Korel Erezli'nin sonbaharı anımsatan gözlerinden esen sıcak rüzgâr, her hücremi kor gibi yakıyordu. Cehennem ateşini içmiş, her yudumu kendi bünyesine hapsetmişti ve evet, dudaklarım alev topunun içine düşmüş gibiydi. Sebebi, bakışlarıydı. Gözleri dudaklarımdaydı.
Bakışları gözlerime tekrar tırmandığında, saniye bile sürmeden o sıcaklık tamamen soğudu ve kış mevsimine ulaştım. Korel'in bakışları artık sonbaharın o kavurucu esintisini hissettirmiyordu, gözlerinin üzerine kaplanan siyah örtü, belki de birkaç saniyelik o altın rengi harelerinden kalkmıştı ve bana kor gibi yandığımı hissettirmişti.
Şimdi ise gözlerime kar fırtınası çarpıyordu ve beni donduruyordu.
Dudaklarıma ise ne soğuk ne sıcak rüzgâr bir daha uğradı.
"Anladın mı?" dedi kaşlarını havaya kaldırarak. Gırtlaktan yükselen aksanlı sesiyle beraber bir daha yutkundum. Korel bakışlarında mevsim yaşatıyordu ve esintisi geçmişimin sıcaklığını barındırıyor gibiydi.
"Sana diyorum." Yakın olan mesafemizi açmak için geriye bir adım attı ve kollarını önünde bağladı. "Turuncu kafan beni anladı mı?"
Anladıklarımı içimden ya da dışımdan dile getirirsem benimle dalga geçerdi, bunu biliyordum. Kaşlarım kızgınlıkla çatılırken kollarımı önümde bağladım. "Turuncu kafa mı?" diye soludum. "Klişe bir şekilde havuç falan da diyecek misin?"
Gözlerini devirdi. "Klişe şeyleri sevmem aslında," dedi gözlerini bir kartal gibi kısarak. Düşüncemi destekleyen bir cümle kurması tek kaşımı kaldırmama sebep oldu. Önünde bağladığı kollarını açtı ve kemikli yüzüne çok yakışan koyu kahverengi kirli sakallarına parmaklarını geçirdi. Çenesini hafifçe sıvazlarken baştan aşağı beni süzdü. Ayakkabılarımdan başlayıp yavaş yavaş yukarı çıkarken, rahatsız bir şekilde kıpırdandım.
"Ne bakıyorsun?" Zaten çatık olan kaşlarımı daha fazla çattım ve başımı sağa yatırarak vücudumda gezen bakışlarına odaklandım.
"Sana klişe olmayan bir lakap bulmaya çalışıyorum," dedi dikkatlice incelemeye çalışarak.
"Bana ismimle hitap etmeye ne dersin?" dedim karşı çıkarak. "Minel." Hafifçe eğildim. "Mi-nel. Hecelerine ayırdığında daha kolay anlaşılıyor aslında."
Başını iki yana salladı ve beni incelemeye devam ederken, "Küçük bir çocuk gibisin," dedi alayla. "Hep böyle diklenecek misin?"
"Hah!" diye bir ses dudaklarımın arasından çıkarken kollarımı fazlasıyla sıkı bağladım ve kafamı iki yana salladım. "Sensin küçük bir..." Duraksadım, baştan aşağı onu süzdüm ve saçmalamayı bırakmak için güldüm. "Hah! Bu ne şimdi? Benimle dalga geçeceksin ve borç ödenecek mi?"
Sakalında duraksayan parmaklarını çenesine indirdi ve yanık izinin üzerinden hafifçe sakallarını kaşıdı. Üstdudağına göre daha dolgun olan altdudağını hızlıca yaladı ve o kan kırmızısı rengin parlamasına sebep oldu.
"Küçük bir çocuğa göre bana fazla dikleniyorsun," dedi ifadesiz bir sesle. "Aslında tam olarak kastettiğim buydu. Lafımın üzerine laf sevmem." Bakışlarım sol elinin tersindeki dövmelere odaklandığında gözlerimin hizasını anlamış olacak ki elini çabucak çenesinden çekti.
"Senin derdin ne?" diye sordum büyük bir şaşkınlıkla. "Sana gerçekten içtenlikle teşekkür etmek istedim fakat sen buna bile izin vermedin." Tekrar o sokakta neden bulunduğunu sormak için derin bir nefesi ciğerlerime topladığımda bunu hissetmiş gibi tek kaşını tehditkâr bir ifadeyle kaldırdı. "Her neyse," dedim tehdidi fark edip görmezden gelerek. "Borcumu nasıl ödemem gerektiğini söyler misin?"
Korel sıkılmış bir ifadeyle yüzünü buruşturdu ve kafasını diğer tarafa çevirip, "Bastıbacak," diyerek kendi kendine söylendi. "Borç yok."
Baktığı yöndeki kızların bakışlarının onu izlediğini fark ettiğimde, "Hey!" diye seslendim. "Sen bana kısa mı demek istedin?" İçimde karnını tutarak gülen birileri vardı ve bana bacağı kadar olduğumu dile getiriyorlardı. Korel'in boyunun bir doksanın üzerinde olduğuna emindim.
Korel dediğimi duymazdan gelerek bakışlarını bana çevirdi. O sırada, Korel'in arkasından bize yaklaşan Barış ve Büge'yi gördüm. Büge'nin gözleri şaşkınlıkla açılırken, Barış oldukça düz bir ifadeyle bize bakıyordu; biz konuşmaya başladığımızdan beri izlediğine emindim. Küçük adımlarla bize doğru yaklaşırlarken, Büge'nin bakışları Korel'in sırtına odaklandı ve dudakları daha bariz bir şaşkınlıkla aralandı.
Nasıl göründüğüm, ne yaptığım, ne için çabaladığım hakkında ufacık bir fikrim yoktu fakat gözlerimi takip eden Korel'in Büge ve Barış'la göz göze geldiğinde yüzünü buruşturduğunu net bir şekilde görebiliyordum. Üstdudağı alaycı bir ifadeyle yukarıya kıvrıldı ve dilini dişine değdirerek hafif bir "tık" sesi çıkardı. Korel'in gözleri Barış'ın yüzüne odaklandığında uzun bir süre ona baktı ve tekrar aynı sesi çıkararak tek kaşını havaya kaldırdı.
Tanıdığım Büge, hiçbir çekincesi olmadan, direkt konuşmaya dalardı ve izin bile istemezdi. Fakat Korel'in yaydığı negatif dumandan olsa gerek, Büge bile duraksamıştı ve gözlerimin içine büyük bir şaşkınlıkla bakmayı tercih etmişti. Barış ise kısık sesle, Korel'in bakışlarına oldukça pasif bir şekilde karşılık vererek Büge'ye bir şeyler mırıldanıyordu.
Büge birkaç küçük adım daha attığında Korel de hareketlendi ve başını bana çevirerek, "Her neyse," diye umursamaz bir sesle konuşmayı sonlandırdığını belli etti. Yüzündeki o alaylı ifadenin yerine düz bir ifade yerleşti. Kalın kaşlarını sürekli çattığından olsa gerek, iki kaşının ortasında belirgin bir çizgi vardı. "Sevmediğim bir ortam oluşacak gibi görünüyor."
Bir adım atıp yanımdan geçmek için hamle yaptığında, "Konu burada kapanmadı," dedim kısık sesle. Çok az bir mesafede çaprazımdaydı ve hemen arkamdaki kapıdan dışarı çıkacaktı. Attığı tek bir adım, diğer adımı takip etmeden durdu.
"Borç," dedi başını biraz eğerek ve üzerine bastırarak. "Yok." Bir adım daha attı ve tam omuz hizamda durdu. Bakışlarım, Korel'den ayrıldı ve tam karşımda bize şaşkınlıkla bakan arkadaşlarıma odaklandı. Korel tam yanımdaydı ve Büge ile Barış'a sırtı dönük şekilde omzunun üzerinden bana bakıyordu.
"Var," dedim Büge'nin gözlerinin içine bakarak, Korel'e bakamıyordum çünkü yine o ılık esintiyi hissedeceğimi düşünüyordum. Yutkundum ve dudaklarımı yavaşça ıslattım. Gözlerinin profilimde gezdiğine emindim.
Bir süre sessizliğe gebe bir şekilde gözlerinin sağ tarafımda gezindiğinin farkında, bakışlarım boşlukta, bir cevap bekledim. Kasvetin ağırlığı tam göğsümün alt kısmına korkuyu salarken, derin bir nefesi içime çektim. Hoş, yağmurdan ıslanan kül kokusu burnuma ulaştığında, bu kokunun benzerini geçen gece Korel'in deri ceketinde aldığımı hatırladım.
Tuhaftı ve çekici bir kokuydu.
"Borç da klişedir," dedi sonunda, büyük bir nefes alarak ve kısık bir sesle, yavaşça eğildi. "Ve klişeleri sevmediğimi söyledim." Duraksadı, biraz daha eğildi, dudaklarından esen sıcak nefes saçlarımın arasından kulağıma erişirken nefesimi tuttum ve bizi iri gözlerle seyreden Büge'ye bakarken yükseldiğimi hissettim, sanki parmak uçlarımda durmuyordum, ayaklarım beton zeminden havalanmış gibiydi. Kurumuş yaprak rengi gözleri yandan beni izlerken, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve nefesini vererek, "Sana Turuncu demek klişe olabilir," dedi sakince. "Ama benim sana Turuncu demem asla klişe değil. Bundan emin olabilirsin."
Ferah bir sigara kokan sıcak nefesini yüzümün sağ tarafında hissettiğimde bünyem alışık olmadığım bir tepkiyle gerildi ve saniyenin onda biri kadar bir sürede zihnimin içindeki defterden rasgele bir sayfa açıldı. Sayfanın başlığında yer alan Korel'in yüzünü incelemek istediğimde sanki defter sertçe düştü ve şakağımdan ense köküme doğru şiddetli bir ağrı hissettim.
Korel duruşunu dikleştirdi ve sıcaklığı uzaklaştı, kokusu içinse bu mümkün değildi. Büge'nin gözlerindeki o ifade, dün bana sunduğu tezin çürüdüğünü gösteriyordu. Korel gerçekten de benimle ilgileniyor gibi görünüyordu. "Fazla kapalı konuşuyorsun," dedim.
