Var olmak, ölüm ellerini uzatıp kendi kapısından içeriye alana kadar bir insana azap gibi gelebilirdi ve o azap, insanın kalbinde başlar, bedeninde yanar, ellerinden alevler çıkarırdı.
Herkesin elleri azaptan yanardı fakat yanan ellerle başkasına dokunup yakmak sadece bir tercihti.
Üç gruba ayrılıyorlardı: başkasını yakanlar, ellerini söndürenler ve kendileri yananlar.
İyilik hangisiydi, tartışılırdı fakat kötülük kesinlikle başkasını yakmak değildi çünkü azap içinde kıvranan ve elini söndüren başka birine ateşini bulaştırmak ödülden başka hiçbir şey olamazdı.
Evinin terasında sigarasını içiyor, yanındaki sehpanın üzerindeki viskisinden küçük yudumlar alıyordu. Gözleri hemen karşısındaki doğmak üzere olan güneşteydi. Uykuya küstü, nedeni anlaşılamazdı ama bu küslük uzun zamandan beri onunla beraberdi.
Omuzlarına dokunan elleri hissetti ve irkilmeden kokusundan karısını tanıdı, parmakları karısının omzundaki tek elini kavradı. "İdil," dediğinde başını kaldırıp baktı. "Uyumadın mı?"
"Biraz," dedi İdil ve kocasının yanındaki sandalyesine oturup kendisine ait olan boş bardağa ağır ağır viski doldurdu. "Uyumakta zorlandığım bir dönemdeyim."
"Ben de." Cüneyt Erezli duruşunu dikleştirip öne eğildi ve parmaklarını bardağının kenarında dolandırdı. Gözlerinin altı mosmor olmuştu. "İşin içinden nasıl çıkacağımızı bilmiyorum."
İdil Erezli derin bir nefes aldı, başını çevirip terasın kapısına baktı ve çocuklarının olmadığını kontrol ettikten sonra, "Ben bir çözüm biliyorum," diye fısıldadı. Elindeki viski bardağından yudumlarını alıp bardağı tekrar sehpaya koyarken sandalyesini kocasına yaklaştırdı. "Eğer bir çocuğumuzdan vazgeçmek zorundaysak o çocuğumuzun hangisi olacağını biliyoruz."
Cüneyt Erezli kaşlarını çattı ve bardağın etrafında dönen parmakları duraksadı. "Hangisi olduğunu sormak istemiyorum ama aklından geçeni biliyorum, neden o?"
Çenesini dikleştirip başını sağa yatırdı. "Büyüdükçe hatalar yapacak, hatalar yaptıkça canı yanacak, canı yandıkça kendinden vazgeçecek. Biz ondan vazgeçmezsek o kendinden zamanla vazgeçecek." Sehpanın üzerindeki bardağa tekrar viski doldurdu ve kocasının ellerini tutarak ona bakmasını bekledi. Kısa bir süre sonra Cüneyt Erezli ona baktığında, "Dinle," dedi. "Kendi canımdan ya da senin canından vazgeçmek istemiyorum."
İkisi de o an onları kapının ardından dinleyen bedenin farkında değillerdi; onları dinleyen beden, vazgeçilecek kişinin kendisi olduğundan habersizdi.
"Başka bir çözüm yolu yok mu?" diye sordu Cüneyt Erezli. Kendini bildi bileli ilk defa bu kadar duygu yüklü ve mutsuz hissediyordu; sadece duygulardan da ibaret değildi, çocukları onun için bir plandı ve ikisinin de planlarına göre büyümesi gereken ağaçlar olduklarını düşünüyordu.
Cüneyt Erezli çocuklarına suyunu, kendisine duydukları nefretle aşılıyordu.
"O istediğim gibi bir çocuk değil," dedi İdil Erezli; sesi gaddar geliyordu. "Onu istediğim gibi eğitemiyorum, sadece kendi istediklerini yapan ve kafasının dikine giden bir çocuk. Cüneyt, ondan vazgeçtiğimizde o ölmeyecek, sadece farklı bir şekilde nefes alacak, bunu neden anlamıyorsun?"
Cüneyt Erezli karısının gözlerinin içine bakarak, "İkisi de seni benden daha çok seviyor," dedi. "Emin ol böyle bir karar verdiğimizde ikisi de benden şüphelenecek."
İdil Erezli hafifçe tebessüm etti. "Onlara iyi bir anne olmaya çalıştım ama..." deyip duraksadığında Cüneyt Erezli tek kaşını kaldırdı. "Sadece ondan vazgeçmeye kendimi artık hazır hissediyorum."
Kapının arkasındaki beden elini cama koydu ve annesi ile babasına seslenmek istedi. Vazgeçilen kişinin kendisi olmadığını duymaya ihtiyacı vardı, içinden bir ses kapıyı açıp onların yanına gitmesi gerektiğini söylüyordu ama kendini durduruyordu.
İdil Erezli'nin gözleri kısıldı; bakışlarını kocasından ayırırken dolan gözlerini saklamaya çalıştı. Hisler gözlerine ulaşmıştı fakat bu hislerin adını kendi içinde defalarca tekrar ediyor, dile getiremiyordu.
Cüneyt Erezli dayanamayıp İdil Erezli'ye doğru eğildi ve alnına bir öpücük kondurduktan sonra, "Neden böyle hissettiğini biliyorum," dedi.
İdil Erezli sessizliğini korurken gözlerini kapatıp uzun bir süre öylece durdu. Yolları yürüyordu, yolları yürürken her adımında yanındaki canlı çiçekleri görüp gülümsüyordu; çiçekleri arkasında bıraktığında ise o çiçekler çoktan ölmüş oluyorlardı.
"Bu kadar zor olmamalıydı," dedi İdil ve kafasını iki yana salladı. "Bu kadar üzmemeliydi ama zorundayız."
Cüneyt Erezli bu sefer de, "Neden onu seçtiğini biliyorum," dedi. "Evet, seçme nedenin mantıklı olabilir, başka bir anne de senin gibi düşünebilirdi ama yine de bakıldığında," viskisinden birkaç yudum aldı, "onları, kendi hayatımdan vazgeçecek kadar sevmediğimi görüyorum. Bu beni çok kötü bir adam ve iğrenç bir baba yapar."
"Hayır bebeğim," dedi İdil ve gözlerini açtı. "Sen hep böyleydin, en başından beri çocuk istemezken ben istedim ve sen kabul ettin. İkimizi birbirimize bağlayan da bu, benzerliklerimiz ve farklılıklarımız. İkimiz de mükemmeli istiyoruz, ikimiz de planlarımızı yapıyoruz, ikimiz de gerçekçiyiz, ikimiz de duygusal değiliz ve ikimiz de kuralcıyız."
Kapının ardındaki beden duyacağı gerçekten korkarak yavaşça dizlerinin üzerine çöktü ve anne babasını dinlemeye devam etti.
Cüneyt Erezli en sonunda, "Feda edelim o zaman," dediğinde İdil'in gözlerindeki o aydınlanmayı gördü. "Tercih hakkı senindi, sen tercihini yaptın."
"En doğrusu buydu." Elini kalbine götürdü ve ardından kocasının elini de tutup kalbinin üzerine koydu. "Kalbim huzursuz değil, içim rahat."
Cüneyt Erezli, kalbindeki elini kadının yüzüne koydu ve parmağıyla yanağını severken, "İçten içe inkâr ettiğini biliyorum ama nedenin ortada," dedi. Birbirlerine büyük bir aşkla bağlı değillerdi, aralarında aşk bile yoktu. Onların arasındaki sadece tekil bir şekilde yola devam etmek yerine beraber adım atarak çoğul olmak ve zekâlarını birleştirmekti.
"Nedir o?" dedi en sonunda İdil ve kapının ardındaki beden kapıya biraz daha yaklaştı.
Cüneyt Erezli'nin bakışları değişti ve karısının yüzünden elini ayırırken, "Seni tanıyorum," diyerek onun aklından geçenleri okudu. "Sana gerçekten ait olmayan, öz olmayan bir çocuk ilk feda edeceğindir. Üvey evlat senin için her zaman elinde tuttuğun bir yapbozdu ve sen artık o yapbozu birleştiremeyeceğini anladığın için dağıtıp parçalayacaksın."
İdil Erezli sustu, zaman sustu, aydınlanmaya başlayan gökyüzü sustu, kuşlar bile sustu.
Kapının ardındaki beden, vazgeçilen kişinin kendisi olduğunu duyduğunda ellerinin içine baktı ve söndürdüğü azap ateşini parmaklarının ucunda hissetmek istedi, tekrar yansın istedi.
Bir gün, başka bir azap ateşi onun elleriyle buluşacaktı ve o zaman, ellerindeki ateşi hiç söndürmeyecek, başka kimseyi yakmayacak, kendisi yanarken bütün dünyayı ateşi altına alacaktı.
***
Bulutlar yeryüzüne inmişti ve yeryüzü bulutların olduğu yerde alev alev yanıyordu. Bu kadar ateş beni çepeçevre sararken, bulutların üzerindeymişim gibi hissettiren duygunun adı neydi? Korel'in dudakları dudaklarımdan ayrıldığında bir elim yakasını sıkıca kavramıştı. Güneş battığı için gökyüzünde sadece soluk mavi bir renk vardı ve o renk, Korel'in yüzünde parçalanıyordu; gözlerime bir şeyler mi olmuştu yoksa Korel'in yüzünde hâlâ güneşin bıraktığı o güzel ışık mı vardı?
Saçlarım papatyaların arasında dağılmış dururken, önüme gelen saçı geriye attı ve papatyaların arasında dağılmış olan saçlarıma baktı. Aralık duran dudaklarından süzülen nefesi sık ve hızlıydı. Yakasında tuttuğum elimi hızlıca kalbine indirdim ve hiç beklediğim şekilde son sürat avcumun içinde atan kalbini hissettim.
Gözleri saçlarımdan tekrar gözlerime kaydı ve dudaklarına yapaylıktan uzak bir tebessüm kondurdu. Kurumuş yaprak sarısı gözlerine baktığımda, aykırı bir şekilde o yapraklar tekrar canlanabilirmiş gibi geldi.
İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu ve zihnimde onu ilk gördüğüm gün dönüyordu; Anekdot Merkezinin kapısından girişi, motosikleti, bana bakışları, o bakışlarda hissettiğim soğukluk ve aynı şekilde sıcaklık. Şimdi adlandırabiliyordum, Korel'in gözlerindeki ifadede en çok intikam vardı fakat artık duyguyu göremiyordum ya da Korel gizliyordu.
Lunapark geldi aklıma, yanımda oturuyordu. Ona mızıka çalmıştım, o gece kendimden vazgeçmeme ramak kalmıştı ve beni engelleyen kişi yine Korel olmuştu.
"Hatırlamadığım daha neler var, kimbilir," dedim sesli düşünerek. Korel bedenini yavaşça benden uzaklaştırdı, bacağını bacağımın üzerinden çekti. "Bana hepsini anlatır mısın?"
Korel'in dudaklarındaki tebessüm, üzerine yattığımız papatyalar gibi ilk önce rengini kaybetti, ardından kurudu. Bakışları değiştiğinde az önce beni öpen adamın gittiğini anladım. Yattığı yerden doğruldu ve bağdaş kurup oturdu. Bir papatyayı sertçe çekip eline aldığında, "Vazgeç," dedi ve papatyanın yapraklarını tek seferde kopardı. "Geçmişinden vazgeç, benimle geçirdiğin zamanlar bile olsa vazgeç çünkü sana zarar veriyor."
Haklıydı, Korel'in sürekli haklı olması can sıkıcıydı ama sonuna kadar haklıydı.
"Haklısın," dedim ve ben de yattığım yerden doğrularak onun gibi bağdaş kurdum; yüzüne bakıyordum fakat o benim yerime elindeki papatyaya bakıyordu. "Geçmişimle ilgili her acıya göğüs gerebileceğimi düşünüyordum ama daha ilk engebede tökezleyip düştüm. Vazgeçmek istiyor muyum?" Düşündüm, dağılmış saçlarına baktım ve parmaklarımın izini saçlarında gördüm; Korel'in nefesi hâlâ düzensizdi. "Çok fazla istiyorum ama geçmiş artık benden vazgeçecek mi? Sanmıyorum. Bir kere onu istedim, tadını aldım, zihnime uğradı. Peşimi bırakmayacak."
Bu sefer de ben haklıydım, haklıydım ki Korel bir şey söyleyemedi fakat dudakları düz bir çizgi halini aldı. Geçmişin artık peşimi bırakmayan bir bela olduğunu hissedebiliyordum.
Korel'in varlığı bile bana birçok acıyı anımsatıyordu, bunu ona söyleyemezdim ama yüzüne baktığımda içimi acıtan bir şeyler vardı.
"Geçmişimle nasıl yaşayacağım?" diye sordum Korel'e. "Sen nasıl yaşayabiliyorsun? Her nasılsa bana da öğret."
"Farkımız ne, biliyor musun? Ben geçmişim için yaşıyorum, Turuncu ama sen geleceğini inşa etmeye çalışıyorsun."
"Korel, senin bir geleceğin var, bunu biliyorsun, değil mi?" Kendinden sürekli bu şekilde bahsetmesi canımı acıtmaya başlamıştı. Korel umursamazlıkla omzunu silkti. "O kadar mı kötü senin geçmişin?" diye sordum. Fark ettiğim, ne kadar bencil olduğumdu. Kendimle savaşmaktan ona hiçbir zaman dokunmaya çalışmamıştım; sorgulamıştım fakat peşine düşmemiştim. Korel benimle istemesem de geçmişim için savaşırken, ben onun tek itişinde yaşanmışlıklarına arkamı dönmüştüm.
"Önemi yok." Sesi tuhaf çıkıyordu, hâlâ yüzüme bakmaması kaşlarımı çatmama neden oldu. "Savaş verdiğim, vermeye devam ettiğim her ne varsa benimle ve asla silinmeyecek, unutulmayacak, canlı kalacak. Benim için önemli olan bu."
Gözlerim çenesindeki ize, ardından üzerindeki siyah kazağına ve siyah kazağının ardındaki izlerine odaklandı. "Bana hiçbir zaman anlatmayacak mısın?" Düzeltmek istedim. "Anlattıysan tekrar anlatmayacak mısın?"
