdeki yırtılan iç çamaşırıma ve onun tişörtüne kaydı. Gülümsediğimde aynı şeyi düşünüp düşünmediğini merak ettim.

Sigarasından son nefesi çektikten sonra bir an söndürecek yer aradı, normalde yere atabilirdi hatta komodinin üzerine bile bastırabilirdi çünkü her şeyi boş vermişti ama beni şaşırtarak pencereden dışarıya attı.

Diğer eliyle de beni sarıp kollarının arasına aldı; çenesi saçlarımın tepesindeyken, "Ertesi gün hapı içmen gerekiyor yarın," dedi net bir sesle. "Büge'de vardır diye düşünüyorum."

Başımı aşağı yukarı salladığımda bir bebek fikri çoktan korkunç gelmeye başlamıştı, bütün heyecanım sönmüştü. "Gider gitmez isteyeceğim, olduğuna eminim."

(+18 bitmiştir)

Korel birkaç saniye bekledikten sonra, "Emin misin?" diye sordu.

Sesinde öyle bir ima vardı ki gözlerimi kaldırıp ona baktığımda hemen anladım. "Sana söyledi," dedim.

"Söyledi," dedi başını kaldırarak. "Ve aklım almıyor, gerçekten hamile. Gürkan bilmiyor, korkuyor ama yine de o çocuğu doğuracak. Bu hayata bir bebek getirecek, hem de bu kadar kötülüğün içinde. Bu nasıl bir cesaret?"

Haklıydı, haksız olduğunu düşünmüyordum ama yine de Büge'yi anlıyordum. "Belki de normal bir insan gibi davranıyordur, Korel. İyi bir anne olmak istiyordur, kendi annesinin aksine. Gürkan da harika bir baba olur. Evet, yanlış zamanda yanlış bir karar ama bunu istemesini anlıyorum." "Sen olsan ister miydin?" diye sordu bir anda.

Direkt, "Hayır," dedim.

"Neden?"

Kaşlarımı çattığımda bakışlarımı ondan kaçırdım. "Anne olmak istemiyorum, benlik değil. Büge'nin annelik duyguları var ama benim yok. Ben kendi anneme benzerim, bunu biliyorum."

Korel uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Sanmıyorum," dedi ve başka hiçbir şey söylemedi.

Aslında bu hayaller bize ne kadar da uzaktı ama ben yine sordum. "Sen baba olmak ister miydin?"

Beni şaşırtarak, "Evet," dedi. "Bir çocuğum olmasını isterdim."

Gözlerim kocaman açıldığında, "Gerçekten mi?" dedim.

"Sandığın kadar hissiz bir adam değilim," dedi bana bakmadan ve bir sigara daha yaktı. "Kötü bir babam vardı; otoriter, kuralcı, hırslı, canımı yakan, küçümseyen. Bütün bunların aksi olmak isterdim. Örneğin arzu ettiği şekilde yaşamasını isterdim, arkadaşlarını kendi seçerdi. Okulda gülüp eğlenebilirdi, oyuncaklarına karışmazdım. Yediklerine. Üstünü kirletmesine. Bakıldığında ufak şeyler ama benim için çok büyük. Ben yaşayamadım, çocuğum bu rahatlığı yaşasın isterdim. Babasından korkmasın, babası onun en büyük sırdaşı olsun." Derin bir nefes aldı, sigarasını dudaklarına götürdü ve başını yatağın başlığına yaslayıp tavana baktı. "Ama görüyorsun ya hayat beni baba olmamaya itiyor. Belki başka bir evrende harika bir babayımdır, bilemem."

"Korel," dediğimde yutkundum ve yüzünü tutup kendime çevirdim. "Neden bunları uzak bir hayal gibi söylüyorsun hatta başka bir evrene ihtiyaç duyuyorsun. Yaşayabilirsin, her şeyi iyileştirebilirsin ve harika bir baba olabilirsin."

İnanmıyormuş gibi bana baktığında, "Sen bu dediğine inanıyor musun?" diye sordu. "Minel, bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek saçma sapan bir hayal. Tek isteğim, başka bir evrendeki Korel Erezli'nin harika bir baba olması." Bir elini yanağıma yerleştirdi, sigarasının dumanı gözlerime geliyordu. "Ve belki sen de o evrende harika bir annesindir. Benim çocuğumun annesi olmuşsundur." Dudaklarım aralandığında şaşkınlığım kaşlarını çattı. "Senden başka kimseyi istemezdim, o evrende bile."