"Ne güzel," dedi imayla. "Sana beni daha fazla düşünmen için cümleler bırakıyorum, bu hoşuma gider." Bir kere daha arkadaki arkadaşlarımın yüzüne baktı ve hiçbir tepki vermeden, bir daha benim yüzüme de bakmadan yanımdan geçti. Adımlarının bıraktığı esinti etkili kokusunu daha fazla hissetmeme sebep olurken, yüzümü buruşturdum ve nefesimi tutmak istedim. Dizlerim titriyordu. Yüzümün bir tarafının ateş gibi yandığını hissediyordum ve bakışlarından kavrulan dudaklarım dişlerimin arasındaydı. Büge'nin şaşkın bakışları bir süre öylece yüzüme odaklanırken, yan tarafımdaki sarışın kızın yüksek sesle bana bir şeylerin lafını çarptığını duyabiliyordum, ne dediği ise umurumda değildi.
Barış alayla kafasını iki yana salladı ve yanıma gelmeye bile tenezzül etmeden Büge'nin omzuna bir kere dokunurak çıkış kapısına doğru yürüdü. O saniyelerde tuttuğum nefesimi dışarı bıraktım. Büge yüzündeki şaşkınlığı ve dudaklarındaki o ne oluyor? gülümsemesini silmeden yanıma yaklaştı ve elini havaya kaldırarak, "Seni küçük," diye seslendi, etrafına baktı, bana öldürecekmiş gibi bakan kız grubunu gördüğünde yanıma kadar yürüdü ve sevimli bir şekilde gülümsedi, tam yanıma geldiğinde ise "sıçan," diye fısıldadı. "Hadi ama! Seni küçük sıçan. Neler oluyor?"
"Büge," dedim kekeleyerek ve boğazımı temizledim. Hiçbir şey yokmuş gibi ve çok nadir yaptığım bir hareketle, boynuna aniden sarıldım. "Nasılsın? Nasıl gidiyor?"
Büge'nin elleri havada asılı kalırken, nefesini tuttu. Endişem, titreyen dizlerimle beraber her şeyi açığa çıkarmamdı ve yüzümün kızardığına adım gibi emindim. Bunu hem herkesten hem de Büge'den gizlemek amacıyla başımı boynuna yerleştirdim ve az önceye göre Büge'den gelen yoğun parfüm kokusuyla yüzümü buruşturdum. "Minel kafalı," dedi kızgın bir sesle ve o da belime sarılarak bana karşılık verdi. "Ne işler karıştırıyorsun sen, o..." Duraksadı, iç çekti. "O motosikletli herifle?"
Dediğini duymazdan gelerek parmaklarımın ucunda biraz daha yükseldim ve küt saçlarının arkasına gizlenerek, "Hım," diye mırıldandım. "Bugün senin grup dersin yok muydu?"
Büge haftanın sadece bir günü grup dersine katılıyordu; sebebi büyük ihtimalle insanlarla etkileşim içinde olması gerektiğindendi.
Büge kıkırdadı ve aynı anda omuzları da kalkıp indi. "Var da konuyla ilgisi?" Sustu, bir daha kıkırdadı ve belimden sırtıma kadar sıvazladı. "Gizlenmek istediğini yeni anlıyorum fakat yüzünün ateşinden boynum alev alacak, bil diye söylüyorum."
Öylece kalırken, sıkıca sardığım kollarım gevşedi ve başımı geriye çekerek yüzüne baktım. Koyu bakışları yüzüme odaklanırken, yüksek sesle kahkaha attı ve eliyle burnumu sıkarak kendine doğru çekti. "Domates!"
"Yapmasana!" dedim burnumu sıktığı için çıkan tuhaf sesimle. "Hey!" dedi yan tarafımıza oturan kalabalık kız grubunun içindeki sarışın olanı. "Grup dersine gelmiyor musun? Belki hislerini canlandırabiliriz." Arkadaşları Büge'ye söylediği laftan dolayı kıkırdamaya başladığında kaşlarım çatıldı ve Büge'nin yüzüne baktım. O ise umursamaz bir ifadeyle tebessüm ederek bakışlarını kızın üzerinden çekti. Az önce Korel'e baktığını gördüğüm kızdı.
"Ne bu?" dedim öfkeyle. "Seninle nasıl bu şekilde konuşabilirler?"
"Benimle uğraşabilecekleri tek konu bu," dedi Büge omuzlarını silkerek. "Birkaç kere aynı grupta denk gelmiştik ve onlara neden battığımı hiç anlayamıyorum ama sınırlarımı zorladıkları kesin."
Tekrar öfkeyle kızların yüzüne baktığımda, sarışın olan kız grubun başını çekiyormuş gibi duruyordu, geriye kalanlar ise onun yandaşıydı.
"Sen," dedi sarışın kız bu sefer bana bakarak. "O adamı nereden tanıyorsun?" Bakışlarından hem merak hem korku geçer gibi oldu. Kastettiği kişi Korel'di.
Bir cevap vermek için dudaklarım aralandığında Büge, "Boş ver," diyerek çenemi kavradı ve yüzümü yüzüne çevirdi. "Benimle grup dersine girsene, şunlara belki orada hadlerini bildiririm." "Elbette," dedim ve kızların bulunduğu kalabalığa arkamı dönerek yemekhanenin çıkış kapısına doğru yürümeye başladık. "Hadlerini bildirdiğini görmek isterim aslında. Yine dışarıda mı olacaksınız?"
Büge'nin grup dersleri genelde dışarıda olurdu ve sebebini ilk başlarda anlamasam da sonrasında kavrayabilmiştim; çoğu, kapalı alanda nefes almakta zorlanıyorlardı.
"Evet," dediğinde çoktan yemekhaneden dışarıya çıkmıştık ve uzakta, ağacın altında oturan birkaç kişinin grup dersi için beklediğini fark etmiştik.
"Büge," dedim tedirginlikle. "Annen senin hakkında ne düşünüyor? Bunu defalarca söyleyeceğim fakat açılacak olan o akıl hastanesine yatmanı istemiyorum." Az önce kızların ona yaklaşımı bu düşüncemi körüklemişti fakat bunu ona söylemedim.
Büge gülümsedi ve bir kez daha aslında gerçekten acıları hissettiğine kefil oldum çünkü gülümsemesi can yakıcıydı.
"Annem bunu istiyor ve ben de hislerimi istiyorum artık ufaklık. Eve giderken bile kontrollü olarak gidiyorum, merkeze bağlı akıl hastanesi açılır açılmaz beni oraya alacaklar. Hem ne farkı var ki? Evde daha kötüyüm, emin olabilirsin."
Mutsuz hissettim, dudaklarım büküldü. "Annenin de tedavi olması gerekiyor, bunu biliyorsun, değil mi?" İlk defa dile getiriyordum. "Onu hiçbir zaman görmedim ama anlattığın kadarıyla alkole olan bağımlılığı ileri seviyede."
"Öyle," dedi ve sessizliğini korudu. Büge, acılarını hissetmediğini ya da adlandıramadığını mı düşündüğünden bilemiyordum fakat üzücü konular hakkında konuşmayı pek sevmezdi; bu durumda onu asla suçlayamazdım ve üstüne de gidemezdim.
Ağacın altına geldiğimizde yerde oturan birkaç kişinin yanına biz de yerleştik; arkamızdan gelen sarışın kızı ve tayfasını görmezden gelmeye çalıştım. Şu an burada bulunan herkes psikiyatristlerle teke tek görüşüyorlardı fakat yerde oturan iki erkek ile üç kızın yüzüne baktığım zaman sanki buna ihtiyaçları yokmuş gibi duruyorlardı. Bakışları elbette tuhaftı fakat sadece bundan ibaretti.
Hava serin gibiydi ve çimler nemliydi fakat bir ağacın altına oturmak ayrı bir zevk vermişti.
"Keşke biz de dışarıda yapsak grupları," dedim iç çekerek. "Gerçekten iyi hissettiriyor."
Büge bana bakmak yerine hemen karşımıza oturan sarışın kıza bakmaya başlamıştı; ne zaman oturduklarını bile anlamamıştım. Büge'nin kaşlarının çatıldığını gördüm; kızlarınsa bana bakarak bir şeyler fısıldadıklarını fark ettim.
"Senin hakkında konuşuyorlar," dedi Büge ve kaşları daha fazla çatıldı. "Şu sarışın kız sabrımı zorluyor ve onu zaafından vurmama çok az kaldı."
Başımı ona çevirip açıklama yapmasını bekledim fakat sarışın kız, "Hissizin yanındaki," diyerek bana seslendi. "O adamı nereden tanıyorsun?"
Yanıt vereceğim sıra Büge kolumu tuttu. "Sana ne?" diyerek beni savunmaya geçti. "Sabrımı fazla zorluyorsun, bu seni son uyarışım olacak."
Sarışın kız, Büge'yi görmezden geldi ve bana bakarak, "Bir soru sordum," dedi tehdit eder tonda. "Onu nereden tanıyorsun?"
Bir an boş bulundum ve aynı şekilde, "Sana ne?" dedim kızın yüzüne bakarak.
O kızın Korel'den hoşlandığı ve benimle de bu yüzden kavga edeceği senaryosu fazlasıyla komikti, içinde bulunmak istemeyeceğim bir durumdu ama derinlerde bundan daha farklı bir şeyin yattığını da düşünmeye başlamıştım.
Dört kızlardı. Kendi aralarında bir uğultu yükseldi fakat sarışın kız buna katılmak yerine bir bana bir Büge'ye bakarak sevimsiz bir ifadeyle gülümsedi. Gözleri koyu yeşildi ve saçları omzundan beline dalgalı iniyordu, yapay bir sarışındı. Yüzüne ağır bir makyaj yapmıştı fakat yaşı büyük görünüyordu ve çirkin bir kız değildi.
"Seneler önce bu kız da bu merkezdeymiş," dedi Büge sadece dudaklarını oynatarak, kızların duymayacağı şekilde. "Motosikletliyi oradan tanıyor olabilir. Belki de eski sevgilisidir."
Bir an için kız dikkatimi daha fazla çekti ve bakışlarımdaki sert ifadeyi düzelterek gözlerimi kaçırdım. Daha önce bu merkezde olması ve psikiyatristlerle teke tek görüşmesi onunla daha fazla uğraşmak istemediğimi bana hissettirdi. Hayatımın hiçbir döneminde korkak olmamıştım, gerektiği zaman kendimi savunabileceğimi biliyordum fakat şu anki durumda savunulacak hiçbir şey yoktu. Kızların bana karşı olan küçümseyici tavırlarının tek sebebi Korel Erezli'ydi.
"Boyuna göre fazla cesursun," dedi sarışın kız, bana bakıp uğraşmaya devam ederek. "Seninle uğraşmak bile istemem, özellikle yanında bu hissiz varken."
"Yeter," dedi Büge sert bir sesle. "Çeneni kapat ve işine bak, yoksa..."