Korel başını kaldırıp bana baktı ve yüzümü inceledikten sonra altdudağını dişlerinin arasına yuvarladı. Düşünüyormuş gibi bir süre gözlerini yüzüme dikti, sonrasında ise hiçbir şey söylemeden dudaklarını serbest bıraktı.
Ona yardım etmek istiyordum.
Korel'in bana anlattığı ya da anladığım bütün acılarını gözden geçirirken, "Sana yardımcı olabilirim," dedim ama sesim çekingen çıktı. "Annenin yaşadığına inanıyorsan yaşıyordur, onu bulabiliriz."
Yüzünün şekli değişti, alnındaki bir damar belirginleşti. Hızla oturduğu yerden kalktığında şaşkınlıkla ona baktım fakat o, "Kalk," dedi sert bir sesle. "Hava karardı, birazdan da soğuk olur. Eve gidelim."
"Sadece sana yardımcı olmaya çalışıyorum," deyip oturduğum yerden kalktım. "Yüzüme her seferinde kapıyı çarpacak mısın?"
"Annem hakkında konuşmak istemiyorum," dedi sadece; öfkesini kontrol altına almaya çalıştığını fark ettim. "Hiçbir şey hakkında konuşmak istemiyorum, beni boş ver, sorgulama, uğraşma, yargılama. Beni sadece boş versene."
Önceden olsa bunu yapabilirdim, artık kendimde o kuvveti bulamıyordum fakat Korel'e bunu söyleyemedim.
Vazgeçtiğim geçmişim bir tarafımda bana boyun eğerken diğer tarafta geleceğim duruyor gibiydi ve o gelecekte sadece Korel'i görürken, nasıl olurdu da onu görmezden gelebileceğimi düşünürdü?
Motosikletine doğru yürümeye başladığında peşinden onu takip ettim. Başımı çevirip tekrar geldiğimiz yere baktığımda burasının Korel ve benim için özel bir yer olduğunu anlamıştım. Manzarası muhteşemdi, hemen karşıda Kız Kulesi'ni görebiliyordum, liman dibimizdeydi. Gemiler her kalkışında gürültülü sesler çıkarıyordu.
İstanbul ışıl ışıldı, sokak lambalarını açmışlardı, her yer turuncuydu. Böyle bakıldığında ne kadar da sakin bir şehir gibi görünüyordu.
"Hadi," diye seslendi Korel.
"Burası çok güzel," deyip onu arkamda bıraktım ve uçurumun kenarına doğru yürümeye başladım. Gökyüzü lacivertiyle vedalaşmıştı ve Tanrı mürekkebini siyaha dokundurarak bizi karanlığına almıştı.
İstanbul'un üzerimde bıraktığı etkiyi yeni yeni fark ediyordum.
Bana kendimi milyonlarca insan arasında yalnız hissettiren bir şehirdi ve kendimi bir gün o şehrin içinde kayıp gidecekmiş gibi görüyordum. Bir caddesinde, bir sokağında belki de bir barında ya da bu uçurumun kenarında kaybolacaktım. Bu bir ölüm değildi, ruhum bile kaybolacaktı.
Kollarımı kendime sarıp denize baktım; gemiler sakince giderken, Korel'in nefesini hemen arkamda hissettim ve gülümseyerek, "Kendimi şu gemi gibi hissediyorum," diye fısıldadım. "Yavaş yavaş bu şehirde kaybolacağım, tıpkı onun denizde yavaş yavaş kaybolması gibi."
Korel arkamdan yanıma geldi. Göz ucuyla ona baktığımda gemiyi izlediğini gördüm. "Bu şehir bana hep çok korkak gelmiştir," deyip gemiyi işaret etti. "Bu korkak şehrin gemiyi yok etmeye gücü yetmez."
"Belki de." Verdiğim kısa cevap Korel'e yetersiz gelmişti. "Yine de limana uğruyorum ama sen Kız Kulesi gibisin. Ulaşmak zor, sırlarla dolusun ve uzaktan izliyorum. Işıklarını yaktığında hayranlık duyuyorum ama sana ulaşmak için limandan uzaklaştığımda o deniz beni yutacakmış gibi hissediyorum."
Korel güldü ve bana baktı. "Deniz olmadığımı nereden biliyorsun ya da İstanbul olmadığımı? Belki de ben hepsiyimdir."
Elini omzuma koyup çekti. "Hadi gidelim, soğuk oldu."
Arkasını dönüp motosikletine doğru yürümeye başladı. Sırtımı manzaraya dönüp onun arkasından bakarken, "Korhan'la konuşmak istiyorum," dedim. Korel aniden durdu ve omzunun üzerinden bana baktı.
"Geçmişi bıraktığını söylemiştin."
"Bunun geçmişle bir ilgisi yok," deyip yanına ilerledim. "Korhan'a karşı hissettiğim vicdan azabının ölçüsü yok, onunla konuşmak istiyorum."
Korel burnunun kemerini sıktı. "Ne konuşmayı düşünüyorsun? Özür mü dileyeceksin? Korhan'ı iyi tanırım, çok az şeye değer verir fakat değer verdiği şeyler elinden alındığında bambaşka bir adama dönüşür."
"Umurumda değil," dedim ve yanından geçip motosiklete ilerledim. "Ablama karşı hissettiğim bir vicdan azabı var Korel; o yok ve onunla konuşamıyorum ama Korhan yaşıyor, ne söyleyecekse söylesin istiyorum. Özür dilemeyeceğim, sadece kendimi ona sunacağım ve acısını çıkarmasını bekleyeceğim."
Korel'i öfkelendirdiğimi fark etmiştim fakat düşüncemden vazgeçecek gibi de değildim. "Annenin tercihi yüzünden kendine bunu yapma." Konu bambaşka noktalara çekiliyordu.
"Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum." Korel gibi davrandığımı fark etmek kendime gülmeme neden olmuştu; Korel neye güldüğümü anlamayıp kaşlarını kaldırdı. "Annesi tarafından vazgeçilen bir çocuk olmak ne demek anlayamazsın; annem pişmanmış."
Kumarhanede geçirdiğim geceden sonra anneme karşı ne hissediyordum? Öfke, kin, belki de nefret? Hiçbiri yoktu. En çok hayal kırıklığı ve onun yanında gerçeklerin verdiği ağır yükü hissediyordum. Annem için hiçbir zaman önemli olmamıştım, annem için gerçek bile olmamıştım; onun için vazgeçmeye hazır olduğu çocuğuydum. Zihnimi kurcaladığım zaman neden annemle olan güzel bir anımla karşılaşmadığımı şimdi anlıyordum. Annem bir şizofreni hastasıydı ve bu hastalık, onun sevgisini hissetmememe neden olmuştu; bana hiçbir zaman şefkatle sarılmamış, büyük bir istekle kucaklamamıştı.
Annemin belki de en büyük günahı bendim.
"Anlayabilirim," dedi Korel sadece. Yüzünün şeklinin değiştiğini fark ettim. Onu incelediğimi fark ettiğinde, "Anlatırsan anlarım," diyerek düzeltti.
"Annem beni bir günah gibi görüyormuş, Korel," dediğimde kumarhanede hissettiğim acıyı yine duyumsuyordum. "Korhan'ın da aynı şekilde hissettiğine eminim. Benim yüzümden sevdiği kadın öldü."
"Korhan oraya gelmeyi istedi, suçlu değilsin."
"Korel, ona karşı neden bu kadar vefasızsın?" Bu dikkat ettiğim bir detaydı. "Ağabeyin belki de en büyük acıyı çekiyor şu an fakat sen yanımdan ayrılıp onun yanına bile gitmiyorsun. Ona karşı neden bu kadar gaddarsın?"
Motosikletine doğru yürüdü ve arkada duran kaskı bana uzattı. "Yanında isteyeceği son insan bile değilim. Hatta Korhan şu an yanında kimseyi istemiyordur. O her şeyi yalnız halletmeyi sever."
Kaskı elinden aldım ve başımdan geçirmeden önce, "Nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordum. Korel onaylayarak başını salladı. "O halde beni ona götür, sen götürmezsen kendim bir şekilde ulaşırım ve bunu yaparım, emin ol."
Çenesini sıkıp kaşlarını çattı. "Benim sözümü dinlemeyen bir tarafın hep olacak, değil mi?"
"Daima," dedim ve kaskı başımdan geçirdim.
Korel yüzüme bir süre daha baktı. "Ona karşı vefasız değilim," dedi en sonunda dayanamayıp. "Bazen birine iyi gelmeyeceğinden eminsen onu sadece uzaktan izlersin ve düşecek gibi olursa tutarsın. Korhan benim için hep böyleydi ama bir kere yere düştüğünü görmedim."
Korel, Korhan'ı seviyor muydu çözemiyordum ama aralarında anlamlandıramadığım ya da ismini koyamadığım bir rekabet varmış gibiydi. Belki Korel tarafından yoktu ama Korhan açısından o rekabet varmış gibi geliyordu.
Motosikletine bindikten sonra, "Kollar," diyerek ona sarılmamı bekledi. Kollarımı beline doladığımda ayaklarını yerden kaldırdı ve Korhan her neredeyse oraya doğru gitmeye başladık.
Yolda kayar gibi giden motosikletin bu sefer acelesi yok gibiydi. Evden çıkarken acele eden Korel ile şu anki Korel arasında dağlar kadar fark vardı. Kasktan rahatsız olsam da sırtına yaslanıp yandan yolu izledim.
Az önceki geldiğimiz yol değildi. Araçlar fazlaydı, ses yüksekti; korna sesleri ile şehrin trafiği yüzümü buruşturmama neden olurken başka şeyler düşünmek istedim fakat o sırada zihnimde Korel'in beni öptüğü an canlandı ve karnıma bir ağrının saplandığını hissettim. Kalbimin üzerine kaynar su dökülüyormuş gibi olduğunda parmaklarımla dudaklarıma dokunmak istedim fakat elime tek çarpan kaskın metaliydi.
Hayatımda ilk defa yaşadığım bu duyguyu unutabilmem imkânsızdı; şimdi şu an hafızamı silmeye çalışsalar hatta başarıp silseler yine de Korel'in dudaklarının bende bıraktığı hissi unutamazdım.
Yol düşündüğümden daha uzun sürdü ve sonunda durduğunda geldiğimiz yeri tanıdığımı fark ettim. Kaskı yavaşça başımdan çıkarırken, kısık gözlerle eski dans atölyemin olduğu yere bakıp, "Burada ne işimiz var?" diye sordum.
Korel motosikletin motorunu durdurduğunda, "Diğer tarafa bakmayı dene," diyerek arkamı işaret etti. "Burası benim mekânım, senin değil."
Söylediği yöne döndüm ve eski dans atölyemin olduğu yerin karşısındaki barı gördüm. Motosikletler barın köşesine sıra sıra dizilmişti, neresi olduğunu hatırladım.
Burası Korel'in ve motosiklet yarışlarına katılan herkesin geldiği tek bardı. Bu bara bir ya da iki kere Büge'yle gelmiştim fakat hiç dikkatlice incelememiştim.
"Korhan burada mı?" dedim ve motosikletten Korel'in yardımıyla indim. O da indiğinde bara doğru baktı.
"Tek bakabileceğim yer burası. Korhan canını sıkan şeyleri düşünmek istemez ve düşünmek istemediğinde ya yarışlara katılır ya da buraya gelir. Bugün yarışlar yok."
"Ya burada değilse?" dedim mutsuz bir sesle.
"Bildiğim başka bir yer yok," deyip gergin bir şekilde nefesini verdi. "Konuşmak zorunda mısın?"
Kafamı salladım ve barın girişindeki insanlara baktım. Kapıda bir tane adam duruyordu ve girenlerin elinin tersinde bir şeye bakıyordu.
Korel bara doğru yürümeye başladı, ben de onu takip ettim. "Herkes giremiyor mu buraya?" diye sordum.
"Daha neler," deyip alayla güldü. "Eskiden herkes girebiliyordu fakat artık öyle değil. Burası sadece bizlere özeldir."
"Kumarhane gibi," dediğimde Korel'in gülüşünün solduğunu gördüm. "Damga mı var?"
"Yok, damga değil ama ona benzer bir şey," diyerek kapıdaki adamla uzaktan selamlaştı. "Herkeste aynı dövme var, hepsinin dövmesini de ben yaptım. O dövmeyi taşıyamayan giremez."
Adımlarım duraksadı fakat Korel yürümeye devam etti.
"Ama bende dövme yok."
Korel durdu ve kolumdan çekerek, "Benim yanımdasın Turuncu," dedi övünerek. "Boyun kısa olabilir, görünmeyebilirsin ama yanında ben varken en uzun sensin, unutma."
"Ha ha ha," diyerek yapay bir şekilde güldüm. "Çok komiksin, bir ara hatırlat da boyum hakkında yaptığın bütün esprilere tek tek güleyim."
Bir şey söylemedi ama yüzündeki gülümsemeyle barın önüne geldiğimizde, "N'aber Cem?" diyerek adamın omzuna vurdu. Barın ismine gözlerim takıldığında daha önce hiç dikkat etmediğimi fark ettim.
Hell Races.
Buraya yakışan bir isimdi.
"Eyvallah Sırtlan, sen?" diye karşılık verince suratımı buruşturdum. Korel Sırtlan denilmesinden son derece memnundu fakat ben aynı düşüncede değildim.
Korel benim için bir leş yiyen değildi.
"Eyvallah," deyip içeriye girdi; girerken benim kolumdan tutmayı da ihmal etmedi. Kapıdaki adam bir kere olsun yüzüme bakmamıştı. Gerçekten Korel'in inine giriyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.
İlk başta uzun, kırmızı aynalı bir koridorla karşılaştık ve müzik sesi gitgide yaklaşmaya başladı. Her adım attığımızda parçalı şekilde duran aynada yüzüm de sanki parçalanıyordu. Korel dümdüz tam karşısına bakıyordu, beni tutan eli uzaklaşmıştı, hiçbir teması yoktu. "Değişmiş burası," dedim Korel'e aynadan bakarak. "Önceden böyle değildi, koridor yoktu."
"Ben değiştirdim," dedi sadece. "Senin gibi bebeklerin girmesini engelleyen de benim."
Aynalı koridordan geçip barın olduğu tarafa yöneldiğimizde bir R&B şarkısı kulaklarıma doldu. İlk gözüme çarpan, kocaman alandaki pist ve büyük fıçılardı. Masalar yoktu, motosiklet yarışlarının olduğu yerdeki gibi büyük fıçılar vardı fakat ateş de yoktu. İnsanlar fıçıların etrafında dans ediyor, kimisi büyük alana çıkıyordu.
