Hayatım boyunca birçok duyguyu tatmıştım. Ölümü hissetmiştim; sevdiklerimin, sevmediklerimin hatta ve hatta kalbim atarken kendimin bile. İnsan yaşarken öldüğünü hissedebilir miydi? Ben hissetmiştim. Annem ölmüştü, babamın öldüğünü düşünmüştüm.
Ablam ölmüştü, onun ölümünü çok sonra hissetmiştim.
Kırgınlığı tatmıştım, nefreti de öyle; öfkeyi, kini hatta günü geldiğinde intikamı bile tatmıştım, hayata geçiremesem de.
Ardından aşkı tatmıştım; sevgiyi, şefkati, merhameti, inancı, güveni.
Bütün bunları hissettiğim bazı zamanlarda küçük bir çocuktum, bazı zamanlarda ise yetişkin bir kadındım ve bu hayatta tatmadığım hiçbir duygunun kalmadığını düşünüyordum.
Şu ana kadar.
Bu duygunun adı neydi? Hayal kırıklığı olamazdı, hayal kırıklığı kulağa daha hafif geliyordu; acı diyebilir miydim? Acı şu an kalbimdekileri tarif edemezdi, acıdan çok daha fazlasıydı çünkü. Kandırılma mıydı? Bu kandırılmaktan ya da kanmaktan da öteydi.
Hayır, bu bir duygu da değildi, olamazdı. Bunun adı yalandı ve bu yalan ben değildim; bütün hayatım, yaşadıklarım, gördüklerim hissettiklerim. Hepsi kocaman bir yalandan ibaretti."
Geçmişim, şu anım hatta kurmayı düşündüğüm geleceğim büyük bir yalandan ibaretti. İbaretti değil ibaretmiş, şu an bunu görebiliyordum.
Bir yalan saçlarınızı sevdiğinizde hissedersiniz diyebilirdim bugüne kadar ama hissedilmiyordu. Sevilmediğinizi anlamak zor değildir diyebilirdim bugüne kadar ama zormuş, görebiliyordum.
Bir katili gözlerinden tanıyabilirsiniz diyebilirdim bugüne kadar fakat gerçek bir seri katili gözlerinden tanımak imkânsızdı; hayatınızı mahveden o adamı direkt anlayabilirsiniz diyebilirdim bugüne kadar ama görüyordum ki hayatım mahvolurken koştuğum kişi hayatımı mahveden kişiydi.
Ben bir aptaldım; hayır, ben bir aptal değildim, Korel Erezli bir seri katildi ve geçmişimde de şu anda da kedinin fareyle oynadığı gibi benimle oynamıştı.
Bunu gözlerine baktığında görebiliyordum; gözlerinin içinde, daima yandığına inandığım o ateş artık kendisini değil beni ateşler altında bırakıyordu. O bir yabancıydı ve ben; bir seri katilin kollarında uyumuş, ilk deneyimimi bir seri katille yaşamış, bir seri katille öpüşmüş, bir seri katile âşık olmuştum.
Bütün savaşlarımdan, bütün kötü duygulardan hatta bütün yıkımlardan daha ağırdı.
Ağlamam gerekiyordu, belki de çırpınmam hatta direnmem fakat o an kulaklarıma dolan kahkahalar bir tek bana aitti; o an aklımı kaybetmiş olmak veya nasıl göründüğüm, hiçbiri umurumda değildi.
Korel Erezli bana kendi ağzıyla Prometheus olduğunu söylemişti fakat içimdeki o aptal, Korel'e inanmak için çırpınan kız, şu an bana kahkaha attıranla aynı kişiydi. "Korel," dedim kahkahamın arasında. Sesim o mabedin içini doldurdu; arkamdaki dolapta cesetler vardı, o insanları Korel öldürmüştü. Büge'yi Korel öldürmüştü, annemi Korel öldürmüştü, ablamı Korel öldürmüştü. "Korel," dedim daha yüksek sesle. Bıçak Gürkan'ın boynundaydı, onu öldürecekmiş gibi davranıyordu; öldürmezdi, değil mi? "Neler oluyor?" dedim gülüşümün arasından. "Bunu sana kim yaptırıyor? Bu bir kâbus mu?"
Gürkan büyük bir dehşetle bana bakarken ellerini havaya kaldırdığında Korel, onun kulağına, "Bir daha kıpırdarsan boynundaki damarı koparırım," diye fısıldadı.
