logo
1. ESİNTİ 2. RÜZGAR 3. FIRTINA 4. KASIRGA 5. GİRDAP 6. SİS 7. ÇİSENTİ 8. ŞİMŞEK 9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ 10. YAĞMUR 11. KIRAĞI 12. KAR 13. BUZ EMARE PUSULA, 14. GÜVEN SINIRLARI EMARE, PUSULA: 15. DOĞUM ve DÜĞÜM EMARE, PUSULA: 16. MELEZ EMARE, PUSULA: 17. TOHUM EMARE, PUSULA: 18. KORKAK ve CESUR EMARE, PUSULA: 19. UMUT GÜNEŞİ EMARE, PUSULA: 20. TÜCCARLAR ve ASİLLER EMARE, PUSULA: 21. KÜLÜN İZİ EMARE, PUSULA: 22. KIRIK PUSULA EMARE, PUSULA: 23. KUKLALARIN DANSI EMARE, PUSULA: 24. CEHENNEM ESİNTİSİ EMARE, MASKE: 25. TERK EDENLER EMARE, MASKE: 26. ANILAR ve ŞARKILAR EMARE, MASKE: 27. KANLI SU EMARE, MASKE: 28. BODA EMARE, MASKE: 29. DÖNÜŞ EMARE, MASKE: 30. SAVAŞ EMARE, MASKE: 31. OYUN EMARE, MASKE: 32. SIRLAR EMARE, MASKE: 33. SÖZ EMARE, MASKE: 34. SIRLARIMIZ EMARE, MASKE: 35. ARAF EMARE, MASKE: 36. EMANET EMARE, MASKE: 37. SANRI EMARE, MASKE: 38. HİSLER EMARE, MASKE: 39. ASLANLAR ve SIRTLANLAR EMARE, MASKE: 40. KALP RİTİMLERİ EMARE, MASKE: 41. OYUNUN BAŞLANGICI EMARE, MASKE: 42. ANLAŞMA EMARE, MASKE: 43. KAFES EMARE, MASKE: 44. BALIKLAR EMARE, MASKE: 45. İNANÇ ve GÜVEN EMARE, MASKE: 46. ŞEYTAN TAŞLAMA EMARE, MASKE: 47. YANGIN EMARE, MASKE: 48. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ EMARE, MASKE: 49. GERİ SAYIM EMARE, MASKE: 50. KONSER EMARE, MASKE: 51. MAHKEME EMARE, MASKE: 52. PROMETHEUS'UN DİLİ EMARE, MASKE: 53. GERÇEKLER EMARE, MASKE: 54. KABULLENİŞ EMARE, MASKE: 55. KOREL EREZLİ EMARE, MASKE: 56. RUHUN ÖLÜMÜ EMARE, MASKE: 57. EDGARDO EREZLİ EMARE, MASKE: 58. YÜZLEŞME EMARE, MASKE: 59. ÖL veya UNUT EMARE, MASKE: 60. AZAP (FİNAL) TEŞEKKÜR ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR 28. MAHKEME (KOREL EREZLİ'DEN)

EMARE, MASKE: 47. YANGIN

Views 164 Comments 1

Erezlilerin evindeki koltuk takımları, renkler, odalar, her şey değişirdi ama boş çerçeveler asla değişmezdi. Buna Korhan'ın getirdiği evde şahit olmuştum; bakışlarım duvarlardaki boş çerçevelerde gezinirken karnımda şiddetli bir sızı vardı, öyle bir sızıydı ki kötü bir şeyler olacak demek değildi bu, zaten o an kötü bir şeyler olduğunun sinyaliydi.

Hastaneden çıktıktan sonra Korhan bizi buraya getirmişti; iki katlı, İstanbul'un dışında eski bir evdi. Ne kadar eski olabilirse. Dört oda vardı; bir odaya ben ve Korel yerleşmiştik, diğer odaya Gürkan ve Büge. İki odaya bakmak bile istememiştim çünkü ortalık tozdan geçilmiyordu.

Korhan hastanenin gizli kapısından çıkmadan önce kullanmamız gereken eşyalara kadar sıralamıştı. Girmememiz gereken odaları da söylemişti. Burası İdil Erezli'nin gizli mabediydi, çalışmak istediği zamanlar buraya geliyordu.

Öyleyse boş çerçeveler de İdil Erezli'den geliyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Korel. Arkamdaki koltukta oturuyordu, elinde bir viski bardağı vardı. Bu kez hiçbirimiz onu içmemesi için engellememiştik çünkü bu duygu durumundan çıkışı alkolle olacaksa buna göz yumacaktık.

Çünkü demişti ki, bırakın kalbim zarar görsün ama biraz rahatlayayım, nefes alamıyorum.

Biz de göz göre göre Korel'in kalbinin zarar görmesini onaylamıştık. Bazen hayat böyleydi. Sevdiğiniz birinin karşınızda intihara adım adım yürümesini bile engelleyemiyordunuz çünkü biliyordunuz, o adımları atmazsa çok daha ani bir ölüm gerçekleşirdi; o da ruhun ölümüydü.

O yedi kişi tarafından taşlandıktan sonra Korel'in ruhunun öldüğünü hissedebiliyordum, öyle ki hastaneden beri ağzını bıçak açmamıştı. Büge de öyleydi. Hiçbirimize tek kelime etmiyordu, bizi görmezlikten geliyordu.

"Büyüdüğümü," dediğimde omzumun üzerinden ona baktım. Kaşında gazlı bez vardı, bir gözü mosmordu ve dudağı da yara içindeydi. Bacaklarına yediği sopalar yürümesini engelliyordu ama bunu bize belli etmemek için çaba göstermişti. "İlk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun? Ne kadar fevri bir kızdım ve şimdi ne oldu..."

"Hangi ilk tanıştığımız an?" dediğinde viskisinden birkaç yudum içti. "Birincisi mi, ikincisi mi yoksa üçüncüsü mü?"