Kızlar, beklediğimden ve düşündüğümden daha açık giyinmişlerdi. Evet, beklediğim kesinlikle bu değildi; motosiklet yarışlarına gittiğimde az çok tarzlarını anlayabilmiştim fakat bu sefer daha fazlasıydı. Neredeyse yarısının üzerinde sadece sutyen vardı, gerisi ise mini elbise ve bol dekolteli kıyafetler giymişlerdi. Beni ilgilendirmezdi, kimsenin kıyafetlerine laf söyleyecek karakterde biri değildim fakat Korel'in nasıl ortamlara girdiği ve nasıl kadınlarla takıldığını şimdi daha net görebiliyordum; hepsi çok güzeldi.
Kendi üzerime baktım.
Kapüşonlu bir üst ve kot pantolon giyiyordum.
Başka bir kız olsa bu durumda sinirlenebilirdi fakat ben kendi kendime gülmeye başladım ve Korel güldüğümü fark edip, "Neye gülüyorsun?" diye sordu.
"Hiç," dedim ama gülmeye devam ettim. "Sadece buraya ne kadar da çok yakıştığımı düşünüyordum."
Korel ne demek istediğimi anlamadı ve kaşlarını çatıp önüne geri döndü, barda ilerlemeye devam etti.
Büyük alan ve fıçıların arka tarafında siyah deri koltuklar, fıçıdan kısa masalar vardı. O masalarda oturanların yaşları daha büyük gibiydi. Erkeklerin yanında oturan kadınlar da yaşça daha büyüktü.
Erkekler çok rahat görünüyorlardı, çoğunun gözünde yine güneş gözlüğü vardı; nedenini bildiğim için sormadım. Barın içi duman altıydı, her yerde sigara içiliyordu. Piste yaklaştıkça dumanın içine daha fazla giriyorduk ve burnuma terle karışık sigara kokusu doluyordu.
Barın duvarları simsiyah renkteydi ve afişlerle doluydu; genel olarak vintage posterlerin olduğu yerde gözüme ilk çarpan ertesi gün yapılacak dans yarışmasının duyuru afişiydi. O afişin yanında başka duyurular da vardı fakat gözüm bir tek ona takılmıştı. Korel nereye baktığımı gördü fakat aldırış etmeden başını geri çevirdi.
Biliyordum, dans serüveni ve dans yarışması benim için tamamen bitmişti.
Birisi yanımıza geldi ve Korel'e İngilizce bir şeyler söyleyip omzuna vurdu. Korel de aynı şekilde akıcı bir dille İngilizce karşılık verdi; gülümseyerek konuştuğu adam Korel'in yaşlarında gibiydi. Saçları kumraldı ve boyu Korel'den kat kat kısaydı.
Korel bir süre adamla İngilizce bir şeyler konuştu; sonunda yanımızdan uzaklaştığında İngilizce konuşan adamın da bana bakmadığını fark ettim. O kadar mı görünmezdim?
"İngilizcen iyi mi?" dedim ve sorduğum sorunun saçma olduğunu fark ettim.
Korel güldü. "Bir süre yurtdışında kaldım ve orada büyüdüm."
"Kaç dil biliyorsun?"
"Dört," dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Türkçe ile beş."
"Ciddisin?" dedim ve kendimi onun karşısında fazlasıyla cahil hissettim. Korel fazlasıyla donanımlı, bilgili bir adamdı, bunu hep biliyordum ama her duyduğumda şaşkınlığımı engelleyemiyordum.
"İngilizce, İspanyolca, Rusça ve Arapça," dedi. "Farsça biliyorum biraz ama tam değil. Birçok dili daha öğrenmeye çalışıyorum."
"Vay canına," deyip gülümsedim. "Bu kadar bilgiyi o kafa nasıl kaldırıyor?"
Korel'in yerinde başkası olsaydı egoist olabilirdi fakat... Bir saniye, Korel fiziksel görüntüsü dışında zaten egoist bir adamdı fakat bunu hak ediyordu.
Başka bir adam daha geldi ve az önceki adam gibi Korel'in omzuna vurup selam verdi, ardından bir kız geçerken el sallayıp öpücük attı. Gözlerimi devirirken Korel bunu gördü.
Her adım attığımızda yanımıza biri geliyordu ve her gelen Korel'e nasıl olduğunu soruyor, benim yüzüme dahi bakmadan geçip gidiyordu.
"Çok mu görünmezim?" diye bağırdım. Müzik sesi fazla yüksekti ve sesimi duyurabilmek için bağırmam gerekiyordu.
"Neden?" dedi Korel ama o bağırmıyordu.
"Kimse bana bakmıyor, selam vermiyor, o kadar mı silik bir kızım?"
Korel tek kaşını havaya kaldırıp ellerini ceplerine yerleştirdi. "Dikkat çekmek mi isterdin?"
"Hayır." Hızla verdiğim yanıttan sonra ellerimi havaya kaldırdım. "Sadece bu kadarı çok saçma geldi yoksa durumdan rahatsız değilim."
"Geçmişi unuttun herhalde yine," diye dokundurdu Korel. "Senin için Kartal'la oyun oynamıştım ve o oyunu ben kazandım. Kimse korkusundan sana bakmaya cesaret dahi edemez."
Kaşlarımı kaldırıp, "Unutmak mı?" dedim ağzımın içinde geveleyerek. "O oyunu benim elimle oynadın, bıçağın verdiği rüzgârı bile hâlâ parmaklarımın arasında hissediyorum."
"Falan filan," dedi Korel ve dudağını büktü. Konuyu daha fazla uzatmak istemediğim için etrafıma bakmaya devam ettim. Korhan'ı arayan gözlerim ilk önce bar kısmındaki taburelere takıldığında oraya baktım. Kafamda arabesk bir şekilde, bir elinde telefon ekranına bakan, diğer elinde içki bardağıyla duran bir adam canlanmıştı fakat orada yoktu.
Gözlerim büyük fıçıların oraya döndü. "Sanırım Korhan burada değil."
Birkaç dakika geçti ve etrafa dikkatle bakarken Korel'in, "Burada," dediğini duydum. Gözlerim onun gözlerine döndüğünde bakışlarının tam karşıda olduğunu gördüm. Bakışlarını takip ettiğimde karşıdaki deri koltuklarda tek başına oturan Korhan'ı gördüm.
Önünde bir viski şişesi vardı, bardak yoktu. Korhan içkiyi bardaksız içiyordu. Üzerindeki gömleğinin ilk üç düğmesini açmıştı, başı öne eğikti. Masaya boş boş baktığını anlayabiliyordum.
İçim sızlamıştı ve görüntüsü dudaklarımı birbirine bastırmama neden olmuştu. Korhan'ı son bıraktığım o haldeki gibiydi. Hayatında birçok şeyini kaybetmiş insanları görmüştüm ama Korhan birçok şeyini değil de tek bir şeyini kaybetmiş gibi görünüyordu.
O tarafa gitmek için adım attığımda Korel, "Bekle," deyip benimle yürümek istedi.
"Korel," dedim onu göğsünden hafifçe itekleyerek. "İzin ver de yalnız konuşayım onunla."
"Hayır." Sesi net ve sabitti.
"Onunla tek konuşmak istiyorum çünkü sen varken içindekileri kusamaz, kussa bile sen onu durdurmaya çalışacaksın ve benim istediğim bu değil." Göğsüne bastırdım. "Sadece on dakika ver, sonrasında istersen gelirsin."
Korel'in kaşları çatıldı, bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığında yanımıza bir adam gelip Korel'e selam verdi. Korel'in dikkati dağılırken, hızla ona arkamı dönüp Korhan'a doğru yürümeye başladım. Arkama bakmayı bir süre sonraya ertelesem de Korel'in kolumu kavradığını hissetmedim ve peşimden gelmediğini düşünerek arkaya baktım.
Bıraktığım yerde durmuş, arkamdan bakıyordu; yanındaki adam ona bir şeyler anlatıyordu fakat Korel gözlerini benden ayırmıyordu. Biliyordum ki o adam umurunda değildi, istese yanıma gelirdi ama bunu yapmamıştı, isteğime saygı duyuyordu.
İçini rahatlatmak istermiş gibi iki elimi de parmaklarımı açarak havaya kaldırdım ve dudaklarımı oynatarak, "On dakika," dedim. Korel'in yüzünün şekli değişti, dudakları çizgi halini aldı fakat ben ona tekrar arkamı döndüm ve Korhan'ın masasına doğru yürümeye devam ettim.
Korhan'ın yanına geldiğimde parmaklarım yavaşça deri koltuğu kavradı, bir süre öyle durdum; Korhan birinin varlığını hissetti fakat başını kaldırıp bakmadı. Çekingenlikle altdudağımı ısırdım ve cümleye nasıl gireceğimi düşündüm.
"Ne istiyorsun?" Korhan başını kaldırmadı fakat sesi irkilmeme neden oldu. Benim geldiğimi anlamış mıydı? Büyük ihtimalle bizim bara girdiğimizi görmüştü.
"Oturabilir miyim?" dedim kısık sesle fakat boğazımın kuruduğunu hissedip daha yüksek bir sesle tekrar ettim. "Oturabilir miyim?"
Korhan cevap vermedi. Bir süre cevap vermesini bekledim fakat cevap gelmeyince deri L koltuğun köşesine oturup eğik duran başına baktım. Gözleri kapalıydı, çalan şarkıya başıyla ağır ağır eşlik ediyordu.
"Seninle konuşmak istiyorum." Kendimi çok cesur hissediyordum ve bu cesaret şaşırmama neden olmuştu. Korhan yine cevap vermedi. "Biliyorum, yüzünü görmeyi isteyeceğin en son kişi benim ama konuşmadan içim rahatlamayacak." Korhan yine cevap vermedi fakat şarkıya eşlik eden başı durdu. Gözlerim barın içine döndü, Korel'i aradım fakat bıraktığım yerde durmadığını fark ettim. Bu cesaretimin kırılmasına neden oldu. "Benimle konuşmayacak mısın?"
"Benden ne istiyorsun?" Korhan başını kaldırdı ve gözlerini açıp yüzüme baktı. O anda gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Bakışlarım masanın üzerine döndüğünde beyaz, pudraşekere benzeyen bir tozun masanın üzerinde yayılmış bir şekilde durduğunu gördüm. Korhan'ın az önce masaya eğilmesinin nedeni başkaydı.
Korhan uyuşturucu mu kullanıyordu?
"Konuşmak istedim." Söyleyebileceğim tek şey buydu fakat masaya gelirken ne konuşacağımı bile düşünmediğimi o an anlamıştım.
"Neden?" dedi Korhan. "İçini rahatlatmak için mi?" Kafasını iki yana salladı ve dudaklarında korkutucu bir gülümseme belirdi. "İçini rahatlatmazsan uyku uyuyamayacak mısın? İçini rahatlatmazsan vicdan azabı mı çekeceksin?"
"Ben sadece..." dedim ve ellerimle oynamaya başladım. Korhan'ın gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu ve her hareketimi inceliyordu; bakışları o kadar rahatsız ediciydi ki gözlerine bakmayı bırakıp masaya odaklandım. "Derdim vicdanım ya da uykum değil, sadece böyle olmasının canımı nasıl yaktığını bilmeni istiyorum. Özge'yi tanımıyordum fakat..."
"Tanımıyordun?" dedi Korhan ve bir anda deri koltuktan yanıma yaklaşıp kolumu sertçe tuttu, beni kendine doğru çekti. Bedenim öne giderken, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Kumarhaneye gelmeyi isteyen sadece Özge'ydi ve nedenini biliyor musun?" Duyacaklarımdan yine korkuyordum fakat ona bakmaya devam ettim. "Biliyor musun?" diye bağırdı birden ve olduğum yerde zıpladım.
"Hayır," dedim titreyen bir sesle. "Hayır, yemin ederim bilmiyorum."
Kolumu kavrayan parmakları sıkılaştı. "Çünkü Özge senin ablanın arkadaşıydı ve bu arkadaşlık senin sanacağın gibi basit bir arkadaşlık değildi. Ben Özge'yle tanıştığımda o ablanın acısını çekiyordu ve sen de onu tanıyorsun; ablanla beraber belki de onun elinde büyüdün. O kumarhaneye gideceğinizi biliyordum ama peşinizden gelecek kadar aptal değildim fakat Özge seni kurtarmak için oraya gitmek istedi." Duyduklarım karşısında nefesimi tutarken, zihnimdeki karanlık defterimde Özge'nin görüntüsünü aramaya başladım, geçmişimin kapısını aralayıp onun gelmesini bekledim fakat bana tek ulaşan, Özge'nin şarkı söyleyen güzel sesiydi. "Sonra ne oldu?" diye sordu Korhan. Gözlerimi yumdum, başımı çevirmek istedim fakat Korhan çenemi kavrayarak yüzümü yüzüne doğru döndürdü. "Sonra ne oldu?" Sesi yükseldi. "Sorularıma cevap vereceksin."
Gözlerimi sıkıca yummaya devam ederken, "Öldü," dedim kısık sesle. Korhan, "Bağır," dedi. "Öldü," dedim daha yüksek sesle. "Kimin yüzünden?" diye sordu. Elimi çenemi sıkıca kavrayan Korhan'ın eline bastırıp itmeye çalıştım. "Korhan, yemin ederim böyle olmasını istemezdim."
"Cevap ver," dedi Korhan peşini bırakmayarak. "Kimin yüzünden öldü?"
Korkuyla ve acıyla, "Benim yüzümden öldü," diye fısıldadım. Korhan'ın çenemi kavrayan eli gevşedi fakat yüksek sesle bağırırken gözlerimi açtım. "Benim yüzümden öldü; lanet olası tek suçlu benim. Keşke onun yerine ben ölseydim, o ölmeseydi, bunu isterdim."
Korhan'ın çenemi ve kolumu kavrayan elleri uzaklaşırken, kafasını aşağı yukarı salladı, tam gözlerimin içine baktı. "Keşke." Tek bir kelimesi beni mahvedecek kadar ağır gelmişti. "Ama emin ol, seni ölmekten beter etmek için elimden ne geliyorsa yapacağım çünkü sen, beni bu hayata bağlayan tek şeyi aldın."