"Yoksa?" dedi sarışın kız, her an kavgaya hazır bir sesle. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve üstten üstten bize bakmaya başladı.
"Yoksa..." Büge bana döndü, geniş bir şekilde gülümsedi ve tekrar kızın yüzüne bakarken o da ayağa kalktı. "O güzel zaaflarının üzerine öyle bir giderim ki kendini kaybedersin."
Kızın arkadaşlarının uğultuları bıçak gibi kesilirken onlar da ayağa kalktı ve işlerin daha fazla karışacağını o an anladım. Büge'nin yüzünde öyle bir alay vardı ki uzaktan gören biri bu ortamda eğlenceli bir muhabbet döndüğünü düşünebilirdi. Sarışın kızın yüzü değişirken, kaşları çatıldı ve kulakları kızardı. Bir şey söylemek için kırmızı rujlu dudağını araladı fakat bir süre açık kaldıktan sonra boş boş bakarak geri kapattı. "Ne oldu?" dedi Büge, hafifçe yüzüne eğilerek. "Hoşuna gitmedi mi? Kıyamam."
"Büge," dedim kısık sesle ve ben de ayağa kalktım. Kolundan çekiştirdim. "Hadi gidelim, tamam."
"Bana bak," dedi sarışın kız, Büge'ye bakarak. Ardından bakışlarını bana çevirdi ve yine yüzüne o küçümseyici ifadeyi yerleştirdi. "Beni sinirlendirmek istemezsiniz."
Büge kendini tutamayarak yüksek bir kahkaha attı; ağacın altındaki diğer insanların ise çoktan dikkatini çekmiştik. Bakışlar sadece bizim üzerimizdeydi.
"Seni sinirlendirmeyeceğim ki," dedi Büge masum bir tınıyla ve o sırada kıza biraz daha yaklaştı, ben de onunla aynı hizada ilerledim. "Sadece birazcık zaaflarınla oynayacağım, o kadar. Dur bakalım, neydi? Korkuların seni ne hale getiriyordu? Pişmanlıkların? Geçmişin?"
Sarışın kızın yüzü renkten renge girdi. Yan tarafta kalan bir erkek grubu elleri ceplerinde bizi izliyorlardı.
"Gök," dedi arka tarafta kalan kızıl saçlı kız. "Göksel." Sarışın kıza sesleniyordu fakat kız tek bir adım dahi atmıyor, bakışlarını üzerimizden çekmiyordu. Arkadaş grubu oldukça endişeli görünüyordu ve sebebini anlayamıyordum. Zaafları neydi? Kızıl saçlı kız bana ters bir bakış atarak arkadaşının koluna girdi. "İyi misin, Göksel?"
"Daha önce denk gelmiştim," dedi umursamaz bir sesle Büge. "Bir kelime senin hem geçmişin hem pişmanlığın hem korkuların, öyle değil mi? Derin bir nefes alıp, "Pirana," diye soludu. "Bu kelime seni mahvediyor, değil mi? Çok tuhaf."
"Yapma," dedi sarışın olan kız. "Öyle bir şey yok."
"Öyle mi?" dedi Büge ve kızın üzerine yürüyüp omzundan bir kere itekledi. "Senin rahatsızlığını bilmediğimi mi sanıyorsun? Siz bana hissiz diye bağırırken, ben sizin hislerinizi öğreniyorum." Bir daha omzundan itekledi ve kız dengesini kaybeder gibi oldu, arkadaşı onu tuttu. "İyi dinle şimdi." Kızın kolunu kavradı ve sertçe çevirdi, o sırada kızın parmaklarının olmadığını ve elinin bir yumruk gibi durduğunu fark ettim. "Pirana," dedi Büge sertçe. "Pirana. Pirana..." Kelimeyi defalarca tekrar ederken sarışın kızın gözlerinin dolduğunu görür gibi oldum bir an. "Ah, şuna da bakın. Güzel balıklardan neden korkuyorsun?" "Sus," dedi kız fakat Büge kızın kolunu daha fazla çevirdi.
"Neden?" dedi alayla ve sertçe kızı itekledi. "Piranalar sana ne yaptı? Anlatmak ister misin?" Büge normalde bir insanın bu kadar üzerine gidecek biri değildi fakat o kızların, tatilin öncesinde bile onunla uğraştıkları hissine kapılmıştım.
O saniye bir şeylerin ters gittiğini anladım ve endişe yavaş yavaş bünyeme uğramaya başladı, Büge ise hız kesmeden aynı kelimeyi söylemeye devam ediyordu. Göksel'in gözlerinin gitgide kaydığını ve yüzündeki utanç kızarıklığının beyaz bir tona karıştığını gördüm. Titrediğini ise arkadaşının tutmasıyla anladım. "Hiçbir şey," dedi kız kısık sesle. "Onlar yoklar."
"Onlar varlar," dedi Büge, daha fazla üzerine giderek. "Onlar hiçbir zaman yok olmadılar, hep var olacaklar ve maalesef seni kıskıvrak yakalayacaklar. Belki de piranaları ben sana getireceğim?"
"Büge," diye seslendim yavaşça. Kızıl saçlı kızın endişesi gözlerinden açıkça okunurken, Büge'ye ters ters baktı. Duraksamadan Büge'nin koluna girip çekiştirdim. "Tamam, yeter bu kadar. Gidelim."
"Hayır," dedi Büge net bir sesle. "Bugüne kadar hep benim zaaflarıma oynadılar, hep beni oyunlarına dahil etmeye çalıştılar ve bu sefer, ben o oyuna dahil oluyorum." Göksel'in gözleri titrer gibi oldu ve boynundaki damarlar açığa çıktı, yutkunamıyormuş gibi kafasını ileriye doğru uzatıp geri çekti.
"Arkadaşını sustur!" dedi kızıl saçlı kız, bana bakarak. Açık bir şekilde kriz ya da atak geçiriyor olabilirdi, sanki ben ve diğerlerinden başka gören kimse yoktu.
Büge kısık sesle kahkaha attı, kızın yüzüne doğru elini salladı ve parmağını şaklatarak, "Geldik!" diye seslendi. "Bana cevap ver. Sonuna kadar hissizliğimi sana göstereceğim."
"Yeter," diyerek Büge'yi kolundan sertçe çekip kulağına eğildim. "Uzatma, o kötü durumda ve onların yaptıklarını yapmak zorunda değilsin."
Merkezdeki bütün insanların bir rahatsızlığı vardı. Kimisininki küçüktü ve kayda değer değildi. Fakat kimisininki de oldukça büyüktü ve ölüme kadar götürebilirdi. Şu an ise tam karşımızda boş gözlerle bakan ve damarları patlayacakmış gibi duran kızın nasıl bir problemi olduğunu bilmiyordum.
"Bana," dedi Göksel, kısık ve acılı bir sesle. Sanki boğazından bir ateşin geçtiğini hisseder gibi oldum. "O kelimeyi söyleme." Gözleri kayar gibi oldu ve elini havaya kaldırdı. Bu, parmaklarının olmadığı eliydi; dikiş izleri belirgindi.
Büge'nin yüzünde gram duygu oynamazken, elleri ceplerinde bizi izleyen erkek grubundan kahkaha sesleri duydum. Göksel'in gözleri kayarken, kızıl saçlı kız adını seslenerek belini tuttu ve havada duran elini aşağı indirdi.
"Ne bu şimdi?" dedi Büge, ruhsuz bir sesle. "Bir gösteri mi? Bu oyunu ben yönetiyorum ve senin eline ne olduğuyla değil, senin zaaflarınla ilgileniyorum. Ne oldu? Zor mu geldi? Piranalar açlığını senin elinle mi giderdiler?"
"Sus!" Tek bir kelimeyle Büge'nin kolunu daha sert sıktım ve Göksel'e doğru bir adım attım fakat arkadaş grubundan en uzun olanı önüme geçip eliyle omzumdan sertçe itekleyerek beni geriye püskürttü, bu ise son nokta oldu.
Göksel'in ayaklarının altından yer kayarken kızıl saçlı kız yüksek bir çığlık attı ve ağacın dallarına konan kuşlar uçmaya başladı. Dizlerinin üzerine düşen Göksel'in kısık bakan gözleri irileşti ve genzinden sert hırıltılar çıkararak başını iki yana sallamaya başladı. Arkadaşları başını tutmaya çalışıp çenesini kavrıyorlar, kendi kendilerine bir şeyler söylüyorlardı. Öne doğru düşmesini engelleyen şey, onu tutan arkadaşlarıydı.
Ruhsuz bir ifadeyle bakan Büge, "Bu kadar," diye fısıldadı. "Bazı şeyler tek kelimeden ibarettir. Umarım ölmezsin ve benim bu merkezden atılmama sebep olmazsın." İrileşen gözlerim ve şaşkınlıkla açılan dudaklarımla hızla Büge'nin yüzüne baktım. Yüzünde hâlâ gram duygu değişimi yoktu ve sadece kendisi için endişeleniyordu. Cevap vermek yerine, Büge'nin kolunu tutan elimi iğrenerek bıraktım ve öne çıkarak Göksel'in titreyen bacaklarına, kollarına, başına baktım.
"Kriz," dedi kızıl saçlı kız, kısık bir sesle. "Artık daha sık olmaya başladı. İlaçları çantanın içinde olmalı." Göksel'in çantasını resmen çimlere döktüler ve dağıtıp ilaç aramaya başladılar, çevredeki birçok kişi Büge gibi düz bir ifadeyle izliyordu.
"Farkındayım," dedi beni itekleyen uzun boylu kız. "Burada yok." Elinde tuttuğu çantayı fırlattı ve yere oturarak Göksel'i dengede tutmaya yardım etti. Gözleri tamamen kaydığında ve sadece gözünün beyazı göründüğünde bedenindeki güç uzaklaşmıştı. Ağzının kenarından tükürüğü akarak çenesine indi ve başı sağa düştü.
"Göksel!" diye inledi kızıl saçlı kız. "Lanet olsun, şu ilaçları bulun!" İki kız tekrar çantanın içine baktılar fakat hiçbir şey bulamadılar.
"Kız ölüyor!" dedi yan tarafta kalan, kel ve esmer bir erkek.
"Buyrun ceset kokusuna."
"Kız güzelmiş," dedi ağacın altında oturan esmer adam. Yanındakiler kıkırdadı.
Ruhumun çekildiğini ve nasıl bir merkezde kendimi iyileştirmeye çalıştığımı o saniye tam anlamıyla fark ettim. Bu merkezdeki birçok insanın ruh sağlığı yerinde değildi ve bir ölümün bile dalgasını geçebilecek kadar taştan yüreğe sahiptiler. En kötüsü ise tam yanımda duran ve arkadaşım dediğimin insanın ruhsuz gibi kendini düşünüyor olmasıydı.