"Üçüncüsü," dediğimde yutkunup karşısındaki tekli koltuğa oturdum. Gözleri alnımdaki gazlı beze kaydığında çenesinin kilitlendiğini gördüm; çok fazla dile getirmese de Gürkan'a ve bana olanlardan sadece kendini sorumlu tutuyordu.

"Merkezin girişindeydin, yanında Büge ve bir kız vardı. Kıyafetlerine, saçlarının duruşuna ve bakışlarına kadar hatırlıyorum ama hayır, Minel, büyümedin. Henüz değil. Sen hâlâ o karşılaştığım kızsın." Kaşlarım havalandı. "Çünkü insan kendini tanırsa büyür tamamen; sen kendini tanımıyorsun, geçmişini tam olarak bilmiyorsun, nelere sebebiyet verdiğinden bile haberin yok." Sesindeki öfke miydi yoksa kırgınlık mıydı? Belki de kendisine olan öfkesi? "Büyüyen sadece bendim ve merak ediyorsan seninle ikinci tanıştığımızda büyümüştüm, şu akvaryumdaki balıklardan bahsettiğimizde."

Dirseklerimi dizlerime yaslayıp parmaklarımı iç içe geçirdikten sonra, "Hatırlamadıklarım için beni suçluyorsun, değil mi?" diye sordum.

"Hatırlamadıkların için değil," dedi fakat devamını getirmedi.

"Ya ne?" Yine bir cevaba erişemedim. Viskisinden biraz daha içtikten sonra ayağının ucundaki şişeye uzanıp bardağa biraz daha doldurdu. O sırada yukarıda Büge'nin gür sesini duyduk; bir devrilme ve kavga. Gözlerimi sıkıca yumduğumda Korel bardağı kafasına dikti. "Sen suçlu değilsin," dedim ama buna ikna olmayacağını biliyordum. "Büge her zaman böyledir."

"Dokunduğum hayatları mahvediyorum," dediğinde bir kez daha şişeye uzandı, dili artık dönmekte zorlanıyordu. "Dokunduğum herkesi mahvediyorum. Babam haklıydı." Yerimden kalktım, yanına gidip oturdum, bir elim bacağına dokunduğunda dönüp bana bakmadı bile.

"Bana anlatabilirsin," dedim, gözleri gözlerime döndü. "Ben seni dinlerim."

"Dinler misin?" diye sordu ve geçmişteki o anılar bıçak çekerek karşımda dikildi.

"Dinlerim," dediğimde sesim titredi. "Artık dinlerim, Korel. Söz veriyorum, dinlerim."

"Peki ben kaç kez sana anlatırım, Minel?" diye sorduğunda, kalbime bıçak saplasaydı daha az canım yanardı. Dudaklarım aralandığında bakışlarını kaçırıp arkamdaki boş çerçevelere baktı. "Annem fotoğraflardan nefret ederdi, bütün çerçeveleri boş bırakırdı. Öyle ki evde bir fotoğraf bile yoktu. Neden, biliyor musun?"

"Neden?" diye sorduğumda tahmin yürütmemi beklediğini fark ettim. "Bazı insanlar fotoğrafların uğursuz olduğuna inanır, annen de bu şekilde düşünmüş olabilir."

Korel alayla gülüp başını iki yana salladı. "Keşke annem böyle şeylere inanan bir kadın olsaydı, Minel ama hayır, annemin tek inancı kendineydi ve fotoğrafların uğursuzluğuna değil samimiyetsizliğine inanırdı." Gözleri kısıldı. "Bu yüzden annemle beraber tek bir fotoğrafımız yok, ailecek fotoğraflarımız da öyle. Çünkü annem, bizim mutlu bir aile olmadığımızdan hep emindi, onun için bir yalanı duvara asmak yerine duvarın boş kalması daha geçerliydi." Elim yavaşça omzuna dokundu, başını elime yasladı, bakışları ise elindeki viski bardağındaydı. "Beni buna öyle bir inandırdı ki ben de aynı düşünceyle ilerledim ama sonra ne oldu, biliyor musun?" Başını yasladığı yerden kaldırıp bana baktı. "Bizim seninle bir fotoğrafımız oldu, beraber."

O zamana kadar biz geçmişte Korel'le bu kadar yakınsak neden hiç fotoğrafımız yok diye düşünmediğimi fark ettim ve o an, Korel'in dudaklarından bu cümleler dökülmüştü.

"Korel," dedim heyecanla ve gözlerimi açarak. "O fotoğrafı görmek istiyorum."

Korel gülümsedi. "Bir konsere gitmiştik, Teoman konseriydi. Yaşın küçüktü, ben de çok büyük sayılmazdım. Bir fotoğrafçı dolaşıyordu, fotoğrafımızı çekmek istedi. Çırpındım, direttim ama seni kıramadım. O gün, o konser alanında fotoğraf çekildik ve sen onu çerçevelettin. Defalarca bunu istemediğimi söyledim ama sonra dedim ki kendi kendime, anneme göre biz mutsuzduk fakat Korel ve Minel mutsuz değil ki. İlk fotoğrafım seninle oldu, biz beraber o fotoğraf karesinde gülümsedik. O çerçeveyi yanımdan ayırmak bile istemedim."

Geçmiş zaman kullanıyordu, geçmiş zaman canımı yakıyordu. Elimi yavaşça çektiğimde, "Ne oldu o fotoğrafa?" diye sordum endişeyle.

Korel bardağa bakıyordu ama sanki gördüğü bir cam bardaktan daha fazlasıymış gibi gözlerine acı doldu. "Esir tutulduğumda, denek olduğumda ve nicesinde bile yanımdan ayırmadığım o çerçeve yandı, Minel," dedi acılı bir nefesle. "Ben yandım, o çerçeve yandı ama şimdi bir tercih hakkı sunsalar ilk hangisini kurtaralım diye, o çerçeveyi kurtarın derim çünkü geçmişin mutlu zamanları bazen zihnimde siliniyor, çok korkuyorum senin gibi unutursam diye. Fotoğraflar oradadır, hep canlı durur."