Acıyla Korhan'a baktım. "Beni öldürebilirsin." Cümleyi çok rahat bir şekilde söylemem Korhan'ın da dikkatini çekmişti. "İnan hayatım umurumda değil; eğer için rahatlayacaksa beni öldürebilirsin."
Korhan ilk defa bana nefretle değil de daha başka bir duyguyla baktı. "Ölmek için neden arıyorsun, katil arıyorsun ve beni seçtin, öyle mi?" Masanın üzerindeki şişeyi kafasına dikti ve epey büyük bir yudum aldıktan sonra tekrar masaya koydu. "Sana yardımcı olmak için elimden geleni yapacaktım ve o gece beni dinleseydin, Korel'i dinleyip o kumarhaneye gitmeseydin bunların hiçbiri olmayacaktı. Özge ölmeyecekti."
"Ben kimseyi dinlemedim, gitmek istedim ve gittim," dedim Korel'i savunarak. "Ve sen de biliyorsun, bir katil aramama gerek yok çünkü peşimde zaten bir katil var."
Korhan kaşlarını kaldırdı. "Emin misin?" diye sordu bana dikkatle bakarken. "Katil senin peşinde mi? Senin dışında herkesin canı yanıyor, herkese acı bulaşıyor ama sana hiç dokunmuyor. Sana bir şey söyleyeyim mi?" Yüzüme tekrar yaklaşıp fısıldadı. "Ölümcül bir kanser hücresi gibisin ve yanındaki herkese de o kanseri bulaştırıyorsun. Bu duruma Korel de dahil." Öyle miydim?
Bir süre sessizce düşündüm ve düşünürken tırnaklarımı avcumun içine batırdığımı hissettim. Çevremdeki herkese zarar veriyordum, bu doğruydu ama ben öyle olmasını istemiyordum, Prometheus benim dışımda herkese zarar veriyordu.
"Ecelimle ölmemi mi bekliyor?" dediğimde elimi saçlarıma geçirdim. "Her şeyin suçlusunun ben olduğumu biliyorum zaten. Ablamın, annemin, Özge'nin... Herkes benim yüzümden öldü, ölmüş ve ben hâlâ nefes alıyorum."
Korhan'ın tek kaşı havaya kalktı. "Belki de senin kendini öldürmeni bekliyordur çünkü bu kanser artık seni öldürmüyor. Acı çekiyorsun, işkence çekiyorsun ama ölmüyorsun. Ecelin bile sana faydası yok. Bu sana oynanan bir oyunsa belki de intihar etmelisin ve herkesi de bu şekilde kurtarmalısın."
Korkuyla geriye çekildiğimde sırtım koltuğun kenarına çarptı. "Kendimi öldürsem mutlu olursun, eminim," dedim.
Bu cümleyi kurmama Korhan'ın gözlerinde gördüğüm nefret neden olmuştu.
Korhan birkaç dakika susup öylece baktı. Ardından içki şişesini tekrar kafasına dikti. Şişenin dibini gördüğünde masaya sertçe geri koyup bana döndü. "Hiçbir zaman o kadar kötü bir adam olmadım ama..." Duraksadı ve barın içine baktı; ben de baktığı yöne döndüğümde Korel'in bize doğru geldiğini gördüm. "O sandığından çok daha kötü biri, bunu anlayacaksın
ve ecelini belki de o getirecek ya da eline neşteri o verecek."
Konu ne zaman Korel'e dönmüştü, anlayamamıştım; dudaklarımdan sadece, "O senin kardeşin," cümlesi çıktı fakat Korhan hızla bana döndükten sonra hırsla, "O benim kardeşim değil," dedi.
Korhan'ın ne demek istediğini anlamaya çalışırken, Korel'in sesi girdiğim durumdan beni uzaklaştırdı. "Bitti mi?" Masanın karşısında durup ikimizin de yüzüne baktı. "Kalk." Bana söylüyordu. Korel'in emri Korhan'ın gülümsemesine ve sırtını rahat bir şekilde koltuğa yaslamasına neden oldu.
Korhan'a neden böyle davranıyordu? Yeni bir kayıp yaşamıştı ve ona karşı biraz daha yumuşak olması gerekiyordu.
Korhan neden Korel'i sürekli bir şeylerle suçluyordu? En büyüğü ölümüme neden olacağıydı ve onun gözünde Korel çok kötü biriydi.
Korhan'a bu cümleleri söyletenin sadece ve sadece acı olduğunu düşündüm, öyle olmasını istedim ve diledim.
"Otursana," dedi Korhan, Korel'e bakarak. "Biz de kayıplardan konuşuyorduk, Minel yüzünden yaşanan kayıplardan."
Korel kolumu tuttu ve beni sertçe çekerek ayağa kaldırdı. "Onun bir suçu yok, bunu en iyi sen biliyorsun. Kumarhaneye gelmeni o söylemedi, ben de söylemedim; sen gelmeyi tercih ettin. Kendi tercihlerin yüzünden kimseyi suçlayamazsın."
"Korel, yavaş," dedim kısık sesle fakat beni dinlemediği çok açık ortadaydı.
"Kumarhanede gözlerimin içine muhtaç bir köpek yavrusu gibi bakıyordun." Korhan Korel'e nasıl oynaması gerektiğini biliyordu. "Özge öldükten sonra mı böyle oldu?"
"Bak," dedi Korel; dişlerini sıktığını hissettim. "Özge için üzgünüm ama bunun suçlusu Minel değil ya da ben değilim. Ayrıca Özge'nin normal bir ruh halinde olmadığını zaten biliyordun."
Korhan'ı bu cümle sinirlendirirken, yerinden kalkıp Korel'in yüzüne baktı. İkisi de aynı boylardaydı ve birbirlerine bakarlarken ikisinin de gözlerinde aynı ifade vardı.
Üstünlük ve kibir.
"Bir daha bunu sakın söyleme."
"Ne oldu?" dedi Korel. "Gerçekleri duymak seni üzdü mü? Özge zaten defalarca intihara kalkışan bir kadındı ve hastanede yatıyordu. Onu hastaneden çıkaran sendin. İntihar Özge için ödüldü."
"Korel, yapma," dedim ve ortalarına geçip onun yüzüne baktım. "Lütfen, sus. Canı yanıyor."
Duymazdan geldi, beni umursamadı hatta görmedi bile.
Korhan'ı ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum çünkü onu bildim bileli sakinliğiyle kafamda yer etmişti; dünya yıkılabilirdi, yanabilirdi, herkes dağılabilirdi fakat Korhan aynı sakinlikle oturup sadece olanları izleyecekmiş gibi gelirdi.
Korhan'ı yanlış tanımıştım ya da bana kendini farklı göstermişti; bunların dışında belki de acı insanı bambaşka birine dönüştürüyordu.
"Bunları sen mi söylüyorsun?" dedi Korhan ve ardından ne geleceğini korkuyla bekledim. Korel'in yüzüne baktı, baktı ve baktı. Öyle çok baktı ki Korel gitgide gerilip ellerini yumruk yaptı. "Peki senin ruh sağlığın, kardeşim? O ne âlemde?"
"Kes sesini," dedi Korel ve beni önünden sertçe itekleyerek Korhan'a bir adım daha yaklaştı. Aralarında santimler kalırken gerginliği başkaları da hissetmeye başlamıştı.
"Peki yanındaki kızın ruh sağlığı, kardeşim?" Kardeşim kelimesini her vurguladığında sesinde ve yüzünde alay oluşuyordu. "Yine birilerinin ölümüne neden olacaksın, değil mi? Aramızda tek bir fark var. Ben Özge'yi ölümden döndürmeye çalışıyordum, ya sen?" Cümlesine devam etmedi ama devamını Korel de ben de anlamıştık.
Korel bir anda ağabeyinin yakasını kavradı ve onu kendine çekip, "Karşında eski Korel'i mi görüyorsun?" diye sordu. "Benimle böyle konuşamazsın."
"Korel!" diye bağırdım ve ağzımı kapatıp etrafa baktım. Birçok kişi Korel ile Korhan'a bakmaya başlamıştı. Herkes kendi aralarında bir şeyler konuşuyor fakat bunu fısıldayarak yapıyordu çünkü iki kişiden de korktukları açıkça ortadaydı. Müzik sesi kapatılmıştı; herkes onları dinliyordu.
Korhan, Korel'in yakasını kavrayan ellerini tuttu ve zorlukla aşağı indirdikten sonra, "Bu iki oldu," dedi Korel'e. "Sen hangi Korel'sin bilmiyorum ama ben hâlâ eski Korhan'ım ve bunu en iyi sen anlarsın."
"Korel, yeter!" diye bağırdım ve onu göğsünden iteklemeye çalışarak Korhan'ın yanından uzaklaştırmak istedim. Sesim Korel'e ulaşmış olacak ki dönüp yüzüme baktı. "Lütfen, yeter," diye fısıldadım. "Lütfen. Bir de iki kardeşin birbiriyle kavga etmesinin nedeni olmak istemiyorum, lütfen."
Korel, "Konu sen değilsin," dedi ve beni tutup arkasına aldı.
"Hayır, konu tam olarak o!" diye bağırdı Korhan ve o an insanların aralarındaki fısıldaşmalar bile kesildi. Şimdi herkes bizim olduğumuz tarafa bakarak Korel ile Korhan'ı dinliyordu. "Konu tam olarak arkanda saklamaya çalıştığın turuncu saçlı, çilli küçük kız!"
Herkesin bakışları bana döndü; Korel'in sırtının gerildiğini, ellerini tekrar yumruk yaptığını gördüm. "Bilerek yapıyorsun şu anda," diye fısıldadı Korel. "Bilerek yapıyorsun, dikkatleri çekmeye çalışıyorsun çünkü hedefe Minel'i oturtmaya çalışıyorsun."
Korhan, Korel'i duymazdan geldi ve daha fazla bağırarak, "Herkes beni duyuyor mu?" dedi. Herkes susmuştu; dinledikleri açıkça ortadaydı. "Bir daha yapılacak olan motosiklet yarışlarında ben de varım ve Sırtlan'la oyun oynayacağız, kazanan kızı alacak."
Kafamı iki yana salladım ve Korel aynı anda, "Yapma," dedi daha kısık sesle. "Her şeyi kullan, onu kullanma."
Kalabalıktan biri, "Vov!" diye bağırdı ve herkes sanki bu sesi bekliyormuş gibi alkışlamaya başladı. Biri, "Sırtlan'ı parçalayacak tek kişi," dedi ve o an korkuyla tırnaklarımı Korel'in sırtına sapladım.
Korhan, Korel'e yaklaşıp hemen yanına geldiğinde, "Bunu sen istedin," dedi. "Bana fazla üstünlük taslıyorsun ve en son üstünlük tasladığında ne olduğunu biliyorsun." Söyledikleri başka insanlara ulaşmıyordu fakat ben duyuyordum. Bakışları bana döndü, döndüğü an ben de onun gözlerinin içine baktım. "Korkma, seni sadece kurtarıyorum."
Korel başını çevirip ağabeyinin yüzüne bakmazken, bakışları sadece karşısındaki duvardaydı. Çenesini sıkmıştı, yumrukları titriyordu. "Onu kullanıyorsun çünkü seninle sadece onun için savaşacağımı biliyorsun."
"Hayır," dedi Korhan fısıldayarak. "Onu kullanıyorum çünkü sen kimsesizsin ve kullanacağım başka kimsen yok."
Korhan bir anlığına Korel'e baktı ancak hemen ardından yavaş adımlarla yanımızdan ayrıldı. Korel onun yüzüne bile bakmamıştı.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Korkulu gözlerle Korel'in sırtına bakarken barın içindeki sessizlik ölümcül bir hal aldı. Yutkunarak Korel'in arkasından çıktım ve Korel, "Müziğin sesini açın!" diye bağırdı.
Birkaç saniye içerisinde müzik sesi tekrar duyulduğunda, "Korel," diye mırıldanıp tam karşısına geçtim. Korel hâlâ karşısındaki duvara bakıyordu, bedeni biraz daha rahatlamış gibi görünüyordu fakat yumrukları hâlâ sıkılıydı. Cesur bir hareketle elini tutmaya yeltendiğimde elini sertçe çekip yüzüme baktı. İtse daha az gururum kırılırdı, bunu biliyordum; yüzüne hayal kırıklığıyla baktığımda çektiği elini havaya kaldırdı, daha sonra da saçlarına geçirip arka tarafta kalan, Korhan'ın az önce oturduğu koltuğa yerleşti. Bacaklarını iki yana açarken, dirseklerini de dizlerine yasladı ve saçlarını o şekilde karıştırdı.
Olduğum yerde hareket etmeden ona bakarken, öfkesini kontrol etmeye çalıştığının farkındaydım. Bir anda sanki ilk tanıştığım Korel'e dönüşmüştü ve bu ikimizin arasındaki halatın parçalanmasına neden olmuştu. Defalarca düğümlediğim o bağı, bu sefer kırgınlığım parçalamıştı.
Korel'e önceden bu kadar kolay kırılmadığımı biliyordum.
Korel'in saçlarını kavrayan elleri duraksadı ve gözleri masanın üzerine odaklandı; nereye baktığını anlayamamıştım fakat başını biraz kaldırıp ellerini saçlarından uzaklaştırdığında yüzündeki hafif tebessümü gördüm. Sıcak ya da soğuk bir tebessüm değildi; sadece ölümcül bir tebessümdü.
"Neler oluyor?" dedim fakat beni duymazdan geldi ve parmakları masanın kenarına tutundu. Birkaç adım atıp masanın önüne yaklaştığımda masanın üstündeki beyaz pudraşekere benzeyen toza baktığını gördüm. Kafamı iki yana sallarken, "Korel, hayır," dedim fakat o sırada Korel önündeki tozu parmaklarıyla ince bir hale getirdi. "Korel, lütfen," deyip ona yaklaştım.
Korel ise tek elini havaya kaldırıp beni durdurdu, diğer eliyle bir burun deliğini kapattı ve masanın üzerine eğilerek açık olan burun deliğiyle tozu tek nefeste başını kaydırarak çekti.
Elimle ağzımı kapatıp bedenimi koltuğa bırakırken, Korel işaretparmağıyla masada kalan ufak tozları aldı ve dişlerine sürdü. "Korel," dedim başka bir hayal kırıklığıyla kafamı iki yana sallarken. "Bu kadar olmadığını söyle bana, lütfen."