"Ama ben iyi bir anne olacağımı sanmıyorum ve..."

"Sen ve ben, Minel'im," dedi. "İkimiz de annelerimizin ve babalarımızın tam tersi olurduk. Sen kızının saçlarını okşar, o saçlara kıyamazdın; ben oğlumu hiç dövmez, onu soğuk karların içinde bile yatırmazdım."

Hiçbir zaman umut etmediğim hatta inanmadığım o duyguyu kalbimde hissettim. "Belki bunun için başka bir evrene ihtiyacımız yoktur, Korel."

Başını iki yana salladı, gözlerini kaçırdı. "Bunun imkânsız olduğunu ikimiz de biliyoruz ama bakarsın, eğer Tanrı varsa bizi kitap karakteriymişiz gibi bizi başka evrende mutlu bir şekilde yazar. Senin beni hiç unutmadığın, benim hiç canımın yanmadığı ve ikimizden birinin ölmediği. Çocuklarımız olacak kadar sıkıcı bir hayat." Gözlerini yeniden bana çevirdi. "Tanrı'dan tek dileğim bunu gerçekleştirmesi, bu hayatta olmasa bile başka bir hayatta bizi mutlu kılması."

Gözlerim dolduğunda kendimi ondan gizledim ve göğüs kafesine daha fazla sokuldum. Kokusu hâlâ küldü, teni hâlâ ateşti ve yaşıyordu. Bundan daha büyük bir his olamazdı ama kendi inanmadığıma onu da inandıramazdım.

Şarkı çalmaya devam ediyordu, defalarca ve defalarca ama ikimiz de kapatmıyorduk. Parmağım göğüs kafesindeki izlerin üzerinde gezinmeye başladığında dövmelerini görebiliyordum. Kalbinin sol altında bir kayık dövmesi vardı, karmaşık ve anlamsız. Yanık izi gibi değildi.

"Korel," dedim.

"Sorma," dedi direkt anlayıp. "Bugün bana hiçbir izimi ya da emaremi sorma."

Sustum. Ya sana soracak hiçbir vaktimiz kalmazsa demeyi düşündüm ama vazgeçtim. Elim karnındaki izlere kaydı, sonra kasığındaki, ardından kollarındaki. Kendimi tutamayıp dudaklarımı izlerinden bir tanesine yasladığımda gözümden bir damla yaş aktı ve o da bunu hissetti, ardından diğer birkaç izinden daha öptüm.

Çenemi tutup kaldırdığında ağladığımı gördü. "Korel," dedim kendimi tutamayıp. "Bazen bütün bu izlerin sorumlusu benmişim gibi hissediyorum."

Derin bir nefes aldı, gözümden akan yaşı parmağıyla sildikten sonra gözlerinde anlamsız bir duygu oluştu. Belki bir koruma içgüdüsü, belki de geçmişin getirdiği acı. "Hayır, Minel," dedi net bir sesle. "Sen hiçbir şeyin sorumlusu değilsin, yaşadığım hiçbir kötülükle senin ilgin yok."

"O halde," dedim yutkunarak. "Neden benim karşıma ilk çıktığında bir intikam uğruna peşimdeymişsin gibi davranıyordun?" Bu sık sık düşündüğüm bir soru haline gelmişti.

Başlardaki o öfkesi, beni köşeye sıkıştırmaları hatta tehlikelerin içindeyken bir anda ortaya çıkmaları benden nefret ediyormuş gibi hissettirmişti. "Benden nefret ettiğini düşünüyordum."

Bir an ne diyeceğini bilemedi, gözlerini kaçırdı, ardından hafif bir tebessümle, "Kıskandım," dedi. "Seni yani. Ben mahvolmuştum ama sen yine de hayatına devam ediyordun. Çocuk gibi kıskandım işte. Sonradan gördüm ki sen de pek iyi bir durumda değilmişsin."

Neden yalan söylediğini hissediyordum?

"Korel," diye mırıldandım. "Bana artık yalan söylemeyeceksin, değil mi?"

"Hayır, Minel," dedi. "Sana sadece senin için yalanlar söylerim."