Yutkunduğumda ne yapacağımı bilemedim ve yüzünü izlemeye devam ettim fakat o bana bakmıyordu ya da bakamıyordu. Kendime engel olamadım, onu ensesinden tutup çektim ve göğüs kafesime yasladım. "Geçmişte mutluyuz diye şimdiyi yok edemeyiz ya Korel," dedim ağlamaklı bir sesle. "Bir fotoğraf daha çekiliriz, yine mutlu oluruz ve onu çerçeveletiriz. Yanmaz bu kez, iki tane olur hem."

"Hayır," dediğinde sesi boğuk geliyordu. "Her şey o fotoğraftan sonra oldu, bir kez daha bunu tekrar edemeyiz, etmemeliyiz."

"Deme öyle," dediğimde çenemi saçlarına yasladım, sonra parmaklarımı saçlarında dolaştırdım. "Annen ve sen ayrısın, abinle de öyle ve babanla da."

"Babam haklıydı, Minel," dedikten sonra elindeki bardağı bırakıp bana sarıldı. Beni kendisine çekip kucağına aldı ama onun başı göğüs kafesimin üstündeydi. "Sadece zararsın, derdi bana. Sadece kötülükten ibaretsin. Utanç kaynağısın." Başını iki yana salladığında saçlarını daha fazla okşadım. "Hatta bir keresinde bana benim öz oğlu olduğundan şüphelendiğini söylemişti halbuki Korhan'ı el üstünde tutuyordu. Öyle sevmiyordu ki beni, bir baba değil, bir insan bir insandan bu kadar nefret edemezdi ama işte şimdi görüyorum. O hep haklıydı. Hepinizin hayatını mahvettim."

Ne dersem diyeyim düşünceleri değişmeyecekti, bunu görebiliyordum. "Korel," dedim, ellerimle yüzünü tutup bana bakmasını sağladım. "Kimin neye sebep olduğuyla değil, sevgiyle ilgileniyorum ben. Sana yaptığımızı seven herkes yapardı, beni duyuyor musun?" Ağlamıyordu ama ağlasa daha az canım yanardı; çenesi titriyordu, gözlerinin içi kıpkırmızıydı. "Sana güveniyorum, Gürkan sana güveniyor; sen acı çekerken ikimiz de öylece duramazdık. Bize bunu yaptıran sen değildin, sana olan sevgimizdi. İkimiz de pişman değiliz. Söylesene, sen olsan aynısını yapmaz mıydın?" Çocuk gibi başını aşağı yukarı salladı. "O halde?" dedim gözlerimi kısarak. "Neyin haklılığından bahsediyorsun? Neden bu haldesin?"

"Ya pişman olursanız?" diye sordu bir anda.

"Neden olalım?" dedim direkt. "Bizi pişman edecek tek şey, senin Prometheus olman, boşa savaşımız olurdu. Ama böyle değil, sen hiçbir zaman Prometheus olmadın. Sen onun bir piyonusun." Hiçbir cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti ama çenesi daha şiddetli titremeye başladı. "Değil mi, Korel?" dedim korkuyla, bu korku ona karşı bir tarafımın güvensizliğinden geliyordu. "Senin Prometheus olman imkânsız, Korel."

Beni onaylamadı ya da reddetmedi fakat yeniden başını göğüs kafesime yaslayıp gözlerini kapattığında kolları vücudumu daha sıkı sardı. Kalp atışlarını duyabiliyordum, o kadar hızlıydı ki; kendi iyiliği için biraz da olsa yavaşlasın istedim.

Gözlerimi sıkıca yumduğumda yana doğru yattığını fark ettim, ardından beni de kollarının arasına aldı ve bu kez, benim alnım göğüs kafesine denk geldi. Kolları daha sıkı dolanırken, iki kişilik koltukta uzandık. Gözlerimi bir an bile olsun açmadım çünkü hissetmek, görmekten daha kıymetliydi ve o arada, Korel'in kül kokusunu soluyabiliyordum.

Ama sadece bu kadar da değildi. Ateşin sesi vardı, çatırdıyordu; çığlıklar ve duman. Bu zihnimdeydi ve bir anı beni kucağına doğru çekiyordu.

Esir tutulduğum yer cayır cayır yanıyordu ve ben her zaman olduğu gibi camdan bir odanın içindeydim. Alevler her tarafa yayılıyordu, defalarca bana unutturdukları halde ezberletmeye çalıştıkları o defter elimdeydi.

Gözlerimi kocaman açmış, karşımdaki ateşi izliyordum. Çığlıklar, yanan insanların çığlıklarıydı ve benim kapımı sadece o gün kilitlemişlerdi; normalde hiç kilitlemezlerdi çünkü buradan çıkışım imkânsız olurdu.

Siren sesleri ötüyordu, alevler cama yaklaşıyordu, masam titriyordu ve ben sadece, kocaman gözlerle etrafıma bakıyordum. Tek hatırladığım, korkudan daha çok şaşkınlığımdı çünkü neler olduğunu anlayamıyordum.

Birisi yangını çıkarmıştı, kaç katlı olduğunu bilmediğim yer cayır cayır yanıyordu.

Sanki beni duyabileceklermiş gibi, "İmdat!" diye haykırdım, yumruklarım camı buldu ve art arda vurmaya başladım ama elbette ki kırılmaz camdı. Kapıya koştum, onu yumrukladım ama kimse yoktu.

Anı o kadar silikti ki zaman atlamaları oluyordu ama fark ediyordum; o tutulduğum yer, Korel'in de tutulduğu yerdi. Denek olduğu, uğruna savaş verdiği hatta onu boğdukları yerdi. Biz aslında aynı zamanda birbirimizden habersiz denek olmuştuk ve ben onu unutmuştum.