"Minel," diyerek kısık bir sesle seslendi Büge. "Gidelim, başıma bela alamam."
Gözlerimi sinirle kapattım ve bir süre öylece durdum, vicdanımın sesini gümbürdüyen kalbimden duyabiliyordum. Tekrar gözlerimi araladığımda, "Revir," diyerek kızıl saçlı kızın kolunu tuttum. "Revire götürelim."
Göksel'in gözleri ağır ağır kapandı ve kolu son bir kere titredi, başı tamamen arkadaşının omzuna düştüğünde yüzü kireç gibiydi, dudaklarının ise rujuna rağmen morardığını görebiliyordum. Büge omzuma dokunduğunda omzumu silktim ve Göksel'in düştüğü yere çökerek elimi yüzüne koymak için uzandım.
"Sakın," dedi kızıl saçlı kız, dişlerini sıkarak. Ardından, "Selin," diye seslenerek dolan gözlerini kapattı ve yutkunarak geri açtı. "Bana yardım edin, revire götürelim."
Diğer kızlar ve adının Selin olduğunu anladığım uzun boylu kız Göksel'i taşımak için ona sarılırken, çevrede olan bir kişi bile yardım etmek için bir girişimde bulunmuyordu. İki kız Göksel'in koluna girip yavaşça ayağa kaldırmaya çalıştılar.
"Minel," dedi Büge ifadesiz bir sesle. "Gidiyorum ben, bana bak." Göksel'i tamamen ayağa kaldırdıklarında Selin, "Revir nerede?" diye nefes nefese sordu. Yutkundum, boğazımdan aşağı doğru vicdanımın duvarlarından aşınan kabuklar döküldü.
"Biliyorum ben," dedim bir daha yutkunarak ve aceleyle. "Üst katta, psikiyatristlerin odasının ilerisinde. Onun özel doktoru yok mu?"
"Şu an yok," dedi kız sertçe. "Haftada iki gün geliyor sadece."
Duraksadım, derin bir nefes aldım. "Ben önden gidip haber vereyim revire, siz arkamdan gelin o halde."
Kızıl saçlı kız başta olmak üzere, diğer üç kız da şaşkınlıkla yüzüme baktı ve gözlerini irileştirdiler. Anlayabiliyordum. Bu merkez sınırları içerisinde kimsenin kimseye hiçbir şekilde bir yardımı olmazdı, üstüne üstlük acının üzerine kirli ayaklarıyla basarlar ve insanı daha fazla cehenneme sürüklerlerdi. Az önce yaşanan, insanların hâlâ yüzlerinde o melodram gülümsemesiyle dalga geçmeleri bunun en büyük kanıtıydı. Diğer yandan, Göksel'in damarına kirli ayaklarıyla basan da asıl bizdik. Kuralları daha iyi anladım. Bu merkez sınırları içinde ya kötüydün ya kötüydün, iyi olmak diye bir tabir bulunmuyordu.
"Ne yapıyorsun?" dedi Büge şaşkınlıkla. Dediğini duymazdan gelerek başımı dakikalar sonra ilk defa ona çevirdim ve çenemle yolun olduğu yeri göstererek, "Sen git," diye mırıldandım. "Kurtar kendini." Ardından herhangi bir cevap bekleme zahmetine girmeden hatta kimsenin yüzüne bakmadan koşarak çimenlik alandan uzaklaştım ve insanların fısıldamasına kulaklarımı kapattım.
Yağmurun atıştırdığını fark ettim ve hızımı kesmeden, ıslak beton zemine sert vuruşlar yaparak otuz metre ilerideki binaya ilerledim. Başımı çevirip geriye baktığımda arkadaşlarının Göksel'i arkamdan yavaş yavaş getirdiklerini gördüm.
"Siz ağacın altında bekleyin!" diye seslendim, koşar adım geri geri giderken. "Yağmur yağıyor, doktoru göndereceğim!"
Hızla binaya ilerledim ve beton zemindeki yağmur sularının pantolonumu boydan boya ıslatmasını umursamadım. Binanın kapısını açacağım saniye arkamdaki kızlardan bir tanesi, "Acele et," diye seslendi. "Zaman azalıyor." Neyin zamanının azaldığını asla öğrenmek istemiyordum çünkü öğreneceğim şeyin canımı fazlasıyla sıkacağını biliyordum.
Binaya girdiğim saniye dışarıdaki eylül soğukluğundan arınmıştım ve içerideki sıcaklık yüzüme çarpmıştı. Yağmur kirpiklerimi ve saçlarımı ıslanmıştı; bir elimle saçlarımı sol omzuma aldım ve büyük, sessiz koridorda çamur izleri bırakarak yürüdüm. Merdivenleri bütün gücümle hızlı hızlı çıktım. Birkaç oda sonra revirin kapısının önüne geldiğimde tabelada yazan Gürkan Birgöz ismiyle karşı karşıya geldim. Nöbetçi doktor olup olmadığını bilmiyordum fakat herhangi bir durumda diğer psikiyatristler yerine revire gelinirdi ve ben de bu yolu seçmiştim fakat revirdeki doktorun kadın olduğuna emindim, değişmişti. Gürkan Birgöz yeni gelmiş olmalıydı.
Kapı yarıya kadar açıktı ve içeriden ses geliyordu. Tam elim kapının koluna gittiği saniye kalın, aksanlı bir sesin homurdanışını duydum.
"Hayatı dar edeceğim, Gürkan." Sesi direkt tanıdım ve elim kapının kolunda asılı kaldı, başımı biraz yana kaydırıp revirin içine baktım.
Korel Erezli doktor masasının karşısındaki ikili siyah koltuktan birinde oturuyordu ve bacaklarını önündeki küçük cam masaya uzatmıştı. Yüzü kapıya dönüktü ve bir dirseği doktor masasının üzerinde, ensesindeki saçlarla uğraşıyordu. Siyah botlarının tabanına gözlerim kayarken, ayaklarını çapraz birleştirdiğini fark ettim. Soluğum kesikleşti ve karnımda bir yanma hissettim. Başını kapıya çevirdiği saniye beni görebilirdi.
"Edeceksin, edeceksin de nasıl?" dedi karşısında oturan beyaz önlüklü adam. "Hem yarışları unutma, orada her şey kötü. Bardaki dövme işiyle bile ilgilenmiyorsun, her şey keyfine göre. Adamların istedikleri dövmeler yerine kendi istediklerini yapıyorsun. Bir gün beğenmeyen biri çıkarsa ne yapacaksın? Para kazanman gerekiyor, benim kredi kartlarımı çalarak olmaz bu işler."
Gürkan, yani doktor olduğunu düşündüğüm beyaz önlüklü adama başımı çevirdiğimde şaşkınlık içerisinde kaşlarımı kaldırdım. Merkezdeki doktorların aksine oldukça gençti. Koyu kahverengi saçları kıvırcık fakat kısaydı, sandalyesinde oturduğu için yandan görüyordum fakat Korel'in arkasındaki pencereden vuran mavi ışık tam olarak gözlerine çarpıyordu, koyu renk gözleri vardı. Burnu kemerliydi. Dudakları ise inceydi. Yaşının otuz üstü olmadığına yemin edebilirdim. Beyaz önlüğüyle oldukça ciddi görünüyordu.
"Evet," dedi Korel, ensesindeki elini yüzüne indirdi ve parmaklarıyla şakaklarını ovaladı. "Senin kredi kartlarının zevki daha başka. Hem nasıl olduğuna değil, sonuca bak sen." Gürkan derin bir nefes alarak önündeki kâğıtlara odaklandı ve kaşlarını kaldırdı. "Birader," dedi Korel muzip bir sesle. "Korktun mu sen?"
Gürkan'ın yüzü ilk başta ifadesiz kalmaya devam etti fakat birkaç saniye sonra genişçe sırıttı ve masanın üzerindeki elini meşe ağacından yapılmış masaya iki kere vurdu. "Tık tık, Korel Erezli." Göz kırptı. "Korkak olsaydık seninle bu yola çıkmazdık. Kredi kartlarımı çalmak yerine istesen zaten veririm."
"O halde?" dedi Korel alayla. "Elin adamı, bana şeytan çiz, üzerine eski sevgilimin adını yaz, diyerek geliyor, ben o kadar zevksiz miyim? Sanat bu sanat, elbette kendi istediğimi yapacağım, istediğim şekilde olmayacaksa para da kazanmam."
"O da çok kötüymüş be," dedi Gürkan tiksinerek. "Yarışlar ne zamandı?"
Muhabbetin devamını daha fazla dinlemek isteyen bir tarafım vardı fakat dışarıda bekleyen enkaz için şu an vicdanım daha ağır basıyordu, hem diğer yandan konuştuklarından herhangi bir şey anlamıyordum ve ne yarışından bahsettiklerini bilmiyordum. At yarışı, diye mırıldandı içimdeki espri yeteneği yüksek tarafım, ben ise gözlerimi devirerek kapının kolunu sıkıca tuttum ve Korel'in yüzüne bakarak kapıyı araladım.
Yağlanmayan kapıdan çıkan sesle Korel'in gözleri hızlıca kapıya döndü ve beni gördüğü saniye yüzünde oluşan o muzip, alaycı ifade yok oldu. Kaşları ilk başta şaşkınlıkla kalktı ve şakaklarını ovalayan eli duraksadı.
Boğazımı temizledim ve altdudağımı yalayarak masanın diğer tarafına baktım. "Doktor..." Yutkundum. "doktor beyle görüşecektim."
Gürkan'ın yuvarlak fakat çekici bir yüzü vardı, gözleri koyu kahverengiydi. Bakışları Korel'e kayarken ağzını açtı. Saniyenin onda biri kadar bir süre bakıştılar fakat bu o kadar kısa sürdü ki hiçbir şey anlayamadım. Gürkan sevecen bir ifadeyle gülümseyerek ayağa kalktı. "Sorun nedir?"
Korel bacaklarını uzatmış olduğu masadan indirdi ve ellerini önünde birleştirerek beni baştan aşağı süzdü. Bu bakışı az önceki kantindeki bakışına benzemiyordu; daha çok, meraklı bir bakıştı. Aynı şekilde doktor da beni baştan aşağı süzdüğünde öylece kaldım. Bana mı bir şey olduğunu düşünüyorlardı? Bakışlarım, Korel'in yüzündeki gerginliğe takılı kaldı.