Korel geriye gidip sırtını koltuğa yasladı. Bedeni yayılırken burnunu çekmeye devam etti ve birkaç kere dişlerini birbirine vurdu. Koltuğun kenarında ona bakıyor ve ne yaptığını anladığım için onu izlemeyi tercih ediyordum.
Korel başını da geriye yatırdı ve gözleri tavana bakarken, birkaç dakika sonra bacağını sallayarak barın içindeki müziğe eşlik etmeye başladı. Elini hafifçe kaldırıp gözlerinin hizasına getirerek inceledi. Gülümsediğinde daha fazla dayanamayıp yerimden kalktım ve yanına oturdum.
"Korel, kendine neden bu kadar zarar veriyorsun?" Sorum anlamsızdı, Korel'in canı umurunda değildi ama ben bir şeylerin değişebileceğini düşünmüştüm, beni en çok üzen de buydu. "Bunu kendine neden yapıyorsun?"
Bakışlarım Korel'e kaydığında ilk önce gözlerine baktım, ardından yüzüne kaydığında burnunun kanadığını gördüm. "Korel!" diye inledim ve koltukta dizlerimin üzerinde durarak yüzüne doğru eğildim. Korel'in eline bakan gözleri bana döndüğünde yüzündeki gülümseme daha fazla yayıldı. "Korel, Allah kahretsin burnun kanıyor."
Umursamadı ve bakmaya devam etti, sanki sesim ona ulaşmadı. Hızla masada duran peçeteyi aldım ve kanayan burnunun altını sildim. "Bana bir cevap ver, ne olursun," dedim endişeyle.
"Burnun kanıyor, bu normal mi?" Sildiğim peçeteyi burnuna bastırıp kanamayı durdurmaya çalıştım.
"Endişelendin mi?" dedi Korel gülümseyerek; bir eli yavaşça belime doğru kaydı. Parmaklarını hisseden bedenim elektrik çarpmış gibi titrediğinde bakışlarımı gözlerine çevirdim.
"Bu normal mi?" diye sordum. "Hastaneye gitmemize gerek var mı?"
"Normal," dedi sadece ve belimi kavrayan eli sırtımda gezinmeye başladı.
"Neden bunu yapıyorsun kendine?" diye sordum yarı öfkeli yarı endişeli bir tınıyla. "Kalbini, beynini neden bu kadar zorluyorsun?"
O olmazsa sen kimsesizsin, demişti Korhan bana. Belki de bu hep böyleydi ve önceden ben Korel'i terk etmiş, onu tamamen kimsesiz bırakmıştım.
Acıdı, kalbim acıdı.
Korel bir anda gülmeye başladı, hatta kahkaha attı. Uzun zamandır kahkahasını duymayan ben gülüşüne takılı kalmıştım ve burnunda duran elim donuklaşmıştı.
"Kalbimi öyle çok zorladım ki inanamazsın," dedi. "Fakat durmuyor; üstelik kalbim başkalarının kalbinden de çok farklı."
"Nasıl yani?" dedim ve peçeteyi çekip burnuna baktım. Kanamıyor gibi görünüyordu ama dudağının üstüne biraz kan bulaşmış ve üstdudağının da kızarmasına neden olmuştu.
Korel sustu, soruma cevap vermedi.
Sorduğum sorulara cevap vermemesi öfkelenmeme neden oluyordu ve Korel de öfkelendiğimi anlamış olacak ki sırtımda dolanan eli duraksadı ve parmakları kürekkemiklerimin olduğu yere baskı yaptı. Kurumuş yaprak sarısı gözleri gözlerimin üzerinde gezinirken bakışlarından anlam veremediğim ifadeler geçiyordu. "Neden öyle bakıyorsun?" dedim dayanamayıp ve ben bu soruyu sorar sormaz belimden öyle sıkı kavrayıp beni kendine çekti ki göğüs kafesim çenesine çarptı.
Bakışları alttan alttan beni süzerken, Korel'e ilk defa üstten bakmanın verdiği keyifle istemsizce gülümsedim; belimi sımsıkı saran kolu ise gevşemeden beni biraz daha kendine bastırdı. Bir eli havaya kalktığında ne yaptığını anlayamadım ama birkaç saniye sonra yan tarafımızda duran garson bizim masaya geldiğinde Korel, "Tekila ve tuz," diyerek garsona isteğini söyledi.
Yutkunmakta zorlandım. Korel'in gözbebekleri gitgide büyüyor ve yaprak sarısı gözleri uzaklaşıyordu. Tam karşımda simsiyah gözlerle bakan adamın ifadesinde anlam veremediğim ve karnımın sancılanmasına neden olan bir şeyler vardı. Bir anda her şey değişmişti ve nedeni Korel'in kullandığı uyuşturucuydu.
"Kucağıma gel," diye fısıldadığında yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve dudakları çenemin ucunda durdu. Nefesi çeneme çarptığında bakışlarım kısıldı. Kaşlarımı havaya kaldırmak istedim ama boşta olan eli de belime dolandığında tek elim omzuna tutundu. "Kucağıma gel, Turuncu."
Elimde tuttuğum peçeteyi bıraktım ve bacaklarımı iki yana açarak utangaç bir şekilde kucağına oturdum. Neden bunu yaptığımı bilmiyordum ama kendimi dinlediğim anlarda hiçbir zaman yapmamam gereken durumlara koştuğumu görüyordum.
Bacaklarımı belinin etrafına doladığımda, Korel yayvan bir şekilde oturuyordu ve yine ona üstten bakıyordum. Ellerim omuzlarına tutunurken Korel'in de elleri kürekkemiklerimden belime indi. O kadar yavaş ve acı çektirerek yapıyordu ki parmaklarının dokunduğu tenimde adım adım külünün izlerini bırakıyor gibiydi.
Garson tekila şişesini ve tuzu masanın üzerine bırakıp gittiğinde ikimiz de ona dönüp bakmadık ama geldiğini hissettik. "Tekila mı içeceksin?" diye sordum ve sesimin ben istemediğim halde kısık çıktığını fark ettim.
"Senin yardımınla. Sana tekilanın nasıl içilmesi gerektiğini göstereceğimi söylemiştim."
"Anlamadım." Bu sefer ona kaşlarımı kaldırıp baktığımda yavaşça doğruldu ve üzerimden eğilerek masanın üzerindeki tekila şişesini ve beyaz tuzluğu aldı. Yanağı yanımdan geçerken sakalları yanağıma sürtündü ve ellerim omuzlarına daha sıkı tutundu.
"Neden bahsettiğini anlamıyorum, açıklar mısın?"
"Açıklamayı sevmem," dediğinde omzuma dökülen saçlarımı geriye itekleyip boynumu açığa çıkardı. "Göstermeyi daha çok severim. Doğruluk mu, cesaret mi?"
"Cesaret," dedim hemen. Eline tuzluğu aldı ve diğer elinin parmakları belimden yukarıya tırmandı. Ürperdiğimi ve ellerimin terlemeye başladığını hissettiğimde bakışlarında yine o tutkuyu ve şehveti gördüm; simsiyah gözlerindeki ifadede daha da fazlası var gibiydi.
Parmakları ensemi geçip gitti ve saçlarıma dolandığında, "Ya izin vermezsem?" diye mırıldandım ama çoktan ona teslim olabileceğimi hissediyordum. Dokunuşlarından kaçamayacak kadar bakışlarına takılı kalmıştım.
Saçlarımı sertçe kavrayıp başımı geriye çektiğinde boynum tamamen açığa çıktı. "Ya izin almazsam?" Dudaklarım aralandığında bu sefer üstten bakma sırası ondaydı. Beni hafifçe eğerken üzerime eğildi ve yüzü boynuma yaklaştı. "Karşı koyabilir misin? Cesur ol. Cesur ol ve bana karşı koy."
Cevap veremeyeceğimi hissettiğimde omuzlarında duran bir elimle kazağının yakasını kavradım ve elimde sımsıkı tutarken ondan gözlerimi bir an olsun ayıramadım; Korel'in kalbinin delicesine attığını mesafeye rağmen hissedebiliyordum. Sebebi büyük ihtimalle uyuşturucuydu. Korel cevap vermemi beklemedi ve dile getiremediklerimi gözlerimden okuduğunu anladım.
Dudakları boynuma yaklaşırken gözlerim kısıldı ve ilk önce nefesini, ardından dudaklarındaki ıslaklığı boynumda hissettim. Dili boynuma değdiğinde hafifçe ıslattı ve altdudağımı farkında olmadan dişlerimin arasına aldığımda bana baktığını gördüm. Yüzünü boynumdan uzaklaştırdı, ıslattığı yere tuzu döktü. Ne yapacağını anladığımda, "Korel," diye fısıldadım ve yakasını daha sıkı kavradım.
Korel tekrar dudaklarını boynuma yaklaştırdı ve tuzu emdi; tuzu o kadar uzun bir süre boyunca emdi ki boynumdaki damarlarda heyecandan kan akışının durduğunu hissettim. Kasıldım ve belim kıvrıırken onu kendime çektim. Korel de kendini bana daha fazla bastırırken, "Daha önce de söylemiştim," diye fısıldadı. "O kadar şeffaf bir tenin var ki... Bu beni deli ediyor." Dişlerini sıkıyordu ve konuşurken nefesi boynumdaki o ıslaklığa çarpıyordu.
Tuzu emdikten sonra geriye çekildi ve tekila şişesini kafasına dikti. Büyük yudumlar alırken, kasıklarımdaki sıcaklığın nedenini anlayamıyor ama Korel'e kendimi daha fazla bastırıyordum. Şişeyi dudaklarından uzaklaştırdı ve elinin tersiyle ağzını sildiğinde saçlarımı sımsıkı kavrayan parmakları tekrar belime yöneldi. Geriye düşen başımı ağır ağır düzelttiğimde saçlarım yüzüme düştü.
Korel'in gözleri kazağının yakasını kavrayan elime döndü ve tek kaşını havaya kaldırdı; sırtını tekrar koltuğa yasladığında yine üstten ona bakmaya başlamıştım, beni de kendiyle beraber çekmişti. Alnının terlediğini görebiliyordum; elimi yakasından uzaklaştırdım ve parmaklarım ilk önce boynuna, ardından yanağına ve en son alnına çarptığında kollarını belime sıkıca doladı ve beni sertçe kendine çekti.
"Ah," diye inlediğimde nefesim yüzüne çarptı, gözlerini kapatıp gülümsediğinde elleri belimden aşağıya, kalçalarıma doğru yol aldı.
"Küçük, Turuncu," diye fısıldadığında daha çok kendiyle konuşuyor gibiydi. "Bana şu şekilde bakan o gözlerini gözlerimden çekmezsen tuzu sadece boynuna dökmem."
Parmakları kalçalarımın başlangıcının olduğu yerde durduğunda bacaklarının kasıldığını hissettim. İki bacağımın arasında duran ve Korel'e ait olan o çıkıntı beni zorluyordu. Sıcaklık, pantolonuma rağmen bana ulaşıyordu ve bu beklemeyeceğim bir şekilde öyle çok hoşuma gitmişti ki dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım.
Korel'le aramızdaki çekimin yeni yeni farkına varabiliyordum ve aslında Korel'in de nasıl biri olduğunu yeni görüyordum. Hiçbir zaman kendimi onun gözünde yeterli göremeyeceğimi bildiğimi kendime yeni itiraf edebiliyordum fakat bir tarafım da bu düşünceye meydan okuyordu.
Gözlerim Korel'in dudaklarına doğru kaydı ve kapalı gözleri yavaşça aralandığında gözlerimin dudaklarında gezindiğine şahit oldu. Bakışlarımı hızla çeksem de ona yakalanmıştım.
"Tekila içmek ister misin?" dediğinde anlamı oldukça derin bir soru sorduğunun farkındaydım.
Parmaklarım alnından dudaklarına doğru düştü ve altdudağında işaretparmağımı gezdirirken, "Belki sonra," diye fısıldadım hatta sesim inliyormuş gibi çıktı. Korel'in kalçamın başlangıcında duran elleri karnıma yöneldi ve ateş gibi olan ellerinin kapüşonlunun eteklerinden içeriye girdiğini hissettim. "Sana meydan okumak isterim." Parmakları tenimle buluştuğunda kasılarak kucağında hareket ettim ve bu ona sürtünüyormuş gibi göründü.
"Meydan okumak mı?" dedi dişlerini sıkarak. "Beni bu konuda çok şaşırtıyorsun."
Parmakları karnıma batıp sertçe kavradığında kalçamı hafifçe yukarı indirip kaldırdı. Ne yaptığını anlayamasam da hafifçe inlemek zorunda kaldım ve saçlarım yüzüme daha fazla düştü. Korel çıplak tenimde parmaklarını bastırırken eli sırtıma gitti ve sutyensiz olduğumu o an hatırladım.
"Biliyorsun," dediğimde yüzü yüzüme yaklaşmıştı. "Meydan okumayı ve inatlaşmayı çok severim."
Korel güldü ve yine gülüşüne takılırken çıplak tenimdeki parmaklarının daha fazla yanmaya başladığını hissettim. "Daha güzel bir meydan okuma olamazdı."
Korel'i bu hale getirenin uyuşturucu olduğunu biliyordum ve gitgide gözlerinin düzeldiğini görebiliyordum. Etki azalmaya başlamıştı fakat yüzündeki umursamaz ifade silinmemişti. "Neden uyuşturucu kullanıyorsun?" diye sorduğumda bunu beklemediğini anladım. "Uyuşturucu seni bambaşka bir adama dönüştürüyor."
"Beni bu hale getirenin uyuşturucu olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu alayla ve aslında Korel için seksin düşündüğümden daha ön planda olduğunu anladım. "Sen neden dans ediyorsun?" Topu benim elime atmıştı.
"Aynı şey değil."
"Tam olarak aynı şey, Çilli," dediğinde gözbebekleri eskisi kadar büyük değildi ama küçülmüş de değildi.
"Dans benim için kaçıştı. Acılarımı, hislerimi, duygularımı döktüğüm yerdi. Ben en çok dans ettiğimde rahatlıyorum." Büyük bir mutsuzlukla nefes aldığımda Korel mutsuzluğu hissetti. "Sırf dans edebilmek için o lanet Anekdot Merkezine gitmeyi kabul etmiştim."
Kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Ne anlattıysan aynısı." Korel'in uyuşturucuyu bir kaçış olarak görmesi canımı sıkmıştı.