Silik anılarımdan o ana ait başka bir sahne daha zihnime düştü.

Onu gördüm, Korel'i, karşımdaydı. Alevler camlardaydı, odanın çevresini kaplamıştı ama o gelmişti.

Ve ben şu an onun Korel olduğunu bilsem de anının içinde tanımıyordum ama o beni kurtarmaya gelmişti.

"Kurtarın!" diye haykırdım ve o an, zihnimdeki anının içinde Korel'in bir kolunun boydan boya yandığını, üzerindeki tişörtün parçalandığını gördüm. Dövmeler yoktu, taze yanıklarla doluydu, az önce olan yanıklarla ama kapımı açmaya çalışıyordu.

Korel elini kapının demirine dokunduramıyordu çünkü avcunu yakıyordu.

Titremeye başladığımda Korel'in uykulu nefesini işittim, gözlerimi açıp bana sarılan bir kolunun elini aldım ve avuç içindeki o yanık izini gördüm; dövmelerle bile kapanmayan o izi.

Benim sırtımdaki yanık izine benzeyen o izi.

Korel kapıyı zorla da olsa kırarak açtı, göz göze geldik; o bana büyük bir merhametle baktı, bense ona bir yabancıya bakar gibi. Bu ona kaçıncı defa bu şekilde bakışımdı, bilmiyordum ama kapıyı açtığı an duman içeriye dolmuştu, nefes almakta zorlanıyordum.

Korel yanıma geldi, üzerimdeki beyaz önlüğü çıkarıp ağzımı onunla kapattı, ardından beni kucağına alıp odadan çıktı. Her yer alev alevdi, adım atacak yer yoktu, gözlerim yanıyordu.

Korel'in hırıltılı nefesleri artık kuvvetinin kalmadığını gösteriyordu ama koşmaya devam edip bir delik buldu; o delikten içeriye girdiğinde başka bir odayla karşılaştık. İleride insanlar yanıyordu, çığlıkları kulağımdaydı, Korel o tarafı da görmezlikten geldi, başka bir kapıya doğru yürüyüp açmaya çalıştı, o sırada acıyla inleyip elini sırtıma yasladığında çığlık attım; öyle bir çığlıktı ki sırtımın yandığını hissettim.

Sırtımdaki yanık izi. Yangının ortasında kalıp yanmamıştım, Korel beni kurtarırken kendi yangının ortasında kalmıştı; sırtımdaki o iz, yanan elinin iziydi.

Acıyla nefesimi verip yüzüne baktım; kaşları çatık, nefesi hırıltılıydı, uyuyordu. Bakışlarım çenesindeki ize kaydı, sonra boynundaki.

Dış kapıya gidene kadar Korel defalarca yandı ama benim yanmama izin vermedi. Defalarca özür diledi sırtımı yaktığı için. Defalarca öksürdü ama benim nefesimi düzeltmeye çalıştı.

Sanki ateşin yolunu biliyormuş gibi beni dış kapıya kadar getirdi ama vücudu tamamen kül kokuyordu çünkü yanmıştı.

Kapıdan dışarıya çıktığımızda gözleri gözlerimi buldu ve o an zihnimdeki Minel, onu asla tanımadığı halde bir elini yüzüne yerleştirdi; Korel çenesini kilitledi ama geriye kaçmadı. "Seni," dedim tam o sırada. "Bir yerden tanıyor muyum?"

Burnuma yanık kokusu doldu, ciğerim dumanı daha fazla kaldıramadı ve elim yüzünden düştüğünde aslında o yanık kokusunun da yüzünden geldiğini anladım.

Bakışlarım çenesindeki yanık izinden ellerime kaydı, işaretparmağım ile başparmağımdaki o silik yanık izlerini gördüm. Dikkatli bakınca fark edilen ama Korel'in çenesindeki kadar belli olmayan yanık izleri.

Yutkunduğumda Korel'le ilk tanışmamızda söylediği cümleler geldi aklıma.

O iz değil, emare, demişti, çenesindeki iz için. Benim için armağan.

Ona o armağanı veren bendim, benim sırtımdaki iz ise bir kurtuluşun iziydi. Korel'in beni kurtarışının ama kendisini kurtaramayıp yanmasının iziydi.

Gözlerimi açtığımda o yoktu, kimse yoktu, bir acil kapısının önünde, sedyedeydim ve bir erkek çocuğu hemen karşımdaydı, kucağında bir kedi vardı.

"O abi beni kurtardı," diyordu bana. "O abi sözünü tuttu."

Kendimi tutamayıp Korel'in yüzünü ellerimin arasına aldım ve art arda öpmeye başladım, derin uykusundan şaşkınlıkla uyandı ama bunu bile umursamadım. İlk önce yanaklarını, sonra alnını, ardından burnunu ve en son çenesindeki izi. Ağlamaya başladığımda Korel, "Ne oluyor?" diye fısıldadı.

"Özür dilerim," dedim ağlaya ağlaya. "Çok özür dilerim, çok özür dilerim, çok özür dilerim. Seni hatırlayamadığım her an için çok özür dilerim, Korel."

"Minel," dedi ama dudaklarımı yaralı dudaklarına bastırdım ve öptükten sonra geriye çekilip gözlerinin içine baktım.

"Hatırlıyorum, Korel," dedim acıyla. "Beni kurtardığını, o yangını, izlerini, asıl olanı." Yaprak sarısı gözlerine gölge düştü; yutkunduğunda bakışlarını kaçıracak gibi oldu ama asla buna izin vermedim. "Ben o gün seni tanıyamadım, değil mi? Ben seni unutmuştum, değil mi?" Hiçbir cevap vermedi, daha başka neler vardı? Aklımı kaçıracaktım. "Söz veriyorum," diye fısıldadım. "Artık kendimi unuturum, seni unutmam, Korel. Çok özür dilerim."