"Peki ya şu an?" diye sordum.

"Hayır," dedi yeniden ve başka hiçbir şey söylemedi.

Başımı yeniden eğdiğimde parmaklarım izlerin üzerinde biraz daha gezindi, ardından kendimi tutamayıp sol omzundaki izin üzerinden öptüm. Sarsıldığını hissettim ama geriye çekilmedi, ardından boynuna doğru çıkıp oradaki izlerinden de öptüm, sonra nefes borusundan ve göğsüne indim. Vücudum onu her öptüğümde kasılırken o da aynı tepkiyi veriyordu fakat rahatsızlık mıydı yoksa hoşuna mı gidiyordu, anlayamıyordum.

Yavaşça doğrulduğumda saçlarım göğüs kafesinin üzerine döküldü. Bacaklarımı iki yana açıp ellerimi başının çevresine dayadığımda üstten ona baktım. Yaklaşmaya başladığımda ne yapacağımı anladı, eli çenemi buldu. "Minel," dedi durdurmak istermiş gibi.

"Sadece emarelerinden öpmek istiyorum," dedim. "Ama eğer izin vermezsen bunu yapmam, çok isterim ama yapmam."

Kısa bir duraksamanın ardından gözlerini kapattı ve yutkunarak başını olumlu anlamda salladı. Gülümsedim, gülümsediğimi görmedi ve ona yaklaşıp çenesindeki izinden öptüğümde dudaklarıma çarpan his, geçmişe ışık tuttu.

"Korel, sence ben büyüyünce nasıl biri olacağım?"

Gülümsedi, gülümsemesinde neşe vardı. Korel hiç olmadığı kadar neşeliydi. Önümüzde bir satranç tahtası duruyordu, bunu çok sık yaptığımızı fark ettim. "Çok zeki ve güzel bir kız olacaksın," dedi, sesinde aşk yoktu, sadece şefkat vardı. Biz onunla eskiden iki çok yakın arkadaştık, dosttuk, her şeydik ama şu an çok daha fazlasıydı.

"Herkesin alkışladığı bir dansçı olmak istiyorum!" diye şakıdım neşeyle.

"Olacaksın." Netti, kendinden emindi. Atı hareket ettirdikten sonra, "Ben ne olmak istiyorum, biliyor musun..." diye söze başladığında gözlerinde heves vardı ama lafı ağzına tıkmıştım.

Hemen fili oynatıp, "Şah!" diye bağırmıştım.

Bakışlarımız kesiştiğinde derin bir nefes almıştı, bu derin nefes şah olduğu için değil onu dinlemediğim içindi; bunu o zaman anlamamıştım.

Korel benim geçmişte de her zaman yanımdaydı ama ben onun yanında olamamıştım.

Derin bir nefes verdiğimde boynuna doğru indim ve oradaki izinden bir kez daha öptüm, sonra kalbinin olduğu yere eğildim; sol göğsünden, ardından sağ göğsünden. Başka bir anı daha aklıma geldi.

"Gerçekten bu kızla sevgili mi olacaksın?" Yüzümü buruşturmuştum. Okuldan bir kızı beğeniyordu ve uzaktan bana gösteriyordu. Kız gerçekten çok güzeldi ama Korel'i paylaşmak istemediğim için bencilce bir dürtü içindeydim.

Korel kaşlarını çatmıştı. "Neden öyle diyorsun? Bana değer veriyormuş gibi görünüyor."

"Sanmıyorum." Halbuki değer veriyordu, Korel'i gördüğünde bile heyecanlanıyordu.

"Biliyor musun, dün en sevdiğim yemeği sorduğunda ona verdiğim cevaba..."

Kıskançlıkla lafını kesmiştim. "Ben acıktım, yemek yiyelim mi?" Sessizleşti, sonra, "Olur," dedi. "Hadi yemek yemeye gidelim."

Karnına indiğimde derin bir nefes verdim ve başımı yasladığımda elinin saçlarıma dokunduğunu fark ettim. Bu izlerin hiçbiri benimle beraberken olmamıştı. Hiçbir şey hatırlamıyordum ama ben onu öptüğümde sadece güzel anılar benimle beraberdi. "Minel," dedi duru bir sesle. "İğrendin mi?"