Daha yüksek sesle gülmeye başladım, o kahkahalarımın arasında gözlerimden yaşlar aktığını tırnaklarımı yüzüme geçirdiğimde fark ettim. Geçmeyen yaralarıma yenileri eklenecekti. "Bu bir kâbus," dedim başımı sallayarak. "Ya da ben gerçekten şizofrenim, öyle değil mi?" Gözlerimi açıp kendimi onayladım. "Evet, bir şizofrenim, şu an bir hayal görüyorum, değil mi? Bu gerçek olamaz."
Korel aşağılayıcı bakışlarını bana gönderdiğinde söylediğim hiçbir şey umurunda değil gibiydi. "Şimdi," dedi baskın bir sesle, aksanlıydı; uzun zamandır onun aksanlı sesini duymamıştım. "İkinizden birini seçmem gerekecek ve buna siz karar vereceksiniz."
Gülüşlerim kesildi, sadece gözyaşlarım kaldı geriye. Dizlerimin titremesi şiddetlendiğinde arkamdaki duvara yaslanıp yere çöktüm ve ellerimi saçlarıma geçirip bu kez hıçkıra hıçkıra ağlarken kafamı arkamdaki duvara vurmaya başladım. "Uyan," dedim kendi kendime. "Uyan, kâbus görüyorsun, uyan şu aptal kâbustan. Bu en kötüsüydü ama en saçmasıydı, uyan, derhal uyan."
"Beş dakika," dedi Korel. Öylesine yabancı bir adamdı ki sanki başka birisiydi, kendisinden bile daha başka.
"Hayır," diye mırıldandığımda başımı vurmaktan vazgeçip gözlerinin içine baktım. "Prometheus sana bunu yaptırıyor, değil mi?" Duvardan destek alarak ayağa kalktım ve bağırmaya başladım. "Çık dışarı Prometheus! Bu tiyatronun arkasında da senin olduğunu biliyorum!" Korel'in gözlerinin içine bakıp ona yaklaşmak istedim fakat Gürkan'ı da alıp daha geriye çekildi. "Korel, korkma," dedi acıyla. "Biz buradayız, sana hiçbir şey yapamaz." Hızla belimdeki bıçağı çıkarıp havaya kaldırdım. "İkimiz de silahlıyız, ona karşı gelebiliriz."
Korel'in gözleri bıçağa kaydı, Gürkan boğuk bir nefes verip hayal kırıklığıyla bana baktı. Yanlış yaptığımı âdeta fısıldıyordu fakat ben Korel'e inanmaya devam ediyordum.
"O bıçağı bana ver," dedi Korel dişlerini sıkarak.
"Neden?" diye sorduktan sonra gülmeye başladım. "Rol yapamıyorsun, değil mi? Bir zarar göreceğimden korktun şu an."
Korel, gözlerini bir bıçağa bir bana çevirdi, ardından yüzüne acılı bir ifade oturdu, bakışlarına da öyle. "O bıçağı bana ver," dedi bu kez acıyla. Hâlâ Gürkan'ı tutuyordu ama bunu istemiyormuş gibi bir hali vardı. "Bir zarar göreceksin, bunu yapma." Sesi titriyordu, bakışlarına bambaşka duygular oturmuştu. "Burada mı?" diye fısıldadım etrafıma bakarak. "Prometheus burada mı?"
Korel gözlerini kıstı, başıyla sağ tarafı işaret ettiğinde bana Prometheus'un yerini işaret etti. Gözlerimi açtığımda bakışlarım Gürkan'a kaydı, ardından onun yine bana hayal kırıklığıyla bakmaya devam ettiğini gördüm.
"Onu alt edebiliriz," diye fısıldadım Korel'e korkusuzca. "İstersen role devam edebiliriz." O Korel'di, Prometheus'un ellerindeydi ve şu an rol yapıyordu.
Rol yapıyordu, değil mi? Peki şu an neden ona inanmıyordum, neden bıçağı onun eline veremiyordum, neden delicesine korkuyordum? Hayır, bunu ona yapmamalıydım.
"Sadece bıçağı bana ver," dedi Korel gözlerini bıçağa çevirerek. "Sonrasına bakacağız."
"Korel," diye fısıldarken yeniden ağlamaya başladım. "Yalan söylüyorsun, değil mi?" Gözleri gözlerime tırmandı, dişlerini sıktığında bakışlarında yeniden o ateşi gördüm, beni yakan ateşi. "Yalan," dedim acıyla ve geriye bir adım attım. "Şu an maske takıyorsun," dediğimde elim kalbime gitti; o an o bıçağı kalbime saplamamam için tek neden, minicik de olsa inancımın yerli yerinde durmasıydı. "Aslında bana karşı hep maske taktın, öyle değil mi? Gerçekte Prometheus'tun."