Başını iki yana salladığında dudakları alnımı buldu ve sonra parmakları bel boşluğumdaki yanık izine dokundu. "Ben özür dilerim," dedi beni öldürmeye yemin etmiş gibi. "Bu iz için."

"O iz değil," dediğimde gözlerinin içine baktım. "Emare. Benim için armağan."

Dakikalardır o kadar acıya rağmen ağlamayan Korel'in gözleri asıl o an doldu ve beni göğüs kafesine öyle bir çekip sarıldı ki, hayır dedim, bir katil bu şekilde sarılamaz, bir katil böyle güzel rol yapamaz, hayır, dedim, hayır. Bir katilin kalbi bu kadar güzel olamaz, benim hayatımı defalarca kurtaramaz.

"Korel," diye fısıldadım gizlendiğim yerde.

"Minel," dedi karşılık olarak.

Ben sana âşık oldum, dedi iç sesim, âdeta haykırdı ama dile getirmekte zorlandım. Dudaklarım aralandı, sonra bundan vazgeçip yeniden konuşmak istediğimde sanki dilimin üzerine alevler düştü. Beni engelleyenin ne olduğunu bilmiyordum ama o an, bunu ona itiraf edemedim.

"Bizim çok güzel zamanlarımız olacak," dedim düşüncemin yönünü değiştirerek. "Çok güzel anlarımız, fotoğraflarımız, geleceğimiz. Yaşayacağız Korel, kurtulacaksın. Çabala, bu çaba tek taraflı olmamalı çünkü ben yoruldum." Çenemi göğüs kafesine yaslayıp yüzüne baktım. Parmakları sakince yanağımı okşadı, sonra yaşları sildiğinde gülümsediğine şahit oldum, uzun zaman sonra gördüğüm o içten gülümsemelerindendi. "Yoruldum, Korel," dediğimde dudaklarım titredi. "Ne olur, sen de çabala, kendin için olmasa bile gelecek için ve varsa geleceğimiz için."

Yaşları sildi, yenileri aktı, onları da sildi, ardından saçlarımı önümden çekip, "Minel," dedi gözlerimin içine bakarak.

"Korel," dedim ve bu kez o ne söyleyecekse vazgeçti.

Kollarının arasına sıkıca alıp yüzünü benden gizledi; doğru mu, yalan mı söylediğini anlamadığımda, "Çabalayacağım," dedi. "Ne kendim ne geleceğim için. Çabalayacağım, en çok senin için."

Unuttuklarım aklıma gelirken yanında acıları da getiriyordu ve ben onları yeniden unutmak istiyordum çünkü anılarımın içinde artık Korel değil ondan sonrası vardı ve zihnimdeki Minel, Korel'i hiç hatırlamadan hayatına devam ediyordu.

Amcasıyla beraberdi, ağzını bıçak açmıyordu, herkese yabancıydı, sevgiden bihaberdi. Liseyi bitiriyordu, ders çalışıyordu, uyuyordu, ağlıyordu, kâbuslar görüyordu ve yeniden aynı şeyleri yaşıyordu.

Öyle bir silmişlerdi ki zihnimi, kalan anılar hem acıydı hem de Korel'in kokusu bile yoktu.

Onsuz, onu hatırlamadan yaşamaya nasıl devam etmiştim? Çünkü şu an bakıldığında o, hayatımın bir kısmı değil tamamı olmuştu; çocukluğum, öğretmenim, dostum, sırdaşım, arkadaşım, kurtarıcım. Bir insana tek bir kişiyi değil birçok kişiyi unutturmuşlardı çünkü Korel içinde benim için tek bir kişiyi taşımıyordu.

***

"Avukatın gayet iyi," dedi Korhan yemek masasındayken. Beşimiz evdeki yemek masasında oturmuş makarnalarımızı yiyorduk. Korel ağzındaki yaralardan dolayı yemekte zorlanıyordu bu yüzden aç olmadığını söylemişti; ben nedenini anlasam bile yine de çaktırmamıştım.

Büge'yle Gürkan'ın ağzını bıçak açmıyordu, Gürkan arada sırada Korel'le konuşuyordu ama Büge'yle aralarında soğuk rüzgârlar esiyordu, tıpkı benimle arasındaki gibi. Korhan ise akşamüstü gelmişti, dosyalarla. Korel'le mahkemeye çalışacaktı, avukatı birazdan gelecek, bize de ders verecekti.

Babamı aramıştım ama gelemeyeceğini söylemişti hatta düşündüğümden daha umursamaz davranmıştı, normalde defalarca arardı ama bugün sadece bir kez aramış, onda da gelemeyeceğini ama mahkeme günü orada bulunacağını söylemişti.

Ağız ucuyla da eve gelmemem gerektiğini belli etmişti. İnsanların benden korktuğundan ötürü mü, sokağa çıkarsam taşlanacağımdan mı yoksa başka bir nedenden miydi, anlamamıştım.

Büge sertçe çatalını tabağının yanına bırakıp, "Biz ne kadar süre bu evin içinde hapis kalacağız?" diye sordu Korhan'a hiddetle.

Korhan sakin bir şekilde makarnasından son lokmasını alıp yedi, ardından birkaç yudum şarap içip kadehi masaya yerleştirirken, "Korel'in suçsuz olduğu ilan edilene kadar," diyerek rahat bir sesle yanıt verdi. Bu rahatlık Büge'yi delirtiyordu, anlıyordum.

Korel Büge'nin yüzüne bakamıyordu. "Benim doktora gitmem gerek," dedi Büge kaşlarını çatarak.

"Biraz bekleyebilir."

"Bekleyemez."

"Bekleyebilir," dedi Korhan yeniden. "Ayrıca sevgilin doktor, ne doktorundan bahsediyorsun?"

Büge dişlerini sıkıp eline yeniden çatalı aldı fakat makarnaya batırmadı. Gürkan ise hiçbir şey söylemeden öylece durmaya devam etti.