"Hey," dedi doktor, elini önümde sallayarak. "Sorun nedir?"
"Ha," dedim Korel'in yüzüne bakmaya devam ederek. "Şey oldu..."
Korel'in kaşları çatıldı ve alnındaki çizgiler belirginleşti. Saçları oldukça dağınık görünüyordu. Kan rengi dudaklarına daha fazla renk gelmişti ve yüzünün bir yarısı odanın karanlık tarafında kalıyordu.
"Evet?" dedi doktor, endişeyle adım atarak. Eğilip yüzüme baktı. "İyi misin? Neyin var?" O saniye Korel oturduğu yerde rahatsız içinde kıpırdandı ve kaşları daha fazla çatıldı. Gürkan, Korel'e baktı ve kafasını iki yana salladı. "Oturmak ister misin? Beni duyuyor musun?"
Ah. Evet, benim kendim için geldiğimi sanıyorlardı. Gözlerim zorlukla Korel'in yüzünden ayrıldığında yakınımda duran Doktor Gürkan'a baktım ve kaşlarımı kaldırıp indirdim.
"Şey, ben değil..." Derin bir nefes aldım. "Ben iyiyim."
Doktor Gürkan'ın kaşları çatılırken, Korel'in rahatladığını hisseder gibi oldum çünkü duruşu rahat bir hale büründü ve sırtını koltuğa yaslayarak bir ayağının bileğini diğer bacağının dizine koydu. Gürkan'ın boyu elbette benden uzundu fakat Korel kadar değildi; Korel bir doksan ise Gürkan bir seksen üç civarıydı. "Kim?" dedi doktor, daha fazla kaşlarını çatarak.
"Dışarıda, bahçede." Büyük bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. "Bir kız atak geçirdi ve sanırım bayıldı, titredi, nefes zor alıyor gibiydi, sonrasında..."
"Tamam," dedi ciddi bir sesle. "Gidelim de ben göreyim."
Yüzü aniden ciddileşmişti ve karşımda gerçekten hipokrat yeminini etmiş bir adam olarak belirmişti. Başka hiçbir şey söylemedi ve hemen yanımdan geçerek dışarı çıktı.
Ayakta öylece kalırken, Korel'le tekrar göz göze geldik ve bütün iklimleri vücudumun her noktasında hissettim. Boşluğun içinde yuvarlanan kuru yaprak rengi gözleriyle ve düz bir suratla öylece yüzüme baktı. Yerinden kalkacakmış gibi görünmüyordu, ağzımı bir şey söylemek için açtım ve tek ayağımın üzerinde durarak ne diyeceğimi düşündüm, sesim boşluğa düşmüştü. Yeniden dudaklarımı birbirine bastırdım, gözlerimi hızla onun sorgulayan ve sanki nefret edermiş gibi bakan gözlerinden ayırarak revirden fevri bir şekilde dışarı çıktım. Büyük koridoru ve merdivenleri koşarak geçtim, dışarıya açılan kapıdan çıkarak Göksel'in olduğu tarafa bakındım, görünürde yoklardı.
Beynimdeki düşüncelerin arasındaki seslere kulak vermemeye çalışsam da duyduklarım beynime kazınmıştı. Adının Gürkan olduğunu öğrendiğim doktor bu merkeze yeni gelmiş olmalıydı çünkü daha önce görmemiştim ve anladığım kadarıyla Korel'in arkadaşıydı.
Başımı kantinin ön tarafına çevirdiğimde şemsiyenin altında onları gördüm. Göksel'i bir sandalyeye oturtmuşlardı, arkadaşları çevresindeydi, doktor ise üzerine doğru eğilmişti. Gitmekle gitmemek arasında kararsız kalırken, doktor diğer kızlara dönüp bir şeyler söyledi ve kızıl saçlı kızın omzuna dokundu, fazla merhametli biri gibi görünüyordu. Kızıl saçlı kız hızlıca kafasını sağladı ve gözlerinden damlayan yaşları elinin tersiyle sildi.
Gitmeye karar verdim ve adım attığım saniye, doktor, Göksel'i bir kolu bacaklarının altında bir kolu belinde olacak şekilde kucağına aldı ve benim olduğum tarafa doğru yürümeye başladı, arkadaşları da tam arkasından geliyordu. Büyük ihtimalle kendi odasında bakmak istiyordu, bu da durumun gerçekten ciddi olduğunu gösteriyordu.
"Kapıyı aç," dedi doktor, bana yaklaşırken. "Çabuk." Duraksamadan çıktığım kapıya koştum ve açıp onların geçmesini bekledim. İlk önce Göksel ve doktor geçti, fazla kalıplı olmasa bile Göksel'i kolaylıkla taşıyabilmişti ve neredeyse koşar adım ilerliyordu. Arkadaşlarının geçmesi için kapı açık beklerken, hepsi bana ters bakışlar atarak binadan içeri girdi. Sonuncu kız da nefret ettiğini belli eden bakışlarını atıp geçtiğinde, derin bir nefes alarak ben de peşlerinden ilerledim.
Doktor revirden içeri girdi ve çabucak Göksel'i bacağıyla tutarak sağ tarafta kalan başka bir kapıyı açtı. Koşar adım, aralık kapıdan gördüğümüz beyaz perdeyi açtı ve Göksel'i beyaz, deri sedyeye yatırdı. Gözüm Korel'in az önce oturduğu yere kaydığında yerinde yeller estiğini gördüm, gitmişti.
"Lütfen, lütfen, lütfen..." Kızıl saçlı kız ellerini birleştirerek çenesine yasladı. "Lütfen bir şey olmasın."
Canımın yandığını hissettim ve yüzümü buruşturarak odaya daha fazla girmemeyi tercih ettim; bir omzumu revirin kapısına yaslarken, başımı da sağa düşürdüm ve aralık kapıdan içeriye baktım. Kapı aralık olsa da kimse girmek istemiyor gibiydi. Doktor hızla perdeyi çektiğinde görünen tek şey Göksel'in çıplak ayaklarıydı, ayakkabılarını çıkarmışlardı.
Büyük bir nefes alarak gözlerimi kapattım ve iyi olmasını tüm kalbimle istedim. Şu an için ihtiyacım olan, iç rahatlatıcı bir haber almaktı. Gözlerimi yavaşça araladığımda uzun boylu kızın dikkatle beni incelediğini gördüm, kaşları çatıktı. Bakışlarımı hızla ondan kaçırarak boş duvara çevirdim ve neden hâlâ bu odanın içinde beklediğimi sorguladım.
Büyük ihtimalle beni buna iten tek sebep, vicdanımdı. İyi haberi alıp derin bir nefes eşliğinde odayı terk etmek istiyordum. Kötü bir haber alındığında –ki bunu düşünmek istemiyordum– kendimi arkadaşlarının eline linç edilmek için bırakmak istiyordum, Büge'nin ne yaptığı pek umurumda değildi. Şu an Göksel'e ne olacağının da onun umurunda olmadığını biliyordum.
"Bugün bir geçsin, sana neler yapacağımı biliyorum ben." Dişlerini sıkarak konuşan uzun boylu kıza başımı çevirdim ve kinini kusması için öylece bekledim, gözlerinden akan nefretin ışığında kör olabileceğimi hissedebiliyordum fakat şu an tam olarak ceza istediğimin farkındaydım. İstedikleri cümleleri bana söyleyebilirlerdi, Büge'nin o şekilde davranmasına sebep olan bendim.
"Selin," dedi kızıl saçlı kız, kaşlarını kaldırarak. Sesinin ayarını düşürdü ve başıyla doktorun Göksel'le girdiği odayı gösterdi. "Şimdi zamanı değil, çeneni kapat."
"Azra!" dedi kısık bir sesle fakat inleyerek, sesinin titrediğini hissettim. "Bu kızlar yüzünden neler olduğunu görmüyor musun?" Başını bana çevirdi ve kaşlarını daha fazla çattı. "Senin o yanındaki kara şeytan nerede? Kaçtı, değil mi?"
Suskunluğumu korudum ve öylece gözlerinin içine baktım, diğer iki kız sessizce fakat aynı bakışlarla beni izliyorlardı. Hepsinin boyu benden uzundu ve kilo açısından hepsinin yanında çelimsiz kalıyordum. Beni hiçbir zaman rahatsız etmeyen bu durum, şu an etmişti. Güçsüz göründüğümü biliyordum ama kimse delirdiğim zaman nasıl bir insana dönüşeceğimi henüz görmemişti.
"Şimdi değil," dedi Azra net bir sesle. Bakışlarını bana çevirdi ve bir saniye baktıktan sonra yüzünü ekşitti. "Burada ona en çok zarar vermeyi isteyen kişi benim, ama şimdi değil." Arkadaşlarına baktı. "Duydunuz mu?"
Hiçbirinden bir ses gelmedi fakat bakışlarını benim üzerimden çektiler ve hepsi boşluğa odaklandı. Hasta odasından gelen bir ses yoktu, bakışlarım Göksel'in görünen çıplak ayaklarındaydı fakat bir hareketlenme olmadı. Saniyeler dakikaları kovalarken, arkadaşları revirin içinde volta atmaya ve kendi kendilerine homurdanmaya başladılar. On ya da on beş dakika sonra hasta odasında belirgin bir hareketlenme oldu ve Doktor Gürkan perdenin arkasından çıkıp yanımıza geldi. Arkadaşları hareketlenirken, ben de yerimde duramadım ve dayandığım kapıdan ayrılarak bir iki adım attım.
"Sakin olun," dedi Gürkan, çıktığı hasta odasının kapısını kapatırken. "Rahatsızlığını bilen birisi söyleyebilir mi? Şu an doktoruna ulaşmaya çalışarak zaman kaybedemem." Tek tek kızların gözünün içine baktı, beni es geçti.
"Konversiyon bozukluğu var," dedi Azra. "Çok ileri seviyede ve şu sıralar çok fazla bayılmaya başladı. Korkuları," yüzüme baktı, "tetiklendiği zamanlar daha fazla görülüyor. Bazen hiçbir şey yokken oluyor ama bugün çok kötü oldu."
"Tahmin etmiştim," dedi Doktor Gürkan net bir sesle. "Başka bir rahatsızlığı var mı? Kullandığı ilaçlar var mı?"
Kızlar birbirine bakıp sessiz kalmayı tercih ettiler. Kaşlarım çatılırken neden dürüst davranmadıklarını içimden sorgulamaya başladım. "Bilmiyor musunuz?" dedi doktor, gür kaşlarını kaldırarak fakat inanmayan gözlerle. "Eğer bir bilginiz varsa şu an söyleyin."