Bunu düşünmesi bile canımı bin parçaya bölerken başımı kaldırıp ona baktım. "Korel," dedim acıyla. "Neden iğreneyim? Bunu neden düşünüyorsun?"

"Bilmiyorum," dedi endişeyle. "Bazıları çok kötü görünüyor, biliyorum. Dövmeler bile kapatmadı. Eğer iğreniyorsan..."

"Hayır," dedim. "Hayır, hayır, hayır. Asla. Öyle bir şey yok." Gözlerimi kapatıp açtığımda başka anılar da zihnimde dönmeye devam ediyordu. Bunları sormayı da düşündüm ama vazgeçtim, istemiyordum. "Bütün izlerini çok seviyorum, sadece nasıl oluştuklarını düşünüyorum, bu beni engelliyor. Hiçbirinde yanında değildim, değil mi? Hatırlamıyorum çünkü."

Birkaç saniye bekledikten sonra, "Yanımda değildin," dedi sadece. Gözleri düzdü, sesi de öyle. Her ne düşünüyorsa bana yine yansıtmadı.

"Kendini yalnız hissetme diye seninle yanmayı isterdim." Hiçbir cevap vermedi, onaylamadı ya da reddetmedi, gözleri yeniden tavana döndüğünde bakışlarım karnındaki izlere kaydı ve dudaklarımı yeniden yasladığımda kasıldığını hissettim. Saçlarım kasıklarını süpürüyordu.

(+18)

İzlerinden öptüm, aşağıya inmeye devam ettim ve kasık çizgisine gelip oradan da öptüğümde hırıltılı bir nefes verdiğini işittim. Kalbim az öncekinin aksine daha farklı bir şekilde atmaya başladığında elim aşağıya kaydı, sonra parmaklarım sakince erkekliğini kavradı. Bunu yaptığım anda daha fazla sertleştiğini hissettim ve bakışlarım ona döndü.

Gözlerini açıp bana baktığında yutkundum ve kasıklarından bir kez daha öptüm, sonra ağzımı erkekliğine doğru götürdüm.

"Minel," dedi nefes almakta zorlanırken. Ağzım erkekliğini bulduğunda ve sadece bir kez dilimi değdirdiğimde yüksek sesle inleyip ensemi kavradı ve beni kendisine bastırdı. Saçlarıma baskısı artarken gözlerim kocaman açıldı, ardından başka bir inlemeyle beraber kasıldığında geriye çekildi. "Sikeyim," dedi. "Bu nasıl olabilir?"

Gülümsediğimde gözlerimiz kesişti. Yavaşça doğrulduğumda. Elim erkekliğinde dururken kendimi ona bastırdığımda başka bir inleme daha dudaklarından döküldü.

Üzerine tamamen çıktım, gözlerimi ondan ayırmadan dizlerimi yatağa bastırarak hiç hareket etmesine izin vermeden yavaşça onu içime aldım. Gözleri yukarıya kaydı, göğüs kafesi kalkıp indi, sonra elleri belimi sıkıca kavradı ve beni yavaşça hareket ettirmeye başladı. Kalçam onun üzerindeyken ellerinin yardımıyla yavaşça hareket ettiriyordu. Yeniden içimi doldurmuştu fakat bu kez, az öncekinden daha farklıydı, daha duyguluydu, daha romantikti.

Belime gömülen parmakları yukarıya tırmandı, göğüslerimi kavradı, sonra yeniden belime indiğinde beni kendine çekti. Dudaklarımız kesiştiğinde öylesine yavaş hareket ediyorduk ki zamanın bütün evren içinde de yavaş hareket ettiğine inanıyordum.

Islak dudakları dudaklarımın üzerinde dans ederken, elleri vücudumun her noktasında geziniyordu. Belimde, saç köklerimde, ensemde, sırtımda, kalçalarımda. Bazen öyle bir sıkıyordu ki bu inlemelerimin artmasına neden oluyordu. Birleşmiş olan göğüslerimiz terden birbirine yapışmıştı, odanın içini dolduran sesler sadece vücudumuza aitti ve bir de durmadan tekrar eden o şarkı.

Beni doyasıya öptü, öyle bir öptü ki hiç bırakmayacak sandım ama geriye çekilip göz göze geldiğimizde eli omuzlarıma kaydı, parmakları omuzlarımda dolaşırken dudaklarını bu kez de oraya bastırdı. "Çillerini," dedi, ardından düzeltti. "Elmaslarını çok seviyorum; omuzlarındaki, göğüslerindeki, yüzündeki. Hepsini çok seviyorum."