Bıçağı avuçlarımda sıkı sıkı tutarken ellerimin titrediğini ondan gizleyemiyordum. Öyle çok titriyordum ki sanki buzulun ortasındaydım; tepemden kar yağıyor, o kar gökyüzünden bir tek bizim için geliyordu.
"Nasıl?" diye fısıldadığımda inancım hâlâ bir yerlerde nefes alıyordu fakat artık bütün o şaşkınlık yerini kocaman bir hançer izine bırakmıştı. Sırtıma değil, kalbime değil, ellerime değil, bacaklarıma değil her bir zerreme yediğim hançerler vardı. O hançerlerin her birinin adı Korel Erezli'ydi. "Nasıl?" diye mırıldandım bir kez daha. "Bu insanları nasıl öldürebildin?"
"Üç dakika," dedi Korel söylediklerimi umursamayıp. "Eğer bir karara varmazsanız ikinizin de canını alırım."
"Rol yapıyorsun," dedim yeniden. "Hayır, bu sen değilsin ki." Gözyaşlarımın arasından ona bakarken öleceğimi hissediyordum; belki de ölmüştüm, belki de gerçekten ölmüştüm ve benim cehennemim şu andan ibaretti.
Buna bile razıydım, Korel'in hayatımı katletmesindense.
Korel'in bakışları Gürkan'a kaydı. "Aptal insanlara hiçbir zaman tahammül edemem," dediğinde yüzünde alaycı bir gülüş vardı. "Ve o aptalın teki, öyle değil mi? Umarım tercih edilen sen olursun, dostum."
"Büge," diye mırıldandı Gürkan sadece fakat Korel gülümsemeye devam etti; eğer rol yapsaydı Büge'nin adının ardından gülümsemezdi çünkü o öldürülmüştü, Prometheus tarafından.
Avcumda sıkıca tuttuğum bıçağı yavaşça göğüs kafesimden çektim, ardından kolumu öne uzatıp bıçağın keskin tarafını bileğime yaklaştırdım; Korel'in dövmesinin olduğu bileğime. Kırık pusula dövmesinin üzerine. "Bir seçim yapılacaksa ve biri ölecekse o ben olacağım," diye mırıldandığımda son kez onu deniyordum, son kez onu görmeye çalışıyordum, son kez maskesinin altındaki kişiyle karşılaşmak istiyordum. "Fakat bu senin elinden olmayacak, bunu ben yapacağım."
Gürkan başını iki yana sallamaya başladığında Korel'in elindeki bıçak hafifçe Gürkan'ın boynunu kesti. Gürkan acıyla inlerken, Korel hissiz bir şekilde bana, elimdeki bıçağa ve bileğime bakmaya devam etti.
"Sarmaşıklar geçmişimizdir," dedim bileğimi daha havaya kaldırarak. "Ve ben, tek bir bıçak darbesiyle o sarmaşığı keseceğim, Korel çünkü geçmişimdesin; ben geçmişimi, sen bu değilken istiyorum. Şimdi burada hem geçmişimi hem şu anı hem de geleceğimi bitireceğim, karar verildi, saniyeleri durdurabilirsin."
"Hayır, Minel," diye fısıldadı Gürkan, boğazından birkaç damla kan akıyordu. Korel kardeşi gibi gördüğü adama kendi elleriyle zarar vermişti fakat bunu umursamıyordu; onu umursamıyorken beni umursamasını da elbette ki bekleyemezdim.
Kısa bir sessizliğin ardından Korel çenesini havaya kaldırıp, "Kes bileğini," dedi net bir sesle. "Hatta kes bileklerini, ölümün garanti olsun, gözlerimin önünde biri daha bileklerini keserek kendini öldürsün; aynı aileden iki kız çocuğu bana fazlasıyla keyif verir."
Acıyla inlediğimde kendi ağzıyla başka bir itirafı nefesimi kesmişti. O an, orada gerçekten ölmek istedim çünkü yaşamak için nedenim kalmıştı; yaşasaydım da hayatıma aklı başında devam edemezdim, bu ana sadece dinleyerek şahitlik edenler bile hayatına devam edemezdi.
Tanrı bile bu kaderin ardından benim kalbimde var olmaya nasıl devam edecekti, anlamıyordum.
Gözlerim bıçağa kaydığında beni engellemedi hatta büyük bir sabırsızlıkla kendimi öldürmemi bekledi. Yeniden ona baktığımda ise yüzündeki o heyecanlı gülüşünü gördüm. "Neden?" diye fısıldadım son kez. "Neden bana bunu yaptın?"