Kızlar tekrar birbirine baktı ve yine susmayı tercih ettiler.
Ortamı kaplayan ağır kasvetli havadan dolayı olsa gerek ben de gerilmiştim ve dilimin ucuna biriken dürüstlük damlalarını yutmak için elimden geleni yapıyordum.
"Pekâlâ," dedi kollarını önünde bağlayarak. "Bayılmadan önce ne olduğunu bana kim anlatacak?" Tek tek kızların gözünün içine baktı, ardından bakışları bana kaydı ve otoriter bir ifadeyle gözlerini açtı. "Minel." Tek kaşını kaldırdı. "Sen anlatmak ister misin?"
Okların bana dönmesinden ötürü olsa gerek duraksayıp, "Ben..." diye mırıldandım; arkadaşları bana döndüğünde o kadar ezici bakıyorlardı ki ayak tabanlarını başımın üzerinde hissettim. Geriye bir adım attım ve altdudağımı yaladım.
"Bir kavga oldu," dedi Azra, kaşlarını çatıp bana bakarak. "Bu kız ve arkadaşı, Göksel'in korkularının üzerine gittiler. Sonrasında olan oldu."
Sabrımın çizgisine sesiyle basan Azra'ya ters bir bakış atıp, "Tam olarak öyle değil," diyerek homurdandım. "Senin arkadaşın benim üzerime geldi ve ne olduysa o kelimeden sonra oldu."
Kızların hepsi birden bana ölümcül bir bakış atarken duruşumu dikleştirdim ve doktorun gözünün içine bakarak kafamı iki yana salladım. "Evet, hatalı ve suçlu olduğumun farkındayım fakat tek taraflı olan bir şey değildi. Söylenen kelime piranaydı, büyük bir korkusu varmış gibi görünüyordu."
"Piranalardan korkusu geçmişinde yaşadığı bir şeyden mi geliyor?" dedi doktor, duruşunu hiç bozmadan. Gözlerim kızlara kayarken, hepsinin bakışlarından bilinmezlik geçti fakat Azra sanki bir şeyler biliyordu, bakışlarını kaçırdı ve soruyu duymazdan geldi. "Bakın, ben psikiyatrist değilim, sadece acil müdahale doktoruyum ve bana yardımcı olmazsanız yardım edemem."
"Psikiyatristini arayabiliriz o halde," dedi Azra, üstünlük göstererek.
Doktor Gürkan duymazdan gelerek, "Minel?" dedi. "O kelimeye karşı olan korkusunu nereden biliyordunuz?"
Bir adım öne gittim ve eğilip fısıldayarak, "Ben bilmiyordum," diye karşılık verdim. "Arkadaşımın bildiği bir şeydi." Sustum ve kaşlarımı çatarak şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açtım. "Siz benim adımı nereden biliyorsunuz?"
Tam o saniye hasta odasından bir inleme sesi yükseldi ve herkesin bakışları o yöne kaydı, doktor başta olmak üzere herkes odaya koşturdu ve perdeyi açarak Göksel'e baktılar. Gördüğüm ilk şey, yarı çıplak yatan ve göğsünden karnına kadar dikiş izi olan bir kadın bedeniydi, dikiş izi kadınlığına kadar uzanıyordu ve altındaki pantolonun düğmesi açıktı.
Ellerimle ağzımı kapatırken odaya girmeye cesaret edemedim ve şaşkınlık içerisinde biraz geride Göksel'in inleyerek ağlamasına şahit oldum.
Tam olarak neye bulaştığımı anlıyordum. Bir yaraya tuz basılırdı, bir yaraya bıçak tekrar saplanırdı fakat bir yaraya asit dökmek caniliğe girerdi. Biz, bu kızın yarasına asit dökmüştük.
"Hayır!" diye haykırdı Göksel çırpınarak. "Piranalar! Ellerimdeler. Kurtarın! Her yer karanlık, göremiyorum!" Doktor Göksel'i yerine sabitlemeye çalışırken, arkadaşları tutmaya başladı ve bir şeyler söyledi; uzaktan izlediğim görüntü, bizim yüzümüzden olmuştu. Boğazıma büyük bir kılçık takılmış gibiydi, yutkunmakta zorlandım.
"Tutun!" diye bağırdı doktor. "Görme kaybı geçici olabilir, sakinleştirici iğne vuracağım."
Arkadaşları Göksel'i yerine sabitlemeye çalışırken, kızıl saçlı kızın bir an başını çevirip bana baktığını fark ettim ve o saniye her şeyin koptuğu zaman oldu. Bakışlarından bana hızla gelen kurşunla geriye doğru, elim ağzımda adım attım fakat adının Azra olduğunu öğrendiğim kızıl, kısa saçlı kız, Göksel'i tutmayı bırakarak odadan dışarı çıktı ve dolu gözleriyle yanıma koşarak geldi.
Sert bir hareketle kolumu kavradığında dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim ve ayakta duracak kuvveti kendimde bulamadım. Hızını kesmedi ve kolumdan tutarak beni resmen dışarıya sürükledi; dilimin üzerinde paslı bir kilidin dolaştığını o an hissettim.
Beni revirden çıkarıp tam karşımızdaki pencereye itekledi ve belimin sertçe pencerenin pervazına çarpmasına sebep oldu. Dengem şaşırırken, dizlerimin üzerine düşeceğimi sandım fakat kız aynı hızla yakamdan tuttu ve beni geriye iteklediğinde başım pencereden dışarı çıktı.
"Onu ne hale getirdin!" diye âdeta haykırdı. "O benim kardeşim! Onun neler yaşadığını biliyor musun sen?"
Yakamdan bir kere daha tuttu ve daha sertçe pervaza çarptı, bel boşluğumda hissettiğim şiddetli sızıyla inledim ve çırpınmaya çalıştım fakat gücüm sanki ellerimden koparılmış gibiydi. Başım geriye daha fazla gittiğinde sırtımın bir tarafı da pencerenin dışındaydı. Revir ikinci katta olmasına rağmen, bu pencerenin altı bodrum katına inen merdivenlere bakıyordu ve metrelerce yukarıda kalıyordum.
"Bırak!" diye haykırıp tekme atmaya çalıştım fakat faydasızdı. Azra tırnaklarını boynuma geçirirken, bir yandan da çenemi tuttu ve beni resmen pencereden aşağı düşmem için sarkıttı. Sesim pencerenin dışında yankılandı.
"Hayır!" Kafam geriye düştü ve karşımdaki duvarı tersten gördüm, saçlarım aşağı sarkıyordu ve hemen aşağı tarafta kalan siyah, demir merdivenleri görüyordum.
"Seni mahvedeceğim," dedi buz gibi bir sesle. "Onun zaaflarının üzerine gittiğiniz için önce seni, sonra o arkadaşını mahvedeceğim." Ayağıma bastı ve acı içinde çığlık atmama sebep oldu.
Kafamı iki yana salladım, boğazıma ve çeneme bastırdığı tırnaklarını yüzümün her yerinde hissettim, bedeniyle bedenimin üzerine abanmıştı. "Bırak!" diyerek çırpındım ve tekme atmaya çalıştım fakat nefes almakta zorlanıyordum, boğazımdaki elleri gitgide sıkılaştı.
"İmdat!"
Tiz bir sesle, nefesimin sonunu harcayarak çığlık attım. "Yardım edin!"
Azra boğazıma daha fazla baskı uyguladığında nefesimi tamamen kesmek istediğini anladım ve vücudum pencereden daha fazla dışarı çıktı, ayaklarımın yerle teması kesildi. "O bunu hak etmedi!" dedi kız ağlayarak. "O hayatını zaten çoktan kaybetmişti, yaşatmaya çalıştığı ruhuna dokunamazsınız."
Kendini kaybetmişti ve avuçlarının içinde atan nabzın bir insana ait olduğunun bile farkında değildi; gözlerim aşağı kaydığında, merdivenlerden basamak basamak düşerken, ke miklerimin çatlayışının sesini duyacağımı anlamıştım. Gözlerimi açmakta zorlanarak, "Lütfen," diye fısıldadım. "Ben bir şey yapmadım, lütfen." Ayaklarım yerle daha fazla temasını kesti ve soluğumun son hedefine de bastırarak beni daha fazla sarkıttı.
Kulaklarım çınlamaya başladı, kan akışımın ters yönden devam ettiğini hissettim ve gücü tükenen ellerim kızı tuttuğum kazağından düştü. Kötü bir şey yapmıştım, belki de hayatım boyunca farkında olmadan yaptığım en kötü şeydi ve bedelini birkaç kırık kemikle veyahut boğazımı biraz daha sıkmaya devam ederse nefesimin kesilmesiyle ödeyecektim.
"Hey!" diye duyduğum sesle gücün bedenime geri ulaştığını hissettim ve düşen ellerime tekrar kuvvet geldi; kızı iteklemeye çalıştım, ayaklarımla tekme atmaya çalıştım, olduğum yerde çırpındım. Koridordan yükselen bir koşma sesiyle beraber, "Neler oluyor orada?" diye bağırdı.
Birkaç saniye sonra bir çığlık sesiyle üzerimdeki ağırlığın tamamen uzaklaştığını fark ettim fakat o saniye, beni tutan şeyin, boğazıma sarılan eller olduğunu anlayabildim. Bedenimi doğrultacak kuvveti kendimde bulamazken, bedenim pencereden dışarıya kaymaya başladı. "Hayır!" diye hırladım. "Bana yardım edin yoksa..."
Soğuk, güçlü bir el beni belimden yakaladı ve tek seferde pencere kenarından çekti. Başım sert bir omza çarparken, ayaklarım hâlâ havadaydı ve ellerim hızla buz gibi bir boyna sarıldı. Kararan gözlerimi birkaç defa kırpıştırdığımda tam karşımda Korel Erezli'yi gördüm. Beni tek koluyla belimden yakalamıştı ve sağ tarafında kalıyordum, ellerim boynuna sarılıydı ve bacaklarım aşağı sarkmıştı, ayaklarım yere değmiyordu. Başım omzunun hizasındaydı, yüzünü ilk defa bu kadar yakından, ilk defa bu kadar net görebiliyordum ve ben o saniye, kısa olan boyumdan ilk defa bu kadar fazla nefret ettim. Korel Erezli'yi bu kadar yakından göremeyişime sebep olan boyumdan nefret ettim.
Bu kez mucize değildi, bu kez gerçekten de tesadüf eseri beni kurtarmıştı.
Kan rengi dudakları aralıktı ve nefesini tutuyor gibiydi. Kalın kaşları çatıldığı için yine alnı ve kaşlarının ortası kırışmıştı.