Omzumdan boynuma tırmandı, boynumdan diğer omzuma geçtikten sonra çenemden öptü ve bir kez daha göz göze geldik. Hızlanmadım, o da hızlanmadı ve aynı yavaş hareketlerle devam ettik.

Eğilip dilimi dudağının çizgisinde dolaştırdığımda gülümsediğini fark ettim. "Daha fazla gülümse," diye fısıldadım. "Bunu seviyorum."

"Az gülümsüyorsun, Minel," dedi zihnimdeki ses. Bu Korel'e ait bir sesti. Geçmiştendi. "Daha fazla gülümse."

Yüzümü buruşturdum. "Senin gibi değilim, anla artık bunu." Gülümsedi. "Ben gülümsemeni seviyorum, huzur veriyor."

İkimiz de aynı anıya mı düştük bilmiyordum ama yüzümdeki gülümsemenin onun gülümsemesiyle aynı olduğunu biliyordum. Eskiden tam tersiydik; o gülümsüyordu ama ben gülümsemiyordum. Şimdi ise ona gülümsemesi için ricada bulunuyordum.

"Senin gibi değilim," dedi imayla. "Anla artık bunu."

Bekliyor muydu bilmiyordum ama, "Ben gülümsemeni seviyorum," dedim onun gibi. "Huzur veriyor."

Göğsünden derin bir nefes aldı, elleri yüzümü kavradı, beni kendine çekip büyük bir duyguyla öptü, ardından içimde daha hızlı hareket etmeye başladı. Dudakları da artık sakin değildi, öyle güzel öpüyordu ki ben zaten ondan başka kimseyi öpmek istemeyeceğimi anladım.

İnlemelerimiz birbirine karıştı, birkaç kez dudaklarımı dudaklarından ayırıp nefes almak zorunda kaldım ama buna izin vermeyip yeniden dudaklarımın üzerine örtüldü.

Zirveyi bir kez daha gördüm ve birbirimizden ayrıldığımızda, "Minel," diye inledi.

"Korel," diye karşılık verdiğimde ikimiz de aynı anda o zirveden düşmeye başladık ve çığlıklarım bir kez daha odanın içini doldurdu. Korel dudaklarını dudaklarımın üzerine örttüğünde inlemelerini o şekilde susturdu ama titrediğini fark ettim.

Birkaç saniye sonra üzerine tamamen ağırlığımı verdiğimde kolları beni sıkıca sardı, başım göğüs kafesine gömüldü. Derin derin nefesler alırken, eli sırtımda gezindi, sonra saçlarımda. Kaç saniye ya da kaç dakika geçti bilmiyordum ama kalp atışları uzun süre düzelmedi ve bu çok hoşuma gitti.

(+18 bitmiştir. Gerçekten...)

Başımı yan çevirdiğimde içimden çıktı ve ben de göğüs kafesine kulağımı yasladım. Atışların düzene girmesini bekledim, o zaman ise kasıklarımdaki ve bacaklarımdaki acıyı hissetmeye başladım. Kasılmaktan sızlıyordu ama bunların hiçbiri umurumda değildi.

Belki de hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi; eğer Korel'le olan geçmişimi hatırlarsam en güzel gün bile olabilirdi.

Beş dakika gibi bir süre sonra, "Minel," dedi. "Sana bir şey vermek istiyorum ama bu aramızda sır olarak kalacak, kabul ediyor musun?"

Başımı kaldırıp ona baktım. "Ne vereceksin?" Hiçbir cevap vermeden beni kendisinden yavaşça uzaklaştırdı, sonra yataktan kalktığında öylece tek başıma kaldım. "Bütün eşyalarını Gürkan'a gönderdik."

Omzunun üzerinden bana bakıp gülümsedi, ardından mutfak tezgâhının üstündeki prizi işaret etti. "Bazen düşmanların da sana ders verir," dedi, sonra prizi çekmeceden aldığı bıçakla yavaşça açtı. İçinden bir şey aldıktan sonra yeniden kapattı ve bana doğru yürümeye başladı. Sırtımı yatağın başlığına yasladığımda sarsıldığını fark ettim, bu beni utandırdı.