Korel başını omzuna doğru yatırdığında, o an ölen tek kişinin ben olmayacağımı, arkamdan Gürkan'ın da geleceğini biliyordum. "Oyun oynamayı severim," dedi Korel sakin bir sesle. "Ve sen harika bir oyuncaktın." Sesinde acı verici bir yabancılık vardı ama daha önce duyduğuma emindim, ilk tanıştığımız zamanlar gördüğüm o adama benziyordu.
"İntikam mı?" diye sordum. "Yaşattıklarımın intikamı mı?"
"İntikam, hatadır," dedi tıpkı o kâğıtta yazdığı gibi. "Ve sen intikam almayı gerektirmeyecek kadar aptalsın." Aşağıladı, yerin dibine soktu ama bakışlarındaki hissizlik kadar canımı yakmadı. "Sen harika bir oyuncaktın, asıl olduğum kişiyi gizleyen bir kalkandın ve insanların bana inanmasını sağlıyordun." Kaşlarını kaldırdı. "Aslında sen hep öylesine biriydin ama önemli biri olma arzusuyla dolup taşıyordun ve sana bunun birazını bile verdiğimde aklını kaybettin, benim kim olduğumu görmedin." Sesinde acımasızlık vardı. "Çoğu zaman karşındaydım, çok açık verdim ama sen aptal bir kız olduğun için gerçekleri değil yalanları gördün." Gülmeye başladı, bense ağlamaya devam ettim. "Karşında birine zarar verdiğimde bunu görmezlikten geldin ama o aptal pilavını yediğimde bununla mutlu oldun."
Aptal pilavın. "Ama onu seviyordun," diye fısıldadığımda bulanık görüyordum. "Bana değer veriyordun."
"Ne seni seviyordum ne de o aptal pilavını," dedi Korel aşağılayarak. "Benim için hiçbir şeydin ve bunun farkında olsan bile kendini kandırdın; sadece bu da değil," gözlerini kıstı, "birini sevebilecek bile olsam sen son ihtimal dahi olmazdın. Öyle aptalsın ki..." Alayla gülmeye başladığında Gürkan gözlerini kapattı. "Seni kurtardığım hikâyesine nasıl da inandın ama," dediğinde kahkahası arttı. "Seni kurtardığım yerin asıl kurucusu bendim."
Başımı iki yana salladığımda elimdeki bıçak titriyordu. "Beni kandırıyorsun," dediğimde inanç ellerimde paramparçaydı; güven zaten şu an bana uğramamıştı, sevgi ise kalbimde kanıyordu. "Bu kadar kötü biri olamazsın."
"Ben sandığından çok daha kötüydüm ve sen kördün." Yaprak sarısı gözleri artık eskisi kadar güzel görünmüyordu. "Seni kalkan olarak kullandım fakat sonunda ifşa edildim; seninle ya da," Gürkan'ı itekledi, "seninle bir işim kalmadı. Buradaki oyunumun sonuna geldik, bir kazanan yok fakat ben keyif aldım; sonunda ise adaletli bir ölüm olacak, bana keyif veren." Gözleriyle bileklerimi işaret etti. "Kes bileklerini, akıt kanı, burada akan son kan seninki olacak ve bu bile nefesini verirken sana romantik gelecek."
Ölümümü umursamıyordu. Her şeyi düşünüyordum; tehdit altında olduğunu, birileri tarafından zor kullanıldığını, bu cümleleri zorda kaldığı için söylediğini ama iki durum bu düşüncelerimin önüne geçiyordu: Birincisi bakışlarındaki hissizlik, ikincisi bileğime bir bıçağın yaslı olması ve kendimi birkaç saniye sonra öldürecek olmam.
Çünkü Korel, benim tanıdığım Korel, ne olursa olsun ölümümün önüne geçerdi; her duygunun rolünü yapabilirdi ama konu benim canım olduğunda o rollerden çıkardı.
"Canımın kıymeti yok, değil mi senin için?" diye sordum, son sorum bu oldu.
Korel bir an bile düşünmeden, "Hayır, yok," dedi hatta ölümüme süre biçti. "Ve eğer otuz saniye içinde o bileklerini kesmezsen bunu ben yapmak zorunda kalacağım, bir an bile gözümü kırpmayacağım."
Başımı salladığımda ağlaya ağlaya bileğime yaslı duran bıçağa baktıktan sonra, "Ben seni..." diye fısıldadım. "Ben seni gerçekten sevmiştim."