Kemikli yüzünde elmacıkkemikleri belirginleşmişti. Kirpikleri yakından daha gür ve simsiyahtı, gür kirpiklerinin arkasında gizli olan sonbahar harelerine bakarken başımın döndüğünü hissettim. Gözlerindeki altın rengindeki yarıklardan bana doğru esen, sıcak rüzgârdı.
Nefes nefese yüzüne bakarken, onun da gözleri yüzümün her yerinde gezindi ve altdudağını yalayarak gözlerimin içine yeniden baktı. Bunlar birkaç saniye içerisinde olurken, bakışlarımın çenesindeki yanık izine kaymaması için fazla bir mücadele vermeme gerek yoktu çünkü gözlerinden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum.
"İn," dedi kısık sesle. Sesinin oktavlarına vuran o hırçın darbeler, beni gömüldüğüm, tutsak kaldığım geçmişime odakladı ve ne dediğini anlamadım, dudakları hareket edince dışarıya taşan iki harfi kavramamak için elimden gelen her şeyi yaptım.
Yanında ufacık ve çelimsiz kaldığımı biliyordum fakat beni tek parmağıyla bile kaldırabilecek güce sahip olduğunu yeni yeni fark edebiliyordum. Belimden içeriye doğru kıvrılan ve karnımın üstünde sıkıca duran eli, parmaklarının baskısıyla beraber damarlarımda akan kanı hissetmemi sağlıyordukanımın akışına sebep oluyordu. "İn," dedi bu sefer kesin ve net bir sesle. "Kucağımdan in."
Kendimi bir ağaca tırmanan kedi gibi hissetmeme sebep olan bu emri, zaman kavramlarına ulaşmama sebep oldu ve sessizliği ağırlayan, inat eden tarafımı gözden çıkararak yutkundum. Ağır hareketlerle kafamı aşağı yukarı salladım ve boynuna sarılı olan kollarımı gevşettim, Korel ise belime sarılı olan kolunu asla gevşetmiyordu.
"Bırak," dedim tek solukta, ardından öksürerek. "Çok sıkı tutuyorsun."
İlk başta ne dediğimi anlayamadı fakat gözlerim belime sarılı olan koluna indiğinde bir an tuttuğu nefesini dışarı bıraktı ve o saniye yüzümde nefesinin hoşluğu ve sigaranın acı tadı dalgalandı, sigara kokusu belki de ilk defa midemi bulandırmadı. Başını diğer tarafa çevirerek belime sarılı olan kolunu gevşetti, derin nefesiyle o da benim kokumu almıştı ve kokumdan nefret etmiş gibiydi.
Ellerim saniye bile sürmeyecek bir zaman diliminde boynun dan omuzlarına indi ve boynundaki soğukluğa zıt olarak, omuzlarındaki sıcaklığı hissettim. Korel ise hâlâ başka yere bakarken, dokunuşumdan rahatsız olmuş gibi omzunu çekti ve beni tamamen yere indirdi.
Başka bir ses kulağıma dolduğunda az önce yaşadıklarımın gerçekliği beni alt etti ve ilk önce sarkıtıldığım pencereye, ardından etrafıma baktım. Korel'in yan tarafında kaldığım için başımı eğdim ve o saniye yere düşmüş olan kızı gördüm. Kızıl saçları önüne doğru gelmişti ve duvarın dibindeydi. Elleri yere sabitlenmiş dururken saçlarının arasından bana ve Korel'e bakıyordu fakat bakışında daha gizemli bir şeylerin mesajı var gibiydi.
Korel duruşunu düzeltti ve burnundan sert, hırıltılı bir nefes aldıktan sonra kıza doğru büyük iki adım attı. "Sen," dedi dişlerinin arasından. Çenesi seğiriyordu. "Sen kendini ne sanıyorsun?" Sesi kısık çıkıyordu fakat bu kısıklık ve sakinlik bana o geceyi anımsatmıştı.
"Göksel içeride acı çekiyor, onun zaaflarına oynadılar." Korel'in gözlerinin içine nefretle baktı, nefretinin sebebi başka bir şey olmalıydı. Korel bir adım daha attı ve kıza tam olarak üstten baktı, şu an Korel'in arkasında kaldığım için yüzünü göremiyordum fakat kız, gözlerini bile kırpmadan Korel'i izliyordu.
"Zaaflarını açıkça ortaya seren herkesin, zaaflarıyla oynarlar." Saniye bile sürmeden Korel tek seferde kızın kolunu kavradı ve onu ayağa kaldırdı.
Azra dehşetle ona bakarken Korel fısıldayarak tek cümlelik bir şey söyledi. Ne dediğini anlayamadım fakat kızın bakışlarındaki düzlük ilk defa değişti ve dehşet içinde Korel'e bakarak, "Senden nefret ediyor!" diye haykırdı.
Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı ve olduğum yerde hareket etmeden öylece Korel'in gergin sırtına ve kızın yarısı görünen yüzüne baktım.
"Beni anladın mı?" dedi Korel yine kısık bir sesle fakat bu seferki az önceki gibi bir fısıldama değildi. "Bir daha söylememi ister misin? Göksel'in geçmişini bir daha önüne sermemi ister misin?"
Kız kafasını iki yana salladı ve Korel'i itekledi. Korel etkilenmedi fakat geriye doğru kafasını aşağı yukarı sallayarak çekildi ve kızın geçmesi için yer açtı. O saniye kızla bakışlarımız birleşti, sarsıldığımı hissettim. Bir saniye bile duraksamadan revire değil de çıkış kapısına doğru koştu ve arkasına dönüp bakmadı.
"Ona ne söyledin?" Korel arkası dönük dururken büyük bir nefes aldım ve elimi boynuma sararak acı içinde içimi çektim, kızın parmaklarının dolandığı yerler kabarmış gibiydi. Tırnak darbelerinin ise kan toplamasına sebep olduğunu biliyordum.
Korel omzunun üzerinden bana baktı ve bakışları boynuma kaydı, üstdudağı kıvrıldı fakat bu gülümseme kıvrılışı değildi. Sol elini çenesine yerleştirdi, boynunu iki tarafa çıtlatarak başını tekrar çevirdi ve revire doğru bakarak, "Gürkan!" diye yüksek bir tınıyla seslendi. Gözlerimi devirdim, az önceki haykırışları duymayan kişilerin Korel'in kalın ve gür sesini duyabileceğine inanmıyordum. Beklemedi, revire ilerledi ve kafasını aşağı sarkıtarak, "Gürkan!" diyerek bir daha bağırdı.
Hasta odasındaki Göksel'in yüksek çıkan sesinden geriye kalan ağlamaları yeni duyuyordum. Acılı, sancılı bir ağlamaydı ve lanet olsun ki hâlâ vicdanımın titrediğini hissedebiliyordum.
Birkaç dakika sonra, "Sikeyim," diye homurdandı Korel ve başını bana çevirip, "Buraya gel," diyerek homurdandı. Emrine saniyesinde uydum ve bir elimle boynumu tutmaya devam ederken yanına ilerledim. Yürürken sırtımda şiddetli bir acı hissediyordum.
Revire girdi ve ben de arkasından onu takip ederek peşinden ilerledim, içimde güdümsüz bir istekle sürekli onun arkasına saklanmam gerektiğini hissediyordum, bu içimden gelen bir dürtüydü ve tuhaf bir şekilde beni şaşırtıyordu.
Hasta odasına doğru ilerledi ve kapanan kapıyı açtı, benim görüş alanımı ise tamamen kapattı.
"Buraya gel," dedi. "Dışarıdayım." Ne Gürkan'ı ne diğer kızları ne de Göksel'i görebilmiştim; tek fark ettiğim Korel, içeri girdiği saniye Göksel'in sesinin kesilmesi ve hissedilebilir bir buz kütlesinin üzerime doğru yayıldığıydı. Gürkan hasta odasından çıktı ve kapıyı hemen kapatarak Korel'e tek kaşı havada baktı. Korel baş hareketiyle Gürkan'ı dışarı çağırdı ve bana doğru dönerek yürümeye başladı. Revirden üçümüz de dışarı çıktığımızda Korel bir daha boynunu çıtlattı. "Kulağına sik mi girdi?" diye sordu edepsiz bir sokak ağzıyla. "Adam öldürülse duymayacak kulaklarına baktırmaya ne dersin?"
Gürkan dönüp bana baktı ve tekrar tek kaşını kaldırarak kafasını neler oluyor manasında iki yana salladı, bir tepki vermeden bakışlarımı kaçırdım. "Göksel," dedi Gürkan düz bir sesle ve Korel'in tam gözlerinin içine baktı. "Hastaya bakıyordum, kriz geçirdi."
Aralarında sözsüz bir konuşma geçti ve ortaya hayali cümlelerden oluşan bir defter döküldü. O saniye, tuhaf bir şekilde Korel'in Göksel'le aralarında neler geçebileceğini düşündüm. Korel'in onu ve Azra'yı tanıdığı açıkça ortadaydı. Gerçekten eski sevgilisi olabilir miydi?
Korel bana baktı ve beklemediğim bir anda, boynumda asılı kalan elimi aşağı indirerek soğuk avuçiçlerini hissetmeme neden oldu. "Boynu için merhem mi sürmek gerekiyor?" Duraksadı ve boynuma dikkatlice baktı, geçen gecenin de izleri duruyordu, kulaklarımda o gece giderken bir şeyler sürmem gerektiğini söyleyen sesi çınladı.
Elimi çoktan bırakmış olsa da avuçiçinin soğukluğunu hâlâ hissediyordum, gözlerim kocaman açıldı.
Doktor boynuma bir kere bile bakmadan, "Birader," diyerek kısık sesle, uyarıcı bir tonda konuştu. "İçeride hastam var, büyük bir kriz geçirdi ve şu an..."
"Sana bir şey sordum," dedi kirpiklerinin arasından bakarak. "Sokarım krize, bak şuna ve hangi merhemin alınması gerektiğini söyle."
"Hayır," diye mırıldandım hızlıca. "Yok, gerek yok." Korel'e başımı çevirdim. "Ben halledebilirim."
Gürkan ağzından büyük bir nefes aldı ve gözlerini yavaşça açıp kapatarak bana döndü. Boyu benden uzun olduğu için üzerime doğru eğildi ve çenemi kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdı, diğer eli boynumdaki izlere hafifçe dokunduğunda yine acı içinde bir nefes aldım ve dişlerimi sıktım.