"Ben dansa bağımlı değilim Korel, gerektiği zaman bırakabiliyorum, hatta bıraktım da." Ellerimi havaya kaldırdığımda aramızdaki mesafe açılmıştı. "Bak, dans etmeden de yaşayabiliyorum belki artık kaçamıyorum ama yaşıyorum."
Bir şeyler Korel'i rahatsız etmişe benziyordu bu yüzden onu rahatlatmak istermiş gibi kaldırdığım ellerimi aşağıya indirdim ama fayda etmedi; yüzündeki ifade değişmemişti. "Seninle daha kaç kez konuşacağız bu konuyu," dediğinde derinlerden gelen sesini işittim. "Dansı bırakamazsın, izin vermiyorum. Kendini görmüyor musun? Belki de dans edebilsen bu kadar acıyı hissetmeyeceksin."
"Senden izin almıyorum," diyerek dans konusunu kapatmaya çalıştım. "Ya ben uyuşturucu kullanan biri olsaydım? O zaman da benimle böyle mi konuşurdun?" Birkaç saniye bekledim ve cevap vermediğini gördüğümde başka bir meydan okumayla ona karşılık vermek istedim. "Hatta madem uyuşturucu acıları dindiriyor, kafayı dağıtıyor, şu an ben de denemek istiyorum.
Çünkü danstan farkı yokmuş."
"Saçmalıyorsun," dedi Korel ve çıplak tenimde duran elleri kapüşonlumun içinden çıktı; parmakları şakaklarını buldu. "Kendinle beni sürekli kıyaslamaktan, kendinle beni eşit görmekten vazgeç. İkimiz de farklı insanlarız ve benim bünyem seninkinden daha sağlam. Senin uyuşturucun dansın."
"Falan filan," dedim onu taklit ederek. "Bir gün seninle yer değiştirsek ben kendimden çok sıkılırdım."
Korel gülümsedi ve şakaklarındaki ellerinden birini yüzüme yaklaştırdı. Burnumu sıkıp kendine çektiğinde, "Senin çenen çok açıldı bakıyorum," diye mırıldandı. Burnumu bıraktığında elimle burnumu ovdum. "Ayrıca konuyu kapatma, dansı bırakmayacaksın."
Barın içindeki R&B müzik bile dans etmek istememe neden oluyordu fakat bunu şu an Korel'e yansıtacak durumda değildim. Bakışlarımı piste çevirdim ve insanların dans edişlerini izledim, herkes kendi kafasına göre eğleniyordu. Kimisi bir fıçının üzerine çıkmıştı, kimisi yere yatmıştı. Bakışlarım karşı duvardaki afişlere tekrar döndü.
"Bakma öyle," dedi Korel ve nereye baktığımı fark ettiğini anlayıp gözlerimi hemen kaçırdım. "Nereye baktığını ve ne istediğini biliyorum. O dans yarışmasına katılacaksın."
Bu sefer kahkaha atma sırası bendeydi. Yüzüne baktığımda gülmediğini gördüm. "Sen ciddisin," dedim gülüşümün arasından. "Yok artık." Hiçbir şey söylemedi ama bakmaya devam etti, o kadar ciddiydi ki resmen gülüşümü yarıda kesmeme neden oldu. "O kadar şeyin ardından," dedim inanmayarak. "Gidip o yarışmaya nasıl katılırım?"
"Katılırım değil," dedi Korel ve eli çenemi kavradı, yüzümü yüzüne çevirdi. "Katılırız. O yarışmaya seninle katılacağım. Her şey bir yana, gözlerinde tek bir meşale var ve dans için alev alev yanıyor, o meşaleyi söndürmene izin veremem."
Yutkundum ve Korel'in beni düşünen tarafının ne kadar da hassas olduğuna şahit oldum. "Korel," dedim istekli bir ses tonuyla. "Dans edebileceğimi sanmıyorum ve seçmeler yarın. Hiç çalışmadım."
"Tekil konuşmaktan vazgeçecek misin, yoksa o ağzını parçalayayım mı?" dedi. "Büzme şu dudaklarını, bu beni çileden çıkarıyor." Hızla dudaklarımı düzelttiğimde gözlerinin hâlâ dudaklarımda olduğunu gördüm. "Çalışmadan dans ederiz biz de ve keyfini çıkarırız. Amaç yarışmayı kazanmak değil, amaç dans etmeni sağlayabilmek."
"Sırtlan." Biri yanımıza geldi ve Korel'in eli çenemden uzaklaştı. Başımı çevirdiğimde on sekiz-on dokuz yaşlarında genç bir adam gördüm. "Müsait misin?"
"Ne oldu Eray?" dedi Korel ve buradaki herkesin onun adını bilip bilmediğini merak ettim. Çocuk sadece yarım saniye yüzüme dönüp baktı fakat hemen korkuyla gözlerini geri çekti; Korel'in kucağındaydım ve pozisyonumuz çocuğu rahatsız etmemişti.
"Atölyeye inecek misin bugün diye soracaktım." Elleriyle oynamaya başladı. "Biliyorsun, senden başkasına dövmeyi yaptıramıyorum."
Korel düşünmeden, "Bugün değil," dedi ve başıyla git işareti yaptı. "Birkaç gün sonra gelirsem o zaman görüşürüz."
Eray kafasını salladı ve arkasını dönüp gittiğinde başının arkasında saç olmadığını ve kocaman bir ameliyat izi gördüm. "Onun nesi var?" dedim merakla.
"Önemi yok," dedi Korel başkasının sırrını paylaşmak istemeyerek. "Vücudunda sıkıntılar var ve benden başka kimseye göstermiyor. Beni örnek alıyor aklı sıra, bütün bedenini dövmelerle dolduracak."
Korel'in en çok dikkatimi çeken tarafı dövmeleriydi. "Sahiden," dedim merakla. "Bu barda dövme atölyen var, değil mi?" Korel kafasını salladı. "Gösterebilir misin?"
Heyecanlı çıkan sesimi fark eden Korel kısa bir an düşündü, ardından, "Kalk bakalım kucağımdan," dedi ve üzerinden kalkmama yardımcı oldu. "Göstereyim."
Hızla ayağa kalktım ve Korel'le yürümeye başladık. Bacaklarımda az önceki duygulardan dolayı uyuşma vardı ama onu unutmaya çalışıp düşünmeyerek itmeye çalışıyordum çünkü biliyordum ki düşünmek kafamın içinde Korel ve beni bambaşka noktalara sürükleyecekti.
Yanından geçtiğimiz insanların Korel'e baktığını görebiliyordum. Özellikle kızlar hem şaşkınlıkla hem de merakla Korel'i süzüyorlardı; herkesin gözlerinin içinde aynı merak vardı ve maalesef artık insanlar bana da bakmaya başlamıştı.
Korhan'ın beni bir cambazmışım gibi ipin üzerine koymasının ardından insanların dikkatini daha fazla çekmeye başlamıştım ve korkuları da artık onları engellemiyordu. Korel dönüp baktığında başlarını çeviriyorlardı ama engel olunacak gibi değildi.
Korhan'ın da istediği tam olarak buydu. Tam olarak neredeydi bilmiyordum ama bir dahaki karşılaşmamızın fazlasıyla yaralayıcı ve farklı olacağı kesindi.
Korel atölyeye gitmeden önce bardan viski şişesi aldı ve barmene elini sallayarak sağa döndü. Döndüğümüz yerde yukarıya çıkan bir merdiven olduğunu gördüğümde atölyenin de orada olabileceğini düşündüm.
"Ne zamandan beri atölyen burada?" diye sordum Korel'e fakat ya sesim kısık çıktı, duyamadı ya da cevap vermek istemedi.
Merdivenlerden yukarıya çıkmadan önce beni önüne aldı ve o şekilde çıktık. Müzik sesi tam olarak uzaklaşmasa da gerilerden geliyordu. Çıktığımız yerde bir kapı vardı ve Korel kapıyı açtığında karanlık bir odayla karşılaştık. Korel odanın içerisinde yürüdü, bense kapının önünden ayrılmadım.
En sonunda odanın köşesindeki bir abajur odayı aydınlattı ve bardaki renkli ışıklardan çok daha rahatlatıcı, turuncu, loş bir ışık odaya hâkim oldu.
Oda küçüktü fakat fazlasıyla ferah ve huzurlu gelmişti.
Yukarıdaki deri koltuklardan bir tanesi bu odada da vardı. Duvarlarda yine posterler yer alıyordu fakat bu posterlerin Korel'in zevkine göre asıldığı çok belliydi çünkü kendi evinde de olan, sevdiği gruplar ve şarkıcılar yer alıyordu.
Odanın içine ilerlerken duvardaki posterlere dokundum. "Nirvana'yı çok seviyorsun sanırım." Elim Kurt Cobain'in yüzünde asılı kaldı.
"Nirvana'dan daha çok Kurt Cobain'i." Benimle aynı fikirde olması hoşuma gitmişti. "Eğer aynı zamanda yaşasaydım onunla tanışırdım."
Biraz daha ilerledim ve Led Zeppelin posterine karşı gülümsedim. "Müzik zevklerimiz benziyor." Bunun onun da hoşuna gitmesini bekledim ama yüzünde hiçbir değişim olmadı, beni izlemeye devam etti. Kalçasını koltuğun kenarına yaslamış ve kollarını önünde bağlamıştı.
Köşede Barış Manço'nun ve Erkin Koray'ın da posterleri vardı, Cem Karaca aşağısında duruyordu.
Duvar kenarından ayrılıp diğer tarafa yöneldim ve beklediğimden daha büyük bir kitaplıkla karşılaştım. Meraklı adımlarla kütüphanesine doğru ilerlerken, "Evindeki kitaplar çok dağınık duruyordu ama burası düzenli," dedim. Bütün kitaplar neredeyse alfabetik sıraya göre dizilmişti. Korel'in bu zamanlarında posterler asmayacağını biliyordum. Büyük ihtimalle on sekiz yaşlarında bu posterleri evine ve buraya asmıştı.
"Aslında Gürkan'ın işi ama benim de hoşuma gitmiyor değil çünkü kitabım çalınırsa hemen anlarım."
"Kitaplarına önem mi veriyorsun?" Korel her seferinde beni şaşırtmayı beceriyordu ve ben her seferinde neden ona şaşırdığıma anlam veremiyordum.
"Neden vermeyeyim?" diye sordu. "Hepsini çok severek okudum."
"Hepsini okudun mu?" Gözlerim irileşti.
"Şaşırmaktan ne zaman vazgeçeceksin bilmiyorum ama ben öğrenmekten ve okumaktan çok keyif alan biriyim, Turuncu." Ona haksızlık ettiğimi fark etmiştim ve yüzümdeki şaşkınlığı silmeye çalışarak bakışlarımı kitaplara çevirip incelemeye başladım.
İlk gözüme çarpanlar siyasi kitaplardı, her dilden kitap vardı. Onların yanında felsefi kitaplar yer alıyordu, hemen yanında ise tıpla ilgili anlayamayacağım kitaplar vardı. Bir üst rafta psikoloji dalına ait eserler yer alıyordu. Genel olarak öğretici kitaplardı ve dilleri farklıydı.
"Hiç Türkçe yok mu? Ayrıca hiç roman okumuyor musun? Hepsi içi bilgi dolu kitaplar." Bir yandan hayranlık duymuştum fakat bir yandan da roman okumaması, gerçek hayata fazla bağlı olduğunu gösteriyordu.
"Okuyorum tabii," dedi ve gülümseyerek eliyle üst rafı gösterdi. "Hemen üst rafta kurgusal kitaplar var, boyun kısa olduğu için orayı göremiyorsun ama istersen seni daha önce taşıdığım gibi taşıyabilirim."
Anılar kan akışıma ters bir etki yaptığında parmaklarımı içeriye kıvırıp geriye gittim ve üst rafa baktım. Bir köşede psikolojik gerilim kitapları vardı; çoğu bildiğim yazarlardı ama bir kısmını da hiç duymamıştım. Diğer köşeye baktığımda yüzümde içten bir gülümseme oluştu ve hayranlıkla, "Korel," dedim.
Sadece bir köşede Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili kitapların olduğu kısım vardı. Hem Türkçe hem de başka dillerde kitaplardı fakat en başı Nutuk çekiyordu.
"Mustafa Kemal Atatürk daima yüksekte tutulması gereken biri," dediğinde hayranlıkla ona baktım. "Bu hayatta zekâsına ve duruşuna hayran olduğum, saygı duyduğum tek kişi diyebilirim."
"Öyle gerçekten," dedim ve ona kalpten sonsuz katıldım.
Yukarıdaki rafın altında şiir kitapları vardı ve çoğu yine yabancı olsa da Türk olanlar gözüme çarpmıştı. "Turgut Uyar," dedim ve rafa uzanmak istedim. Refleksle yaptığım hareket beni rezil bir duruma düşürse de uzanmaya çalıştım ama ayak seslerinden Korel'in yanıma yaklaştığını anladığımda durdum.
"Bekle," dediğinde gülmemek için kendini tuttuğunu fark ettim. "Vereyim."
Oldukça rahat bir şekilde Turgut Uyar'ın adının yazılı olduğu şiir kitabını bana uzattı. "Şiirleri seviyorsun sanırım," deyip kitaplığın önünden ayrıldım. Elimdeki kitabı incelerken Turgut Uyar'a karşı olan sevgimi hissedebiliyordum.
"Hayır, sen seviyorsun," dedi Korel ve başımı kaldırıp ona baktığımda ne demek istediğini anlayamadım. "İmkânsızı başardın ve geçmişimizde bana şiirleri sevdiren sen oldun."
Hatırlamadığım geçmişime bir yenisi daha eklenmişti; bu durum beni yaralayacak kadar derin bir anı olsa da güzel bir tarafı da vardı çünkü Korel'e şiirleri sevdirmiştim. "Şu an sana asla şiirleri sevdiremezdim," dedim. "Geçmişte nasıl biriydim, merak ediyorum."
Korel omzunu silkti ve ellerini cebine koydu. "Geçmişi boş verdin, o geçmişte ben de olduğum için boş verildim ve şu anki kişiliğime o Minel bile öğretemezdi. Zaman durduğu yerde hareket etmediği müddetçe güzeldir."