Yatağa yeniden uzandığında elimi tutup çekti, sonra avcumun içine bir şey bırakmasını beklerken bileğime bileklik taktı, bunun ardından bol gelen bilekliğe gülümsedi.

Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında, bendeki bilekliğin aynısından olduğunu fark ettim, sadece bir erkeğe göreydi ve benimki de kadına göre. Ucundaki metal daha ağırdı ama aynısıydı.

"Bunun aynısından bende de var," dedim şaşkınlıkla. "Yoksa senin hediyen mi?"

Başını iki yana salladı. "Hikâyesini bilmediğim tek şey bu bileklikler. Aynısını sende gördüğümde şaşırmıştım çünkü bendeki varlığı da bir anda ortaya çıktı."

"Benim de öyle," dedim. "Biri arka bahçemize bıraktı, seninle ilk tanıştığımız zamanlar... Bunun anlamı neydi bilmiyorum ama..."

"Bilmiyorum, Minel." Sözümü kesti. "Tek bildiğim bu hayatta sadece sana güvendiğim ve bilekliğin bizim için büyük bir anlamının olduğu. Bunu sana neden verdiğimi söylemeyeceğim ama kim senden bunu isterse vermeyeceksin, kendinde olanı da benim olanı da. Sadece sende gizli kalacak."

"Bu ne?" diye sorduğumda onu anlamıyordum.

"Annemin," dediğinde sesi titredi. "Kapısını açan bir anahtarmış."

Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve ona döndüğümde bilekliğe baktığını gördüm. "O halde neden onun yanına gitmiyoruz? Bunu neden bana veriyorsun?"

"Nerede olduğunu bilmiyorum."

"Sana bunu kim söyledi?"

"Bir önemi yok," deyip tekrar başını iki yana salladı. "Sadece içimden bir ses bu bilekliği sana vermem gerektiğini söyledi çünkü ben kendime güvenmiyorken, şu an sana güveniyorum." Dudaklarım aralandığında parmağıyla susturdu. "Bir şey sorma, sadece kendi bilekliğinle beraber benim bilekliğimi de en güzel yerde sakla. Kim isterse istesin, bu kişi baban bile olsa asla verme. Söz ver, Minel. Her şey için, en çok da az önce yaşadıklarımız için. Ben bir gün ölüp gitsem bile bunları kimseye vermeyeceksin."

Canım acıdığında, "Aptal ağzına artık ölümü almaktan vazgeç," diye hırladım. "Ve ne olduğunu anlamıyorum, bana anlatmayacak mısın?"

"Anlatacak bir şey yok çünkü ben de hiçbir şey bilmiyorum. Aslında bunu sana vermek de aklımda yoktu ama anlık bir his, bir tecrübe bunu yaptırdı. Belki bunu yaptığım için pişman olacağım ya da pişman ettirecekler fakat umurumda değil. Sana güvenmeyi ağır ödemeyeceğimi biliyorum. Söz ver sadece; bugün rahat bir uyku çekeyim, olmaz mı?"

Sözler vermekten nefret ediyordum çünkü tutamayacağımdan çok korkuyordum ama bunun onun için anlamının çok büyük olduğunu fark etmek de zor değildi. "Söz veriyorum," dedim başımı sallayarak. "Sadece bana ait olacak ve onu sonsuza kadar saklayacağım."

Eğildi, dudaklarını alnıma değdirdi, sonra sıkıca sarılıp çenesini başıma yasladı. Bilekliğe bakarken neden bunu yaptığını anlamak için sadece birkaç saniye zaman verdim ama ne düşünürsem düşüneyim hiçbir sonuca varamayacağımı biliyordum.

Düşündüğümden daha uzun süre sessiz kaldık; sessizliği ilk o bozduğunda eli sırtımda dans ediyordu. "Minel," dedi.

"Efendim?" dedim.

"Sana doyamadığımı fark ettim."

Güldüğümde, "O halde," dedim. "Ben baharatlı pilav mıyım?" Kahkaha attı, gerçek bir kahkaha, sonra beni bir anda altına alıp aynı şekilde kahkaha attığımda gülüşümden öpmeye başladı, bir süre sonra yeniden sevişmeye başladık. Bu kez hem sakin hem hırslı ve bir o kadar da güven dolu.