Bıçağı yavaşça kaydırdığımda kapının önünde bir gümbürtü koptu; başımı kaldırıp baktığımda içeriye Korhan'ın girdiğini gördüm. Elinde bir silah vardı, dehşetle bize baktıktan sonra ne olduğunu anladığında ise silahın namlusunu hızla Korel'in ensesine yasladı, etrafa dikkatle baktığında ise bizden önce her şeyi çözdü.
"Bırak onları," dedi Korhan dişlerini sıkarak.
Korel gözlerini kapatıp birkaç saniye sonra açtığında yüzünde öfkeli bir ifade vardı. "Her şeyi bozmak zorundasın, değil mi?" diye sordu, sanki çocukça bir kavganın ortasındaymış gibi.
"Bırak," dedi Korhan dişlerini sıkarak. "Onları. Yoksa beynini patlatırım."
"Patlatamazsın," dedi Korel. Benimle Korhan'ın arasından geçip diğer tarafa doğru yürüdüğünde Gürkan'ı da kendisiyle beraber hareket ettiriyordu. "Çünkü sende o cesaret yok." Öfkeyle hırladı. "Bütün her şeyi mahvettin, bütün her şeyi bok ettin!"
Korhan'ın gözleri önce bana sonra bileğime yaslı olan bıçağa kaydığında dudakları korkuyla aralandı, ardından silahı Korel'in üzerinden çekmeden bana doğru yürüdü. Gürkan ise hâlâ onun elindeydi. Korhan, diğer eliyle çevik bir hareketle elimdeki bıçağı alıp diğer tarafa fırlattığında önüme geçti, silahını ise Korel'in yüzünden ayırmadı. "Eğer ona bir zarar verirsen gözümü kırpmam," dedi Korhan baskın bir sesle. "Gerçekten senin beynini dağıtırım." Korel inanmıyormuş gibi baktı. "Yaparım," dedi Korhan. "Çünkü birazdan buraya polisler gelecek, bunun bir nefsi müdafaa olduğunu düşünecekler, Prometheus olduğun ise kanıtlanacak. Şimdi ya Gürkan'ı bırak ve kaç, son kaçışın olsun ya da benimle savaş ver, sonucunda kaybet."
Korel dişlerini sıktı fakat artık tam olarak onun yüzünü göremiyordum. Korhan önüme duvar olmuş beni koruyordu. Kolunun arasından gördüğüm kadarıyla kapana kısılmış gibiydi. Birkaç saniye düşündü, ardından bu saniyeler dakikaya dönüştüğünde gözlerim bileğime kaydı. Bıçak az da olsa kesmiş, pusulanın üst tarafı hasar almıştı fakat damarıma henüz denk gelmeden Korhan içeriye dalmıştı.
Ben ölmeden Korhan gelmişti.
Bu büyük bir yıkımdı çünkü şu andan, az önceki dakikalardan sonra nasıl yaşanır, artık bilmiyordum.
Korel birkaç nefes verdikten sonra Gürkan'ı daha sıkı kendine çekti ardından onu hızlı bir şekilde bizim olduğumuz tarafa fırlattı ve kısa sürede kapıdan koşarak uzaklaştı. Merdivenleri tırmandığında adım seslerini işittim, ardından sessizlik.
Korel yine kaçmıştı.
Gözlerim onun bıraktığı boşluğa takıldığında Gürkan yerde öksürmeye başladı. Korhan eğilip ona yardım ederken, ben donakalmış halde öylece durmaya devam ettim.
Bileğimden yere kan damlıyordu; Mine, Mine, Mine.
Kalbimden yere kan damlıyordu; Korel, Korel, Korel.
Sırtımdaki hançerden yere kan damlıyordu; yalan, yalan, yalan.
Boynumdan yere kan damlıyordu; annem, annem, annem.
Dudaklarımdan yere kan damlıyordu; ihanet, ihanet, ihanet.
Korhan bana bir şeyler söyledi, ardından Gürkan'ı yerden kaldırıp koltuğunun altına aldı ama ben aynı şekilde durmaya devam ettim. Gözyaşları artık yok; gözlerimden damlayan her yaş, biraz daha kan. Her kan, ihanet; aileme ihanet, ablama ihanet, anneme ihanet.
Kendime ihanet.
Ailesini katleden adamın kollarında günlerce güzellik uykusuna yatan o kadının adı Minel Karaer'di ve Korel haklıydı, ben sevilmeye layık değildim; o an bunu görebilseydim zaten maskesini de anlayabilirdim.
Korel'in bıraktığı boşluğa bakmaya devam ettim.
Yüzünden yere kan damladı; maske, maske, maske.
Paragraf Yorumları