"Bence Büge hastaneye gidebilir," dedim Korhan'a dönüp. "Onu kimse görmedi, Korel'i koruyanların arasında yoktu." Sesimdeki ima Büge'nin öfkeli bir nefes vermesine neden oldu.

"Olmaz," diyerek çıkıştı Gürkan. "Benim kız arkadaşımı bilenler biliyor, fırsat kolluyorlardır."

"Kız arkadaşını bu kadar düşündüğünü belli edeceğin zaman, şu zaman değildi." Büge'nin bıçak gibi cümlesinin ardından Gürkan öfkeyle ona baktı ve Korel başını kaldırıp Büge'yle göz göze geldi. Çok kısa bir an bakıştılar, ardından Büge dişlerini sıkıp Korel'den gözlerini kaçırdı. "Umarım bütün bunlara değer," dedi kendini tutamayıp. "Çünkü eğer değmezse kaybettiklerimizin bedelini kim ödeyecek, bilemiyorum."

"Büge," dedim uyaran bir ses tonuyla.

"Ne Büge?" diye tepki verdi. "Seneler sonra ilk defa mutluyum, hayatım yolunda, her şey istediğim gibi derken bu ateşin içine düştük. Benim için her şey iki katı zor, bunun farkında değil misin, Minel?" Kastettiği bebekti fakat bu ona karşı olan öfkemi engellemiyordu.

"Büge, yeter," dedi Gürkan sakince.

"Bencil adamın tekisin ve sen..."

Bunun üzerine Gürkan sertçe elini masaya vurup, "Yeter!" diye bağırdı ve bir bardak düşüp kırıldı. Büge korkuyla titreyerek geri kaçtı. "Sana defalarca söyledim, benim Korel'e can borcum var!"

"Gürkan," diye söze girecekti Korel ama Gürkan izin vermedi.

"O an iki elimi bağlasalar ben yine onun için koşardım, anla bunu ve asıl sen bencillikten vazgeç. Eğer bana âşıksan, bu âşık olduğun adamı tam da bu kaosun içindeyken sevdin. Şimdi ne değişti?" Bir kez daha elini masaya vurdu, Büge yine irkildi. "Benden önceki hayatın sanki tozpembeymiş gibi davranmaktan vazgeç, ben seni hiçbir şeye tercih etmedim ama annen seni bir içki şişesine tercih ederdi."

Gözlerim açıldığında Büge'den daha çok benim kalbimin kırıldığını hissettim hatta Korhan bile şaşkınlıkla dönüp bize baktı. Korel ise elleriyle yüzünü ovuşturup sanki o yüzüne yerleştirdiği ifadesizlik maskesini çekip koparmak istedi.

Büge acıyla derin bir nefes verdikten sonra hepimize baktığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Yutkundu, saçını kulağının arkasına itekledi, çenesini kaldırıp güçlü durmaya çalıştı ama bu imkânsızdı. Gözünden yaş aktığında elinin tersiyle sildi, sakince masadan kalkıp sandalyesini yerine yerleştirdi, ardından Gürkan'a baktı.

"Ben ve arkadaşın arasında bir tercih hakkı değildi bu," dedi titreyen bir sesle. "Çünkü böyle bir durumda beni seçmemen için çabalardım hatta sizinle gelirdim." Başımı iki yana salladım, Gürkan ise anlamayıp ona baktı. "Bu tercih hakkı, o ve çocuğun arasındaydı aslında." Hâlâ düz gözlerle bakmaya devam eden Gürkan, Büge elini karnına yerleştirdiğinde ne olduğunu anladı ve gözlerine korku oturdu, bakışlarına acı. Başını iki yana salladığında Büge'nin gözlerinden yaşlar düşmeye devam etti. "Bebeği aldırmak istersin diye sana sonradan söyleyecektim, babalık sana çok yakışırdı ama karar değiştirdim, Gürkan. Boş ver sen baba olma, ben anne olmayayım. Aldıralım bu bebeği çünkü bu cehennemde çocuk büyütülmez."

Gürkan ayağa kalkıp bir şey söylemek istedi ama dili tutulmuş, ağzı açık şekilde Büge'ye bakmaya devam etti. Büge oradan çıkmak istediğinde ise kolundan tutup çevirmekten başka hiçbir şey yapmadı.

Büge onu tutan eline baktı, ardından, "Benim annem beni bir içki şişesine tercih edebilir," dedi ağlayarak. "Ama ben çocuğumu hiç kimseye tercih etmeyeceğim için bu kadar çaba verdim, şimdi beni çok daha iyi anlıyorsundur." Kolunu sertçe Gürkan'ın elinden kurtarıp salondan çıktığında Gürkan omuzları düşmüş şekilde arkasından bakakaldı. Öyle zor bir andı ki ne yapacağını hiç bilmiyordu.

"Git," diye fısıldadım Gürkan'a. "Git ve içinden ne geliyorsa söyle Gürkan yoksa çok geç olacak, Büge'yi biliyorsun." Gürkan omzunun üzerinden bana baktı, ne demek istediğimi tam olarak anladığında salondan hızla çıktı.

Büge kendi canından çok rahat bir şekilde vazgeçebilecek o kadındı ve Gürkan, onun intiharına vesile olabilirdi.

Kısa bir sessizliğin ardından Korhan, "Vay canına," diye mırıldandı şarap kadehini masaya yerleştirirken. "Ne trajedi ama."

Parmaklarımı şakaklarıma bastırdığımda yanımdaki Korel'in ayağa kalktığını gördüm ve bakışlarımı ona çevirir çevirmez direkt bileğini kavradım. "Nereye?"

"Büge'ye bakacağım," dedi beni şaşırtarak. Korhan'ı neredeyse tamamen görmezlikten geliyordu. "Ben de onunla konuşacağım."