Onaylayarak kafamı salladım. "Sadece babamın sevdiği şiirleri ve her gece uyumadan önce bana şiirler okuduğunu hatırlıyorum. Masal okumaz, şiir okurdu ve ben şiirler dinleyerek uyutuldum." Babamı hatırlamak, nefesimi bir anlığına tutmama neden oldu, ona karşı hissettiğim özlemin tarifsiz olduğu açığa çıktı.
Korel'e bakmayı bıraktım, o da söylediğime bir yanıt vermedi.
Elimde kitapla odanın içinde yürümeye devam ettim. Uçta duran, dövme sanatçılarına ait koltuğu ve dövmenin yapıldığı o aleti gördüm. "İnsanlara dövmeyi burada mı yapıyorsun?" diye sorduğumda beni onayladı. "Tüm dövmelerini kendin mi yaptın?"
"Bir kısmını," diyerek kısa ve net bir yanıt verdi. Korel ne olursa olsun, aramızda ne geçerse geçsin dövmelerinden, bedeninden ve izlerinden bahsetmekten hoşlanmıyordu.
O koltuğa ve alete ilerledim. Arkamda duran Korel'in elindeki alkol şişesini yarıladığını yeni fark etmiştim ama o konu üzerinde durmak istememiştim.
Aletin yanına geldiğimde parmaklarımla dokundum ve verebileceği acıyı hissetmeye çalıştım; dövmenin çok acıttığını söyleyen de vardı, hiç acıtmadığını söyleyen de ama o an acısının da umurumda olmadığını fark ettim.
"Seni Gürkan'la konuşurken duymuştum," dediğimde ona doğru döndüm ve elinden şişeyi aldım. Karşı çıkmamıştı. "Dövmeleri sadece kendi keyfine göre yapıyorsun ve karşındakinin isteğini önemsemiyorsun, doğru mu?"
"Doğru." Ben de karşılık olarak kafamı salladım ve şişenin kapağını açıp alkolü dudaklarıma yasladım. Viskiyi sevmiyordum ama alkol içsem isteğimi daha rahat söyleyeceğimi bildiğimden böyle bir yöntemi seçmiştim. Kendime zaman kazandırırken, Korel bir şeyler düşündüğümü anlamıştı.
"Doğruluk mu, cesaret mi?" dedim şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırarak. Yüzümü buruşturmuştum ama Korel artık bu halime alışmıştı.
"Neden?" diye sordu Korel ama kaşlarımı kaldırarak sadece onu bekledim. Doğruluk demeyeceğini biliyordum çünkü böyle bir odada doğruluk dediği an, onu direkt en derin noktalarından vuran sorulara boğardım. Uzun bir süre bekledi ama konuşmamaya yeminli olduğumu anlayınca, "Altından ne çıkacak acaba?" diye homurdandı. "Cesaret."
Sıcak bir gülümsemeyle şişeyi ona uzattım. "Bana her baktığımda seni görebileceğim bir dövme yapabilir misin?" Korel isteğim karşısında donuklaştı ve uzattığım şişe havada kaldı.
"Neden?" diye sordu tekrar.
"Çünkü seni bana tekrar unutturmaya çalışırlarsa her baktığımda seni hatırlatacak bir şey olsun istiyorum bedenimde. Korel, seni artık unutmak istemiyorum."
Zaman sanki durdu ve biz o zamanın içindeki iki yolcu olarak geçmişe yürümeye başladık. Gitgide değiştim sanki ve o da sanki benimle birlikte değişti. Bakışlarımıza renk geldi, bedenimiz canlandı, kendimizi daha huzurlu hissettik.
"Bu büyük bir istek." Korel'in reddetmeyeceğini anladığımda deri koltuğa oturup ona gülümsedim.
"Umurumda değil, bunu istiyorum, nereye yapacağını bile sen seç." Durdum ve gözlerimi kıstım. "Tabii çok derin yerler olmadığı sürece."
Korel espri yapmama rağmen gülmedi ve sanki ben şimdiye dönsem de o zamanın yolcusu olarak geçmişte kalmaya devam etti. Bana göre uzun, belki de ona göre kısa bir süre yüzüme baktı. Yılmadan, vazgeçmeden onu beklediğimi gördüğünde hiçbir şey söylemedi ve koltuğun arkasında kalan sandalyesi ile dövme aletini çekerek koltuğun yanına oturdu.
"Bana sadece birkaç saniye ver," dedi ve elini çenesine yerleştirdi. "Gözlerimin içine bak."
Hafifçe tebessüm ederek gözlerinin içine baktım fakat o oldukça ciddiydi. Kendimi Titanik filminin içindeki Jack ve Rose gibi hissetmeme neden olmuştu. Bunu onunla paylaşıp paylaşmamak arasında kararsız kalsam da sonrasında çenemi kapatmamın daha iyi olabileceğini düşündüm.
En sonunda sol elimi tuttu ve benim küçük elim, onun elinin içinde kayboldu. Elimi bir süre inceledi, parmağını avcumun içinde gezdirdi, sonra parmaklarını yavaş yavaş bileğime çıkardı. Parmak uçları bileğimdeki damarların üzerinde gezinirken, "Çok hassassın," dedi. "Tenin o kadar hassas, o kadar duru ki damarlarını dokunmadan da hissedebiliyorum, atışlarını duyabiliyorum."
Elimi masaya ait olan siyah bir kolçağın üzerine koydu ve dövme makinesinin sesini duydum. "Dövmeyi nereye yapacağını söylemedin. Bir tahminim var ama ne kadar doğru bilemiyorum."
Korel, "Söyle," dedi ve eline dövme aletini almadan önce boyayı, iğneyi ve ucunu ayarladı; hazırlarken oldukça ciddi ve bir o kadar da temkinliydi.
"Bileğim?" dedim sorgular gibi. "Hep sarmaşık diyorsun, bileğime sarmaşık dövmesi?"
"Bilek kısmı doğru," dedi ve işaretparmağını dudaklarına götürüp beni sessizliğe davet etti. "Kimseye ne yapacağımı söylemem, hatta bakmalarını bile istemem. İşime saygın varsa bakma." Benim için oldukça zor olacaktı ama istemesem de kabul edip, "Çok acıyacak mı?" diye sordum.
"En çok acıyan yerlerden bir tanesi bilektir." Korel, içimi rahatlatması gerekirken daha çok heyecanlanmama neden oluyordu. "Ama katlanamayacağını sanmıyorum." Derin bir nefes verdi. "Unutulmak, bu acıdan daha fazla can yakıyor."
Yutkunduğumda, "Haklısın," dedim. Onun kadar kendime güvenim yoktu ama kabullenmek zorunda kalmıştım. "Şimdi başımı çeviriyorum ve..." Elimdeki kitaba bakıp havaya kaldırdım. "Turgut Uyar şiirleri okuyacağım."
"Beğendiğin olursa sesli oku," dedi ve çenemi tutup çevirdi. Tamamen bileğimi göremeyecek duruma geldiğimde gözlerimi sıkıca kapattım ve makinenin sesine odaklanmamaya çalıştım.
Ses gitgide bileğime yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı ve en sonunda bir iğnenin bileğime yaptığı baskıyı hissettiğimde dişlerimi sıkarak inledim. Art arda iğneler batıyor gibiydi ve bu iğnelerden sıvı aktığını hissedebiliyordum.
"Çok fena bir hismiş," dediğimde Korel'in güldüğünü hissettim.
"Dur bakalım," dedi bilmiş bir tavırla. "Daha yolun başındayız, komple kolunu kaplayacak bu dövme."
"Ne?" dedim ve gözlerimi açıp ona baktım, bileğime yaklaşmıştı ve ona baktığımı bilmiyordu. Oldukça odaklanmıştı ve dikkatliydi. Gözleri kısılmıştı, saçları hafifçe önüne geliyordu ve nefesi elime çarpıyordu.
Ona verdiğim sözü tutarak bileğime asla bakmadım.
"Her şeye inanmak zorunda değilsin, Turuncu," dedi ve gözlerini devirdiğini gördüm. İğne baskısını devam ettiriyordu ve canım gitgide daha fazla acıyordu.
"Senden her şey beklenir, öyle bir adamsın," dediğimde göz ucuyla bana baktı ve ona baktığımı gördü.
"Verdiğin sözü tut." Sesi öfkeli çıkınca başımı hızla onun yüzünden çektim ve elimdeki kitaba baktım. "Bileğime değil sadece sana baktım, sözlerimi tutarım."
"Falan filan," dedi ve bana diktiği gözlerini tekrar bileğime döndürdü.
Bir yandan acıyı, bir yandan da sanki acıdan bileğimin uyuştuğunu hissediyordum. Korel diğer elinde tuttuğu peçeteyle arada sırada dövmenin mürekkebini siliyordu. O an, Korhan'ın söylediği cümleler aklımda dönmeye başladı.
Korel'in benim ölümümü isteyecek kadar kötü biri olduğunu vurgulamıştı fakat şu an atardamarım onun tek bir hamlesiyle kopabilirdi, buna izin vermiştim ve atardamarımı onun önüne sermiştim.
Sanırım Korel benim damarlarımı koparmak isteseydi ona izin verirdim ve bunu tek bir hamlede yapmasını isterdim çünkü bu hayatta biri beni öldürecekse de acı vermeden öldürecek tek kişinin Korel olduğuna inanıyordum.
Korel'in beni öldürme ihtimaline inanan tarafım ise beni şaşırtıyordu.
İkinci defa olmuştu; birincisi Doğan Yankı'nın evinde kar maskeli adam beni Korel konusunda uyarmıştı, sonrasında ise o kumarhanede karşıma bambaşka bir maskeyle çıkmıştı.
"Korel," dedim tereddütle. Genzinden bir ses çıkardı ve beni dinlediğini belli etti. "Kumarhanedeki adamın benim adımı nereden bildiğini hiç sormadın."
İtiraf edecek miydim yoksa kendime saklamaya devam edecek miydim, bilmiyordum.
"Neden sorayım?" dediğinde sesi ilk defa bu kadar masum gelmişti. "O kumarhaneye ilk girdiğimiz andan beri hedef sendin ve o adam da Prometheus'un bir adamıydı."
Kafamı salladım ve altdudağımı dişlerimin arasına alarak, "Hedef ben miydim?" diye sordum. "Korhan bugün çok önemli bir noktaya değindi." Korel ağabeyinin adını duyunca gerildi. "Prometheus'un hedefi bensem neden benim dışımdaki herkes zarar görüyor? Baksana, bana hiçbir şey olduğu yok."
Korel'in eli duraksadı ve diğer eliyle elimi sabitlediği parmakları gevşedi. "Ne halde olduğunun farkında değil misin? Acı sadece fiziksel değildir, o senin ruhunla oynuyor."
Korhan bir noktada haklıydı fakat bunu onun ismini vererek açıklamayacaktım. "Prometheus beni öldürmüyor, ecelim olmuyor ama kendi kendimi öldürmemi bekliyor. Bir insanın kendisinin eceli olması..." Derin bir nefes aldım. "Artık bana çok da uzak gelmemeye başladı."
Korel'in başı hızlıca eğildiği yerden kalktı. "Saçma sapan konuşmayı kes," dedi öfkeyle. "Çık artık şu 'ölüm gelsin, ölüm beni bulsun' ruh halinden. Yaşıyorsan ve yaşatılıyorsan bunun bir nedeni vardır." İlk başta söylediklerini ciddiye almadım ama sonradan, "Babanı düşün," dediğinde gözlerim ona döndü.
"Belki de sen yaşa diye nelerinden vazgeçmiştir."
Babamı hissettiğimde kalbimi sızlatan bu acının adı neydi?
Ona duyduğum özlem miydi, yoksa öfke mi? Ona duyduğum merhamet miydi, yoksa kin mi? Ona duyduğum muhtaçlık mıydı yoksa kimsesizliği bana bırakması mıydı?
"O beni bırakıp gideli çok oldu," dediğimde sesim kısık çıkmıştı.
"Bilemezsin," dedi ve gözleri kısıldı. "Belki de baban senden bir an olsun gitmemiştir, belki de umurunda bile değilsindir. Önemli olan senin canını koruması ve bunun için savaşması.
Kendi canına saygı duymayı öğren."
"Söyleyene bak." Konuyu Korel'e çevirmem kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Kendi canıyla kumar oynayan kişi mi söylüyor bunu?"
"Sana defalarca bizi kıyaslamamanı söylemiştim." Sesindeki tını yükselmeye başlamıştı ve gözlerine öfkenin notaları düşmüştü. "Bu hayatta kimse benim canımı önemsemedi, onun için savaşmadı, onu korumadı; benim kimseye bir borcum yok ama senin var."
Kendi geçmişimden çok Korel'in geçmişini merak etmeye başlamıştım ve sanki bir kapı arasından onun geçmişindeki bağırışları, çığlıkları, inlemeleri, ağlamaları duyabiliyordum.
Çekinerek, "Ben önemsiyorum," dediğimde kızgın olan yüzü yumuşadı. "Onun için gerekirse savaşırım ve onu korurum da. Bunları yapmamış olabilirim ama bir gün yaparsam ve borçlu kalırsan kendine iyi bakacak mısın?"
Korel gülümsedi. İçten bir gülümseme değildi. Bakışları benden uzaklaştığında gözleri daldı ve uzun bir süre düşündü; düşündükleri her neyse yüzüne merhametsiz bir adam sanki el koydu. "Kimseye güvenim yok," dediğinde kastettiğinin ben olduğumu biliyordum. "Kimsenin sözlerine de inancım yok. Annem beni bırakıp gitmeden önce tam olarak böyle bir söz vermişti ve bir anda yok oldu."
Korel'in annesi, Korel için evreninin en büyük oyuğuydu ve o oyuktan her deşildiğinde acı akıyordu.
"Belki annen de senin canın için gitmiştir." Söylediğime inanmaz bir şekilde kafasını salladığında, "Sana bundan sonra sözler vermeyeceğim," dedim. "Sana o sözleri göstereceğim ve o zaman pişman olacaksın."
Korel'in bir tepki vermesini bekledim fakat o hiçbir şey söylemeden tekrar başını eğip dövmeyi yapmaya devam etti.
Bardaki gürültü yavaş yavaş sönükleşmeye başlamıştı fakat müzik devam ediyordu. Oturduğum koltuğun hemen karşısındaki pencereden gökyüzü berrak bir şekilde görünüyordu, ay tam ortada yerini almıştı ve Korel'in yüzüne doğru çarpıyordu.
"Acıyor mu?" diye sordu Korel fakat o kadar dalgındım ki hissedemiyordum.