Bir kez daha zirveyi gördük ve bir kez daha birbirimizin üzerine yığıldık, ardından biteceğini düşünecekken bunu bir kez daha tekrar ettik.

Vücudumdaki bütün hisler uzaklaşmaya başladığında gözlerime uyku çöküyordu ve o da aynı şekildeydi. Bana sırtını döndüğünde ve elimi tutup kendine çektiğinde, "Bana sarılmıyorsun," dedi uykulu bir sesle. "Ama ben hiç kimseye değil, bir tek sana sırtımı dönüyorum."

Gülümsedim, gülümsediğimi görmedi. Gün ağarmaya başlamıştı. Tepemizdeki pencereden vuran ışık onun sırtındaki izleri aydınlatıyordu.

Sadece birkaç dakika sonra derin nefeslerini işittim, uykuya dalmıştı ve ben de uykuya dalmadan önce üzerimize çarşaf örtüp bu kez dudaklarımı tek tek sırtındaki izlere bastırdım. Her birini geçmesi için öptüm, geçmeyeceğini bile bile ama bambaşka ve ilk defa içinde sadece Korel'in olmadığı bir anı zihnimde döndü.

"Bu çocuktan bıktım!" Ses yan odadan geliyordu, bir psikiyatri kliniğiydi, farkındaydım hatta hatırlamak bile kendimi orada bulmama neden oldu.

İdil Erezli'nin kliniğiydi, ben başka bir odadaydım ve içeriden Cüneyt Erezli'nin sesi geliyordu. Sadece onun değil Korel'in sesi de.

"Sakin ol, Cüneyt." İdil Erezli'nin o donuk sesi ve ardından çarpma sesi işittim. Oturduğum koltuğa daha fazla sindim.

Cüneyt Erezli, Korel Erezli'yi dövüyordu ve ben yan odadaydım. "Baba!" diye bağırdı. Başka bir çarpma sesi geldi, bu sesi nasıl tanıyabildiğimi bilmiyordum ama kemerdi. Korel'i kemerle dövüyordu. "Ben sana ne yaptım?"

"Kendini belaya sürüklüyorsun!" diye bağırdı Cüneyt Erezli. "O kızla beraber hepimizi ölüme sürüklüyorsun." O kız bendim, bunu anlamıştım.

"Cüneyt," demişti İdil Erezli ama engellemiyordu. "Sakinleş."

"Baba!" diye bağırmıştı, Korel. Ağlıyor muydu? "Vurma!"

Bir çarpma sesi daha, ardından tokat sesi. "Senden bıktım!"

Korel Erezli dayak yiyordu ve ben yan odada dinliyordum.

"Vurma!" diye bağırdı Korel, ardından, "Yardım edin!" dedi. Seslendiği kimdi? Seslendiklerinden biri de bendim.

Fakat o odadan çıkmadım, o koltuktan kalkmadım ve oturduğum yerden onun dayak yemesine kulak misafiri oldum.

Ağlamaya başladığımda elim sırtındaki izin üzerinde duraksadı; yanık izi değildi, bıçak izi de değildi, kırbaç izi gibiydi. Belki de kemer izi.

O günden kalma bir iz.

Korel bana yalan söylemişti, bazı izlerinde onunla beraberdim ve engellememiştim; o benim için bana yalan söylemişti.

Sessizce ağlamaya devam ettiğimde o izinin üzerinden öpemedim çünkü bunu hakkım olmadığını anladım.

O Korel Erezli'ydi ve ben Minel Karaer'dim, bütün her şey tam tersine dönüyordu; belki de zarar veren kişi aslında o değil, bendim.

Gözlerimi sıkıca yumdum, saatlerdir geçirdiğim o huzurlu zamanların huzursuz dakikalara dönüşmesine izin verdim, kendimi suçladım, kendime öfkelendim ve en sonunda ne olursa olsun, Korel'i bu kez koruyacağıma söz verdim.

Ve bu da çok uzun sürmedi.

Uykumdan büyük bir gürültüyle uyandığımda kapının yumruklanma sesini işittim, ardından bağırış seslerini ve küfürleri.

Birkaç saatlik huzur kısa sürmüştü, gerçeklere elbette ki geri dönmüştük ve artık hiçbir şey yolunda gitmeyecekti.