"Bence zamanı değil," dediğimde aslında aksini düşünüyordum; ya yıkılacak ya toparlanacaktı fakat tam olması gereken zaman o andı.

"Zamanı," diyerek başını salladı ve elini bileğimden kurtardı, o da salondan çıkıp gidince mecburen Korhan'la baş başa kaldık; kasvetli bir hava sanki etrafımda dönüyordu.

Korhan oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp kadehine şarap doldurdu, ardından bana da ikram etti, başımla reddetmeme rağmen onaylayıp şişeyi önüme bıraktı, sonra ayakta durmaya devam ederek elleri cebinde o da duvardaki boş çerçevelere bakmaya başladı.

"Çok korkunç, değil mi?" diye sordu işaretparmağıyla çerçeveleri göstererek. "Küçükken de çok korkardım."

"Sayılır," deyip kısa bir cevap verdim.

"Boş çerçevelerin nedenini biliyor musun?" Korel'in bana anlatıp anlatmadığını merak ediyordu, Korhan savcı olduğu için yanıt alması çok kolay olabiliyordu.

"Neymiş nedeni?" diye sordum ve ben de ayağa kalkıp kalçamı masaya yasladım ve kollarımı önümde bağladım.

"Benim yüzümden." Kaşlarım havalandı, ardından çatıldı fakat bunu görmedi, yüzünde alaylı bir gülümseme vardı ama o alaylı gülümsemenin altında derin bir acı yatıyor olmalıydı. "İdil Erezli beni hiçbir zaman kabul etmedi öz oğlu olarak, hiç de sevmedi. Hiçbir aile fotoğrafında olmamı istemedi, her fotoğraf çekildiğimizde yırtıp attı. Korel doğmadan önce," şaraptan büyük yudumlar içti, "yani İdil ona hamileyken aslında bütün bu çerçeveler ben, Cüneyt ve İdil Erezli fotoğraflarıyla doluydu. Bir gece, ani bir krizle bütün fotoğrafları çerçevelerden söküp çıkardı, hepsini yırttı. Çerçevelerin boş kalacağını söyledi. Ondan sonra da Korel doğdu, hiçbir şekilde beraber fotoğraf çekilmedik."

Üzülmüştüm hatta kalbimde ince bir sızı hissetmiştim ama bunları görmezlikten gelip öfkeyle ona baktım. "Ve bütün bunlara rağmen kardeşini hırsların uğruna geçen gün görmezlikten geldin, öyle mi?" Tek kaşını havaya kaldırdı. "İdil Erezli'nin sana olan nefretiyle ilgilenmiyorum ama ilgilenecek olsaydım Korel'i de babasının hiç sevmediğini söyleyebilirdim ve sen abisiydin. Çerçeveleri annesi boş bırakıyorsa sen doldurmayı öğretebilirdin, babasından koruyabilirdin. Korel'e sevgi verseydin annenin bile sana vermediği sevgiyi verebilirdi."

Korhan hazırlıksız yakalanmıştı. "Sanırım içindekileri dökeceksin, öyle mi?"

"Hayır, sadece sana karşı herkesin bir şekilde susmasından sıkıldım diyelim." Şarap şişesini elime aldım ve kadehe doldurmadan kafama diktim; eskiden yüzüm buruşurdu, şimdi hoşuma gidiyordu. Zaman geçtikçe iyileşmediğimi, aksine daha da kötüye gittiğimi o an fark ettim. "Dün gece bana anlattığın her şeyi düşündüm, Korhan hatta sana hak vermeye bile çalıştım ama bir noktada seninle ayrıldık: Bu nefreti Korel hiç hak etmedi. Bana gösterdiğin bütün raporlara gerçekten sahip mazoşist bir adam olsa bile sen onun abisiydin; başını okşaman, sevgi göstermen, şefkatini vermen, her şeyi geç onu koruman asla zor değildi." Başımı iki yana salladım. "Ama sen, ona büyük bir öfke içindesin, neden? Bunu hiç kendine sordun mu?"

Kısa bir sessizlik oldu, söylediklerimi sindirmeye çalıştı, ardından elimden şişeyi alıp o da kafasına dikti. Masaya yaslandığında benim gibi kollarını önünde bağlayıp, "Sana en dürüst halimle geleyim mi, Minel?" diye sordu.

"Lütfen," dedim başımı sallayarak. "Bana en dürüst halinle gel, en yalan halinden daha çabuk kabullenirim."

Korhan dönüp alayla bana baktı. "Bu hayatta Korel'i kıskandığım kadar kimseyi kıskanmadım çünkü onu annesi seviyordu, beni sevmiyordu, üveydim." Dudaklarım aralandı. "Biliyorum, babamızdan bahsedeceksin ama Cüneyt Erezli de beni sevmiyordu; sadece işine yarıyor, onun askeri gibi davranıyordum. Korel aptaldı, babama dikleniyordu; ben hep boyun eğiyor, onun söylediklerini yapıyordum. Bu yüzden babam bana dokunmuyordu." Gülümseyerek çerçevelere baktı. "Savcı değil, yazar olmak isterdim." Şaşırdım. Yüzüme bakmadan, "Şaşırma öyle," dedi. "Hayal kurmayı çok severim, yazmayı da öyle. Ama babam savcı olmamı istedi diye savcı oldum. Takım elbise giy dedi, takım elbise giydim, bira içme dedi, içmedim. Köşe başı barlara takılma dedi, takılmadım. Sözünden çıkmadım, beni kabullendi ama Korel tam tersimdi." Gözleri yeniden bana döndü. "Korel benim olamadığım kişi, Minel ve en çok bu yüzden onu kıskanıyorum. Bu kıskançlık bazen kine dönüşüyor, önüme geçiyor. O gün yarışta bana diklendi, normal bir abi tabii ki canını düşünürdü ama ben kinle onu yenmek istedim; bunu sana anlatamam, anlatsam da inanmazsın ama elbette pişman oldum."