"Bilmiyorum, dalmışım," dedim dürüstçe. "Bitiyor mu?"
"Çok az kaldı," diyerek kafasını salladı ve alnındaki teri elinin tersiyle sildi. "Bu zamana kadar en çok zorlandığım dövme oldu."
"Neden? Çok mu uğraştırıcı?"
"Hayır, çok fazla..." Sustu, kısa bir an sessizlikle kol kola girip devam etti. "Sadece kendim için ilk defa birine dövme yapıyorum ve kendimi ilk defa görüyorum."
Şaşırdım. "Nasıl yani?" diyerek tepki verdim. "Vücudundaki dövmelerin seninle hiçbir ilgisi yok mu?"
Beklemediğim bir cevap vererek, "Bilmiyorum," dedi. Ne demek istediğini anlamadım ve sormak istediğimde, "Sorgulama," diyerek karşı çıktı. "Belki başka bir gün anlatırım."
Korel hakkında hiçbir şeyi tam anlamıyla bilmiyordum. "Kendini bana hiçbir zaman açmayacaksın, değil mi?" diye sordum. Korel sorum karşısında gerilse de bunu önemsemedim. "Hiçbir zaman kendini bana göstermeyeceksin."
"Sana çok dürüst bir şey söyleyeyim mi?" dediğinde tekrar başını dövmeden kaldırıp elini çekti. "Göstermek istesem de ne kadarını gösterebileceğimi bilmiyorum ve sen bu dediğimden hiçbir şey anlamayacaksın." Omzunu kaldırdığında çaresizliğini gördüm. "Belki bir gün sana kendimi öyle bir göstereceğim ki ben bile kendimi görmeyeceğim, belki de sana hiçbir zaman kendimi gösteremeyeceğim fakat ben de kendimi bilmeyeceğim. Turuncu, ben sandığından daha karmaşık bir adamım; ben labirentim ve seni o labirente sokmak istemiyorum."
Dediklerinden hiçbir şey anlayamamıştım; o da bunun farkındaydı fakat dudaklarımdan sadece, "Ben senin labirentine girmek istiyorum," çıktı. "Ben o labirentte kaybolsam da gezmek istiyorum, seni tanımak istiyorum. Korel, belki de sen de kendi labirentindesindir ve birlikte oradan çıkarız, kimbilir?"
Korel elini saçlarına geçirip karıştırdıktan sonra, "İnan, ben o labirentte değilim," dedi. "İnan bana, o labirentte olmak istemezsin."
Ona karşı gelmek, inatlaşmak istedim ama Korel'in bunu istemediğini her hareketinden anlayabiliyordum. Bir süre daha öyle bekledi ve sonra kendisiyle dalga geçermiş gibi güldü. Dövmeye tekrar döndüğünde, "Az kaldı," dedi. "Bir-iki dakikaya bitiyor."
Kafamı salladım, görmediğini biliyordum ama konuşacak durumda değildim.
Korel'i anlayamayan tarafımla savaşmaktan sıkılmıştım; Korel'in beni anladığı gibi onu anlamak istiyordum ama bu imkânsıza yakındı, elimde labirentine ait bir harita bile yoktu. Belki o haritayı bilirsem yollarını görebilirdim ama ona bile sahip değildim.
Birkaç dakika sonra Korel, "Bitti," dedi ve elindeki aleti masaya bırakarak son bir kere peçeteyle sildi. "Acıya düşündüğümden daha dayanıklıymışsın."
"Belki de alkoldendir," diyerek Korel'in ayak ucunda duran şişeyi gösterdim.
Korel kollarını önünde bağlayıp dövmeye bakmam için bekledi ama ben ona bakıyordum. "Ee?" dediğinde heyecanlandığımı hissettim. "Bakmayacak mısın?"
"Heyecanlandım." Korel itirafıma gülümsedi ve ben de ona gülümsedim. Dudaklarımı dilimle yavaşça ıslattım ve yerimde doğrularak elimi sakince sehpadan çektim. Korel meraklı gözlerle vereceğim tepkiyi bekliyordu.
Bileğimi kucağıma aldım ve birkaç saniye gözlerimi kapatıp açtıktan sonra bileğime baktım.
Korel'in cümleleri kulaklarımda çınlamaya başladı; zaman ve yer kavramımı sanki tamamen kaybettim. Bakışlarım tekrar Korel'e döndü, dudaklarım aralandı, ardından bileğime yeniden baktım.
Oradaydı, atışlarımın üzerinde kalbi atıyordu; parçalanmış bir kalp nabzımın üzerinde atıyordu. "Korel, bu..." dedim ve içimin acıdığını da hissettim. Bana kendinden, kendi parçasından yarasını, kaybetmişliğini bırakmış olması benim de kalbimi parçalamıştı sanki.
Bileğimin üzerinde ortasından kırılmış bir pusula vardı. Yönü belli değildi, gösterebileceği nokta belli değildi ama pusulaydı ve oklar, normal bir ok şeklinde değil de sarmaşıklar şeklindeydi.
Pusulanın bir yarısında solgun renkte bir sarmaşık vardı, o sarmaşık çoktan ölmüştü fakat diğer parçasındaki sarmaşık canlı, yeşil renkteydi.
Korel, "Pusulamı kaybettim," dedi daha önce söylediğini tekrar ederek. "Onu bulduğumda da bu haldeydi. Solan taraf gelecek, canlı taraf seninle olan geçmişim. Bu dövme, benim için Minel." Korel'in kalbi, pusulasıydı.
Parmaklarımı o pusulada gezdirmek istedim fakat Korel, "Dokunma," diyerek elini kaldırdı ve parmaklarım havada kaldı. "Üzerini streç filmle kapatmamız lazım, mikrop kapar."
Öylece beklerken gözlerimi bir an olsun o pusuladan ayıramadım.
Korel'in kalbi, benim nabzımın üzerindeydi.
Korel'in pusulası, benim sarmaşığımın üzerindeydi.
"Senin kalbin, pusulan," dediğimde onun cümlesini tekrar ettim. "Pusulanı benim atışlarımın üzerine bıraktın. Bu düşündüğümden daha ağır bir yük." Korel böyle bir tepki beklemediği için donuklaştı. "Seni unutsam bile bu dövmeye baktığımda hiçbir zaman kırık bir pusulayla hatırlamayacağım, ne olursa olsun. Sen o labirentin içindesin ve pusulanı gizliyorsun ama artık pusulanı ben de taşıyorum ve o labirente girebilirim, bu pusulayı da kırık olsa bile kullanabilirim."
Korel söylediklerimden tek bir cümleye odaklandı ve kısık sesle, "Beni unutmamayı dene," dedi. "Bana unutma ihtimaliyle artık gelme çünkü ben hatırlanmaktan önce unutulmamayı istiyorum."
Elini uzattı ve elimi uzatmamı bekledi. Bileğimi ona uzattığımda elindeki streç filmle dövmenin üzerini iyice sardı ve bunu yaparken yüzüme bakmadı, bense ondan gözlerimi ayıramadım. Elimi geri bıraktığında, "Gidelim artık," dedi ve oturduğu sandalyeden ayağa kalktı.
"Korel," dedim ve büyük bir istekle yüzüne baktım. "Burada kalsak olmaz mı? Eve kadar gitmek istemiyorum ve burayı çok sevdim."
"Bu gürültüde?" Yüzünü buruşturdu fakat daha önce bu odada defalarca uyuduğuna emindim. Kaşlarımı havaya kaldırıp biraz daha istekli ona baktığımda, "Nereden çıktı bu?" diye sordu.
"Sadece eve gitmek istemiyorum." Nedense bir tarafım o eve gitmek istemiyordu ve odanın ruhu beni cezbetmişti.
Korel yüzüme anlamsız anlamsız baktıktan sonra, "Çok tuhafsın," diyerek koltuğun kenarına oturdu. "İstediğin gerçekten bu mu?"
"Bu." Net cevabımla Korel ellerini havaya kaldırarak şaşırdığını belli etti ve koltuğa, ardından rahatlığıma baktı.
"Benim de isteğim rahatça yatmak," dediğinde rahatsız bir şekilde doğrulmaya çalıştım fakat o elini kaldıp beni durdurdu. Koltuğun üzerinden yanıma kaydığında kalbim bir anda kafesin içinde kalmış bir kuş gibi çırpınmaya başladı. O kafesin kapısını açacak tek kişi Korel'di ve bana baktığı her an, kuş kafesten çıkmak için direniyordu.
O anlardan birindeydik.
Yanıma uzandı ve ayaklarını uzatıp çapraz bir şekilde birleştirdi. Dar koltuğa rahatça sığmamıza şaşırmamıştım çünkü Korel'in çeyreği kadar bile yer kaplamıyordum. Duruşumu cenin pozisyonuna getirdiğimde başımı Korel'in omzuna yasladım ve bir dizimi hafifçe bükerek bacağının kenarına koydum.
Korel dönüp bana baktı, başını çevirdi, ardından bir daha baktı ve kolunu açıp tamamen göğsüne yatmama izin verdi. Kolu omzumu sardığında, "Başıma sürekli saçma sapan işler açıyorsun," diyerek homurdandı. Bulunduğu durumdan keyif alıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu, bunun farkındaydım.
Yerdeki içki şişesini alıp birkaç yudum içti. Elimi uzatıp ben de içmek istediğimde şişeyi tekrar yere koyup, "Sarhoş olursan uyuyamam," dedi. "Sarhoş çilliler hep canımı sıkıyor çünkü çok konuşuyorlar."
Burnumu kırıştırdım. "Öyle mi?" diyerek onun gibi homurdandım. "Saçma sapan gülmekten daha iyidir."
Korel gözlerini kapattı ve kaşlarını kaldırarak sus demek istedi. Kaşlarım çatıldı, konuşmadım ama uykum da olmadığı için elimdeki kitabı açıp birkaç sayfasına göz gezdirdim.
Dakikalar sonra Korel'in sık nefesler aldığını duydum ve başımı kaldırıp ona baktığımda dudaklarının hafifçe aralık durduğunu gördüm.
Uyumuştu.
Gülümseyerek gözlerimi tekrar kitaba çevirdim ve açtığım sayfadaki şiir için, "Bu şiire bayılırım," diye mırıldandım. "Uyanık olsaydım sana söyleyemezdim ama bu şiirin çok sevdiğim bir yeri var." Korel hâlâ derin nefesler alıyordu bu yüzden sevdiğim kısmını sesli bir şekilde okumaya başladım.
"Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım, tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum..." Şiire kısık bir sesle devam etti, bu şiiri biliyordum. "Göğe Bakma Durağı"ydı*, küçükken okumuştum. Korel'in derin nefesleri duraksadı ve başımı kaldırıp ona baktığımda hafifçe gülümsediğini gördüm.
"Dönmeyeceğimiz bir yer beğen, başka türlüsü güç," dedi Korel şiirin başka bir yerini okuyarak.
Uyumuyordu, rol yapıyordu ve bu utançtan yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Yüzüne bakarken kızardığımı gördü ve omzumdaki elini hafifçe yanağıma değdirdiğinde parmaklarına yanağımdaki ateşin bulaştığını biliyordum.
"Durma kendini hatırlat, durma göğe bakalım," dedim gözlerinin içine bakarken şiirin son cümlelerini söyleyerek. Korel bana bakan gözlerini pencereye çevirip gökyüzüne baktı. "Güzel şiir ama daha güzel başka bir şiiri var."
"Hangisi?" dedim merakla ve kitabı ona uzattım fakat Korel kitabı almak yerine derin bir nefes alıp, "Sayfa üç yüz altmış yedi," dedi. Elimdeki kitapta söylediği sayfayı ararken Korel'in sesi ellerimin duraksamasına neden oldu.
"Benim bir sevincim var, yüzün artık akşam," dediğinde şiiri ezberden okumaya başlamıştı. "Bir çocuğun gülüşünü görüyorum nereye baksam." Parmaklarım sayfaları aramaya devam etti ve en sonunda o sayfada durdu. Elimdeki kitap heyecanımdan dolayı hafifçe titremeye başlamıştı. Şiirin birkaç yerini atladı ve tam da benim okuduğum yere geldiğinde sesini alçalttı. "Bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam. "Bakışları bana doğru döndü ve ben de kitaptan gözlerimi ayırıp ona baktığımda derinlerdeki Korel'i yine gördüm. "Sen yoksun, gazeteler yok, geçmişin razı değil," derken devam etmek istemedi ama bu şiiri de küçüklüğümden biliyordum, Islak Çeltiklere'ydi ismi.
Elimi hafifçe yüzüne yaklaştırıp, "Öyle değişik bir adamsın ki," diye fısıldadım. "Her gün başka bir tarafını görüyorum ve her gördüğümde daha fazla şaşırıyorum." Parmaklarım yanağına dokundu ve yanağından çenesine ilerlediğinde durdum. "Gerçek olan hangisi?"
Korel yüzüme bakmaya devam ederken, "Sen seç," dedi ve elimi tutup çenesine ulaşmadan göğsüne indirdi. "Hangisi olmamı isterdin? Ben şiirleri sevebilecek bir adam değilim ve bu şiiri ezbere biliyorsam nedeni vardır. Bu şiirde birileri var."
Kafamı salladım ve gözlerimi ondan ayırdıktan sonra başımı rahatça göğüs kafesine yasladım. Kalp atışları kulaklarıma dolarken, "Hepsi olmanı isterdim," dedim fakat o kadar kısık sesle söyledim ki o bunu duymadı bile. "Hepsine ihtiyacım var."
Aramıza derin bir sessizlik girdi ve bu derin sessizlik, Korel'in bana ulaşmasını, benim ona ulaşmamı engelleyecek kadar büyüktü.
Bardaki şarkılar defalarca değişti, gürültü uzaklaştı, uzaklaştı ve en sonunda yok oldu. Müzik sesi kapatıldı, saatler geçti; hiçbir ses kalmadı ama ikimiz de uzun bir süre uyumadan öylece sessizliği dinledik.
Korel benim karanlıkta ellerini tutacağım fakat aydınlığa kavuştuğumda ondan kaçmak isteyeceğim bir adamdı. O benim aydınlığımda kendi aydınlığıyla yok olacaktı ve ben sadece onu hissedebilmek için karanlığı arzulayacaktım.
Işıklar daima sönsün istedim.
Işıklar söndüğünde Korel hep yanımda olacaktı.
Paragraf Yorumları