"Gürkan," dedi Korel sert bir sesle. Gürkan başını çevirdi ve Korel'in yüzüne baktı. Bugün gümüşü daha fazla barındıran gözleri, Gürkan'ın çenemdeki ve boynumdaki eline odaklandı, ardından başını çevirerek kafasını iki yana sallayıp, "Yok bir şey," diyerek homurdandı. "Ben dışarıdayım."
Korel sinirle çıkış kapısına yürürken ne Gürkan ne de ben tek kelime ettik.
Doktor Gürkan oldukça dikkatli bir şekilde boynumu inceledi ve parmaklarını kabaran yerlerin üzerinde gezdirdi, yaklaşık bir dakika sonra ise koyu gözlerini benim gözlerime çevirdi ve duruşunu dikleştirerek elini çenemden çekti. Bilmediğim bir merhemin ismini söyleyerek gözlerini kıstı. "Bu merhemi sürersen kızarıklıkları yok edecektir, belirgin bir iz kalmayacaktır."
Başımı aşağı yukarı salladım ve dediği merhemi umursamayarak, "Göksel nasıl?" diye sordum. "İyi olacak, değil mi?"
"Sence?" dedi Doktor Gürkan hızla. "Büyük bir krizi atlattı sayılır, Minel."
Aniden başıma şiddetli bir ağrı girdi ve sanki daha önce bu anı yaşamışım gibi bir an gözümün önünden birkaç sahne geçti. Gözlerimi kapatarak yüzümü buruşturdum ve avuçiçlerimi şakaklarıma bastırarak, "Hey," diye homurdandım. Sahneler yok oldu, kulaklarımda duyduğum şiddetli çınlama uzaklaştı. Gözlerimi açtım ve doktorun yüzüne odaklandım. "Benim adımı nereden biliyorsunuz?"
Gürkan yutkundu ve âdemelması aşağı doğru hareket etti. "Minel," dedi gözlerini kısarak. "Minel Karaer, olması gerek, değil mi?" Düz bir ifadeyle yüzüne baktım ve bir tepki vermedim. "Buraya geldiğimde çoğu öğrencinin dosyasını araştırdım ve onların içinde sen de vardın, aklımda kalmış olmalı." Gülümsedi fakat hiç içten bir gülümseme değildi. "Psikoloji dalım olmasa da meraklı bir insanım."
İnandırıcı olmaya mı çalışıyordu yoksa doğruyu mu söylüyordu, ayırt edemedim. Bir yandan beni nereden tanıyabileceğini kestiremiyordum, diğer yandan yalan söylemesi için hiçbir neden yoktu. "Anladım," dedim, derin bir nefes alarak ve ben de onun gibi samimiyetsiz bir ifadeyle gülümsedim. "Sanırım siz," dış kapıya doğru baktım, "Korel'le arkadaşsınız, değil mi?" Masum bir şekilde gözlerimi açtım.
Gürkan'ın gerildiğini hissettim. "Bak," diyerek homurdandı. "Şu anda suçlusun, bir kızın kriz geçirmesine sebep oldun ve sen bir doktoru mu sorguluyorsun?" Elindeki bıçakları bana yöneltmiş olması ve sorumdan kaçması beni şaşırtmamıştı.
"Suçumun farkındayım," dedim. "Ve kaçmıyorum farkındaysanız." İki elimi birden havaya kaldırdım ve büyük bir nefes aldım. "Her neyse..." Geriye bir iki adım attım. "Merhem için teşekkürler fakat almayacağım."
Çıkış kapısına doğru yürürken, doktorun sırtımdaki bakışlarını hissedebiliyordum. Aslında ona karşı herhangi bir nefret hissetmemiştim hatta gördüğüm ilk saniye içimin ısındığını bile söyleyebilirdim fakat aynı şeyi onun için söyleyemezdim, sanki benden nefret etmesi için bir sebebi varmış gibiydi.
Binadan dışarıya çıktığım saniye kısık gözlerle etrafa baktım. Korel az ilerideki duvarın önündeydi. Bir ayağını ve sırtını duvara yaslamıştı, oldukça hareketsiz görünüyordu ve dudaklarında bir dal sigara vardı.
Dışarısı kalabalık değildi, beklemeden ve düşünmeden Korel'in yanına ilerledim. Korel de hissetmiş olacak ki başını direkt benim geldiğim tarafa çevirdi ve çenesini kaldırarak bana baktı. Duman yukarıya kıvrılırken Korel gözlerini kıstı.
"Çok sigara içiyorsun," dedim yüksek bir sesle, yanına yaklaştığımda. "Ciğerin ve kalbin iyi mi?"
Korel duraksadı ve gözlerini daha fazla kısarak kan rengi dudaklarındaki sigarayı parmaklarının arasında tuttu, derin bir nefesi içine çekerken, ucunda uzayan kül yere düştü. Sigarayı dudaklarından uzaklaştırdı ve içine çektiği dumanı başını biraz kaldırarak havaya üfledi, yutkundu, kazağının üzerinden köprücükkemiklerinin belirginleştiğini gördüm ve âdemelması yavaşça hareket etti. "Déjà vu."
Başımı yukarı kaldırmadan, sadece gözlerimle aşağıdan aşağıdan ona baktım ve altdudağımı yalayarak, "Anlamadım," diye mırıldandım. Başını kaldırdığı için olsa gerek, çenesindeki yanık izinin dövmelerle gizlendiği boynunu açık bir şekilde gördüm.
Serçeparmak genişliğindeki yanık izi boynundan nabzının olduğu yere kadar ilerliyordu.
"Boş ver," dedi Korel, soğuk bir sesle. "Anlama da zaten."
Anlamlandıramadığım konuşma uzamasın diye bakışlarımı ondan kaçırdım ve ellerimle oynamaya başladım. "Ben, teşekkür ederim." Utandığım zamanlar yaptığım gibi ayağımla yere harfler çizmeye başladım. "Yine, yeni, yeniden. Teşekkür ederim. Beni kurtardın." Korel'in bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum, ona bakmak yerine yere harfler çizmeye devam ettim.
"Yine, yeni, yeniden," dedi Korel, benim dediğimi tekrar ederek. "Pembe dizi tadında bir lisede değilsin, Turuncu." Sigarasını tekrar dudaklarına yerleştirdiğini hissettim fakat bu sefer dumanı daha az içine çekti. "Bu merkezi fazla hafife alıyorsun ve genel olarak yaşadıklarını da hafife alıyor gibisin. Bana artık teşekkür de etme, sıktı bu durum. Sadece kendini korumayı öğren."
Başka bir harfi yere çizerken, ona söyleyemediğim kelimeyi tamamlamak adına hızımı artırdım. "Merkezin nasıl bir yer olduğunun farkındayım aslında. Merkezi hafife almıyorum ama ne olduğunun da farkındayım, eğer farkında olmasaydım az önce yaşadıklarımı çok abartırdım." Son harfi çizdim ve dudaklarım yukarıya doğru kıvrılırken başımı kaldırıp onun yüzüne baktım. "Ve sana daha fazla borçlandım, önemli olan da bu."
"Sürekli borç deyip durman da sıktı aslında." Korel'in bakışlarında alay vardı. "Kendini umursamıyor musun sen? Belaları çekiyorsun diyeceğim ama belaya koşarak giden de sensin."
Kafamı iki yana sallayıp, "Küçüklüğümden beri bu böyle," diye söylendim. "Zararlı olan her şeye koşardım, sonrasında başıma ne gelirse gelsin, bunu hak ettiğimi düşünürdüm. Bence bazı şeyleri hak ettiğimizi düşünmek, acıları hafifletebilir."
"Kişiye göre değişir," dedi Korel düz bir sesle. "Kötüyü hak ettiğini düşünecek kadar ne yaşamış olabilirsin sen? İyiyi ise hiçbir zaman hak etmediğini düşünürsün, öyle değil mi?"
Kaşlarımı çattım ve Korel'e dik dik bakarak, "Beni tanıyor musun?" diye sordum ve ardından hızla devam ettim. "Belki de yaşamışımdır, bunu sen bilemezsin. Benim merak ettiğim başka bir şey var aslında."
Korel diğer konuyu uzatmadan, "Nedir?" diye sordu.
"Azra'ya ne söyledin?" diye sordum. "Onları tanıdığın belli ama ne söylediğini çok merak ediyorum çünkü ne yaparsa yapsın, acısını anlayabiliyorum. Bir sorumlu bulmak zorundaydı, o bendim ve canımı yakmak istedi."
Korel kafasını iki yana sallayarak, "Bu yüzden hak ettiğini düşünüyorsun, değil mi?" diye sordu. "Bir noktada doğru söylüyorsun, bazı şeyler hak edilir fakat hak ettiğimiz şeyler için savaşmayacağımız anlamına gelmez. Orada, o kız senin boğazını sıkarken savaşmıyordun."
"Savaştım," dedim karşı çıkarak. "Ama gücüm yetmedi."
"Belki de gücünün yetmesini istemedin," dedi sert bir dille. "Kendine çok kolay bir yol bulmuşsun ama daha zor olanı ne, biliyor musun? Hak ettiklerinle bile savaşmak."
Bir süre yüzüne baktıktan sonra, "Ona ne söylediğini söylemeyeceksin, değil mi?" diye sordum. "Konu benim hak etmişliklerim değil çünkü."
Korel gözlerini kıstı, bitmek üzere olan sigarasını başparmağı ile işaretparmağının arasına almadan önce boynuma bakarak, "Acıyor mu?" diye sordu. Lafı değiştirmek istediği açıkça ortadaydı.
Acısa bile kafamı iki yana hızlıca salladım. Sigaradaki son dumanı içine derin derin çekti ve gözlerini bir saniyelik de olsa kapattı, uzun kirpikleri elmacıkkemiklerine gölge düşürdü. Sigarasından son dumanı üfleyip söndürdükten sonra bana doğru eğildi ve boynumdaki ize yakından baktı.
"Acımıyor." Yutkundum ve yakınımda duran saçlarının yumuşak dokusunu dokunmadan bile fark edebildim. "Acı," büyük bir nefes aldım, "acımıyor." Kendimi toplamak adına, "Az önce déjà vu derken ne demek istedin peki?" diye sordum. "Bu soruyu da mı yanıtsız bırakacaksın?"
Yüzü boynuma yaklaştığında gözlerimin içine baktı ve üstdudağı yukarıya kıvrıldı.
Duruşunu dikleştirdi, kurumuş yaprak rengi gözlerini tümden alay kapladı. "Sana başka bir déjà vu daha söyleyeyim mi?" diye mırıldandı. Ayağının tabanını kelime yazdığım yere sürttü ve bakışları bakışlarımla buluştu. "Yere ne yazdığını biliyorum, Turuncu."
Paragraf Yorumları