"Pişman oldun mu gerçekten?" diye sordum.

"Oldum." Kısa ve net yanıtının ardından gözlerini kıstı. "Aylarca Korel'e kalbi konusunda yalvaran da bendim, kendine verdiği zararlar konusunda da. Onu tanımıyorsun, Minel. Tanıdığın tek adam, fedakârlıklarıyla Korel ama onun en büyük zararı kendine. Ölmek üzere olan biri için ne kadar çabalanırsa o kadar çabaladım fakat en sonunda bıraktım çünkü benden kaçtı, bana bakınca babamı gördü."

Samimi miydi yoksa yalanlar mı uyduruyordu bilemiyordum ama profiline baktığımda çenesinin kaskatı olduğunu görebiliyordum. İlk defa savcı Korhan Erezli'yi yıkılmak üzereymiş gibi görmüştüm, bu ifadesini o havuzun içinde sevdiği kadın öldüğünde bile görmemiştim.

Bağladığı kollarını açtı, beyaz keten gömleğinin kol düğmesine ulaştı, kolunu yukarı sıvadığında daha önce gördüğüm dövmesiyle karşılaştım. Simsiyah bir dövme, hiçbir anlamı yoktu ama iç tarafını çevirdiğinde damarının üzerindeki dikiş izini, dikişin etrafını saran siyah telleri gördüm; teller dövmeyle yapılmıştı ama öyle gerçekçi görünüyordu ki ürpermeden edemedim. Bakışlarım yüzüne çevrildiğinde gözlerim kocaman açıldı çünkü Korhan'ın gözleri dolmuştu.

"Bir cam parçası, bir nabız ve kesik, sonra da kan." Elim kalbime gittiğinde dehşetle ona baktım. "Korel doğduktan sonra İdil Erezli beni odama kilitlerdi, günlerce hatta bazen aylarca o odanın içinde kilitli kalırdım. Herkes uyuduktan sonra çıkış iznim vardı, ben Korel'i uzun bir süre tanımadım. Bana öfkeli olduğunu görebiliyorum ama ben de çok öfkeli büyüdüm, Minel. Herkese karşı. Hiç suçu yokken Korel'e karşı bile ama o benim kardeşim." Bileğini bana gösterdi. "Bu intihar girişimimde beni o odada bulup kurtaran kişi küçük Korel'di, benim de ona artık bir can borcum olduğunun farkındayım. Onu kurtarmak için elimden ne geliyorsa yapacağım fakat o odaya kilitli kalan Korhan'ı da susturamıyorum. Varsa bir çaresi susturayım ama üvey olsam bile İdil Erezli beni sevmeliydi, öyle değil mi? Bir çocuk odalara kilitlenmez, Minel. Aç susuz bırakılmaz, unutulmaz." Yutkunduğunda gözlerini tavana çevirdi ve benden kendisini gizledi. "Bir tercih hakkım olsaydı ben de bu aileyle büyümek istemezdim, o yetiştirme yurdunda kalmayı dilerdim."

Başımı acıyla iki yana salladığımda elim dövmeli kolunu bulup sıktı, bunun üzerine bakışları yeniden bana döndü. Dolan gözlerinde artık yaş yoktu, karşımda ağlamamak için verdiği savaşta galip gelmişti ama yüzündeki acı ömrüm boyunca silinmezdi. "Yaşadıklarınızın suçlusu ne sensin ne Korel," dediğimde gözleri, kolunu sıkan elime kaydı. "İdil ve Cüneyt sorumluydu. Şimdi bunu kurtaracak kişiler de sizsiniz. Ona sevgi verirsen sevgi bulursun, Korhan. Yap bunu, bir kez dene. Onunla yarışma, onunla birlikte yarış. Bu Korel için yeterli olacaktır."

Korhan dudaklarını birbirine bastırdı, ardından başını iki yana sallarken, "Onu kurtarabilecek miyiz?" diye sordu. Savcı olan oydu ama bu soruyu bana sormuştu; ilk defa Korhan'ı böyle çaresiz görmüştüm.

"Evet," dedim net bir sesle. "Çünkü ikimiz de biliyoruz, Korhan. O Prometheus değil."

Korhan beni onaylamadı, bakışlarını kaçırıp üzerime doğru eğildi, arkamdaki şişeyi alırken yüzü yüzüme yaklaştı. Birkaç saniyeliğine göz göze geldiğimizde bakışları yüzümde gezindi, ardından dudaklarıma indiğinde aklından ne geçtiğini o an anladım.

"Ona güveniyor musun?" diye sordu o yakınlıktayken. Ürperdiğimi hissettim, sesinde ve yüzünde hâlâ acı varken bana nasıl böyle bakabilirdi? Bu da benim aklımın oyunu muydu?

"Güveniyorum," diye fısıldadığımda bir kez daha dudaklarıma baktı, ardından gözlerini kıstı. Kalbim korkuyla birkaç kez attığında olduğum yerden öyle bir kaçıp arkasına geçtim ki Korhan aynı şekilde kalmaya devam etti. Sırtına bakarken başka bir nefes sesi daha işittim ve bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Korel'in bizi izlediğini gördüm; ne zamandan beri oradaydı bilmiyordum ama yüzündeki öfke öyle büyüktü ki soluğum kesildi.

Sonrası ise deprem etkisiydi çünkü Korel bir an bile düşünmeden sert yumruğunu Korhan'ın yüzüne geçirdi, şarap şişesi yere düşüp kırıldı ve ardından bir cam parçasını eline alıp Korhan'a savurdu. Çığlığım ikisinin arasına girdiğinde Korel'in ağzından dökülen kelimeler fazlasıyla ağırdı.

"Minel'e bir adımdan fazla yaklaşırsan," demişti Korel, "bir an bile düşünmem, diğer bileğini ben keserim; damarından akan kanınla da seni baş başa bırakırım."